“Usûlsüz alıntı” sorunuyla ilgili yazmak tehlikeli bir şey. Geçmişte usûlsüz alıntı sorunuyla ilgili olarak yazdığım yazılar nedeniyle başıma gelmeyen iş kalmadı. Hakkımda savcılıklara pek çok şikayette bulunuldu; iki de ceza davası açıldı. Bu yazılar nedeniyle pek çok disiplin soruşturmasına da maruz kaldım.
Yine de bunlardan korkmamak, yılmamak, usûlsüz alıntı sorunuyla mücadele etmek gerekli. Zira bu sorun bu ülkede akla hayale gelmeyecek kadar yaygındır. Öyle yaygındır ki, usûlsüz alıntılara karşı yazarları koruyacak olan mahkemelerin kendileri dahi usûlsüz alıntı yapıyorlar.
Usûlsüz alıntının en acıklısı sizin bir eserinizden bir mahkeme kararında yapılan usûlsüz alıntıdır. Çünkü 5 Aralık 1951 tarih ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesine göre “kazaî kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma serbesttir”.
Yani sizin bir eserinizden bazı cümle veya paragrafları bir mahkeme, kaynağını göstermeksizin almış ise, diğer yazarlar, mahkeme kararındaki bu cümle ve paragrafları artık serbestçe kullanabilmekte, bunları tekrar yayınlayabilmekte, işleyebilmekte veya bunlardan istedikleri bir surette yararlanabilmektedirler. Açıkçası, sizin eseriniz yargı kararında alıntılanmış ise, artık eseriniz serbestçe yağmalanabilecek bir kamu malı hâline gelmektedir.
Bu nedenle mahkemelerin bir yazardan alıntı yapıyorlarsa, bunun kaynağını özellikle göstermeleri gerekir.
Bir yazarın fikrî eseri, diğer yazarlar karşısında fikrî eser olduğu gibi, hâkimler karşısında da fikrî eserdir. Bir yazarın fikrî eserinin, diğer yazarlara karşı korunması gerektiği gibi, hâkimlere karşı da korunması gerekir. Bir yazar, bir makale yazarken usûlsüz alıntı yapabileceği gibi, bir hâkim de bir kararı kaleme alırken usûlsüz alıntı yapabilir. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, yazarları bağladığı gibi hâkimleri de bağlar.
Bir mahkeme, bir yazarın kitap veya makalesinden bir alıntı yapacaksa, Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 35’inci maddesinde öngörülmüş olan alıntı şartlarına uymalıdır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda, mahkemelere, yazarların kitap ve makalelerinden serbestçe alıntı yapma yetkisi veren bir hüküm yoktur. Dolayısıyla bir mahkeme kararında bir yazardan alıntı yapılıyor ise, FSEK, m.35 uyarınca, bu alıntının belli olacak şekilde yapılması ve alıntının kaynağının, yazar adı, eser adı ve sayfa numarası belirtilerek gösterilmesi gerekir.
Medenî dünyada mahkemeler, verdikleri kararlarda doktrinden alıntı yaparlar ve bu alıntıların kaynağını da usûlüne uygun olarak gösterirler. Medenî ülkelerde anayasa mahkemelerinin kararları akademik bir makale gibidir ve doktrinden yapılmış pek çok alıntı ve doktrine yapılan pek çok atıf içerir.
Asıl konuya geçmeden önce şu hususu da belirtmek isterim: Bir yazarın görüşlerinin bir mahkeme tarafından benimsenmesi o yazar için büyük bir onurdur. Bir yazarın bir kitap veya bir makalesinden bir yüksek mahkemenin alıntı yapması, o yazar için büyük bir mutluluk kaynağıdır.
Ben bu mutluluğu Çek Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi [1], İsrail Yüksek Mahkemesi [2], Brezilya Federal Yüksek Mahkemesi [3] ve Slovenya Anayasa Mahkemesinin [4] bana atıf yapan kararları dolayısıyla yaşadım. Yabancı Anayasa Mahkemelerinden atıf aldım; ama nedense kendi ülkemin Anayasa Mahkemesinden atıf alamadım.
Kendi ülkemin Anayasa Mahkemesinden atıf alamamış olmamın sebebi, bu mahkemenin benim kitap ve makalelerimden alıntı yapmıyor olması değil, alıntı yaptıktan sonra bana atıf yapmıyor olmasıdır.
* * *Bu makalenin asıl konusu, Anayasa Mahkemesinin Ali Kıdık kararında benden yaptığı usûlsüz alıntıdır. Ancak bu usûlsüz alıntıyı görmeden önce Danıştayın yaptığı bir usûlsüz alıntıyla işe başlayalım:
29 Haziran 2019 tarihinde www.idare.gen.tr’de yayınladığım küçük bir yazıda [5] İdare Hukuku kitabımdan Danıştay Sekizinci Dairesinin yaptığı bir usûlsüz alıntıyı göstermiştim. Danıştay kararında usûlsüz alıntı oluşturan paragrafı ve onun kaynağı olan paragrafı burada da vermekte yarar var:
Yukarıdaki iki paragrafı karşılaştırmalı olarak okuyunuz. Danıştay Sekizinci Dairesinin, söz konusu paragrafı, benim yukarıdaki paragrafımı görmeden yazmış olma ihtimali var mıdır? Eğer Danıştay Sekizinci Dairesi benim paragrafımdan yararlanmış ise, bana atıf yapması gerekmez miydi?
Aşağıda Anayasa Mahkemesi kararlarından bir örnek vereceğim. Ama bundan önce not edeyim ki, geçmişte de Anayasa Mahkemesinin benim makalelerimden alıntı yapıp, bana atıf yapmadığı olmuştur. Örneğin Anayasa Mahkemesinin 10 Ocak 1991 tarih ve K.1991/1 sayılı ve 3 Temmuz 1991 tarih ve K.1991/20 sayılı kararlarındaki temel gerekçe benim Ankara Barosu Dergisinin 1990 Ağustos sayısında yayınlanan “Olağanüstü Hâl Rejimlerinde Özgürlüklerin Sınırlandırılması Sistemi ve Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamelerinin Hukukî Rejimi” başlıklı makalemden [6] alınmadır. Arzu edenler bu konuda iddiamı açıkladığım Örnekleriyle Usûlsüz Alıntı Sorunu isimli kitabımın 611 ilâ 617’nci sayfalarına bakabilirler [7].
2013 yılında usûlsüz alıntı sorunuyla ilgili birincisi Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler [8] başlıklı, ikincisi de Örnekleriyle Usûlsüz Alıntı Sorunu [9] başlıklı iki kitap yayınladım. Her iki kitabın tam metnini ayrıca internete de koydum [10]. Birincisinin tamamına erişim, ikincisinin ise Serdar Özgüldür’e ilişkin dokuzuncu bölümüne erişim, 5651 Sayılı Kanunun 9’uncu maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesi kararıyla engellendi. Bu kararlar üzerine asliye ceza mahkemesine yaptığım itirazlar ve keza kanun yararına bozma taleplerim de reddedildi. Daha sonra her iki karar hakkında da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundum [11].
Bu süreçte, 5651 sayılı Kanunun 9’uncu maddesi uyarınca sulh ceza hâkimi [12] kararıyla internet yayınlarının engellenmesi konusunu etraflıca inceleme imkanım oldu ve bu konuda “Kişilik Haklarını İhlal Eden İnternet Yayınlarının Kaldırılması Usûlü ve İfade Hürriyeti: 5651 Sayılı Kanunun 9’uncu Maddesinin İfade Hürriyeti Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı makalemi 2014 yılında basılan Rona Aybay’a Armağan’da yayınladım [13].
Makalemin yayınlanmasından üç yıl sonra, 2017 yılında, Anayasa Mahkemesinin İkinci Bölümünün 26 Ekim 2017 tarih ve 2014/5552 bireysel başvuru numaralı Ali Kıdık kararında [14], yukarıdaki makalemden kaynağı belirtilmeksizin yapılmış alıntıları görünce doğrusu çok şaşırdım.
İçimden tarifi imkansız duygu ve düşünceler geçti. Acaba sevinmem mi gerekiyordu? Çünkü tartışmalı bir konuda Anayasa Mahkemesi benim görüşümü benimsemiş ve meseleyi benim önerdiğim şekilde çözmüştü. Ama buna rağmen üzüldüm ve sinirlendim. Zira emeğimin ürünü olan fikirlerin kaynağı bertilmeksizin alınması beni öfkelendiriyor.
Bu karışık duygular içinde ne yapacağıma hemen karar veremedim. Araya başka işler de girdi. Belki Ali Kıdık kararındaki usûlsüz alıntıya tepki vermekte iki yıl kadar gecikmemin asıl sebebi, usûlsüz alıntı sorunu hakkında yazmanın getirdiği belalar konusunda geçmişte yaşadığım, ceza mahkemesinde yargılanmak dahil, acı tecrübelerdir. Neyse bu konuda yazmak bugüne nasipmiş.
İddiam şu: Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünün 26 Ekim 2017 tarih ve 2014/5552 sayılı Ali Kıdık kararının [15] gerekçesinde kullandığı temel argüman, benim Rona Aybay’a Armağan’da (Legal Hukuk Dergisi, Aralık 2014) yayınlanan “Kişilik Haklarını İhlal Eden İnternet Yayınlarının Kaldırılması Usûlü ve İfade Hürriyeti: 5651 Sayılı Kanunun 9’uncu Maddesinin İfade Hürriyeti Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı makalemden [16] kaynağı gösterilmeksizin alınmıştır.
Şimdi bu iddiamı ispat için kanıtlarımı sunayım:
Yukarıdaki iddiamı ispat için, birinci olarak, aşağıya, Anayasa Mahkemesinin kararından alınmış paragrafları ve paragrafların kaynağı olan benim makalemden alınmış paragrafları alt alta koyuyorum:
Şimdi yukarıdaki iki metin arasındaki benzerlikleri biraz daha yakından görelim:
Ben,
diyorum (s.1071-1072); Anayasa Mahkemesi de,
diyor (paragraf 62). (Asıl paragrafı ve alıntı paragrafı resim modunda yanyana görmek için burasını tıklayınız).
Anayasa Mahkemesi benim tek cümlelik ifademi, iki cümle hâline getirmiştir. Ben cümlemin ilk kısmında,
diyorum (s.1071). Anayasa Mahkemesi ise birinci cümlesinde,
diyor (paragraf 62).
Anayasa Mahkemesinin cümlesinde italikle dizdiğimiz ifade bir yana bırakılırsa [18], benim cümlemdeki 28 kelime aynı sırayla Anayasa Mahkemesinin kararında geçmektedir. Bu bir rastlantı olabilir mi? Anayasa Mahkemesi, bu cümleyi benim makalemi görmeden kurmuş olabilir mi?
Ben yukarıdaki cümleden sonra,
diye devam ediyorum (s.1072); Anayasa Mahkemesi de,
diye devam ediyor (paragraf 62).
Benim cümlemde de, Anayasa Mahkemesinin cümlesinde de 18 kelime var. Bu 18 kelimeden 17’si birbirinin aynısı ve bunlar aynı sırayla geçiyor. Benim cümlem ile Anayasa Mahkemesi cümlesi arasında tek fark, benim cümlemin sonundaki “kullanılabilir” fiili yerine Anayasa Mahkemesinin “işletilebilir” fiilini kullanmasıdır. Anayasa Mahkemesi 18 kelimenin 17’sini aynen aldıktan sonra son kelimeyi niye değiştiriyor? 17 kelimeden sonra 18’inci kelimeyi değiştirmek iyi niyetle bağdaşır mı? Anayasa Mahkemesi, 18 kelimelik bir cümlede aynı 17 kelimeyi, bir rastlantı sonucu aynı sırayla kullanmış olabilir mi? Böyle bir rastlantı ihtimali, benim ve Anayasa Mahkemesinin sayın üyelerinin geceleri aynı rüyayı görme ihtimali kadar düşük bir ihtimaldir.
Görüldüğü gibi alıntı benden, ama bana atıf yok.
Ben,
diyorum (s.1072); Anayasa Mahkemesi de,
diyor (paragraf 62). (Asıl paragrafı ve alıntı parafrafı resim modunda yanyana görmek için burasını tılayınız).
Arada ne fark var: Benim ikinci cümlemde verdiğim örneği (“kişinin çıplak resimlerinin yayınlanması”) Anayasa Mahkemesi cümlenin başına alıyor ve benim birinci cümlemi aynen veriyor. İfadenin yer değiştirmesinden başka bir fark yok.
Ben,
diyorum (s.1072); Anayasa Mahkemesi de,
diyor (paragraf 62).
Bu cümlede bütün kelimeler aynı sırayla ve bazı ekleri dışında aynen geçiyor. Şu farkla ki benim “ilk bakışta anlaşılıyorsa” şeklindeki ifadem yerine Anayasa Mahkemesi ise “ilk bakışta anlaşılabildiği hâllerde” diyor. Aradaki fark bundan ibaret!
Rastlantı sonucu böylesine bir benzerlik olabilir mi? Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki cümleleri benim makalemden yararlanmadan kurmuş olabilir mi?
Görüldüğü gibi, Anayasa Mahkemesinin cümleleri benim cümlelerimden alınmadır. Belirtelim ki sorun, Anayasa Mahkemesinin benim cümlelerimi almasında değil, aldığı bu cümlelerin kaynağını göstermemesindedir
Anayasa Mahkemesinin ve benim cümlelerim arasında kaç kelimelik benzerlik olduğu, kaç kelimenin aynı sırayla geçtiği gibi teknik kanıtları bir yana bırakıp, okuyuculardan şunu yapmalarını rica ediyorum:
Önce Anayasa Mahkemesinin Ali Kıdık kararının 60 ilâ 63’üncü paragraflarını anayasa.gov.tr/BB/2014/5552 linkinden okuyunuz. Sonra benim makalemi anayasa.gen.tr/5651.pdf linkinden indirip makalemin 1071 ilâ 1074 sayfaları arasında yer alan VIII ve IX nolu başlıklarını, 1802-1083 sayfaları arasında yer alan XII nolu başlığın ikinci kısmını ve 1108-1110 sayfaları arasında yer alan “Sonuç” bölümünü okuyunuz ve kendinize şu soruyu sorunuz: Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararının 60 ilâ 63’üncü paragraflarında ileri sürülen gerekçe ile Kemal Gözler’in söz konusu makalesinde ileri sürülen 5651 sayılı Kanunun 9’uncu maddesince öngörülen kişilik haklarını ihlâl eden internet yayınlarının sulh ceza hâkimi kararıyla kaldırılması usûlünün ancak kişilik haklarının prima facie ihlâli durumunda uygulanabileceği görüşü arasında anlam, kapsam ve bağlam bakımından rastlantıyla açıklanamayacak ölçüde bir benzerlik var mıdır? Kelime benzerliğinin ötesinde, içerik ve temel fikir olarak, Anayasa Mahkemesi, Kemal Gözler’in makalesinden yararlanmış mıdır, yararlanmamış mıdır?
Eğer Anayasa Mahkemesi benim makalemden yararlanmış ise, bana atıf yapması gerekirdi. Yararlandığı hâlde bana atıf yapmıyorsa ortada bir usûlsüz alıntı vardır.
İlave edelim ki, bir alıntının, “alıntı (iktibas, quotation)” olması için, “aynen alıntı” olması, yani alıntılanan cümlelerin kelimesi kelimesine aynı olması şart değildir. Bir fikir, başka kelimelerle ifade edilerek alınmış olsa bile, hatta başka bir dile çevrilmiş olsa bile, kaynak gösterilmemiş ise yine ortada usûlsüz alıntı vardır. Zira “mealen alıntılar” da bir “alıntı”dır ve bunların da kaynağının gösterilmesi gerekir [19].
Vakıa şu ki, 5651 sayılı Kanunun 9’uncu maddesi tarafından öngörülen sulh ceza hâkiminin kararıyla erişimin engellenmesi yolunun temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması sistemiyle uyumlu bir şekilde açıklanması, 2014 yılına kadar Türk hukuk literatüründe çözümlenmemiş bir problemdi. Bu problemi çözmek için, 2014 yılında yayınladığım makalede, 5651 sayılı Kanunun 9’uncu maddesindeki usûlün ancak kişilik haklarının prima facie ihlâli durumunda uygulanabileceği yolunda bir çözüm önerdim. Bu çözüm doktrinde ilk defa benim tarafından önerilmiş bir çözümdür ve dolayısıyla benim özgün eserimdir.
Aksini düşünenler var ise, 5651 sayılı Kanunun 9’uncu maddesi tarafından öngörülen usûlün ancak kişilik haklarının prima facie ihlâli durumunda uygulanabileceği yolundaki bir görüşün benim makalemin yayınladığı yıl olan 2014 yılından önce kimin tarafından ve nerede yayınlandığını göstermeye davet ediyorum.
İlave edelim ki, Ali Kıdık kararında yukarıda alıntıladığımız paragraflar, Anayasa Mahkemesi tarafından istikrarlı bir şekilde pek çok kararında tekrarlanmıştır. Benim makalemden alınan bu görüş, Anayasa Mahkemesinin bu konuda içtihadı hâline gelmiştir. Anayasa Mahkemesi, Ali Kıdık kararındaki bu içtihadını, görebildiğim kadarıyla, şimdiye kadar, Ali Kıdık kararı dahil, 14 kararında tekrarlamıştır. Bu kararlar, tarih sırasına göre şunlardır:
Yani Anayasa Mahkemesi 26 Ekim 2017 ile 4 Temmuz 2019 tarihleri arasında 18 ayda benden tam 14 kez usûlsüz alıntı yapmıştır.
İlginçtir ki benden usûlsüz bir şekilde alıntılanan bu görüş, Anayasa Mahkemesi tarafından, benim yaptığım bir başvuru sonucunda verdiği 19 Mart 2018 tarih ve 2015/5232 sayılı Kemal Gözler kararında da kullanılmıştır. Ne kadar tuhaftır ki, benim lehime verilen kararın gerekçesi, benden yapılmış bir usûlsüz alıntı ürünü bir gerekçedir.
Yine ilginçtir ki, içinde benden kaynağı gösterilmeksizin alınan paragrafların bulunduğu, yani benim fikri haklarımı ihlâl bu karar, bana Anayasa Mahkemesi tarafından resmen tebliğ edilmiştir!
26 Ekim 2017-4 Temmuz 2019 tarihleri arasında 18 ayda 14 kararda aynı usûlsüz alıntıyı tekrarlamıştır. 5651 Sayılı Kanunun 9’uncu maddesindeki usûlün ancak prima facie ihlâl durumunda uygulanabileceği yolundaki tezimin bir iki ayda bir Anayasa Mahkemesi tarafından verilen yeni bir kararda sahiplenildiğini gördükçe sinirleniyorum. Örneğin Anayasa Mahkemesi, en son 4 Temmuz 2019 tarih ve 2015/14830 sayılı Kemalettin Bulamacı kararında şöyle demiştir:
Oysa bu “incelemeyi” ilk defa yapan Anayasa Mahkemesi değil, benim! Anayasa Mahkemesi aynı kararda şöyle devam etmiştir:
Oysa bunları ilk defa Anayasa Mahkemesi değil, yukarıda açıkladığım gibi ben yazdım. Anayasa Mahkemesi yukarıdaki cümleleri yukarıda gösterdiğim gibi benim cümlelerimden alınmıştır.
Anayasa Mahkemesinin usûlsüz alıntı mahsulü bu cümlelerini tekrar tekrar Resmî Gazetede okudukça asabım bozuluyor.
Şunu da not edelim ki, Anayasa Mahkemesinin kararının Ali Kıdık kararının 62 nolu paragrafında geçen “prima facie” terimi, yanlış olarak “prima facia” şeklinde yazılmıştır. “Prima facia” şeklindeki yanlış yazılış, Anayasa Mahkemesinin Ali Kıdık kararından başka on üç kararında daha vardır.
Acaba ben sorunu abartıyor muyum? Ortada mazur görülebilecek münferit bir olay mı vardır? Hayır. Yukarıda gösterildiği gibi, Anayasa Mahkemesi, on sekiz ayda bu usûlsüz alıntıyı tam 14 kez tekrarlamıştır.
Ali Kıdık kararı 14 Aralık 2017 tarih ve 30270 sayılı Resmî Gazetede yayınlanmıştır. Benden yapılmış usûlsüz alıntı niteliğindeki cümleler, 14 Aralık 2017 tarih ve 30270 sayılı Resmî Gazetenin 75’inci sayfasında durmaktadır. 75’inci sayfanın görüntüsü aşağıya koyuyorum:
Ali Kıdık kararındaki içtihadı tekrarlayan Anayasa Mahkemesinin Resmî Gazetede yayınlanmış başka kararları da vardır [22].
Bir medenî ülkenin resmî gazetesinde usûlsüz alıntı mahsulü cümlelerin yayınlanması görülmüş bir şey midir?
Bir ülkenin anayasa mahkemesi veya bir ülkenin resmî gazetesinde kararları veya işlemleri yayınlanan herhangi bir organ, kararında veya kaleme aldığı herhangi bir metinde usûlsüz alıntı bulunmaması konusunda en büyük özeni göstermekle yükümlüdür.
Anayasa Mahkemesinin bu özeni göstermediği ve ortalama bir buçuk ayda bir aynı usûlsüz alıntıyı yaptığı ortadadır.
Benim söz konusu makalem üzerindeki fikrî haklarımı korumam için Resmî Gazeteyi yayınlayan Cumhurbaşkanlığına (Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğüne) karşı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 66’ncı maddesi uyarınca “tecavüzün refi” davası mı açmam gerekir? Resmî Gazetenin söz konusu sayıları hakkında toplatma kararı mı almam lazım? Keza Anayasa Mahkemesi Ali Kıdık kararında yaptığı usûlsüz alıntıyı 18 ayda benden tam 14 defa tekrarladığına ve muhtemelen önümüzdeki ay veya yıllarda gene tekrarlayacağına göre Anayasa Mahkemesine karşı, Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 69’uncu maddesi uyarınca “tecavüzün men'i davası” mı açmam gerekir? Yoksa onsekiz ayda 14 ayrı kararda aynı usûlsüz alıntıyı yapan Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararlarda imzaları bulunan üyelerine karşı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 70’inci maddesi uyarınca “tazminat davası” açmam mı lazım?
Anayasa Mahkemesi bu usûlsüz alıntıyı nasıl açıklayabilir? Bu usûlsüz alıntı, bir zühul eseri olarak açıklanabilir mi? Böyle bir açıklama, ancak Anayasa Mahkemesinin kararlarında genel olarak doktrine usûlüne uygun olarak atıf yapılması durumunda söz konusu olabilirdi. Oysa Anayasa Mahkemesi, karşı oy yazıları hariç, ne bu kararında, ne başka bir kararında doktrine atıf yapmıyor. Eğer Anayasa Mahkemesi, bu kararında veya başka kararlarında usûlüne uygun olarak atıf yaparken bu kararında atıf yapmayı unutmuş olsaydı böyle bir açıklama inandırıcı olabilirdi.
Benim yukarıda örnek olarak verdiğim Ali Kıdık kararındaki usûlsüz alıntı sorunu, Anayasa Mahkemesinin kararlarında doktrine atıf yapmama uygulamasından kaynaklanıyor. Bu nedenle usûlsüz alıntı sorunu, Ali Kıdık kararına münhasır bir sorun değildir; muhtemelen bu sorun Anayasa Mahkemesinin daha pek çok kararında vardır.
Anayasa Mahkemesinin kararlarında, doktrine atıf yapmama geleneği akla ve mantığa aykırı bir gelenektir. Anayasa Mahkemesi, sanki üyeleri doğuştan dünyanın bütün bilgilerine sahiplermiş gibi, kimseye atıf yapma gereğini hissetmeden karar yazma cesaretini gösteriyor. Diğer ülkelerin anayasa mahkemesi üyeleri gibi Türk Anayasa Mahkemesi üyeleri de dünyanın bütün bilgilerine doğuştan sahip değildir ve olamazlar. Dolayısıyla kararlarını yazarken, yeri geldikçe başkalarının bilgilerinden de yararlanmak zorundadırlar. Bunda da ayıp bir şey yoktur. Türk Anayasa Mahkemesinin eskiden beri sürdürdüğü, kararlarında doktrine atıf yapmama geleneğinden bir an önce vazgeçmesi ve doktrine usûlüne uygun olarak atıf yapmaya başlaması gerekir.
Usûlsüz alıntı sorunu fevkalade nazik ve hassas bir sorundur. Bu bakımdan burada özellikle belirtmek isterim ki, bu makalede dile getirdiğim eleştiriler ile 26 Ekim 2017 tarihli Ali Kıdık kararının altında imzaları yer alan Anayasa Mahkemesinin İkinci Bölümünün üyelerini veya başvurunun raportörünü hedef almış değilim. Buradaki sorun, Anayasa Mahkemesinin sadece İkinci Bölümüne münhasır bir sorun değildir. Şöyle:
Yukarıda listesini verdiğimiz on dört karardan üçü [23] Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünün kararı değil, Birinci Bölümünün kararıdır. Bu üç kararda da aynı usûlsüz alıntı bulunmaktadır.
Burada yine belirtelim ki, bu sorun, Anayasa Mahkemesinin sadece Birinci ve İkinci Bölümüne ilişkin değil, Genel Kuruluna da ilişkin bir sorundur. Zira Ali Kıdık kararındaki usûlsüz alıntı mahsûlü aynı gerekçe, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından verilen 15 Mart 2018 tarih ve 2014/19685 başvuru numaralı C.K. kararında [24] ve yine Genel Kurul tarafından verilen 22 Mayıs 2019 tarih ve 2015/18936 sayılı Birgün İletişim ve Yayıncılık Ticaret A.Ş. kararında da vardır [25]. Yani bu sorun Anayasa Mahkemesinin bütün üyelerine sirayet eden bir sorundur.
İlave edelim ki bu sorun, sadece Anayasa Mahkemesinin mevcut üyelerini değil, Anayasa Mahkemesinin 1962’den beri görev yapmış bütün üyelerini ilgilendiren bir sorundur. Kuruluşundan bu yana Anayasa Mahkemesi kararlarında, alıntı ve atıf usûllerine duyarlı birkaç üyenin yazdıkları karşı oy yazıları dışında, doktrine atıf yapılmamaktadır. Sorun, yukarıda açıklandığı gibi buradan kaynaklanmaktadır. Nasıl Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarının karşı oy yazılarında doktrine atıf var ise, kararların kendisinde, yani çoğunluk görüşünde de doktrine atıf olmalıdır.
Anayasa Mahkemesinin burada kendisine yönelttiğim eleştiriler karşısında, geçmişte bir üyesinin ve önceki Başkanının yaptığı gibi benim hakkında savcılığa şikayette bulunmak gibi fevri bir tepki vermek veya söz konusu kararı hazırlayan raportör hakkında soruşturma açmak gibi kolaycı bir yola başvurmak veya meselenin üstünü bir başka şekilde kapatmak yerine, bu konuda sağduyuyla davranması, ortada bir sorunun bulunduğunu görmesi ve sorunu çözmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin sorunu çözmek için yapması gereken şey, bütün medenî memleketlerin anayasa mahkemelerinin yaptığı şeyden ibarettir: Doktrinden alıntı yaparken, alıntının kaynağını, yazar adı, kitap veya makale adı ve sayfa numarası belirterek göstermekten ibarettir.
Ben kendi adıma, Anayasa Mahkemesinden, gelecekte Ali Kıdık kararındaki prima facie ihlâl doktrinini tekrarladığı ilk kararında bana açıkça atıf yapmasını bekliyorum. Gerçek anlamda özür ve hatanın iyi niyetle düzeltilmesinin yolu budur.
Bu vesileyle belirtmek isterim ki, Türkiye'de gerek Anayasa Mahkemesinin, gerekse diğer yüksek mahkemelerin kararlarında, karar yazım teknikleri ve usûlleri bakımından çok ciddi problemler vardır. Mahkemelerin kararlarına bu açıdan çekidüzen vermeleri gerekir.
Bitirirken ilave etmek isterim ki, maalesef Türkiye’de doktrinden Anayasa Mahkemesine kadar, alıntı ve atıf usûlleri konusunda taş devrinde yaşıyoruz. Bu konuda alınganlık göstermeden, hepimizin durumun vahametini idrak etmemiz ve alıntı ve atıf usûllerine büyük bir özenle uymamız gerekir.
19 Ağustos 2019