Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Üçüncü Sınıf Güz Dönemi

LAW 315: ÇEVRE HUKUKU

DERSİ WEB SAYFASI

Doç. Dr. Kemal Gözler [CV]

(Eğitim dili Türkçedir)

 

 

ÖRNEK OLAY SUNUMLARI

 

NOT: Sunumu yapan öğrencinin adı, sunum başlığından sonra yazılmıştır. Sunum ile ilgili fikir ve sanat eserleri hukuku bakımından sorumluluk ve haklar sunum sahibi öğrenciye ve Kemal Gözler'e aittir.

 

Son yedi haftanın derslerinin son yarım saatleri öğrenciler tarafından yapılacak örnek olay sunumlarına ayrılır. Önceden konusunu seçen ve hazırlanan öğrenci, 15-20 dakika içinde olayı sunar. Bunu izleyen 10-15 dakikada da diğer öğrenciler ile sunan öğrenci arasında örnek olaydaki hukukî sorunlar hakkında tartışma yapılır. Örnek olay olarak dava konusu olmuş bir çevre problemi seçilebilir. Örneğin geçen yıl, Bergama davası (siyanürle altın arama), Gökova davası, Aliağa Termik Santrali davası, Zafer Parkı davası, Güven Park davası, Park Oteli olayı, Koç Üniversitesi Davası, köpek Cansın’ın ses tellerinin kesilmesi davası gibi davalar örnek olay olarak incelenmişti. Her öğrenci ilk üç hafta içinde örnek olay olarak bir konu seçer ve öğretim üyesine bildirir. Sunumu yapacak öğrenciden, sunumdan en az üç gün önceden, olayla ilgili mahkeme kararlarını (ve keza mevzuat hükümlerini) ve varsa hazırladığı diğer malzemeyi öğretim üyesine emaille göndermesi gerekir. Gönderilen karar ve malzeme öğretim üyesi tarafından dersin web sayfasına (buraya) konulacak; diğer öğrenciler sunumdan önce sunuma konu teşkil eden karar ve varsa diğer malemeyi  okumuş olarak derse geleceklerdir.

BİR ÖRNEK OLAY SUNUMU NASIL HAZIRLANIR? (YOL GÖSTERİCİ İLKELER)

(Uyarı: Aşağıdaki kurallara sırasıyla ve harfiyyen uyulması sorunlu değildir. Bu kurallar yol gösterici niteliktedir. Hazırladığınız olayın verileri aşağıdaki formata uymayabilir. Örneğin olay hakkında sadece ilk derece mahkemesi kararı bulunuyor; yüksek derece mahkeme kararı bulunmuyor ise aşağıdaki IV.B maddesinin bir anlamı yoktur. Keza ulaştığınız malzemelerdeki bilgiler, aşağıda belirtilen her hususu cevaplamaya yetmeyebilir.)

Örnek olay sunumu yapılırken aşağıdaki noktalarda sırasıyla bilgi verilmelidir: 

I. Maddi Vakıa: Dava konusu olayın veya işlemin ne olduğu, bu olay veya işleme yol açan sebepler, bu olay veya işlemin yol açtığı çevre sorunları vs. açıklanmalıdır. Örnek: ... ilçesinde yer alan ... gölü, ... tarihinde göle komşu .... köyü tarafından tarım arazi elde etmek amacıyla göl ile deniz arasına kanal açılmak suretiyle kurutulmuştur.

II. Davanın Konusu: Davanın konusunun ne olduğu, davanın ne davası olduğu (iptal davası, tazminat davası, müdahalenin men'i davası, vs.), davada neyin istenildiği  açıklanmalıdır. Örnek: Çevre Bakanlığının ... tarih ve ... sayılı "ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ OLUMLUDUR KARARI"nın iptali istemiyle açılmış "iptal davası"; veya "... Belediyesinin ... tarih ve ... sayılı İnşaaat Ruhsatı"nın iptali istemiyle Açılmış İptal Davası; "... TL zararın giderilmesi istemiyle açılmış Tazminat Davası", "... şeklindeki müdahalenin meni davası"

III. Davanın Önkoşulları: Davanın açıldığı ilk derece mahkemesi itibarıyla bu davayı

A. Görev  (Dava hangi yargı kolunda ve hangi tür mahkemede açılmalıdır?)

B. Yetki  (Dava hangi yer mahkemesinde açılmalıdır?)

C. Ehliyet   (Bu davada davacı böyle bir davayı açabilir mi? Davacının dava açmaya hakkı var mıdır? )

D. Husumet   (Bu davada davalı doğru gösterilmiş midir? Davalı kim olmalıdır?)

E. Süre  (10 p)               (Bu dava süresi içinde açılmış mıdır?)

unsurları bakımından değerlendiriniz.

Bu unsurlar konusunda ilk derece ve üst derece mahkemesinin varsa verdiği karar ve gerekçesi nedir? Bunları değerlendiriniz.

IV. Davanın Esası:

A. Davanın esasının ilk derece mahkemesi kararı itibarıyla değerlendirilmesini yapınız. Bunun için aşağıdaki sorulara cevap veriniz:

1. Tarafların iddia ve savunmaları nelerdir?

2. İlk derece mahkemesinin kararı nedir? (Örnek: ... İdare Mahkemesi ... tarih ve ... sayılı kararıyla ... idaresinin ... tarih ve ... sayılı ruhsat işleminin İPTALİNE karar vermiştir).

3. İlk derece mahkemesin gerekçesi nedir?   Bu gerekçeyi,

a) Genel hukuk (Konuyla ilgili Anayasa, kanun, yönetmelik vs hükümleri nelerdir?)

b) Çevre mevzuatı  (Konuyla ilgili Çevre Kanunun, çevreyle ilgili yönetmelik hükümleri nelerdir?)

c) Çevre hukukunun temel ilkeleri bakımından

değerlendiriniz.

B. Davanın esasının üst derece mahkemesi kararı itibarıyla değerlendirilmesini yapınız. Bunun için aşağıdaki sorulara cevap veriniz:

1. Tarafların iddia ve savunmaları nelerdir?

2. Üst derece mahkemesinin kararı nedir? (Örnek: ... Danıştay ... Dairesi  ... tarih ve ... sayılı kararıyla ... İdare Mahkemesinin ... tarih ve ... sayılı iptal karanının BOZULMASINA vermiştir.)

3. Üst derece mahkemesin gerekçesi nedir?   Bu gerekçeyi,

a) Genel hukuk bakımından değerlendiriniz?

b) Çevre mevzuatı

c) Çevre hukukunun temel ilkeleri bakımından

değerlendiriniz.

C. Bozmadan Sonraki Aşama: Varsa kararın bozulmasından sonraki aşamaları itibarıyla davayı değerlendiriniz. Varsa bozmadan sonra ilk derece mahkemesinin verdiği bozmaya uyma kararı aldıktan sonra verdiği kararı veya varsa ilk derece mahkemesinin bazmaya karşı direnme kararını , ve varsa direnme kararı üzerine üst derece mahkemesinin ilgili genel kurul (örneğin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu veya Danıştay dava Daireleri Genel Kurulu) kararının ne olduğunu ve bu kararları yukarıda (B. 1, 2, a,b,c) unsurlar itibarıyla değerlendirmesini yapınız.

V. Kararın İcrası (Uygulanması):

1. Kesinleşen hüküm ne olmuştur?

2. Bu hükmün icrası konusunda ne gibi işlemler yapılmıştır? Bu hüküm nasıl ve ne zaman icra edilmiştir?  İcra edilememiş ise sebepleri nelerdir?

VI. Davanın Pratikteki Sonucu

Davaya konu teşkil eden çevre sorununun dava sonucu alınan karardan sonraki durumu ne olmuştur? Sorun çözülmüş müdür? Devam etmekte midir?

VII. Genel Değerlendirme

Söz konusu örnek olaydan ne sonuç çıkmaktadır. Söz konusu örnek olay, hangi çevre hukuku ilkelerinin gerçekleştiğini veya gerçeklemediğini göstermektedir? Çevre sorunu devam etmekteyse ise bunun sebepleri nelerdir? Bu sorunu çözmek için hukuken neler yapılabilir? Bu amaçla kullanılabilecek mevcut hukuki imkanlar var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Yoksa, bu sorunu çözmek için önerilebilecek hukuki tedbir ve muhtemel hukuki düzenlemeler neler olabilir?Konu hakkında yapılabilecek diğer gözlem ve değerlendirmeler nelerdir?

 


Örnek Olay No 1

ECE GÖLÜ KARARI

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (5 Ekim 2006)

Kemal Gözler

 

T.C.
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
E. 1977/11537
K. 1977/12272
T. 29.11.1977
• DEVLETİN HÜKÜM VE TASARRUFU ALTINDA BULUNAN YERLER ( Göller )
• GÖLÜN TAPU SİCİLİNE TESCİLİ İMKANININ BULUNMAMASI
743/m.641
 

ÖZET : Doğal olarak oluşmuş ve aynı zamanda genel su niteliğini taşıyan göl için alınmış olan tapu kaydı hukukça değer taşımaz.

DAVA : Taraflar arasında görülen ve tapulama tesbitinden doğan, davadan dolayı verilen hükmün Yargıtayca incelenmesi istenilmekle, tetkik hâkiminin raporu ve dosyadaki belgeler incelendi, gereği görüşüldü:

KARAR : Tapulama sırasında 2811 parsel sayılı 9.057.000 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz Ece Gölü metrukatı olarak devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu belirtilmiş ve asliye mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tesbit edilmiştir. Asliye mahkemesinde görülmekte olan davacı Yeniçiftlik Köyü Tüzelkişiliği ve diğer davacıların birbirleri ile Hazine aleyhine açtıkları müdahalenin önlenmesi davası tapulama mahkemesine devir edilmiştir. Mahkemece davaların reddine, nizalı 2811 sayılı parselin davalı Hazine adına tesciline karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Hükmü temyiz eden bir bölüm davacılar Ağustos 1311 gün ve 44 sayılı tapu kaydına dayanmışlardır. Sözü edilen tapu kaydında taşınmazın türü göl olarak gösterilmiştir. Mahkemece yapılan keşif ve uygulama sonucunda öncesi göl olan nizalı taşınmazın dört nokta biçimindeki sınırları ile gölü çevrelediği saptanmıştır. Medeni Kanundan önce ve tapu kaydının oluşturulduğu günde ve ondan sonra göl, deniz, nehir gibi kamunun yararlandığı genel suların tapu siciline tescil edilmesine ve özel olarak tasarrufuna olanak sağlayan bir hüküm getirilmemiştir. Arazi Kanunnamesinde arazi türü açıklanmış ve fakat miri, vakıf, mülk, metruk mevat arazi arasında bu tür genel sular yer almamıştır. Mecellenin 1237, 1238, 1264. maddelerinde bu tür suların mübah olduğundan söz edilmiş bulunması, bu tür sulardan herkesin yararlanması anlamına gelir. Suyun mübah olması o suyun kişi adına tapuya tesciline olanak sağlamaz. Bu itibarla olayda olduğu gibi 20.000 dönüm alanında bulunan ve genel su niteliğini taşıyan gölün tapu siciline tescili olanağı bulunmamaktadır. Hal böyle iken nizalı gölün 1306 gününde tapuya bağlanmış olması hukukça değer taşımaz ve böyle bir tapu kaydına geçerlilik tanınamaz. Gölün sonradan kurutulmuş olması daha önce göl iken bağlı bulunduğu hükümlerin davacılar yararına değişik sonuç doğurmasına olanak sağlamaz. Bir başka deyimle taşınmazın türünün sonradan değişmesi daha önceki geçersiz işlemleri geçerli hale getirmez. Kaldı ki gerekmediği halde tapuya tescil edilmekle oluşmuş bir kazanılmış hak varlığından bir an için söz edilse bile sonradan yürürlüğe giren M.K.’nun 641. maddesi bu tür taşınmazlar hakkında âmir bir hüküm getirmiş ve bunların kimsenin malı olmayacağı esasını koymuştur. Sözü edilen hüküm kamunun yararına konulmuş ve uyulmaması halinde düzen bozucu bir nitelik taşımış olması bakımından kamu düzeni ile ilgilidir. Medeni Kanunun uygulanması ile ilgili olan Kanunun 2. maddesi hükmünce M.K.’nun 641. maddesine aykırı bir biçimde oluşturulmuş bulunan hakların varlığından söz edilemez. Daha önceki olaylar dahi Medeni Kanunun 641. maddesine bağlı olacaktır. Bu nedenlerle de doğal olarak oluşmuş bulunan ve aynı zamanda genel su niteliğini taşıyan göle alınmış olan tapu kaydı hukukça değer taşımaz. Bu itibarla göl tapu kaydına dayanan bir kısım davacıların temyiz itirazları yerinde bulunmamaktadır. Davacı köy tüzelkişiliğinin taşınmaz üzerinde bir hakkının varlığı ispatlanamamıştır. Diğer bir kısım davacıların dayandıkları hüccetin nizalı taşınmaza ait olduğu da isbatlanmış olmakla beraber ait olduğu kabul edilse bile yukardaki tapu kaydı yönünden açıklanan gerekçelere göre hüccet de hukukça değer taşımamaktadır.

SONUÇ : Bu nedenlerle yerinde olmayan tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ( ONANMASINA ) ve Yargıtay duruşmasında avukatla temsil edilen Hazine için takdir olunan 1400 lira avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, 766 sayılı Tapulama Kanunu’nun 74. maddesi uyarınca 10 lira onama ilâm harcının temyiz edenlerden alınmasına oybirliğiyle karar verildi.
 

Yargıtay Yedinci Hukuk Dairesi, 29 Kasım 1977 Tarih ve E.1977/11537, K.1977/12272 Sayılı Ece Gölü Kararı, Yargıtay Kararları Dergisi, Cilt 4, Sayı 8, s.1300.


 

 

 



 

 

 

 

 

Eel life history http://en.wikipedia.org/wiki/Eel_life_history

1530 Yılında Ece Gölü
(Kaynak: Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Defteri, nº 166, s.215)

 

 

Mukataa ————————

Göl-i Ece, der yed-i Kariye-i
Alemdaran, an mahsul-ü öşr-ü
mar-ı mahi maa mahsul-u
Kariye-i mezkur.
Fi sene: 12.000
.

 

 

 

 

 


Örnek Olay No 2

İSTİNYE TURİZM MERKEZİ KARARI

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (14 Kasım 2006)

Kemal Gözler

 

T.C.

DANIŞTAY

İDARE DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU

E. 2004/741

K. 2004/1854

T. 11.11.2004

• TURİZM MERKEZİ İLANI İŞLEMİ VE BU İŞLEME DAYALI OLARAK VERİLEN RUHSATIN İPTALİ TALEBİ ( Belde ve Semt Sakini Sıfatıyla Dava Açan Davacının Hukuki Menfaatinin ve Dava Ehliyetinin Bulunması - Dava Açma Süresinin Başlangıcı/Genel Düzenleyici İşleme Karşı da Uygulama İşlemi Niteliğindeki İnşaat Ruhsatına Muttali Olma Tarihinden İtibaren İşleyecek Yasal Süresi İçinda Dava Açılebileceği )

• İNŞAAT RUHSATININ VE BU RUHSATIN DAYANAĞI OLAN TURİZM MERKEZİ İLANINA İLİŞKİN İŞLEMİN İPTALİ TALEBİ ( Belde ve Semt Sakinlerinin Dava Açma Ehliyeti - Dava Açma Süresinin Başlangıcı/Uygulama İşlemiyle Birlikte Genel Düzenleyici İşlemin de İptalinin İstenebileceği )

• GENEL DÜZENLEYİCİ İŞLEMİN İPTALİNİN İSTENEBİLMESİ ( Uygulama İşlemine Karşı Açılan İptal Davasında - İnşaat Ruhsatının ve Bu Ruhsatın Dayanağı Olan Turizm Merkezi İlanı İşleminin İptali Davası/Dava Açma Süresinin Ittıla Tarihinden İtibaren Başlayacağı )

• DAVA AÇMA SÜRESİNİN BAŞLANGICI ( Turizm Merkezi Olarak İlana ve Bu İşleme Dayanarak Verilen İnşaat Ruhsatının İptaline İlişkin Davada - Sürenin Ruhsatın Verildiğine Ittıla Tarihinden İtibaren Başlaması )

• SÜRE BAŞLANGICI ( Turizm Merkezi İlanına ve Bu İşleme Dayanarak Verilen İnşaat Ruhsatına Karşı Açılan İptal Davasının Açılmasında - Semt Sakini Sıfatıyla Açılan Davada Sürenin Ruhsatın Verildiğine Ittıla Tarihinden İtibaren Başlayacağı )

• İNŞAAT RUHSATININ VE DAYANAĞI TURİZM MERKEZİ İLANINA İLİŞKİN İŞLEMİN İPTALİ TALEBİ ( Genel Düzenleyici İşleme Karşı Uygulama İşlemiyle Birlikte Dava Açılabilmesi ve Menfaati İhlal Edilen Belde Sakininin Dava Ehliyetinin Bulunması - Dava Açma Süresinin Başlangıcı )

2577/m.7/4

2634/m.3

ÖZET : Çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda vatandaş, belde veya semt sakini sıfatıyla dava açılabilir. Dava konusu turizm merkezi ilanına ilişkin karar da, kamu yararını yakından ilgilendiren konular kapsamında bulunması nedeniyle, aynı kentte yaşayan davacı tarafından dava konusu edilebileceği, davacıyla kamu yararını yakından ilgilendiren dava konusu karar arasında meşru, kişisel ve güncel menfaat ilgisinin olduğu açıktır. Nitekim, Danıştay Altıncı Dairesince de, davacının turizm merkezi ilanına ilişkin karara karşı dava açma ehliyeti kabul edilmiştir. Düzenleyici işlem niteliğindeki bu işleme karşı dava açma ehliyeti bulunan bir kişinin, uygulama işlemini dava edemeyeceği düşünülemeyeceğinden, Dairece inşaat ruhsatının turizm merkezi ilanı işleminden bağımsız bir işlem olarak kabul edilmek suretiyle davacının bu işleme karşı dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılmasında isabet görülmemektedir.

Davanın yasal süresi içerisinde açılıp açılmadığı hususunun da yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde değerlendirilmesi ve 2577 sayılı Yasanın yukarıda anılan 7. maddesinin 4. fıkrası hükmü uyarınca, dava konusu düzenleyici işleme karşı, uygulama işlemi niteliğindeki inşaat ruhsatına ilişkin olarak yasal süresi içerisinde davanın açılıp açılmadığının belirlenmesi gerekecektir.

Danıştay Altıncı Daire içtihatları ile de kabul edildiği üzere, düzenleyici işlemin uygulanması üzerine her iki işlemin de iptali istemiyle vatandaş sıfatıyla dava açılması halinde, uygulama işleminin ( olayda inşaat ruhsatı ) başka şekilde öğrenildiğinin kanıtlanamaması durumunda bu işleme ıttıla tarihinden itibaren yasal süresi içerisinde açılan davaların süresinde olduğu kabul edilmektedir.

Olayda da, davacı tarafından uyuşmazlığa konu taşınmaza ilişkin inşaat ruhsatından haberdar olunduğu tarihten itibaren yasal süresi içerisinde dava açılmış olması nedeniyle, işin esasının incelenmesi gerekirken, turizm merkezi ilanına ilişkin olarak davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

İstemin Özeti : Danıştay Altıncı Dairesinin 21.11.2003 günlü, E:2003/1950, K:2003/6117 sayılı kararının süre ret ve ehliyet redde ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması davacı tarafından istenilmektedir.

Davalı İdareler ve Müdahillerin Savunmalarının Özeti: Danıştay Altıncı Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Aylin Bayram'ın Düşüncesi: Turizm merkezi ilanına ilişkin işlem düzenleyici işlem olması nedeniyle, bu işlemin uygulanması niteliğindeki inşaat ruhsatı üzerine açılan dava hakkında bu kapsamda yeniden değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi düşüncesiyle Daire kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Aynur Şahinak'ın Düşüncesi: İstanbul ili, Sarıyer ilçesi, ... bölgesi, ... Bayır, ( 398 ) ada, ( 40 ) sayılı parselin bulunduğu yerin Turizm merkezi alanı ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planların ve anılan parsel için verilen inşaat ruhsatının iptali istemiyle açılan davayı 30.8.1989 günlü 89/14499 sayılı Bakanlar kurulu Kararına ilişkin kısmını süre inşaat ruhsatına ilişkin kısmını ehliyet yönünden reddeden Danıştay 6. Dairesinin 21.11.2003 günlü E:2000/1950 K:2003/6117 sayılı kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz dosyasının incelenmesinden; Boğaziçi bölgesinde ve turistik konaklama alanında kalan 40 sayılı parsel üzerine inşaat yapılması amacıyla düzenlenen inşaat ruhsatının, bölgenin turizm merkezi alanı ilan edilmesine ilişkin düzenleyici işlem niteliğinde olan Bakanlar kurulu Kararının uygulanmasına ilişkin bir işlem olduğu, dolayısıyla 2577 sayılı yasanın 7/4. maddesi uyarınca olaya ıttıla tarihini takiben düzenleyici işlemle birlikte uygulama işlemine karşı davanın yasal süresinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 8.6.2000 günlü, 4577 sayılı Kanunla değişik 2. maddesinde belirtildiği üzere, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar iptal davası olarak tanımlanmış olup, bu davalar idarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en önemli araçlardandır. Bu nedenledir ki iptal davasında davacı olabilmek için "menfaat ihlali" yeterli görülmüş, davacı ile dava konusu işlem arasında sadece meşru, kişisel ve güncel bir ilişkinin varlığı aranmıştır.

Bu anlayışla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10.6.1994 günlü, 4001 sayılı Yasanın 1. maddesiyle değiştirilen 2. maddesinin 1. maddesiyle değiştirilen 2. maddesinin 1. bendinin ( a ) alt-bendinde yer alan " ... kişisel hakları ihlal edilenler..." ibaresi nedeniyle söz konusu ( a ) altbent Anayasa Mahkemesinin 21.9.1995 günlü, E: 19995/27, K:1995/47 sayılı kararıyla Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş, iptal davalarında menfaatleri ihlal edilenlerin dava açabilecekleri esası benimsenmiştir. Kaldı ki, söz konusu iptal kararına esas olan düzenlemede dahi "...çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere..." şeklinde sınırlama ile çevre tarihi ve kültürel değerlerin korunması konularında açılacak davalarda dava açma ehliyeti önceki düzenlemede olduğu gibi korunmuştur.

İdarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargısal denetime açık olduğu hukuk devletinde idarenin hukuka uygunluğunun sağlanmasında en etkin araçlardan birisinin iptal davaları olması anılan davaların açılmasında davacı olabilmek için menfaat ihlalinin yeterli bulunması karşısında tarihi ve kültürel değeri olan Boğaz bölgesinde yapılacak inşaat için verilen inşaat ruhsatının İstanbul'da yaşayan hemşehri olarak iptalini istemekte davacının dava açma ehliyetinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

Nitekim; çevre tarihi ve kültürel değerlerin korunması gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda sübjektif ehliyet koşulunun, bu durum dikkate alınarak yorumlanması gerektiğine ilişkin Danıştay kararları mevcuttur.

Bu durumda, bir bölgenin turizm merkezi ilanına ilişkin kararı kamu yararını ilgilendiren genel nitelikte düzenleyici bir işlem olduğundan davacının semt sakini sıfatıyla menfaatinin ihlal edildiğinden bahisle dava açma hakkı bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile temyiz konusu Danıştay 6.Daire kararının süre ve ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmının bozulması gerekeceği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunca, dosyanın tekemmül ettiği görülmekle davacının yürütmenin durdurulması istemi görüşülmeyerek dosya incelendi, gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, İstanbul İli, Sarıyer İlçesi, ... Bölgesi, ... Bayın, ... ada, ... parsel sayılı taşınmazın bulunduğu yerin turizm merkezi olarak ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planların ve anılan parsel için verilen inşaat ruhsatının iptali istemiyle açılmıştır.

Danıştay Altıncı Dairesi, 21.11.2003 günlü, E:2003/1950, K:2003/6117 sayılı kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun değişik 2. maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaların iptal davası olarak tanımlandığı, bu davaların idarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en önemli araçlardan olduğu, ancak, yargısal denetim amacıyla her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması koşuluna ihtiyaç olduğu, her olay ve davada, yargı merciine başvurarak dava açan kişinin menfaatinin iptali istenen işlemle ne ölçüde ihlal edildiğinin takdirinin de yargı merciilerine bırakıldığı, iptal davası açılabilmesi için gerekli olan menfaat ilişkisinin kişisel, meşru, güncel bir menfaatin bulunması halinde gerçekleşeceği, başka bir anlatımla, iptal davasına konu olan işlemin davacının menfaatini ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için, davacıyı etkilemesi, yani davacının kişisel menfaatini ihlal etmesi, işlem ile davacı arasında ciddi ve makul bir ilişkinin bulunmasının gerektiği, aksi halde kişilerin kendisine etkisi" bulunmayan, menfaatlerini ihlal etmeyen idari işlemler hakkında da iptal davası açma hakkının doğacağı ki, bu durumun idarenin işleyişini olumsuz etkileyeceği, herne kadar çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması amacıyla kamu yararını yakından ilgilendiren konularda Danıştay içtihatlarıyla belde sakini olmak dava açmak için yeterli görülmüş ise de inşaat ruhsatının bu kapsamda düşünülmesinin mümkün olmadığı, inşaat ruhsatının iptali istemiyle dava açabilmek için komşu, bitişik parsel maliki ya da en azından mahalle sakini olmak gerektiği, olayda ise, ikamet ettiği yere uzak bir konumdaki bölgede adına kayıtlı taşınmazı bulunmayan, dolayısıyla işlem ile doğrudan hiç bir menfaat ilişkisi olmayan davacının, İstanbul İlinde yaşayan biri olarak inşaat ruhsatının iptali istemiyle açtığı bu davadaki isteminin, çevre, tarihi, kültürel değerlerin korunması gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar kapsamında değerlendirilemeyeceğinden dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varıldığı, davanın turizm merkezine ilişkin kısmına gelince; 2575 sayılı Danıştay Kanununun 24. maddesinde, Bakanlar Kurulu kararlarına ve bakanlıkların düzenleyici işlemleri ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere karşı açılacak iptal davalarına Danıştay'ın ilk derece mahkemesi olarak bakacağının hükme bağlandığı, bu durumda, düzenleyici işlem niteliğinde olmayan ve Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilen turizm merkezi alanı ilanının iptali istemiyle anılan kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından itibaren yasal dava açma süresi içinde Danıştay'da dava açılmasını gerektiği, dolayısıyla, düzenleyici işlem niteliğinde olmayan turizm merkezi alanı ilanı kararının iptali istemiyle bu alanda yer alan taşınmaz için verilen ruhsatın uygulama işlemi olduğu kabul edilerek dava açılmasının mümkün olmadığı, olayda, turizm merkezi alanına ilişkin karar 13.9.1989 günlü Resmi Gazete'de yayımlandığından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesi uyarınca izleyen altmış gün içinde dava açılması gerekirken bu kararın iptali istemiyle 7.4.2003 gününde kayda giren dilekçeyle açılan davada süre aşımı bulunduğu, öte yandan, olay tarihinde yürürlükte olan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu hükümlerine göre turizm merkezi ilanından sonra Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onaylı 1/5000 ölçekli, Turizm ve Kültür Bakanlığınca onaylı 1/1000 ölçekli planların bulunmadığı anlaşıldığından 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planların iptali istemiyle açılan davanın konusu bulunmadığı gerekçesiyle, davanın inşaat ruhsatına ilişkin kısmının ehliyet, turizm merkezi alanına ilişkin kısmının süre yönünden reddine, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planlara ilişkin dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

Davacı, bu kararın ehliyet ve süre redde ilişkin kısmını temyiz etmekte ve uyuşmazlığa konu inşaatın Boğaziçi'nin görüntüsünü bozacağı, kamu yararı gözetilerek davanın açıldığı, bu nedenle ehliyeti bulunduğu, turizm merkezi ilanına ilişkin işlemin düzenleyici işlem olmaması halinde öğrenme üzerine dava açılabileceği, bu nedenle davanın süresinde bulunduğu iddialarıyla bozulmasını istemektedir.

Dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığa konu taşınmazın Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilen İstanbul Sarıyer İstinye Turizm Merkezi sınırları içerisinde kaldığı ve bu kararın 13.9.1989 günlü, 20281 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandığı, turizm merkezi ilanından önce 18.2.1988 tarihinde 1/5000 ve 15.7.1988 tarihinde 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının onaylandığı, buna göre parselin turizm konaklama alanı olarak öngörüldüğü, plan notu ile avan projeye göre uygulama yapılacağının belirtilmesi nedeniyle hazırlanan avan projenin 31.3.1988 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesince, 27.10.1989 tarihinde ( Turizm merkezi ilanından sonra ) Turizm Bakanlığınca onaylandığı, İstanbul III Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun 30.3.1990 günlü, 1863 sayılı kararı ile de plan şartlarına, avan proje ve Bakanlar Kurulu Kararına göre otel fonksiyonunun uygun olduğunun belirtildiği, avan proje uyarınca H:87:60 metre yüksekliğindeki otel inşaatı için Sarıyer Belediye Başkanlığınca 1.12.1992'de inşaat ruhsatı verildiği ve ruhsatın 21.7.1995 ile 14.9.2000 tarihlerinde yenilendiği, davacı tarafından inşaatın 12.4.2003 tarihinde görülmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için dava konusu işlemlerin niteliğinin ortaya konulması gerekmektedir.

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'nun 3. maddesinde, turizm merkezlerinin, turizm bölgeleri içinde veya dışında yeri, mevkii ve sınırları Bakanlığın önerisi, Bakanlar Kurulu kararı ile tespit ve ilan edilen turizm yönünden önem taşıyan yerleri veya bölümlerini ifade ettiği belirtilmiştir. Turizmi Teşvik Yasası'nda öngörülen nitelikleri haiz olan bir yerin Bakanlar Kurulu Kararı ile turizm merkezi ilan edilmesi suretiyle bu yerin artık 2634 sayılı Yasa kapsamına dahil olacağı ve turizm merkezi sınırları içerisinde yapılacak olan bütün imar uygulamalarının anılan Yasal düzenlemeye tabi olacağı, bu nedenle turizm merkezi ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının ( karar ile belirlenen bölgeye yönelik olarak yerel nitelikte ) düzenleyici işlem olduğu tartışmasızdır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddesinin 4. fıkrasında yer alan, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı, ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilecekleri yolundaki hüküm uyarınca, bir düzenleyici işlemin iptali istemiyle uygulama işlemi nedeniyle dava açılmasının istenilmesi halinde ortada mutlaka bir uygulama işleminin bulunması gerekmektedir.

Olayda, uyuşmazlığa konu taşınmaz turizm merkezi olarak ilan edildikten sonra, kural olarak 2634 sayılı Yasa uyarınca bu yere ilişkin imar planlarının hazırlanıp onaylanması ve daha sonra turizm merkezi kararı ve imar planı koşulları uyarınca da öngörülen turizm fonksiyonuna uygun olarak inşaat ruhsatının verilmesi ve böylece turizm merkezi ilanı ile başlayarak inşaat ruhsatı verilmesine ilişkin bulunan birbirini takip eden uygulama işlemlerinin sonuçlandırılması gerekmekte iken, turizm merkezi ilanından sonra yapılmış 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planlarının bulunmadığı, daha önce yapılmış olan imar planlarında yer alan koşullara göre avan projenin hazırlandığı ve inşaat ruhsatının verildiği anlaşılmakta ise de, avan projenin turizm merkezi ilanından sonra Turizm Bakanlığınca da onaylandığı ve inşaat ruhsatının turizm konaklama alanına ilişkin olup, yenileme işlemlerinin de turizm merkezi ilanından sonraki tarihli olduğu gözönünde bulundurulduğunda, verilen inşaat ruhsatının tamamen turizm merkezi olarak belirlenen alandaki fonksiyona ilişkin olduğu, dolayısıyla her iki işlemin birbirinden ayrılmasının mümkün olmayıp, inşaat ruhsatının turizm merkezi kararının uygulanması yönünde tesis edilmiş bir uygulama işlemi olduğu sonucuna varıldığından, dava konusu işlemler hakkında işlemlerin bağımsız olarak değil bir bütün halinde değerlendirilmesi suretiyle karar verilmesi gerekmektedir.

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar iptal davaları olarak tanımlanmıştır.

İdarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal denetim yoluyla sağlanmasında en etkin araçlardan biri iptal davaları olduğundan, iptal davalarında "menfaat ihlali" olarak tanımlanan subjektif ehliyet koşulunun subjektif hak ihlallerinin giderilmesiyle birlikte idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi kapsamında belirlenmesi gerektiği açıktır. Bu bağlamda menfaat ihlali koşulu, davacının idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisinin kurulması gereği şeklinde tanımlanmış olup, dava açma ehliyetinin iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre idari yargı yerince değerlendirilmesi gerekmektedir.

Çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda vatandaş, belde veya semt sakini sıfatıyla dava açılabileceği Danıştay İçtihatlarıyla kabul edilmiştir.

Dava konusu turizm merkezi ilanına ilişkin karar da, kamu yararını yakından ilgilendiren konular kapsamında bulunması nedeniyle, aynı kentte yaşayan davacı tarafından dava konusu edilebileceği, davacıyla kamu yararını yakından ilgilendiren dava konusu karar arasında meşru, kişisel ve güncel menfaat ilgisinin olduğu açıktır.

Nitekim, Danıştay Altıncı Dairesince de, davacının turizm merkezi ilanına ilişkin karara karşı dava açma ehliyeti kabul edilmiştir. Düzenleyici işlem niteliğindeki bu işleme karşı dava açma ehliyeti bulunan bir kişinin, uygulama işlemini dava edemeyeceği düşünülemeyeceğinden, Dairece inşaat ruhsatının turizm merkezi ilanı işleminden bağımsız bir işlem olarak kabul edilmek suretiyle davacının bu işleme karşı dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılmasında isabet görülmemektedir.

Davanın yasal süresi içerisinde açılıp açılmadığı hususunun da yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde değerlendirilmesi ve 2577 sayılı Yasanın yukarıda anılan 7. maddesinin 4. fıkrası hükmü uyarınca, dava konusu düzenleyici işleme karşı, uygulama işlemi niteliğindeki inşaat ruhsatına ilişkin olarak yasal süresi içerisinde davanın açılıp açılmadığının belirlenmesi gerekecektir.

Danıştay Altıncı Daire içtihatları ile de kabul edildiği üzere, düzenleyici işlemin uygulanması üzerine her iki işlemin de iptali istemiyle vatandaş sıfatıyla dava açılması halinde, uygulama işleminin ( olayda inşaat ruhsatı ) başka şekilde öğrenildiğinin kanıtlanamaması durumunda bu işleme ıttıla tarihinden itibaren yasal süresi içerisinde açılan davaların süresinde olduğu kabul edilmektedir.

Olayda da, davacı tarafından uyuşmazlığa konu taşınmaza ilişkin inşaat ruhsatından haberdar olunduğu tarihten itibaren yasal süresi içerisinde dava açılmış olması nedeniyle, işin esasının incelenmesi gerekirken, turizm merkezi ilanına ilişkin olarak davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Danıştay Altıncı Dairesinin 21.11.2003 günlü, E:2003/1950, K:2003/6117 sayılı kararının temyiz edilen bölümünün bozulmasına, işin esası hakkında karar verilmek üzere dosyanın Danıştay Altıncı Dairesine gönderilmesine, 11.11.2004 günü, esasta ve gerekçede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY :

x- Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden, Danıştay Altıncı Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davacının temyiz isteminin reddi ile Danıştay Altıncı Dairesinin 21.11.2003 günlü, E:2003/1950, K:2003/6117 sayılı kararının temyiz edilen bölümünün onanması oyuyla, karara karşıyız.

KARŞI OY :

xx- İstanbul İli Sarıyer İlçesi, ... Bölgesi, ... Bayırı, ... ada, ... parsel sayılı uyuşmazlığa konu taşınmazın 2634 sayılı Yasa ile öngörülen nitelikleri taşıdığı sonucuna varılarak Bakanlar Kurulu Kararı ile turizm merkezi olarak ilan edildiği ve kararın Resmi Gazete'de yayımlandığı anlaşıldığından, işlemin düzenleyici işlem niteliğinde olduğu tartışmasızdır.

Bu durumda Danıştay Altıncı Dairesince bu düzenleyici işleme karşı açılan davanın yasal süresi içerisinde bulunup bulunmadığı belirlendikten sonra karar verilmesi gerekirken süre aşımı yönünden reddedilmesinde isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenle, temyize, konu Danıştay Altıncı Daire kararının bu gerekçeyle bozulması oyuyla karara gerekçe yönünden karşıyım.

 


 

Örnek Olay No 3

DOĞAL SİT ALANI

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (23 Kasım 2006)

Baran Altan

 

 


Örnek Olay No 4

ÇORUM ÇİMENTO FABRİKASI KARARI

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (28 Kasım 2006)

Ceren Mutuş

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

E. 1981/14350

K. 1981/14955

T. 25.12.1981

• ÇEVREYİ KİRLETEN SANAYİ KURULUŞU

• KOMŞU SAYILMA ( Belediye - Çimento Fabrikası İlişkisi )

• KOMŞULUK HUKUKU ( Belediye Çimento Fabrikası Arasında )

• BELEDİYENİN ÇİMENTO FABRİKASININ ÇEVREYE VERDİĞİ ZARAR NEDENİYLE KOMŞULUK HUKUKUNA DAYANARAK DAVA AÇMASI

• MÜLKİYET HAKKININ ORTADAN KALDIRILMASI ( Çevreye Zarar Veren Çimento Fabrikası )

743/m.661

 

ÖZET : Davacı belediye, davalıya ait çimento fabrikasının çıkardığı zehirli gaz ve toz artıklarının il merkezinde tüm canlılara zarar verdiğini ileri sürerek zararın önlenmesini istemiştir.

Özel hukuk karşısında belediye, ilde oturan ve davalı fabrikanın eyleminden zarar gören herhangi bir kişiden farklı değildir.

Komşuluk hukukuna konu olan davalarda taraflara ait taşınmazların birbirine bitişik olmaları, taşınmazları malik sıfatı ile ellerinde bulundurmaları gerekmez.

Bir taşınmazın mesafesi ne olursa olsun, öteki bir taşınmazın kullanılmasından ileri gelen taşkınlık ve zararın etki alanı içine girdiği hallerde tarafların komşu sayılmaları gerekir.

Uyuşmazlığın niteliğine göre, öncelikle uzman bilirkişiler kurulunca yerine getirilmesi önerilen önlemlerin alınmasının parasal yönünün kesin olarak saptanması ve bu önlemlerin davalı tarafından yerine getirilmesine davalının bu yükümlülüğü yerine getirmemesi halinde ise aynı önlemlerin bizzat davacı tarafından alınmasına ve karşılığı paranın davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar vermelidir.

Taraflar arasındaki davada: davacı belediye, davalıya ait çimento fabrikasının baca ve çeşitli bölümlerinden çıkan gaz, toz ve çimento artıklarının kent üzerine dağılıp yayılmak suretiyle insan, hayvan ve bitkilere zarar verdiğini, bu hususun teknik elemanlar tarafından saptandığını alınan idari kararlara rağmen, davalı fabrikanın herhangi bir önlem almadığını ileri sürerek tespit olunacak zararın giderilmesini ve şimdilik 5 100 lira tazminatın tahsilini istemiştir.

Davalı fabrika vekili, iddiaların belirgin olmadığını bacadan çıkan tozların zarar vermediğini savunmuştur.

DAVA VE KARAR : Mahkemece, hüküm fıkrasında yazılı önlemlerin alınması suretiyle zararın ortadan kaldırılmasına, aksi halde fabrikanın çalıştırılmamak suretiyle müdahalenin menine davacının uğradığı zararın miktarı bilirkişilerce saptanamadığından tazminat isteğinin reddine karar verilmiştir. Hüküm davalı tarafından süresi içinde duruşma isteği ile temyiz edilmiştir. Duruşma isteği değer yönünden reddedildikten sonra, dosya incelenip gereği düşünüldü:

Davacı belediye, davalıya ait çimento fabrikasının çıkardığı zehirli gaz ve toz artıklarının Çorum Il Merkezi'nde tüm canlılara zarar verdiğini, alınan idari karar, önlem ve yapılan başvurulardan şimdiye dek olumlu sonuç alınamadığını ileri sürerek, zararın önlenmesini istediğine göre, taraflar arasındaki uyuşmazlığın komşuluk hukukundan kaynaklandığı kuşkusuzdur.

Uyuşmazlığın özüne inmeden önce davanın ön koşullarının var olup olmadığının incelenmesi gerekir, Şöyleki:

1 - Davacı belediye 1580 sayılı Yasa’ya ve diğer ilgili yasalara göre teşekkül etmiş bir kamu tüzel kişiliğidir. Geniş anlamda beldenin düzenini, halkın sağlık ve esenliğini korumakla görevli ve sorumludur. Belediye aynı zamanda çok sayıda ağaçlıklı yeşil alanların ve binaların da malikidir. Özel kişiler gibi tüm varlığını her türlü zarar ve tehlikeden korumak belediyenin tartışılmaz hakkıdır. Özel hukuk karşısında belediye, Çorum'da oturan ve davalı fabrikanın eyleminden zarar gören herhangi bir kişiden farklı değildir.

2 - Belediye bir kamu kuruluşu olduğuna, idari yönden pek çok yetkilerle donatıldığına göre, soruna idari yollardan giderek çözüm bulunması gerekeceğine ilişkin düşüncenin de davada saygın bir yeri bulunduğu yadsınamaz. Ne var ki, belediyenin yukarda açıklandığı gibi adli yargıya başvurabilme hakkı da o derece yasaldır. Davacının mevcut haklarından diğerini kullanmaya zorlanması hukuk kurallarıyla bağdaşmaz. Kaldı ki; bu davada davacı belediye yirmi yılı kapsayan bir dönem içinde idari yönden tüm işlemleri oluşturmuş, kendi meclisinden fabrikanın kapatılmasına varıncaya kadar çeşitli kararlar almış, Vilayet ve Sağlık Bakanlığı'nı harekete geçirmiş sorunu idarenin ve hatta basının gündeminden hiç bir zaman çıkarmamış, fakat, idari üniteler arasındaki koordinasyon bozukluğu ve bürokrasinin ağır -aksak çalışmaları ve davalı fabrikanın idari uyarı ve kararlara karşı umursamazlığı yüzünden hiç bir olumlu sonuç almayı başaramamış, hatta mevcut elektro -filitreyi çalışır hale dahi getirtememiştir. Belediyenin artık genel yargıya başvurmaktan başka çaresi kalmamıştır. Ülkemizde bilinen bir açı gerçek vardır ki; idari kararların yerine getirilmesi siyasal ortamın koşullarına, idarecilerin kişisel görüşlerine göre durdurulmakta ya da bu işlemler uzatılmaktadır. Bu nedenle belediye, genel yargıya başvurmak suretiyle güvenli bir yola girmiş, hâkimin ve seçilecek uzman bilirkişilerin tarafsızlığına sığınarak iyi niyetini göstermiş, soruna kalıcı bir çözüm bulunmasını istemiş, infazı her zaman mümkün olabilecek bir "kesin hüküm" elde etmeyi amaçlamıştır.

3 - Komşuluk hukukuna konu olan davalarda, taraflara ait taşınmazların birbirine bitişik olmaları, taşınmazları malik sıfatı ile ellerinde bulundurmaları gerekmez. Teknik anlamdaki "Komşu hakkı" ile hak dilindeki " Komşuluk ilişkisi" arasında coğrafi alan, uzaklık ve kapsam yönlerinden büyük bir fark yoktur. Birbirine bitişik taşınmazlarda oturanların "komşu" oldukları ve sayıldıkları kuşkusuzdur. Ancak kişilerin komşu sayılması için birbirine bu kadar yakın olmaları da şart ve zorunlu değildir. Kişilerin belirli bir çevrede oturması yeterlidir. Kaldı ki M.K.’nun 661. maddesinde "mesafenin" belirli bir sayı ile saptanmasından özellikle kaçınılmış, bu tercihle Yasa’ya günün hızlı gelişme ve değişmelerini karşılayacak büyük esneklik kazandırılmıştır. Bir taşınmazın mesafesi ne olursa olsun, öteki bir taşınmazın kullanılmasından ileri gelen taşkınlık ve zararın etki alanı içine girdiği hallerde tarafların " komşu" sayılmaları gerekir. O halde "mesafe" davanın görülebilirlik ögesi sayılamaz.

4 - Zararın önlenmesi, kişinin mal varlığında azalmayı engellediği için yarar sağlayan bir istek niteliğindedir. Zararın önlenmesi "yarar" sağlayan bir istek niteliği taşıdığına göre kişinin dava açmak yetkisi vardır.

Yukarıdan beri açıklanan bu gerekçelerle davacı belediyenin "aktif dava ehliyetinde" sahip ve bu davayı açmakta hukuki yararı bulunduğu ve davanın ön koşullarının oluştuğu ortaya çıkmıştır.

Uyuşmazlığın özüne gelince:

Bencil ve hoyrat bir dünyada tek başına yaşaması olanaksız olan insan oğlunun sanayileşme çabası içerisinde doğayı unutup çevreyi kirlettiği ve komşuluk müessesesini de geçmişe bıraktığı bir gerçektir. Sosyo - ekonomik koşulların büyük çapta değişip gelişmesi ve teknolojinin aşırı bir hızla ilerlemesi sonucu olarak, çağımızda birlikte yaşamayı zorlaştıran, ağırlaştıran sorunlar gün geçtikçe artmaktadır. Özellikle fabrikaların duman, gaz ve artıkları yalnız insanı değil, doğayı bile rahatsız etmekde ve hatta insan yaşamını dahi tehlikeye sürüklemektedir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık salt Çorum'da Ülkemizin diğer sanayi merkezlerinde değil dünyanın pek çok yöresinde büyük boyutlara ulaşmış, evrensel bir sorun olma niteliğini kazanmıştır. Uzman bilirkişilerin gözlemlere dayanan açıklamalarında da çarpıcı örneklerle vurgulandığı ve davalı vekilinin de kabul ettiği gibi, özellikle Almanya'da kentlerin içerisinde kalmış fabrikaların çevreye zarar vermesi kesinlikle önlenmiş, uyuşmazlıklar da en alt düzeye indirilebilmiştir.

Medeni Yasamız, toplumda böylesine ciddi rahatsızlıklara yol açan hallerin önlenmesini ve birlikte yaşamanın kolaylaştırılmasını sağlayacak geniş ve etkili bir düzenleme getirmiştir. Anılan Yasa’nın 661. maddesiş insanı gerçek davranışları içinde ele almış, çok insancıl ve "esnek" bir hüküm ile, malikin taşınmazını kullanırken "aşırılığa kaçmamasını" ve komşularının "aşırı sayılmayan" kullanmalarına katlanmasını öngörmüştür. Yasaların tümü hakların "aşırılığa" kaçan ölçüler içinde kullanılmasına izin vermemiştir. Hukuk düzeni, kural olarak ( meşru müdafaa, ıztırar... ) gibi haller dışında, bir kişinin hakkını kullanırken başkalarına zarar vermesine göz yummamıştır. Zarara yol açan her davranış, hukukun önlediği, yasakladığı bir eylemdir. Özetlenecek olursa; taşınmaza malik olan kişinin, onu mutlak şekilde, sınırsız ve sorumsuz olarak kullanma yetkisi yoktur. Malik ( ya da kiracı vs ) taşınmazını keyfince ve dilediği gibi kullanamaz. Bu yetki yasaların çizdiği sınırları aşamaz. Malik, yasal sınırların dışına çıkmışsa eylemi önlenebilir. Başkalarına katlanmaları gereksiz bir zarar vermişse ödemeye zorlanabilir. Yukarıda sözü edilen yasa hükmünde de yer alan bu güçlü kural, toplum halinde yaşamaya olanak sağlayan insancıl, gerçekçi, çok gerekli ve zorunlu bir kısıtlamadır. Haklar da, özgürlükler gibidir. Kişilerden birinin özgürlüğü, ötekinin özgürlüğü ile sınırlıdır. Belirli bir çevrede oturmak hak ve özgürlüğüne sahip olanlar, komşusunun mülkünü kullanmasından ileri gelen taşkınlıklardan ötürü o yeri terketmek veya zarara katlanmak zorunluğunda değildirler. Aksini düşünmek toplumsal yaşantıyı çekilmez ve katlanılamaz hale getirir ya da, en azından zorlaştırır.

Bu genel açıklamalarla uyuşmazlığın çerçevesi çizilmiş, sorunla çözüm arasındaki hukuki bağ ortaya çıkmış, sıra delillerin tartışılmasına gelmiştir.

Belediye, Vilayet ve Sağlık Müdürlüğü’nün iş birliği ile davanın açılmasından yıllarca önce yaptırılan çok geniş ve etraflı bir çalışmayı içeren bilirkişi incelemesine ilişkin rapor, Mahkemece oluşturulan ve çevre sağlığı konusunda ülke çapında üne sahip uzman bilirkişiler kurulu tarafından da doğrulanmış, davalıya ait fabrikanın bacasından ve diğer yerlerden çıkan kükürt dioksit: SO2" gibi zehirli gazların, çimento tozlarının, hakim rüzgârların da etkisi ile kentin üstüne devamlı şekilde dağılıp yayıldığı, insan, hayvan ve bitkilerin hayatını tehdit ettiği, hele çocuklarda çeşitli göğüs hastalıklarına yol açtığı, böylece davalı fabrikanın hesaplanması çok güç ve o kadar da büyük zararlara sebebiyet verdiği, yeşil alanların kuruduğu, fabrika yakınlarındaki Devlet Hastanesinin zarardan en çok etkilendiği, toz tutma donanımına ait çelik konstrüksiyon kısmını monte edilmesine rağmen, uzun süredir çalışabilir hale getirilmediği, bu halin davalı fabrika tarafından konuya gerekli önemin verilmediğini kanıtladığı, bilimsel çalışma sonucu elde idilen bulgulara dayanılarak, pozitif bilimin kesin, tartışılması imkânsız gerçekçiliği ve ciddiyeti içerisinde açıklanmış, zararın önlenmesi için alınması zorunlu görülen önlemler somut nitelikte ve en kesin çizgileriyle ortaya konmuştur.

Davacı belediyeden, bu derece sakıncalı ve hayati yönden tehlikelerle dolu duruma katlanması istenemez, beklenemez. Davalı, taşınmazını kullanırken, komşularının rahatsızlığını engelleyecek hiçbir önlemi gerçekleştirmemiş, fabrikanın kurulduğu 1958 yılından beri kendisine düşen yükümlülükleri yerine getirmeyi alabildiğine savsaklamıştır. Davalı, alınması zorunlu olan önlemleri "büyük proje ve yatırımları gerektirdiği" bahanesiyle sürüncemede bırakmış, lüzumlu emek ve para harcamasını yapmadan "komşular ölsün, benim fabrikanın bacası tütsün" gibi bağışlanması mümkün olmayan ağır bir kayıtsızlık ve kusurlu bir davranış içinde yirmi yıldır bu " haksız fiilini" sürdüregelmiştir.

Davalı vekilinin "büyük proje ve yatırımları gerektirdiğinden" söz ettiği önlemlerin mali portresi, uzman bilirkişiler tarafından 20 ilâ 30 milyon lira olarak değerlendirilmiştir. Büyük bir işletmeye ve güçlü bir teknik kadroya sahip bulunan davalının bütçesi içerisinde otuz milyon lira, sayısı hemen belirlenemeyecek kadar çok insanın hayatının tehlikeden kurtarılması için gözden çıkarılması, özveri sayılabilecek bir para değildir. "Büyük proje gerekeceğine" ilişkin savunmanın ciddi olmadığı, içtenlikten uzak kaldığı ve gerçeklere aykırı düştüğü, uzman bilirkişilerin çok sayıdaki bilimsel raporlarında açıklanmıştır.

Eş anlatımla, kentteki hayvan varlığı, doğadaki bitki örtüşü ve özellikle evrenin en kutsal varlığı sayılması gereken insan sağlığının korunması karşısında gerekli önlemlerin alınması için harcanması zorunlu görülen para ve uygulanacak projenin kapsamı hemen hiç değerindedir. Sorunun ulaştığı boyutlar karşısında sonuca etkili olamaz. Bu itibarla davalının tam bir ilgisizlik içinde süregelen, komşularına aşırı zarar verici eylemine son vermesi gerektiği, hiç bir duraksamaya yer bırakmayacak biçimde kesin ve belirgindir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı düşüncelerle, uzman bilirkişilerin saptadıkları somut önlemlerin davalı tarafından yerine getirilmesine, mahkemece karar verilmesinde hiçbir isabetsizlik yoktur. Davalının bu konuya değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine,

Ancak: mahkeme hüküm fıkrasının diğer bendlerine konu olacak hususları tespit ve tayin ederken bazı yanılgılara düşmüştür. Şöyle ki;

1 - Zararın varlığı kesinlikle saptandığı ve davacı vekili şimdilik koşulu ile 5 100 liranın tahsilini istediği halde "zarar miktarının tayinindeki güçlükten ve bu işlemin zaman alacağından" bahisle tazminat talebinin reddedilmesi, mahkemece davanın esastan kabulüne dayanak yapılan gerekçelere, anılan yasa hükmüne aykırıdır. Dava ile çelişen isabetsiz bir görüştür, nevar ki davacı belediye, temyiz yoluna başvurmadığı için bu husus bozma nedeni yapılamamıştır.

2 - Taraflar arasında mülkiyet uyuşmazlığı olmadığı ve davacı da istekte bulunmadığı halde "müdahalenin menine" biçiminde hüküm kurulması da doğru değildir.

3 - Uyuşmazlığın açıklanan niteliğine göre, mahkemece izlenmesi gereken yol; öncelikle uzman bilirkişiler kurulunca yerine getirilmesi önerilen önlemlerin alınmasının parasal yönünün neden ibaret bulunduğunun kesin olarak saptanması ve bu önlemlerin davalı tarafından yerine getirilmesine, davalının bu yükümlülüğü yerine getirmemesi halinde ise aynı önlemlerin bizzat davacı tarafından alınmasına ve karşılığı paranın davalı'dan tahsili ile davacıya ödenmesine hükmetmekten ibarettir.

Mahkemece bu yönde gerekli bir incelemeyi içermeyen araştırma ile yetinilip M.K.’nun 661. maddesinin sınırları dışına çıkılarak ve mülkiyet hakkının kullanılmasını tümü ile ortadan kaldırma sonucunu doğuracak biçimde "davalının önlemleri almaması halinde fabrikanın çalıştırılmamak suretiyle müdahalenin menine " karar verilmesinde isabet yoktur.

SONUÇ : Davalının iki ve üç sayılı bentlerde belirtilen hususlarla ilgili temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan salt bu iki nedenden ötürü HUMK.’’ nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ) ve peşin harcın iadesine oybirliğiyle karar verildi.

 

---x---

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

http://www.yibitas-lafarge.com.tr

 

http://www.lafarge-ctec.at/public%5Cctecweb.NSF/files/corum_gross.jpg/$FILE/corum_gross.jpg

 

Çimento Fabrikalarının İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri

 Uzmanlar, çimento fabrikalarının, ocaktan hammadde elde edilmesinden, mamul çimentonun üretilmesine kadar her aşamada çevreye toz yaydığını ifade ederek, tozun da insanlar tarafından direk solunum yoluyla alınması nedeniyle özellikle akciğer hastalıklarını arttırdığını belirtiyor.

 Aslında yasalara göre “1. sınıf gayri sıhhi müessese” kapsamına giren çimento fabrikalarının, insanların hatta tarlaların bulunmadığı yerlere kurulması gerekiyor.

 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ali Osman Karababa:Toz akciğer ile ilgili hastalıkların görülme sıklığını artırıyor. Bu sorunlara bağlı olarak ölüm hızlarında artış da beraberinde geliyor.Toz, kronik hastalıkların -ki bunlar içinde astım, bronşit ve her ikisinin bir arada bulunduğu KOAH dediğimiz kronik akciğer hastalığı da var- hem oluşumuna destek veriyor hem de bu tür sağlık sorunu olan insanların solunum yetmezliği krizlerine girmesine neden oluyor.

 Bu tür alanlarda yaşayan insanlarda solunum yolu enfeksiyonlarının görülme sıklığı da diğer yerlerden daha fazla. Karşılaştırdığımızda istatistik açıdan önemli bir fark doğuruyor. Bunların dışında birçok ağır metal iyonları da diğer bölgelere göre daha yoğun görülüyor bu tür fabrikaların çevresinde. Ağır metal iyonlarının yol açacağı sağlık sorunları da, solunum yolu enfeksiyonlarını veya kronik solunum yolu hastalıklarını etkiliyor.

 Çimento fabrikalarında bir ana ısı kaynağı, yani enerji kaynağı var. Bu enerji kaynağını fosil yakıtlar oluşturuyor. Bazı fabrikalarda bu fosil yakıtlara ek olarak alternatif bir takım yakıtlar da kullanılıyor. Çöpten elde edilen yakıtlar, araba lastiği, yanabilecek endüstriyel atıklar da kullanılıyor. Eğer böyle bir şey olursa fabrika bacasından toz dışında başta dioksin olmak üzere birçok zehirli kimyasal da havaya veriliyor. Çok karmaşık bir zararlılık söz konusu. Aslında bir çimento fabrikası yöre için inanılmaz bir kirlilik faktörü. Çimento fabrikaları da sera etkisine katkıda bulunan tehlikeli fabrikalardan.

 

 

 


Örnek Olay No 5

YEŞİLYURT AÇIKLARINDA DENİZİ KİRLETEN
"... II" GEMİSİ KARARI

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (30 Kasım 2006)

Aslı Aksoylu

 

 

T.C.

DANIŞTAY

6. DAİRE

E. 2001/1795

K. 2003/1486

T. 11.3.2003

• DENİZ KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMAK ( Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmeliğin 21.Maddesine Göre Tespit Yapılmadan Para Cezası Verilemeyeceği )

• PARA CEZASI ( Deniz Kirliliğine Neden Olmak - Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmeliğin 21.Maddesine Göre Tespit Yapılmadan Verilemeyeceği )

• ÇEVRE KANUNUNA AYKIRILIK ( Deniz Kirliliğine Neden Olmak - Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmeliğin 21.Maddesine Göre Tespit Yapılmadan Para Cezası Verilemeyeceği )

• GEMİLERE VERİLECEK PARA CEZASI ( Deniz Kirliliğine Neden Olmak - Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmeliğin 21.Maddesine Göre Tespit Yapılmadan Verilemeyeceği )

• İDARİ CEZADA YETKİ ( Deniz Kirliliğine Neden Olunduğu İçin Çevre Kanununun 22. ve 24. Maddeleri Uyarınca Verilen Para Cezası - Büyükşehir Belediye Başkanlığı İşlemi )

• BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI İŞLEMİ ( Deniz Kirliliğine Neden Olunduğu İçin Çevre Kanununun 22. ve 24. Maddeleri Uyarınca Verilen Para Cezası - İdari Cezada Yetki )

2872/m. 8/1, 20, 22, 24, 24/a

1580/m. 107

3030/m. 14/f ve p

765/m.Ek.2

Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik/m. 12, 21, 24

Belediye Zabıta Personel Yönetmeliği/m. 3

ÖZET : Gemilere verilecek para cezasında tespitlerin, her ne kadar Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri İle Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmeliğin 24. maddesinde suçun tespiti için tutanağın yeterli olduğu belirtilmiş ise de, geminin bağlı olduğu dikkate alınarak aynı yönetmeliğin 21. maddesinde belirtilen usule uygun olması gerektiği, bu usule uyulmaksızın yapılan tespite dayanılarak verilen para cezasında mevzuata uyarlık bulunmadığı; ödenen para cezasının yasal faizi ile birlikte iadesinin gerektiği; anılan yönetmeliğin 24. madde hükmünün ise yasaya uygun olduğu hk.

İstemin Özeti : Deniz kirliliğine neden olunduğu için 2872 sayılı Çevre Kanununun 22. ve 24. maddeleri uyarınca 29.887.650.000.-lira para cezası verilmesine ilişkin 20.12.2000 günlü, 02/0004 sayılı ... Büyükşehir Belediye Başkanlığı işleminin ve 3.11.1987 günlü, 19623 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik"in 24.maddesinin; deniz kirliliğine neden olunmadığı, tek taraflı tutanak tutulduğu, numunenin doğru yerlerden alınmadığı, yetki devri mümkün olmadığı halde belediye başkanınca ceza yetkisinin devredildiği; para cezası işleminin mevzuata aykırı olduğu; Yönetmeliğin 24. maddesinin de 21. madde ile çeliştiği, suçun tespiti için gerekenlerin 21. madde de açıkca düzenlendiği halde 24. maddede suçun tesbiti için tutanak tanziminin yeterli olduğunun belirtildiği, bunun da yasaya aykırılık oluşturduğu ileri sürülerek iptali ile ödenen para cezasının yasal faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istenilmektedir.

Davalı Çevre Bakanlığının Savunmasının Özeti : İptali istenilen yönetmelik hükmünde yasaya aykırılık bulunmadığı, para cezası işleminin de mevzuat hükümlerine uygun tesis edildiği ve ceza miktarının bakanlık genelgesi doğrultusunda saptandığı, dayanaktan yoksun davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

Davalı ... Büyükşehir Belediye Başkanlığının Savunmasının Özeti : Davanın süresinde açılmadığı, mevzuat hükümlerine uygun olarak para cezası işlemi tesis edildiğinden dayanaktan yoksun olan davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Selçuk Topal'ın Düşüncesi : Deniz vasıtalarının özellikleri kirletme olayının meydana gelmesinden hemen sonra gemi veya teknenin olay mahallinden uzaklaşabileceği, denize dökülen atığın dağılabileceği veya benzeri nedenlerle analiz, fotoğraf, video çekimi gibi işlemlerin yapılmasının mümkün olamayacağı göz önüne alındığında tutanak tanzimi ile yetinilmesinde ve bu amaçla tutanak tanziminin yeterli olduğu yolunda düzenleme getirilmesinde, hukuka aykırılık görülmemiştir.

İptali istenilen yönetmelik hükmünde suçun tespiti için tutanak tanziminin yeterli olduğu belirtilmiş ise de, aynı Yönetmeliğin 21. maddesinde suçun tespiti ile ilgili usuller öngörülmüş olup deniz kirliliğine neden olduğu ileri sürülen geminin bulunduğu duruma göre bu maddede belirtilen şekilde tespit yapılarak alınan numunelerin analiz sonuçları dikkate alınarak deniz kirliliğine neden olunduğunun saptanması halinde para cezası verilebilecektir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 11.7.2002 günlü, E:2002/178, K:2002/639 sayılı kararında belirtildiği üzere; 2872 sayılı Yasanın "İdari Cezalarda Yetki" başlıklı 24/a ve "Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri İle Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik" in 12. maddesi; 1580 sayılı Belediye Kanununun 107. maddesi; Belediye Zabıta Personel Yönetmeliğinin 3. maddesi ve 3030 sayılı Yasanın büyükşehir belediye başkanının görevlerini düzenleyen 14. maddesinin f ve p bentlerinde yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, 2872 sayılı Yasanın ve "Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri İle Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik" in 12. maddesinde yer alan büyükşehir belediye başkanlıkları ifadesinin bütün bir belediye teşkilatını içine alan tüzel kişiliği ifade ettiği, belediye başkanının ise bu tüzel kişiliği temsil etmeye yetkili olan kişi olduğu anlaşılmaktadır.

2872 sayılı Yasanın 24/a maddesinde büyükşehir belediye başkanlıkları tabiri ile büyükşehir belediye başkanlığının tüzel kişiliği ifade edilmiş ve bu cezanın büyükşehir belediye başkanlıkları tarafından verilmesi amaçlanmıştır.

Yetki devri yasal düzenlemelerin açıkça öngördüğü veya yasaklamadığı konularda bir görev yerine ait yetkinin başka bir görev yerine aktarılmasıdır. Bu tüzel kişilik içinde yetki devri yapılması sonucunda yapılan işlem ve eylemler o tüzel kişiliğe mal edilir. Eğer yasa belli bir konuda idari makamı değil de o kamu hizmetini yürüten kişiyi yetkili kılmışsa yetkinin doğrudan doğruya bu kişi tarafından kullanılması gerekir.

Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, büyükşehir belediye başkanlıkları tabiri ile büyükşehir belediye başkanı kastedilmediğinden büyükşehir belediye başkanına bağlı olan genel sekreter yardımcısı tarafından büyükşehir belediye başkanının devrettiği yetkiye dayanarak 2872 sayılı Yasanın 22. ve 24. maddeleri uyarınca para cezası verilmesi işleminde yetki yönünden mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.

Dava konusu olayda geminin olay yerinde bağlı olduğu dikkate alındığında, Yönetmeliğin 21. maddesinin A fıkrasında belirtilen usulde tespit yapılması gerekmekte olup, 24. madde hükmü de dava konusu olayda 21. maddenin uygulanmasına engel teşkil. etmemektedir.

Ancak, deniz kirliliğine neden olunduğu için para cezası verilebilmesi için tespitlerin usulüne uygun şekilde yapılması ve numunelerin de usulüne uygun şekilde alınması gerektiğinden, dava konusu olayda deniz kirliliğine neden olunduğu ileri sürülen durumu kesin olarak saptamaya yönelik Yönetmelikte belirtildiği şekilde usulüne uygun olarak tespit yapılıp numuneler alınmadığından para cezası verilmesi yolundaki işlemde mevzuata uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davanın iptali istenilen yönetmelik hükmüne ilişkin bölümünün reddine; para cezası işleminin , iptaline ve mevzuata aykırı işlemden dolayı ödenen para cezasının da yasal faizi ile birlikte iadesine karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Habibe Ünal'ın Düşüncesi : Dava, deniz kirliliğine neden olunduğu için 2872 sayılı Çevre Kanununun 22 ve 24. maddeleri uyarınca 29.887.650.000. lira para cezası verilmesine ilişkin 20.12.2000 günlü, 02-0004 sayılı ... Büyükşehir belediye Başkanlığı .işleminin ve dayanağı olan Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmeliğin 24. maddesinin iptali ile tahsil olunan para cezasının faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi isteğiyle açılmıştır.

Davalı ... Büyükşehir Belediye Başkanlığının süre defı yerinde görülmemiştir.

T.C. Anayasası'nın 124: maddesinde, Başbakanlık, Bakanlıklar ve Kamu tüzel kişilerinin kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere bunlara aykırı olmamak şartıyla Yönetmelikler çıkarabilecekleri kurala bağlanmıştır.

2872 sayılı Yasanın 8. maddesinin 1. fıkrasında, her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili Yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmanın yasak olduğu belirtilmiş, aynı yasanın 3301 sayılı Yasa ile değişik 22. maddesinde de, bütün sahillerimizde, karasularımız ile iç sularımız olan Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında, liman ve körfezlerimiz, tabii ve suni göllerimiz ile akarsularımızda bu Yasanın 8. maddesinin 1. fıkrasındaki kirletme yasağına uymayan gemiler ile deniz araçlarına, tankerler dahil diğer gemilerden hertürlü atık ve artığı döken, sintine tahliyesi yapanlara para cezası verileceği kurala bağlanmıştır.

Diğer taraftan yine aynı Yasanın 3301 sayılı Yasa ile değişik 24. maddesinin son fıkrasında, gemi ve deniz araçlarına verilecek cezalarda suçun tespiti, cezanın kesilmesi usulleri ile ceza uygulamasında kullanılacak makbuzların şekli, dağıtımı ve kontrolü hususundaki esasların yönetmeliklerde belirleneceği öngörülmüş olup, anılan Yasa hükmü uyarınca hazırlanan Gemi ve Deniz Araçlarına verilecek cezalarda Suçun tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik 3.11.1987 günlü, 19623 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Anılan Yönetmeliğin 21. maddesinde suçun tespitine ilişkin bazı düzenlemeler getirilmiş, 22. maddesinde, tespit tutanağının kirlenmenin sebebi, kirlenme sahası, kirlenmenin yoğunluğu, kirlenmeye sebep olan gemi ve deniz aracı, kirlenmeden sorumlu olanlar ve olay tarihi belirtilmek suretiyle düzenleneceği, dava konusu edilen 24. maddesinde de kirletme ve kirlenmelere ilişkin olarak, numune alınması, fotoğraf, film ve video çekimi gerekli olmakla birlikte, suçun tespiti için tutanak tanziminin yeterli olduğu hükmüne yer verilmiştir.

Davacı tarafından Yönetmeliğin 21. maddesinde suçun tespiti için bir usul öngörüldüğü, 21. maddeye göre tutanak tutulmasının suçun tespitinde yapılacak işlemlerden en son aşama olduğu, bu nedenle 24. maddede yer alan tutanak tanziminin yeterli olduğu yolundaki hükmün 21. madde ile çeliştiği öne sürülerek iptali istenilmekte ise de, deniz vasıtalarının özellikleri, kirletme olayının meydana gelmesinden hemen sonra gemi veya teknenin olay mahallinden uzaklaşabileceği, denize dökülen atığın dağılabileceği veya benzeri nedenlerle analiz, .fotoğraf, video çekimi gibi işlemlerin yapılmasının mümkün olamayacağı gözönüne alındığında tutanak tanzimi ile yetinilmesinde ve bu amaçla tutanak tanziminin yeterli olduğu yolunda düzenleme getirilmesinde hukuka aykırılık görülmediğinden söz konusu Yönetmelik hükmüne yönelik davanın reddi gerektiği düşünülmüştür.

Davanın para cezasına yönelik bölümüne gelince;

2872 sayılı Yasanın 24/a maddesinde Büyükşehir belediye Başkanlıkları tabiri ile Büyükşehir Belediye Başkanlığının tüzel kişiliği ifade edilmiş, Büyükşehir belediye Başkanı kastedilmemiş olduğundan Büyükşehir Belediye Başkanı adına yetkili sıfatıyla Genel Sekreter Yardımcısı tarafından ceza uygulanmasına ilişkin işlemde yetki yönünden hukuka aykırılık bulunmadığından bu konudaki davacı savı yerinde görülmemiştir.

... Büyükşehir Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü Deniz Ekiplerince 20.12.2000 gününde yapılan kontrollerde Yeşilyurt açıklarında .:.. Bayraklı ..."... II" adlı tankerin şaftından yağ kaçırması sonucu yoğun deniz kirliliği olduğu görülerek tutanak düzenlenmiş, fotograflar çekilip, numune alınmış, laboratuvar analiz raporuyla da numunenin yağ içerdiği Yasa ve Yönetmelikte istenen değer 15 ppm olduğu halde alınan numunede 25 ppm yağ oranı tespit edilerek geminin deniz kirliliğine neden olduğunun belirlenmiş olması karşısında 2872 sayılı Yasanın 24/a maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak 22/b maddesine göre para cezası uygulanmasına ilişkin işlem tesisi mevzuata uygun bulunmakta ise de, dosyanın incelenmesinden para cezası miktarının hesaplanmasında hata yapıldığı anlaşılmaktadır.

Şöyle ki;

2872 sayılı Yasanın 20. maddesinde Yasanın 8. maddesinin 1. fıkrasındaki yasağa uymayanlara ve 2. fıkrasındaki yükümlülüğü yetkili mercilerce usulüne göre yapılan bildirime rağmen yerine getirmeyenlere verilecek para cezalarının miktarı belirlenmiş, 19.6.1986 tarihinde yürürlüğe giren Ek 1, maddesinde de bu Yasanın 18. maddesinin a, b, c ve d fıkralarında öngörülen katılma payları ile 20,21 ve 22. maddelerinde belirtilen ceza miktarlarını on katına kadar artırmaya Bakanlar kurulunun yetkili olduğu kurala bağlanmış, anılan yetkiye dayanılarak 1.8.1998 günlü, 23420 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 98/11415 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 2872 sayılı Yasada öngörülen cezaların beş katına çıkarılmasına karar verilmiştir.

Daha önce, Türk Ceza Kanununa 3506 sayılı Yasayla eklenen Ek 2. madde hükümleri uyarınca para cezaları Bütçe Kanununda gösterilen memur maaş katsayıları dikkate alınarak her yıl yeniden belirlenmekte ise de, 1.8.1999 günlü, 23773 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4421 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair kanunun 4. maddesinin b bendinin 7 numaralı alt bendi uyarınca 1.8.1981 tarihinden 21.12.1987 tarihine kadar yürürlüğe girmiş Kanunlardaki para cezaları 393 misline çıkarılmış ve bu cezaların her yıl Vergi Usul Kanunu uyarınca belirlenecek yeniden değerleme oranında arttırılması öngörülmüştür.

Daha sonra çıkarılan bir Kanunla Türk Ceza Kanununda değişiklik yapılmış olması karşısında, daha önce Türk Ceza Kanununda değişiklik yapan 3506 sayılı Kanunla çevre para cezalarının artırılmasını öngören Bakanlar Kurulu kararı uygulanamayacağından dava konusu olayda verilen para cezasının, 2872 sayılı Yasada öngörülen para cezası miktarının yukarıda anılan Türk Ceza Kanunu ile 4421 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca 393 kat ve yeniden değerleme oranında arttırılarak hesaplanan bölümünde mevzuata aykırılık bulunmaması nedeniyle bu miktara yönelik davanın reddine; para cezasının 98/11415 sayılı Bakanlar Kurulu kararına dayanılarak beş kat artırılmak suretiyle fazla hesaplanan bölümünde ise mevzuata uyarlık bulunmadığından iptaline, fazla tahsil edilen bu miktarın davacıya iadesine karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmüştür:

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince yapılan tebligat üzerine önceden belirlenen 11.3.2003 gününde davacı vekili Av. ...'ın, davalı Çevre Bakanlığı temsilcisi Hukuk Müşaviri ...'ın geldiği, davalı ... Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin gelmediği görüldü. Danıştay Savcısı Habibe Ünal'ın katılmasıyla duruşma yapıldı. Aynı gün Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Davalı ... Büyükşehir Belediye Başkanlığının süre itirazı yerinde görülmeyerek esasın incelenmesine geçildi.

Dava, Deniz kirliliğine neden olunduğu için 2872 sayılı Çevre Kanununun 22. ve 24. maddeleri uyarınca 29.887.650.000.-lira para cezası verilmesine ilişkin 20.12.2000 günlü, 02/0004 sayılı ... Büyükşehir Belediye Başkanlığı işleminin ve 3.11.1987 günlü, 19623 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik"in 24. maddesinin iptali ile ödenen para cezasının yasal faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2872 sayılı Yasanın 24. maddesi uyarınca hazırlanan, Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tesbiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri ile Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik'in iptali istenilen 24. maddesinde, "Kirletme ve kirlenmelere ilişkin olarak, numune alınması, fotoğraf, fılm ve video çekimi gerekli olmakla birlikte, suçun tesbiti için tutanak tanzimi yeterlidir" hükmü yer almıştır.

Davacı tarafından anılan yönetmeliğin 21. maddesinde suçun tesbiti için bir usul öngörüldüğü, 21. maddeye göre tutanak tutulmasının suçun tesbitinde yapılacak işlemlerden sonraki en son aşama olduğu, bu nedenle 24. maddede yeralan tutanak tanziminin yeterli olduğu yolundaki hükmün 21. madde ile çeliştiği, dava konusu ceza uygulamasında da geminin şaftından denize yağ sızıntısı olduğu için numune alınarak fotoğraf çekildiğini belirtir şekilde tek taraflı tesbit tutanağı tanzim edildiği, analiz sonuçlarının beklenmediği, geminin şaftından yağ sızmasının mümkün olmadığı, soğutmanın deniz suyuyla yapılarak aynı suyun hiç bir katkı yapılmaksızın yeniden denize verildiği ileri sürülerek anılan madde hükmünün iptali istenilmektedir.

Deniz vasıtalarının özellikleri, kirletme olayının meydana gelmesinden hemen sonra gemi veya teknenin olay mahallinden uzaklaşabileceği, denize dökülen atığın dağılabileceği veya benzeri nedenlerle analiz, fotoğraf, video çekimi gibi işlemlerin yapılmasının mümkün olamayacağı göz önüne alındığında tutanak tanzimi ile yetinilmesinde ve bu amaçla tutanak tanziminin yeterli olduğu yolunda düzenleme getirilmesinde hukuka aykırılık görülmemiştir.

2872 sayılı Yasanın 8. maddesinde,her türlü atık ve artığı,çevreye zarar verecek şekilde ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermenin, depolamanın, taşımanın,uzaklaştırmanın ve benzeri faaliyetlerde bulunmanın yasak olduğu,hükme bağlanmış; İdari Cezalarda Yetki başlıklı 24/a ve ilgili Yönetmeliğin 12. maddesinde ise,Büyükşehir Belediye hudutları içinde kalan sahillerimiz, boğazlarımız ile liman ve körfezlerimizde; göl ve akarsularımızda yapılan kirletmeler için cezalar Büyükşehir Belediye Başkanlıkları tarafından verilir." hükmü yer almıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden, "... II" Gemisinin Yeşilyurt açıklarında bağlı iken denize geminin şaftından yağ sızıntısı olduğundan deniz kirliliğine neden olunduğunun ... Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Kontrol Müdürlüğü deniz ekiplerince yapılan kontrol sonucu tesbiti üzerine ceza uygulanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

2872 sayılı Yasanın "İdari Cezalarda Yetki" başlıklı 24/a ve "Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri İle Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik" in 12. maddesi; 1580 sayılı Belediye Kanununun 107. maddesi; Belediye Zabıta Personel Yönetmeliğinin 3. maddesi ve 3030 sayılı Yasanın büyükşehir belediye başkanının görevlerini düzenleyen 14. maddesinin f ve p bentlerinde yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, 2872 sayılı Yasanın ve "'Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri İle Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik" in 12. maddesinde yer alan büyükşehir belediye başkanlıkları ifadesinin bütün bir belediye teşkilatını içine alan tüzel kişiliği ifade ettiği, belediye başkanının ise bu tüzel kişiliği temsil etmeye yetkili olan kişi olduğu anlaşılmaktadır.

2872 sayılı Yasanın 24/a maddesinde büyükşehir belediye başkanlıkları tabiri ile büyükşehir belediye başkanlığının tüzel kişiliği ifade edilmiş ve bu cezanın büyükşehir belediye başkanlıkları tarafından verilmesi amaçlanmıştır.

Yetki devri yasal düzenlemelerin açıkça öngördüğü veya yasaklamadığı konularda bir görev yerine ait yetkinin başka bir görev yerine aktarılmasıdır. Bir tüzel kişilik içinde yetki devri yapılması sonucunda yapılan işlem ve eylemler o tüzel kişiliğe mal edilir. Eğer yasa belli bir konuda idari makamı değil de o kamu hizmetini yürüten kişiyi yetkili kılmışsa yetkinin doğrudan doğruya bu kişi tarafından kullanılması gerekir.

Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, büyükşehir belediye başkanlıkları tabiri ile büyükşehir belediye başkanı kastedilmediğinden büyükşehir belediye başkanına bağlı olan genel sekreter yardımcısı tarafından büyükşehir belediye başkanının devrettiği yetkiye dayanarak 2872 sayılı Yasanın 22. ye 24. maddeleri uyarınca para cezası verilmesi işleminde yetki yönünden mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.

Yönetmeliğin "Suçun Tespiti" başlıklı 21. maddesinin A fıkrasında, Kirleten gemi ve deniz vasıtasının olay mahallinde bulunduğu durumlarda kontrol ve tespit ekiplerince kirlenme mahallinde yapılacak tespitlere ilişkin hususlar düzenlenerek, kirlenen mahallin ve kirleticinin yeteri kadar fotoğraf, film ve video çekimi ile tespit edileceği; kirlenen mahalden ve kirleticiden yeteri kadar numune alınacağı; alınan numunelerin özel kaplarına konularak üzerlerinin mühürleneceği; geminin ve deniz vasıtasının tonajına göre form doldurulacağı; alınan numunelerin en yakın yetkili standart laboratuvara tahlil için vakit geçirmeksizin iletileceği; alınan numunelerin standart laboratuvarda derhal değerlendirilerek sonucun bir rapor ile bildirileceği tespit tutanağının düzenleneceği belirtilmiştir.

Her ne kadar Yönetmeliğin 24. maddesinde suçun tespiti için tutanak tanziminin yeterli olduğu düzenlenmiş ise de, bu hüküm maddenin tamamı dikkate alındığında 21. madde hükmünün uygulanmasına engel teşkil etmemektedir.

Dava konusu olayda geminin Yeşilyurt açıklarında bağlı olduğu ve olay mahallinde bulunduğu açık olduğundan, anılan geminin deniz kirliliğine neden olduğu yolundaki iddianın Yönetmeliğin yukarıda içeriği yazılı 21. maddesi hükmü uygulanmak suretiyle 21. maddede belirtildiği şekilde usulüne uygun olarak tespitlerin yapılması; numunelerin, analiz sonuçlarının alınması ve bu sonuçlara göre deniz kirliliğine neden olunduğunun kesin olarak saptanması gerekmektedir.

Deniz kirliliğine neden olunduğu ileri sürülen durumun kesin olarak belirlenmesine yönelik olarak da Yönetmeliğin 21.maddesinde öngörülen usule uygun şekilde tespit yapılıp kirlenen mahalden ve kirleticiden yeteri kadar numune alınmadığından para cezası verilmesi yolundaki işlemde mevzuata uyarlık bulunmamaktadır.

Mevzuata aykırı işlem nedeniyle davacı tarafından ödenen para cezasının da davalı ... Büyükşehir Belediye Başkanlığınca davacıya yasal faizi ile birlikte iadesi gerekmektedir.

SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle, davanın yönetmelik hükmünün iptali istemine ilişkin kısmının REDDİNE; para cezası verilmesine ilişkin işlemin İPTALİNE, ödenen para cezasının davacıya yasal faizi ile birlikte iadesine, ... 11.3.2003 gününde, kararın davanın reddine ilişkin kısmında oybirliğiyle, para cezası işleminin iptali ve ödenen para cezasının yasal faizi ile birlikte iadesine ilişkin kısmında oyçokluğuyla karar verildi.

 

KARŞI OY :

2872 sayılı Yasanın 8. maddesinde, "her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermenin, depolamanın, taşımanın,uzaklaştırmanın ve benzeri faaliyetlerde bulunmanın yasak olduğu,hükme bağlanmış; İdari Cezalarda Yetki başlıklı 24/a ve ilgili Yönetmeliğin 12. maddesinde ise, Büyükşehir Belediye hudutları içinde kalan sahillerimiz boğazlarımız ve Liman ve Körfezlerimizde; göl ve akarsularımızda yapılan kirletmeler için cezalar Büyükşehir Belediye Başkanlıkları tarafından verilir." hükmü yer almıştır.

Dosyasının incelenmesinden; "... II" adlı geminin Yeşilyurt açıklarında bağlı iken geminin şaftından yağ sızdırarak deniz kirliliğine neden olduğunun :.. Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Kontrol Müdürlüğü deniz ekiplerince yapılan kontrol sonucu tesbiti üzerine ceza uygulanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

İlgili Yönetmelikte belirtilen usule uygun olarak yapılan tespit üzerine alınan numunelerin analizi ile numunelerde mevzuatta belirlenen değerlerin üzerinde yağ oranının saptanması sonucunda davacıya para cezası verilmesinde mevzuata aykırılık bulunmadığından, davanın para cezasına ve ödenen para cezasının yasal faizi ile birlikte iadesi istemine yönelik kısmının da reddine karar verilmesi gerektiği oyuyla karara katılmıyoruz.

 


 

Örnek Olay No 6

YATAĞAN TERMİK SANTRALİ KARARI
(mANEVİ TAZMİNAT)

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (5 Aralık2006)

Dilara Heravi

 

T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2001/12708

K. 2002/8915

T. 11.7.2002

• MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Davalı Termik Santral Tarafından Meydana Getirildiği İddia Edilen Kirli Hava Nedeniyle Kendisi Ailesi ve Hemşehrileri Adına Duyulan Endişe )

• HAKSIZ FİİL NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Davalı Termik Santral Tarafından Meydana Getirildiği İddia Edilen Kirli Hava Nedeniyle Kendisi Ailesi ve Hemşehrileri Adına Duyulan Endişe )

• TERMİK SANTRAL TARAFINDAN MEYDANA GETİRİLDİĞİ İDDİA EDİLEN KİRLİ HAVA ( Haksız Fiil Nedeniyle Manevi Tazminat Davası - Davacının Kendisi Ailesi ve Hemşehrileri Adına Duyduğu Endişe Nedeniyle )

• ÇEVRE KİRLİLİĞİ NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Davalı Termik Santral Tarafından Meydana Getirildiği İddia Edilen Kirli Hava Nedeniyle Kendisi Ailesi ve Hemşehrileri Adına Duyulan Endişe )

• DOĞAL DENGESİ BOZULAN ORTAMDA YAŞAMA NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Davalı Termik Santral Tarafından Meydana Getirildiği İddia Edilen Kirli Hava Nedeniyle Kendisi Ailesi ve Hemşehrileri Adına Duyulan Endişe )

• HAVA KİRLİLİĞİ NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Davalı Termik Santral Tarafından Meydana Getirildiği İddia Edilen - Kendisi Ailesi ve Hemşehrileri Adına Duyulan Endişe )

• TAZMİNAT BORCUNUN DOĞABİLMESİ ( İhtimalin Yeterli Olmayıp Zararın Doğmuş Olması Gereği - Davalı Termik Santral Tarafından Meydana Getirildiği İddia Edilen Kirli Hava Nedeniyle Manevi Tazminat Davası )

818/m.41/1,43,49

2709/m.17,56

2872/m.28

ÖZET : Haksız fiilden kaynaklanan bir tazminat davasında, sorumluluğun doğabilmesi için davranış ( fiil ), zarar, illiyet bağı, kusur ve hukuka aykırılık unsurlarının tümünün gerçekleşmiş olması gerekir. Birinin eksik olması durumunda sorumluluktan sözedilemez. Bu cümleden olarak, diğer bütün unsurlar gerçekleşmiş olsa bile zarar yok ise, tazminat isteminin reddi gerekecektir.

Somut olayda davacı, davalı tarafından meydana getirildiğini iddia ettiği kirli hava nedeniyle bir rahatsızlığa uğradığını, vücut bütünlüğünde bir eksilme meydana geldiğini kanıtlayamamıştır. Esasen dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının kirli hava nedeniyle kendisi, ailesi ve hemşehrileri adına endişe duyduğu ve bu nedenle manevi tazminat istediği anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi davacı sağlığındaki somut bir eksilmeye dayanmamaktadır. Hukuk sistemimiz bu tür bir üzüntünün karşılanmasına imkan vermemektedir. Davalının sebep olduğu ileri sürülen kirli hava davacının sağlığı yönünden bir tehlike yani bir ihtimal oluşturmuştur. Ancak az yukarıda değinildiği gibi "ihtimal" tazmin borcunun doğabilmesi için yeterli olmayıp "zarar"ın doğmuş olması gerekmektedir.

DAVA : Davacı Bedriye vekili tarafından, davalı T.... Genel Müdürlüğü aleyhine 11.12.2000 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.6.2001 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalı T.... Genel Müdürlüğünün sorumluluğunda faaliyet gösteren Termik Santralin çevreye zarar verdiğini, bu durumun 17-18 senedir devam ettiğini, Aydın idari Mahkemesi kararının uygulanmadığını müvekkilinin doktor olup bu konuda geniş bir arşive sahip olması nedeniyle endişe ve eleminin daha da yoğunlaştığını, davalının eyleminin Anayasanın 17 ve 56. maddelerine aykırı olduğunu, santralin çevre ve insan sağlığına zararlı inversion etkisi ve mahkeme kararına rağmen tam kapasite çalışmaya devam ederek yarattığı zararlarla müvekkilinde; kendisi, ailesi, hemşehrileri ve kenti açısından derin üzüntü, endişe ve eleme yolaçtığını ayrıca bu zararlı faaliyetiyle Anayasal temel hakları ihlal ederek bireyin kişilik haklarına ağır saldırıda bulunduğunu ileri sürerek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı vekili ise iddiaları kabul etmemiş, santralin hava kalitesi kontrol yönetmeliği hükümlerine uygun olarak faaliyetini sürdürdüğünü, Tübitak'la işbirliği yapılması sonucu sürekli ölçüm yapıldığını, SO2 gazının belli bir orana ulaşması durumunda faaliyeti yavaşlattıklarını veya durdurduklarını, SO2 gazının emisyonunun önlenmesi için baca gazı arıtma tesislerinin bitme aşamasına geldiğini, Yatağan'daki hava kirliliğinde kentsel ısınmada kullanılan kömürlerin etkili olduğunu, istenen miktarın fahiş olduğunu, santralin ilçenin sosyal ve ekonomik kalkınmasında çok büyük rolü olduğunu, nimet ve külfetin paylaşılması gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, santralin Aydın Birinci idare Mahkemesinin 30.12.1996 tarihli kararına rağmen çevre kirliliği ile ilgili önlemler alınmadan, faaliyetini sürdürdüğü, bunun haksız eylem teşkil ettiği, ayrıca Anayasanın 17 ve 56. maddelerine aykırılık oluşturduğu, Medeni Kanununun 24 ve BK. 49 maddelerine göre manevi tazminat istenebileceği, ancak BK.nun 43. maddesinin de gözönüne alınması gerektiğine işaret edilmek suretiyle manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Mahkemece de kabul edildiği gibi dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkin olduğundan öncelikle haksız fiilin tanımı ve unsurları üzerinde durulmalıdır. BK.nun 41/1 maddesine göre "gerek kasten, gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir suretle diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, zararın tazminine mecburdur". Kusur sorumluluğu olarakta tanımlanan haksız fiil sorumluluğunun kurucu unsurlarının 1- Davranış ( fiil ), 2- Zarar, 3- İlliyet bağı, 4- Kusur, 5- Hukuka aykırılık olduğu tartışmasızdır. Sorumluluğun doğabilmesi için bu unsurların tümünün gerçekleşmiş olmalıdır. Birinin eksik olması durumunda sorumluluktan söz edilemez.

Dava konusu olay yönünden öncelikle "zarar" unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun incelenmesi uygun görülmüştür. Zira, diğer bütün unsurlar gerçekleşmiş olsa bile "zarar" yok ise tazminat isteminin reddi gerekecektir. Bu açıdan zarar, haksız fiil sorumluluğunun en önemli unsurunu oluşturmaktadır. Tazminat borcunun doğabilmesi için belli bir zararın gerçekleşmesi gerekir. Zarar olmayan yerde hukuki sorumluluk yoktur. Ceza hukukunda suça teşebbüs, failin cezalandırılması için yeterli olduğu halde sorumluluk hukukunda zarar vermeye teşebbüs, tazminat borcu doğurmaz. Zira, sorumluluk hukukunun başlıca amacı cezalandırmak değil, gerçekleşen zararı karşılamaktır. ( Bkz. Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler 7. Bası, Ekim 2001 İstanbul Sahife - 487 )

Somut olayda davacı, davalı tarafından meydana getirildiğini iddia ettiği kirli hava nedeniyle bir rahatsızlığa uğradığını, vücut bütünlüğünde bir eksilme meydana geldiğini kanıtlayamamıştır. Esasen dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının kirli hava nedeniyle kendisi, ailesi ve hemşehrileri adına endişe duyduğu ve bu nedenle manevi tazminat istediği anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi davacı sağlığındaki somut bir eksilmeye dayanmamaktadır. Hukuk sistemimiz bu tür bir üzüntünün karşılanmasına imkan vermemektedir. Davalının sebep olduğu ileri sürülen kirli hava davacının sağlığı yönünden bir tehlike yani bir ihtimal oluşturmuştur. Ancak az yukarıda değinildiği gibi "ihtimal" tazmin borcunun doğabilmesi için yeterli olmayıp "zarar"ın doğmuş olması gerekmektedir.

Davacının dinlettiği tek tanık Yasemin, davacının doktor olduğunu, kirli hava nedeniyle çıkan haberler yüzünden davacının panik yaşadığını, ancak Yatağan'ı bırakıp gitmek yerine kirli hava ile ilgili önlemler alınması yolunda kamuoyu oluşturmaya çalıştığını, davacıya gelen hastaların ne olacak, biz böyle ölecek miyiz, demeleri karşısında davacının panik yaşadığını, Belediye ve Kaymakamlık tarafından yapılan anonslar neticesinde hep beraber ruhsal bunalım geçirdiklerini söylemiştir. Tanığın bu ifadesinin zarar unsurunu gerçekleştiğinin kanıtı olamayacağı açıktır.

O halde diğer yönlerin incelenmesine gerek görülmeden davanın reddi gerekir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle ( BOZULMASINA ), 11.7.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY AÇIKLAMASI : Dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalı T... Genel Müdürlüğünün sorumluluğunda faaliyet gösteren Termik Santralin çevreye zarar verdiğini, bu durumun 17-18 senedir devam ettiğini, Aydın idari Mahkemesi kararının uygulanmadığını müvekkilinin doktor olup bu konuda geniş bir arşive sahip olması nedeniyle endişe ve eleminin daha da yoğunlaştığını, davalının eyleminin Anayasanın 17 ve 56. maddelerine aykırı olduğunu, santralin çevre ve insan sağlığına zararlı inversion etkisi ve mahkeme kararına rağmen tam kapasite çalışmaya devam ederek yarattığı zararlarla müvekkilinde; kendisi, ailesi, hemşehrileri ve kenti açısından derin üzüntü, endişe ve eleme yolaçtığını ayrıca bu zararlı faaliyetiyle Anayasal temel hakları ihlal ederek bireyin kişilik haklarına ağır saldırıda bulunduğunu ileri sürerek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı vekili ise iddiaları kabul etmemiş, santralin hava kalitesi kontrol yönetmeliği hükümlerine uygun olarak faaliyetini sürdürdüğünü, Tübitak'la işbirliği yapılması sonucu sürekli ölçüm yapıldığını, SO2 gazının belli bir orana ulaşması durumunda faaliyeti yavaşlattıklarını veya durdurduklarını, SO2 gazının emisyonunun önlenmesi için baca gazı arıtma tesislerinin bitme aşamasına geldiğini, Yatağan'daki hava kirliliğinde kentsel ısınmada kullanılan kömürlerin etkili olduğunu, santralin ilçenin sosyal ve ekonomik kalkınmasında çok büyük katkısı bulunduğunu, nimet ve külfetin paylaşılması gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece santralin, bu günkü haliyle işletilmesinin durdurulmasına ilişkin istemin reddi üzerine, bu red kararının öncelikle yürütülmesinin durdurulması ve iptaline ilişkin idari mahkemelerince verilen kararlara karşın halen santral işletilmektedir. Bu çalışma sonucu santralin çevreye ve insan sağlığına zarar verdiği dosya kapsamı ve eki olan dosyalardaki kanıtlarla sabittir. Bu haliyle aynı ortamda yaşayan davacının endişe ve üzüntü duymaması düşünülemez. Dolayısıyla zarar gördüğü kabul edilmek gerekir. Bu nedenle istemin kısmen kabulü yönünde hüküm kurulmuştur.

Kararın davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine daire, davacının zararını kanıtlayamadığını belirterek, dava reddedilmek üzere bozulması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bozma kararına ve dayanılan gerekçeye katılamıyorum. Şöyle ki;

Dava, çevrenin kirletilmesi sonucu uğranılan kişisel zararın ödetilmesine ilişkindir. Diğer bir anlatımla davacı, çevresel zarar nedeniyle değil, çevrenin kirletilmesi sonucu uğradığı manevi zararını istemektedir.

Bozma kararında, sorumluluğun koşulları ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Bunları tekrar etmeyeceğim. Ancak sorumluluğun önemli bir koşulu olan zarar kavramı üzerinde kısaca durmak istiyorum. Zarar, bir kimsenin malvarlığındaki eksilmedir. Başka bir anlatımla zarar verici eylemden önceki malvarlığı ile eylemden sonraki malvarlığı arasındaki fark zarardır. Bu maddi zarar olabileceği gibi, manevi zararda olabilir. Her somut olayda her iki tür, özellikle manevi zararın miktarını tam olarak belirlemek çoğu zaman olanaksızdır, işte bunun içindir ki, maddi zararın miktarının tam olarak belirlenememesi durumunda yargıca BK. 42. maddesi uyarınca zarar miktarının belirleme yetkisi verilmiştir. Yine manevi tazminatında aynı yasanın 49. maddesine göre yargıç tarafından takdir edileceği hükme bağlanmıştır. Bunun içindir ki, her somut olayda, zararın olup olmadığı ve miktarının o olaya özgü yöntemlerle belirlenmesinde zorunluluk ve gereklilik vardır.

incelemekte olduğumuz olay, çevre kirliliği sonucu verilen zararla ilgilidir. Davacı dilekçesinde, idare mahkemesinin kararlarına ve bu kararların dayanağı olan santralin çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle, kendisinin, ailesinin ve hemşehrilerinin üzüntü ve endişe duyduğunu, temel yaşama hakkına sınırlama getirildiğini iddia etmiştir.

Şu açıklamalardan anlaşılacağı üzere davacının, teoride "yığın davaları" olarak isimlendirilen ve çevrenin kirletilmesi sonucu, bunun bir veya birkaç kişiyi hatta grupları değil, yığınları, somut olayda olduğu gibi, bir şehri ilgilendirmesi durumunda, bir kişinin açtığı davanın, diğerlerini de kapsar biçimde bir anlam taşımasıdır, ilk bakışta, böyle bir öneri veya teorinin kabul edilemezliği düşünülse dahi, bu öneri ve teorinin yaşama geçirildiği ve uygulandığı ülkeler bulunmaktadır. ( ABD, İngiltere, Kanada, Belçika, Hollanda ...gibi ). Hukukumuzda, yazılı bir düzenleme yapılmadığından bu gün için böyle bir uygulama bulunmamaktadır. Fakat uygulamada bu gereksinme sivil toplum örgütlerinin açtığı davalar sonucu, bu açıklık giderilmektedir. Ancak, gerek zaman ve para kaybını önlemek için, salt bu konularla ilgili olarak "yığın davaları" olarak adlandırılan ve bir veya birkaç kişinin açtığı davalar sonucu alınan kararlar, aynı eylemden zarar görenleri de kapsar biçimde bir düzenlemenin yapılmasında zorunluluk bulunmaktadır.

Kişi, sağlıklı ve doğanın sağladığı olanaklardan yararlanmak hakkına sahiptir. Bu halde, kişinin mutluluğundan ve sağlıklı yaşamından söz edilebilir. Ancak bu halde kişi, kendini geliştirebilir, sağlıklı düşünebilir ve üretici konumuna gelebilir.

Kişi bu değerleri, sağlıklı olmayan bir çevrede elde edemez. Çünkü çevre, insanı etkileyen dış koşulların bütünüdür. Her canlı varlık, hatta cansız varlıklarda, çevredeki fiziksel ve kimyasal ortama göre biçimlenirler, sağlıklı ya da sağlıksız olurlar. Bunun içindir ki, Stockholm Konferansında; "insan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir" ilkesini kabul etmiştir. Bu bildiri bağlayıcı olmasa da, önemli bir belge olarak gözönünde tutulması gereklidir. Çünkü bütün insanlar, özellikle doğanın sağladığı olanaklardan yararlanma hakkına sahiptir. Bu bir çevre hakkıdır. Bu hakkın varlığı için, bir yasal düzenlemeye gereksinme bulunmamaktadır, insanın varoluşu ile, doğada var olan çevre hakkı da varlık kazanmaktadır. Çevre hakkının varlığı, insan haklarının temelini oluşturur, İnsanın değerine, onuruna ve gelişmesine engel teşkil etmeyecek bir çevrede yaşaması, yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur. Böyle bir olumsuzluğun, kişinin ruhsal fiziki ve bedensel bütünlüğünü bozacağı doğaldır. Bu hak, salt insanlar için değil, doğadaki tüm canlı ve cansız varlıklar için gereklidir. Bu tanımdan, doğanında bizatihi kendi hakkı olduğu, kendini yaşatma ve koruma hakkı bulunduğu kabul edilmek gerekir. Diğer bir anlatımla çevre, hem tüm varlıkların üzerinde hak sahibi olduğu bir ortam hem de çevrenin bizzat kendini koruma ve geliştirme hakkı vardır. Çevreye karşı yapılan saldırıların, bizzat ve yine çevre tarafından karşılık verildiği ve bunun sonucunda yine çevre ile birlikte insanın zarar gördüğü bilinen, yaşanan bir olgudur. Çevrenin ve çevre hakkının, ne denli önemli ve vazgeçilmez bir hak olduğu giderek daha iyi anlaşılmakla ve korunması için, son derece etkin çabalar harcanmaktadır. Bunun içindir ki çevre hakkı, giderek önem kazanmıştır.

Temyiz dilekçesinde ve bozma ilamının gerekçesinde yer aldığı üzere davalının, yürüttüğü iş itibariyle çevre halkına iş olanağı sağladığı, çevre ile birlikte ülke ekonomisine yarar sağladığı konusuna gelince, böyle bir olgudan dolayı davacının ve bu bağlamda çevre halkının sağlığının tehlikeye sokulması ve olumsuz etkilenmesine hoşgörü ile bakılması sonucunu doğurmaz. Kaldı ki, bu santral, salt bölge halkının değil, toplumun daha geniş olan gereksinmelerini karşılamaktadır. Ve bundan da büyük karlar elde etmektedir. Savunulan ve bozma ilamında yer alan bu gerekçenin, davacıya ne gibi bir yarar sağladığı belirlenmiş de değildir. Çevre halkı üzerinde ekonomik yarar sağladığı kabul edilse dahi, bu yarardan dolayı davacının sağlığının tehlikeye girmesini hukuka uygun hale getirmez. Diğer bir anlatımda başkasına yarar sağlanacak diye, davacının zarar görmesi hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz. Kaldı ki, davalı kurum, alacağı önlemlerle zararları önleme olanağına da sahiptir. Çağın gelişmiş teknik olanakları, bu sonucu sağlayacak güçte ve yeterliktedir. Bu tür çalışma ve önlemlerin alınmadığı da dosyadaki raporlarla sabittir.

Somut olayda davacının, doğal dengesi bozulan bir ortamda yaşadığı açıktır. Bu husus, Türk Tabipler Birliği tarafından hazırlanan rapor ile sabittir. Çok geniş kapsamlı olan bu raporda, Yatağan şehir merkezinde kirlilik oranının normalin çok üzerinde bulunduğu, solunum sistemi hastalıklarının, Muğla iline göre iki kat fazla olduğu, bunun baca gazından kaynaklandığı geniş bir şekilde açıklanmıştır. Yine dosya içinde hava kirliliğini ve bunun sağlık üzerindeki olumsuz etkileri ile ilgili olarak pek çok yayınlar yer almakta ve bu yüzden idari yargı tarafından verilmiş kararlar bulunmaktadır.

Çevre Kanununun 28. maddesi, çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumlu oldukları kuralını getirdikten sonra, kirletenin meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğunun saklı olduğunu düzenleme altına almıştır. Şu düzenleme itibariyle, doğayı kirletenin ve bozanın kusursuz sorumlu olduğu kuralı getirilmiş ve ayrıca verilen zararında genel hükümlere göre ödetilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bundan şu ilkeler çıkarılabilir. Kirleten öder ilkesi ve önleyicilik ilkesidir. Ayrıca, yasadaki bu düzenleme ile bir kusursuz sorumluluk ilkesi getirilmiştir. Diğer bir anlatımla, doğan zarardan dolayı kusurunun bulunmadığını, zarar veren yani davalı kanıtlayacaktır.

Olayımızda davacı, davalıya ait ve davalının işletici olduğu YatağanTermik Santralinin çevreye önemli ölçüde zararlar verdiğini, bu bağlamda kendisinin de aynı çevrede ve ortamda yaşadığını, aynı yerde yaşayanlar gibi önemli ölçüde solunum rahatsızlığı bulunduğunu, tanıklar ve dosyadaki diğer kanıtlarla da bu iddia doğrulanmıştır. Böyle kişisel bir doğrulama olmasa dahi, davacının aynı çevrede yaşadığı, oturma yerinin ve işinin aynı kentte olduğu bu kentinde davalının eylemi nedeniyle kirletildiği açıktır. Böyle bir durumda davacının zarar görmediğini, hatta, yaşamında, verimli çalışmasında ruh dengesinde bir olumsuzluğun bulunmadığı söylenemez. Bu denli açık bir olguyu davacının kanıtlaması da gerekmez. Bu olgu, termik santralin çevreyi kirlettiği ve bu kirliliğinde ürün, kişi ve çevre üzerindeki olumsuz etkisidir. Kirliliğin ürüne zarar verdiği bu yüzden davalının tazminatla sorumlu tutulduğu mahkeme kararları ile de sabittir. Şu halde, bu kadar açık bir olgunun aksini iddia eden kanıtlamalıdır. Yani davalı davacının termik santralin çevreye verdiği bir kirlenmenin bulunmadığını, olsa bile bu kirlenmenin çevreye, kişilere ve bu bağlamda davacıya zarar vermediğini kanıtlaması gerekmektedir. Böyle bir kanıt da getirilmiş değildir.

Açıklanan tüm bu olgular ve dosyada yer alan diğer kanıtlar gözetildiğinde davacının zarar görmediğinden söz edilemeyeceği, mevcut ortam ve olgular itibariyle, zarar görmediğinin davalı tarafından kanıtlanamadığı kabul edilmek gerekir. Bu nedenle de yerel mahkeme kararı hukuka ve yasaya uygundur. Onanması gerektiği düşüncesindeyim. Bu nedenle bozma nedenine katılamıyorum.

Bilal KARTAL

Başkan

 

***

Yatağan Termik Santraliyle ilgili bazı fotoğraflar için burasını tıklayınız.

Yatağan Termik Santrali Hakkında Güncel Haber ve Bilgiler

http://www.kenthaber.com/Arsiv/Haberler/2006/Mayis/31/Haber_141230.aspx

http://www.kenthaber.com/Arsiv/Haberler/2006/Kasim/15/Haber_182612.aspx

http://www.kenthaber.com/Arsiv/Haberler/2006/Kasim/19/Haber_183549.aspx

http://www.ekolojimagazin.com/?s=magazin&id=186

http://ntv-msnbc.com/news/392262.asp

http://www.haberturk.com/yazioku.asp?id=3176

http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=59143,3

http://www.ekolay.net/haber/Haber.asp?PID=99&HID=5&HaberID=435206

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/alarmnews.aspx?DocID=5542684

 

 

 

 


 

Örnek Olay No 8

PETROKOK KARARI
(mANEVİ TAZMİNAT)

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (7 Aralık2006)

Murat Can Baykal

 

T.C.

DANIŞTAY

6. DAİRE

E. 1995/5023

K. 1996/2558

T. 28.5.1996

PETROKOK KULLANIMININ YASAKLANMASI ( Bakanlık Genelgesiyle )

• ÇEVRENİN KORUNMASI ( Bakanlık Genelgesiyle Petrokok Kullanımının Yasaklanması İşleminin Geçerliliği )

• GENELGEYLE PETROKOK KULLANIMININ YASAKLANMASI ( Bakanlık Genelgesiyle )

2709/m.56

2872/m.1,3

ÖZET : Petrokokun diğer yakıtlara göre bazı üstünlükleri bulunmakta ise de yüksek oranda zehirli madde içermesi ve türkiye koşullarında kullanılmasının sakıncalı olması nedeniyle, kullanımının yasaklanmasına ilişkin bakanlık genelgesi yasaya uygundur.

Davanın Özeti: Isınmada petrol koku kullanımının yasaklanmasına ilişkin 13.1.1995 günlü, 0175-0098-353 sayılı genelgenin, Resmi Gazetede yayımlanmadığı, davalı bakanlığın 24.5.1995 günlü, 1089-3554 sayılı yazısı ile genelgenin şirketlerine tebliğ edildiği, petrol koku veya petrokokun petrol rafinerilerinden elde edilen bir ürün olduğu, petrol koku kullanımının yasaklanmasının tek gerekçesinin petrol kokunun sözde kanserojen özelliklerinden dolayı ısınmada soba ve kaloriferlerde kullanımının önlemeye çalışılması olduğu, kokun kükürt içeriğinin doğrudan elde edildiği ham petrole bağlı olduğu ve petrokokun yakıt olarak kullanılabilirliği konusunda kükürt oranının önemli kısıtlamalar getirdiği, petrol kokunun kömüre oranla en önemli avantajının yüksek ısı değeri ve yok denecek kadar az olan kükürt miktarı olduğu ve kükürt oranının petrokokta diğer kömürlere göre daha düşük miktarda bulunduğu, petrol kokunun yanması sonucunda önemli oranda katı atık ( kül ) kalmadığı için toplam kükürdün tamamını yanar kükürtün oluşturduğu, petrokok ve bütün fosil yakıtların oluşumları sırasında polisiklik aromatik hidrokarbonların meydana geldiği, organik malzemelerin tam olarak gerçekleşmeyen yanmaları veya pirolizleri sırasında birkaç yüz tane farklı polisiklik aromatik hidrokarbonların oluşabildiği, konunun sadece polisiklik aromatik hidrokarbonlar açısından bile irdelendiğinde petrol kokunun linyitlere oranla çok daha az orana sahip olduğu, Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği uyarınca hava kirliliğiyle mücadelede kükürt oranı, partikül miktarı gibi kriterler esas alındığında kömür ve petrokok içinden çok daha iyi seçim yapılabileceği, Fresenius Enstitüsünden Arjantin petrol koku ve Türk Linyiti numunelerinin analizinin istenildiği ve çıkan sonuçlarda linyit numunesindeki nikel konsantransyonunun alışılmamış derecede yüksek olduğu, Arjantin petrol koku numunesindeki miktarın ihmal edilecek kadar düşük olduğu, Türkiye`de petrokokun yanacağı bir sobanın olmadığı iddia edilmekte ise de; belirli bir yakıt için ortaya konmuş soba standartının ve bunun bilimsel temelinin bulunmadığı, petrokokun yakılma ortamlarında sıcaklığın 800 derecenin üstünde tutulması gerektiği, bu sıcaklığın altındaki yanma koşullarında petrokoktan yeterince enerji elde edilemeyeceği, sobada yanma incelenmelerinin sonucuna göre petrol kokunun Türkiye`de Linyitlere göre atık ( kül ) miktarı, havaya attığı kükürt miktarı ve şehircilik açısından daha uygun olduğu, bütün bunlar değerlendirildiğinde petrokokun kanserojen bir özelliği bulunmadığının anlaşıldığı, petrokokun mevcut yakıtların hepsinden çok daha yüksek ısı değerine sahip olduğu, yok denilecek kadar da az kül oluşturduğu, büyükşehirlerdeki kül ve cüruf sorununun petrokok kullanımıyla tamamen ortadan kalktığı, bu özelliği nedeni ile daha az tonajlarda daha çok haneyi ısıtacağı için kükürt, kül gibi oranlara sahip kümürlerin daha az kullanılmasına neden olacağından dolayı çevre ve sağlık açısından, kanser ve kirlilikle mücadelenin denetlenmesi için çok önemli bir yakıt olduğu öne sürülerek bilirkişi incelemesi yaptırılarak iptaline karar verilmesi istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Davanın süresi içerisinde açılmadığı, bakanlıklarınca yaptırılan inceleme ve çeşitli kuruluşlardan alınan raporlar sonucunda, petrokokun bazı kimyasal özelliklerinin bir arada gözlenmesi nedeni ile işçileri ve petrokok ile direkt teması olan insanları yoğun tehlike altında bıraktığı, petrokokta bulunan Benzo ( a )piren, Benzo ( a )antrasen, Dibenzo ( a,h )antrasen vb. gibi maddelerin kanserojenliği araştırılmış önemli Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlar diye isimlendirilen kanserojen maddelerden olup 2 Kasım 1986 tarihli Hava Kalitesinin Koruması Yönetmeliğinde belirtilen kanser yapıcı maddeler listesinde bulunduğu, ısınma amaçlı kullanılan petrokok yanma ürünlerinde kükürtdioksit emisyonlarının yanı sıra ham petrolün işlenmemiş durumda ihtiva ettiği tüm uçucu parametreleri ve kirleticileri içermesinden dolayı insan sağlığı açısından zararlı emisyonlar oluşturduğu, petrokokların yakılma ortamları sıcaklığının 800 derecenin üstünde tutulmasının ekonomik açıdan önem taşıdığı, bu sıcaklığın altındaki yanma koşullarında petrokoktan tümüyle yararlanılabilecek bir enerji elde edilmesinin mümkün olamayacağı, evlerdeki eski cihazların yüksek kalorili yakıtların kullanımı işin gerekli havayı sağlayamadığı, bunun sonucunda kokusu olmayan fakat şok gelirli karbonmonoksitin dışarı verildiği, bu gazın hava kirliliği problemi olan şehirlerde emisyon faktörlerinin en tehlikelilerinden olduğu, tüm bu bulgular ışığında petrokokun evsel yakıt olarak kullanılmasının önemli çevresel riskler getireceğinin saptandığı ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Sağlık Bakanlığı, Maden Tetkik Arama Genal Müdürlüğü ve Türk Standartları Enstitüsü temsilcileri ile yapılan toplantı ve kurumların yazılı görüşleri doğrultusunda petrol kokunun ısınmada kullanımının yasaklandığı, dava konusu işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı öne sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

Tetkik Hakimi A.A.`nın Düşüncesi: Dava, ısınmada petrol koku kullanımının yasaklanmasına ilişkin 13.1.1995 günlü, 95/1 sayılı Çevre Bakanlığı Genelgesinin iptali istemiyle açılmıştır.

Dosyada mevcut bütün bilgi ve belgelerle, raporların birlikte değerlendirilmesinden, petrokokun petrol rafinerilerinden elde edilen bir ürün olduğu, en az 800 derecedeki bir sıcaklıkta kullanılması gereken petrol kokunun konutlardaki sobalarda ısınmak amacıyla kullanılması halinde hava kirliliğine neden olacağı, bu sıcaklığın altında yakılması durumunda kanserojen etkili ve Polisiklik Aromatik Hidrokarbon olarak tamınlanan bir dizi organik maddenin atmosfere verileceği, petrokokun sadece teknik bakış açısından klasik yakıtlara göre bazı üstünlükleri ( yüksek ısı değeri, kükürt ve uçan ağır metallerin azlığı gibi ) görülüyorsa da; yeterli çevre koruyucu tedbir almadan ve petrokok ile çalışan ve kullananların gerekli önlemleri almadan kullanmamaları için uyarılması gerektiği, zira kişileri yoğun tehlike altında bıraktığı, az miktardaki avantajlarına karşı yüksek oranda zehirli meddeler içerdiği, bu nedenle kullanımının toksikolojik nedenlerden dolayı sorumluluğu altına girilemeyecek derecede tehlikeli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, ısınmada petrokokun kullanılmasının insan ve çevre sağlığı açısından riskler taşıdığından bahisle yasaklanmasına ilişkin dava konusu genelgede mevzuata aykırılık bulunmadığından davanın reddi gerektiği düşünülmektedir.

Savcı T.Ö.`nün Düşüncesi: Dava, ısınmada petrol koku kullanımının yasaklanmasına ilişkin 13.1.1995 günlü ve 95/1 sayılı Çevre Bakanlığı Genelgesinin iptali istemiyle açılmıştır.

Dava konusu genelge ile petrol kokunun kanserojen özelliklerinden dolayı özellikle ısınmada soba ve kaloriferlerde kullanımının yasaklanması hakkında davalı idareye çeşitli kurum ve kuruluşlardan intikal eden rapor ve görüşler doğrultusunda ısınma amaçlı petrol koku kullanımının yasaklanmasıa karar verilmiştir.

Dosyada mevcut Almanya`da bulunan petrol ve çevre analizi laboratuvarının, "Petrokokun çevreye zararlı etkilerinin analizine ilişkin raporunda" ham petrolün işlenmemiş durumda ihtiva ettiği tüm uçucu olmayan metallerin ve kükürt bileşimlerinin önemli bir bölümünün petrokokta zenginleşmiş olarak mevcut olduğu; kullanımı sırasında büyük termik santrallerde uygulanan duman yıkama işlemi olmadan büyük miktarlarda kükürtdioksidin havaya verildiği, havaya verilen kirliliğin yakım ortamının soğukluğu ve düşük hava cereyanında süratle tehlikeli yoğunluğa ulaşacağı belirtilmiş; yine Freiburg Çevre Kimyası Enstitüsünün, "Petrokokun evlerde yakıt olarak kullanılması ile ilgili raporunda"; Petrokokun taş kömürü veya linyitin evlerdeki yakımında olduğu gibi kullanıldığından hareket edildiği ve eski cihazların yüksek kalorili yakıtların kullanımı için gerekli yeterli havayı sağlayamadığı, yarım yanma hadisesinin gerçekleşebileceği ve bu durumda kokusu olmayan fakat çok zehirli olan karbonmonoksidin dışarı verileceği, bu nedenle linyit ve taşkömürü yerine petrokok kullanılacağı zaman bu şekilde sonucun ortaya çıkmayacağının garanti altına alınması gerektiği, yarım yanma hadisesinde daha tehlikeli olan nikelkarbonilin ve PAK ( polisiklik aromatlar ) emisyonlarını da arttıracağı; yine petrokokun bileşiminde bulunan PAK`ların kanser oluşturan maddeler içerdiği ve petrokokun kürekle sobaya ve kazana atılması halinde işlemi yapan kişilerin tozu solunum ve cilt yolu ile almalarının kaçınılmaz olduğu; sonuç olarak petrokokun, sadece teknik bakış açısından klasik yakıtlara göre bazı üstünlükleri yüksek ısı değeri, kükürt azlığı, uçan ağır metallerin azlığı gibi ) görülüyorsa da; yeterli çevre koruyucu tedbir almadan ve petrokok ile çalışan ve kullananların gerekli önlemleri almadan kullanmamaları için uyarılmaları gerektiği, zira kişileri yoğun tehlike altında bıraktığı, az miktardaki avantajlarına karşı yüksek oranda zehirli maddeler içerdiği, bu nedenle kullanımının, toksikolojik nedenlerden dolayı sorumluluğu altına girilemeyecek derecede tehlikeli olduğu açıklanmıştır.

... Teknik Üniversitesi Kimya Metalurji Fakültesi Kimya Mühendisliği öğretim üyeleri tarafından Çevre Bakanlığına sunulan görüşte de; yine petrokokun yapısı itibariyle ağır ve kömüre göre çok daha kararlı moleküllerden oluşması nedeniyle çevreye zarar vermeden yakılabilmesinin ancak özel şartlar sağlandığında mümkün olabileceği, yüksek Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlar içeriği nedeniyle kesinlikle tehlikeli atık sınıfında değerlendirilmesinin gerektiği belirtilmiştir.

Dosyada mevcut yukarıda içeriği belirtilen raporlar ve ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri karara esas alınabilecek nitelikte görüldüğünden, ayrıca bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, ısınmada petrol koku kullanımının insan ve çevre sağlığı açısından riskler taşıdığından bahisle yasaklanmasına ilişkin dava konusu genelgede kamu yararına aykırılık bulunmadığından davanın reddi gerektiği düşünülmektedir.

Türk milleti adına karar veren Danıştay Altıncı Dairesince duruşma için önceden belirlenen 28.5.1996 gününde davacı vekili Av. ... ile davalı idareyi temsilen Hukuk Müşaviri ... ve Çevre Kirliliği Önleme ve Kontrol Genel Müdürlüğü Personeli Kimya Mühendisi ...`nın geldikleri görülerek Savcı T.Ö.`nün katılmasıyla duruşma yapıldıktan ve Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten sonra dosyada yer alan belgeler incelenerek işin gereği görüşüldü: Davalı idarenin süre def`i yerinde görülmedi.

Dava, ısınmada petrol koku kullanımının yasaklanmasına ilişkin 13.1.1995 günlü, 0175-0098-353 sayılı genelgenin iptali istemiyle açılmıştır.

2709 sayılı T.C. Anayasasının 56. maddesinde; "Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir" hükmüne yer verilmiş,2872 sayılı Çevre Kanunu`nun 1. maddesinde de; "Bu Kanunun amacı, bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi, ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemek" olduğu hükme bağlanmış ve yukarıda sayılan hususlarda Çevre Bakanlığı`na 443 sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile düzenleme yapma yetkisi verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, petrol kokunun kanserojen özelliklerinden dolayı özellikle ısınmada soba ve kaloriferlerde kullanımının yasaklanması hakkında davalı idareye çeşitli kurum ve kuruluşlardan intikal eden rapor ve görüşler doğrultusunda konunun değerlendirilmesi amacıyla Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü ile Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı temsilcilerinin katıldığı bir toplantı düzenlendiği, toplantı sonucunda ısınma amaçlı petrol koku kullanımının yasaklanmasına karar verilerek dava konusu genelgenin yayınlandığı anlaşılmaktadır.

Dosya içerisinde mevcut olan Almanya`da bulunan petrol ve çevre analizi laboratuvarının, "Petrokokun çevreye zararlı etkilerinin analizine ilişkin" raporunda; Petrokokun rafinerilerin kok tesislerinde kuvvetli termik etki verilerek elde edilen katı madde olduğu ve ana madde olarak karbon ihtiva ettiği, ham petrolün işlenmemiş durumda ihtiva ettiği tüm uçucu olmayan metaller ve kükürt bileşimlerinin önemli bir bölümünün petrokokta zenginleşmiş olarak bulunduğu, hava kirliliği açısından linyit ve yüksk kükürtlü petrokokun kullanımının aynı oranda sakıncalı olduğu, bu kullanım sırasında büyük termik santrallerde uygulanan duman yıkama işlemi olmadan büyük miktarlarda kükürdioksiti havaya vereceği havaya verilen kirliliğin yakım ortamının soğukluğu ve düşük hava cereyanında süratle tehlikeli yoğunluğa ulaşacağı belirtilmiş; yine Freiburg Çevre Kimya Enstitüsünce, düzenlenen "Petrokokun evlerde yakıt olarak kullanılması ile ilgili raporda, Petrokokun, taş kömürü veya linyitin evlerdeki yakımında olduğu gibi kullanıldığından hareket edildiği ve evlerdeki eski cihazların yüksek kalorili yakıtların kullanımı için gerekli yeterli havayı sağlayamadığı, bu durumda yarım yanma hadisesinin gerçekleşebileceği ve kokusu olmayan fakat çok zehirli olan karbonmonoksitin dışarı verilebileceği, bu gazın hava kirliliği olan şehirlerdeki emisyon faktörlerinin en tehlikelisi olduğu, bu nedenle linyit veya taşkömürü yerine petrokok kullanılacağı zaman bu şekilde sonucun ortaya çıkmayacağının garanti altına alınmış olmasının gerektiği, yarım yanma hadisesinin daha tehlikeli olan nikelkarbonilin ve polisiklik aromatik hidrokarbon emisyonlarını arttıracağı: petrokokun bileşiminde bulunan Polisiklik aromatik hidrokarbonların kanser oluşturan maddeler içerdiği ve petrokokun kürekle sobaya ve kazana atılması halinde işlemi yapan kişilerin tozu solunum ve cilt yolu ile almalarının kaçınılmaz olduğu; sonuç olarak petrokokun, sadece teknik bakış açısından klasik yakıtlara göre bazı üstünlükleri ( yüksek ısı değeri, kükürt ve uçan ağır metallerin azlığı gibi ) görülüyorsa da; yeterli çevre koruyucu tedbir alınmadan ve petrokok ile çalışan ve kullananların gerekli önemleri almadan kullanmamaları için uyarılmaları gerektiği, zira kişileri yoğun tehlike altında bıraktığı, az miktardaki avantajlarına karşı yüksek oranda zehirli maddeler içerdiği, bu nedenle kullanımının toksikolojik nedenlerden dolayı sorumluluğu alına girilemeyecek derecede tehlikeli olduğu belirtilmiştir.

... Üniversitesi Çevre Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan "Fosil yakıtlar ve bazı çevresel riskleri" isimli raporda da; petrokokunun petrol rafinerlerinden elde edilen bir petrol yan ürünü olduğu, yakıt kaliteseni orjinal malzemenin belirlediği, petrol hammaddesi ve işlemlerin petrol kokunun en önemli kalite belirleyicisi olduğu, kokun kükürt içeriğinin doğrudan elde edildiği ham petrole bağlı ve kokun yakıt olarak kullanabileceği konusunda önemli kısıtlamalar getireceği, yapılan yanma deneylerine göre 780 dereceye kadar bağıl olarak inert davranan petrokok örneklerinin 800 derecenin üstündeki sıcaklıklarda son derece ve reaktif bir şekilde reaksiyona girdiği ve hemen hemen hiç artık bırakmadan yandığı, buna göre petrokokların yakılma ortamlarının sıcaklığının 800 derecenin üstünde tutulması gerektiği sonucuna varıldığı belirtilmiş ve ... Teknik Üniversitesi Kimya-Metalurji Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü Proses ve Reaktör Tasarımı Anabilim Dalı öğretim üyeleri tarafından Çevre Bakanlığı`na sunulan görüşte de; petrokokun koklaşma reaksiyonları sonucunda oluşan yüksek Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlar içeriği nedeniyle kesinlikle tehlikeli atık sınıfında değerlendirilmesi gerektiği, polisiklik aromatik hidrokarbon ürünlerinin kömürün yanması sonucunda da ortaya çıktığı, ancak petrokok yakıt olmadığı için yapısı itibarı ile ağır ve kömüre göre çok daha kararlı moleküllerden oluşması nedeniyle çevreye zarar vermeden yakılabilmesinin ancak özel şartlar sağlandığında mümkün olduğu ve sonuç olarak da petrokokun evsel yanma verim ve sıcaklığı düşük olan sistemlerde yanmasına izin verilmemesini teminen ithalatının kontrol altında tutulmasının şart olduğu belirtilmektedir.

Dosyadaki bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, en az 800 derecedeki bir sıcaklıkta kullanılması gereken petrol kokunun konutlardaki sobalarda ısınmak amacıyla kullanılması halinde hava kirliliğine neden olacağı, bu sıcaklığın altında yakılması durumunda kanserojen etkili ve Polisiklik Aromatik Hidrokarbon olarak tanımlanan bir dizi organik maddenin atmosfere verileceği, bu maddelerin ise 2 Kasım 1986 tarihli Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliğinde belirtilen kanser yapıcı maddeler listesinde bulunduğu, petrokokun kürekle sobaya ve kazana atılması halinde işlemi yapan kişilerin tozu solunum ve cilt yolu ile almalarının kaçınılmaz olduğu; bütün bunlar gözönüne alındığında petrokokun teknik bakış açısından klasik yakıtlara göre bazı üstünlükleri ( yüksek ısı değeri, kükürt ve uçan ağır metallerin azlığı gibi ) görülüyorsa da; yeterli çevre koruyucu tedbir alınmadan ve petrokok ile çalışan ve kullananların gerekli önlemleri almadan kullanmamaları gerektiği, az miktardaki avantajlarına karşı yüksek oranda zehirli maddeler içerdiği, bu nedenle kullanımının da toksikelojik nedenlerden dolayı sorumluluğu altına girilemeyecek kadar tehlikeli olması yanında Türkiye şartlarına da uymadığı sonucuna varıldığından dava konusu işlemde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.

Dosya içerisinde mevcut olan bütün raporlar, ilgili kurum ve kuruluşların yazılı görüşleri karara esas alınabilecek nitelikte görüldüğünden, ayrıca bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davanın REDDİNE, 28.5.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

 

 


 

Örnek Olay No 9

CARGİLL OLAYI

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (12 Aralık 2006)

Bilal Kalyoncu

Mahkeme :Danıştay 10. Daire

Dosya No :2006/36

Davacı  :TMMOB

Davalı  :Başbakanlık

Konu  :25866 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2005/8944 sayılı Bakanlar Kurulunun Cargill Tarım A.Ş lehine serbest bölge kurulmasına dair kararının  iptali istemidir.

Açıklamalar :Bursa İli Orhangazi İlçesi Gemiç Köyü Karapınar mevkiinde 1634,36,1311,1312,1313 ve 1317 sayılı parsellerde yer alan Cargill Tarım Sanayi ve Tic. A.Ş ye ait mısır işletme tesislerinin bulunduğu alan, İznik gölü ve çevresi koruma havzası olarak koruma altına alınmış ayrıca Tarımsal Niteliği Koruncak alan-sulama alanı ve uzun mesafeli koruma alanı olarak belirtilmiştir.Koruma altında olan toplam 212.240 m² büyüklüğündeki bu arazinin özel endüstri bölgesi olarak ilan edilmesine ilişkin 05.07.2005 tarih ve 25866 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2005/8944 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali için TMMOB dava açmıştır.

Sonuç  :Dava devam etmekte olup, TMMOB’nin  yürütmeyi durdurma istemi kabul edilmiştir.

 

 

 

 

LİNKLER

http://www.milliyet.com.tr/2006/11/04/ekonomi/eko13.html

 

http://www.turhancomez.net/haber.asp?haber_id=17332&kategori=

 

http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?haberno=6026909&tarih=2006-11-26

 

http://www.tmmob.org.tr/modules.php?op=modload&name=News&file=article&sid=1795

 

http://www.bianet.org/2006/07/10/81925.htm

 

http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=54727&KOS_KOD=5&ForArsiv=1

 

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=205436

 

http://www.8sutun.com/node/23252

 

 

Hakkında mahkemelerce verilmiş iki kapatma ve bir yürütmeyi durdurma kararı olsa da, bu güne kadar bir gün bile kapatılamayan Cargill.(Bkz Ek 2)

Genetiği değiştirilmiş mısırdan ürettiği tatlandırıcılarla Anadolulu pancar üreticisinin düşmanı Cargill.

AKP Bakanlar Kurulu’nun, 6 milyon şeker pancarı üreticisinin gözünün içine baka baka, 2005-2006 dönemi için Cargill’in ürettiği tatlandırıcı kotasını %50 arttıran kararını ancak Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararıyla engellenen Cargill.

Günde 6000 m3 su kullanan fabrikanın kurulu olduğu İznik Ovasında ekim yapan köylünün, toprağını sulayacak suyu onlarca metre derinden çekmek zorunda bırakan Cargill.

Atık suları Karsak Deresi, Marmara Denizi’ni kirletten Cargill.

DOĞADER olarak, işbaşına gelen hükümetlerin yargı kararlarını uygulamaması nedeniyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) görüşülmesi için davacı olduğumuz Cargill.

Başbakan Erdoğan’ın, ABD’yi her gidişinde, ABD Başkanı Bush tarafından (hakkındaki tüm hukuksuzluklara karşın) kolaylık sağlanmasını istediği Cargill.

AKP Hükümetin, ABD Başkanı Bush’un ricasını yerine getirmek için zaman kaybetmeden hazırlıklara giriştiği ve bulunduğu bölgeyi “Özel Endüstri Bölgesi” ilan ederek hukuksuzlukların üzerini kapatmak istediği Cargill.

DOĞADER olarak bir kez daha, AKP Bakanlar Kurulu’nun “Özel Endüstri Bölgesi” karşı iptal ve yürütmeyi durdurmak için davacı olarak açılan mahkemenin sanığı Cargill.

“Özel Endüstri Bölgesi” ilan hakkındaki davada mahkemenin 20 Mart 2006 tarihli kararıyla yürütmeyi durdurma kararı verdiği ve görevini yerine getirmeyen Bursa eski valisi hakkında soruşturma açılmasına karar verdiği Cargill.

2005 Temmuz’unda çıkartılan ve tarım arazilerinde izinsiz yapılaşmaya af getiren yasadan, hukuksal sorunları nedeniyle yararlanamayan Cargill için, AKP iktidarının süreyi uzatmak için canla başla çalıştığı Cargill.

İktidardaki AKP’nin desteğiyle, Haziran 2006’da şeker piyasasını denetleyen “Şeker Kuruluna”da girmeyi başaran Cargill.

Son olarak genetiği değiştirilmiş tohumları (GDO) giriş yollarını yasallaştırmak, dahası tohumlarımızı uluslararası tarım kartellerinin eline geçmesine aracı olacak yeni “Tohum Yasası” için, milletvekillerine yoğun kulis yapan, uluslararası tarım tekeli Cargill.

Ve oyunda son sahne…

13 Eylül 2006 tarihinde Bursa Valiliğinden Osmangazi Kaymakamlığına gönderilen 4912 sayılı belge ile 11.10.2006 tarihinde Cargill’in kapatılması için gerekli işlemlerin yapılması istenmektedir.

Bu haber iktidar tarafından tepkiyle karşılanırken Başbakan Erdoğan, Cargill’in sıkıntısını gidermeyi çoktan aklına koymuştu.

Başbakan Erdoğan ABD’ye gitmeden önce Başbakanlıkta gerçekleştirdiği “Cargill Zirvesi”nde, şirket yetkilileri ve bürokratla “Cargill’i nasıl kurtarırız” konusu masaya yatırıldı. Önerilen çözüm yollarını çantasına koyarak ABD’ye gitti. (Bkz Ek1)

Geçen Cumartesi günü ABD’de Cargill yetkilikleriyle bir araya gelen Başbakan Erdoğan’dan hukuki sorunun çözümü ve mısır bazlı tatlandırıcı kotasının arttırılması konusundaki istekler karşısında, Ankara’yı arayarak, Cargill’i kurtarmak için kesin çözüm talimatını verdi.

Bursa’daki gelişmelerden de Başbakan Erdoğan’ın haberi olduğu ve gerekli yerleri arayarak Bursa Valiliğinin aldığı kararın uygulanmamasını istediği bize kulaktan dolma gelen haberler arasındadır.

AKP iktidarının, Cargill için giriştiği bu fazla mesai, hukuk devletinin ilkeleriyle barışmaz. Hukuk devletinde, kişiler ve kurumlar, hukuka uyar. Eğer bir iktidar, bir kurumu hukuk dışı uygulamalarına göz yumuyor ve hatta onu kurtarmak için canla başla çalışıyorsa o ülkede hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden söz edilemez.

Hukuk devleti ilkelerini uygulayan uluslarda, mahkeme kararını uygulamak gibi bir kavram olmadığı gibi, görevini yerine getirmeyen kişi ve kurumlar zaman geçmeden cezalandırılırlar. Devlet, yasama, yürütme ve yargı erkleriyle ayakta durur. Bunların herhangi birinin görevini yerine getirmeyişi, devletin zeminini bozar.

Biz DOĞADER olarak yargı kararlarını uygulanması konusunda girişimde bulunan, Bursa Valiliğini destekliyor ve Cargill’i kapatma kararını uygulanmasını bekliyoruz. Bu kararı engelleme girişimlerine karşı her türlü karşı tavrı göstereceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.

Son olarak Bursa Valimizden, Uludağ Milli Parkı sınırları içinde, 1. ve 2. Gelişim Bölgeleri’ndeki otel ve kamu tesislerinin, ruhsatsız ve kaçak oldukları için yıkılması konusunda aynı kararlılığı göstermesini bekliyoruz.

DOĞADER
Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği
Tel: (0224) 222 96 01

Sehreküstü Mah. Cemal Nadir Cad.
Koyuncuoğlu Apt. No:5 Kat:2 BURSA


Ek 1:

Başbakan Erdoğan'dan ABD'li Cargill'e 'özel' ilgi

ABD gezisine, Cargill konusuna 'çalışarak' çıkan Başbakan, Ankara'ya "Sorunu çözün" talimatı verdi. Tarım arazisine tesis yapan Cargill'in 'sorunları' hafta sonu Başbakanlık'ta ele alındı.
http://www.milliyet.com.tr/2006/10/05/ekonomi/aeko.html
Önder Yılmaz – Ankara

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ABD gezisinde, tarım arazileri üzerine kanuna aykırı tesis yapan Cargill'in yetkilileriyle yaptığı görüşmenin ardından Ankara'ya, "Cargill sorununu çözün" talimatı verdiği ortaya çıktı. Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe ile ilgili bürokratlar, hafta sonu Başbakanlık'ta "Cargill zirvesi" gerçekleştirdiler. Pepe, "Toplantıya çevre için katıldım" dedi.
Edinilen bilgilere göre, Erdoğan, ABD gezisine çıkmadan önce Cargill konusunda Ankara'da bir dizi temas yaptı. Şirket yetkilileri ile bürokratlar, ABD temaslarında gündeme gelecek olan Cargill konusunda çözüm yolu bulunması için bir araya geldiler. Bu amaçla hazırlanan Cargill dosyası Erdoğan'ın çantasına konuldu.

Erdoğan, geçen cumartesi New York'ta Cargill yetkililerine, çözüm için atılan adımları anlattı. Şirket yetkilileri, hukuki sorunun çözümü ve kota uygulamasının esnekleştirilmesi talebinde bulundular. Erdoğan, görüşme sonrasında ABD'den Ankara'ya talimat vererek 'kesin çözüm' istedi. Hafta sonu olmasına rağmen Dinçer, Coşkun, Pepe ve bürokratlar Başbakanlık'ta toplantı yaptı.

Yasal çalışma yapılabilir
Toplantıda, mahkemenin iptal ettiği, tesis kurulmasına olanak veren imar planı ile Bursa İl Mahalli Çevre Kurulu'nun deşarj izinleri üzerinde hukuki değerlendirme yapıldığı öğrenildi. Çevre planının değiştirilmesi veya tarım arazilerine izinsiz yapı yapanlara 19 Temmuz 2005'te getirilen affın, yeni bir yasal düzenlemeyle uzatılması alternatiflerinin ele alındığı öğrenildi. Yasal çalışma yapılması alternatifinin ağırlık kazandığı bildirildi.
Cargill'in nişasta bazlı şeker kotası engeline takılmama talebinin de ele alındığı belirtildi.

Pepe doğruladıPepe, "Hafta sonu toplanıldı. Bizi sadece emisyon ve deşarj konuları ilgilendiriyor. Hukuki altyapıyı ve diğer hazırlıkları, incelemeleri Sanayi Bakanlığı yürütüyor" dedi.

Af çıkarıldı ama Cargill yararlanamadı
ABD'li Cargill firması, Bursa Orhangazi'de 200 bin metrekare tarım arazisi üzerine kanuna aykırı tesis kurmuştu. Yapılan itirazlar ve açılan davalar üzerine Cargill'in nişasta fabrikası kurmasına olanak veren imar planıyla Bursa İl Mahalli Çevre Kurulu'nun deşarj izinleri iptal edilmişti. Dava sürerken Bakanlar Kurulu, tesisin faaliyete devam etmesine karar vermişti.
Yapılan itiraz üzerine Danıştay 1. Dairesi, Bakanlar Kurulu ve Çevre Bakanlığı'nın izinlerinin kanunsuz olduğu tespitini yaparak kararları iptal etmişti.
3 Temmuz 2005'te çıkan kanunla tarım arazilerinde izinsiz yapılaşmaya gidenlere metrekaresine 5 YTL ödemek şartıyla kısmi af getirilmişti. Cargill hukuki sorunlarını halledemediği için 19 Ocak 2006'da biten af için başvuru yapamamıştı.
Daha sonra çıkarılan Endüstriyel Bölgeler Kanunu'ndan da istediği sonucu alamayan Cargill için Haziran 2006'da AKP yeni bir yasal teklif hazırlamıştı. 19 Ocak 2006'da sona eren af tarihini 6 ay uzatmayı öngören teklif, CHP'nin itirazı ve bazı AKP'li milletvekillerinin tavrı üzerine alt komisyona sevk edilmişti.

EK 2

CARGILL KİMDİR ?

Cargill Türkiye'de önde gelen yaş mısır kırım şirketlerinden biridir. Şirket, Bursa-Orhangazi ve İstanbul-Pendik'te üretim yapmaktadır.
Cargill Nişastalar & Tatlandırıcılar Türkiye şirketi, doğal mısır nişastasını gıda sektöründeki, tatlılar, hazır toz karışımlar, unlu mamuller, işlenmiş hazır gıda ve hazır paket ürünleri üreten şirketlere sunmak üzere üretmektedir. Aynı şekilde, oluklu mukavva, kağıt, yapıştırıcı ve tekstil alanlarındaki müşterileri içinde mısır nişastası üretimi yapmaktadır. Glikoz ve fruktoz şurupları gıda sektöründe şekerleme, bira, işlenmiş gıda, meşrubat, tatlılar, dondurma, helva ve reçel üreten firmalar tarafından kullanılmaktadır. Yem ürünleri ise, süt ve besi hayvanları, kümes hayvanları ve balıklar içindir. Mısır özleri ise mısır yağı endüstrisinde kullanılmaktadır. Bazı özel tip nişasta ve tatlandırıcı ürünleri ise, bir Cargill Şirketi olan Cerestar'dan ithal edilmektedir.
Cargill, Bursa ve İstanbul tesislerinde 440 bin ton glikoz ve fruktoz şurubu üretmektedir. Son yıllarda pancar şekeri yerine daha karlı olduğu için çok sayıda sanayici bu fabrikada üretilen nişasta kökenli glikoz ve fruktoz kullanmaya yönelmistir. Oysa Türkiye kendi şeker ihtiyacını şeker pancarından karşılayabilecek bir ülkeydi. Mısır nişastasından üretilen mısırların Türkiyedeki üretimi talebe yetmediği için (3 milyon tonluk talebin 1 milyon tona yakini ithal edilmekteydi) hukuksuz kalan bu fabrikaya giren mısırların Arjantin ve ABD kökenli ithal mısırlar ve bunların da GDO’lu oldukları yönünde ciddi tereddütler vardır.
Bu fabrikayla Cargill iki değil üç kuş vurdu. Bir yandan şeker pancarı yerine mısırdan elde edilen şeker üretimiyle tarımda ve tüketimde egemenlik kurdular. Diğer yandan da daha karlı bir girdiye kavuştular. Ancak bunun sonucunda gıda egemenliğimiz ve güvenliğimiz ciddi bir tehditle karşı karşıya kaldı. Çünkü bu fabrikadaki mısırların Türkiye'ye GDO analizi yapılmadan girdiğini biliyoruz. Şeker üretiminde mısır şurubuna yönelinmesi, hem şeker pancarını ve aileleriyle birlikte 6 milyonluk bir emek nüfusunu yok etme tehditi getiriyor hem de tüketicilerin güvenli gıda tüketme hakkını tehdit ediyor.

Cargill küresel tahıl pazarını kontrol eden en büyük şirkettir. Uluslararası ticaret anlaşmalarının, özellikle de Dünya Ticaret Örgütü’nün kuruluşuyla sonuçlanan Gümrükler ve Ticaret Genel Anlaşması Uruguay Turunun biçimlenmesinde Monsanto ile birlikte aktif rol oynamıştır. Tüm diğer sözde yaşam bilimi şirketleri gibi, yaşam türleri ve canlı kaynaklar üzerindeki patentleri güvence altına alabilmek için pazarladığı tohum ve bitkilerin kendi buluşu olduğunu iddia eder. Cargill’e göre doğanın yaşam ağına ve yenilenme döngülerine riayet eden geleneksel tarım yöntemleri verimsiz ve geri kalmıştır. Bu nedenle, bu sistemlerin, kendi fikri mülkiyeti altındaki GDO’lu ve melez tohumlarla yer değiştirmesini arzulamaktadır. Örneğin 1992’de Hindistan pazarına girerken arıların bitkilerin polenini çaldığını iddia ediyordu; yani açık polenlenen tohumları melez ve kısır tohumlarla ikame etmeyi hedefliyordu.
Mahkemenin verdiği karar bu açıdan da sonderece isabetli olmuştur.

Tarihçe
1865 yılında ABD'de kurulan ve 1960 yılından bu yana Türkiye'de de faaliyet gösteren Cargill'in dünyanın 57 ülkesinde, 90 bin çalışanı bulunuyor.1960 lardan beri Türkiyede çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren Cargill 1989 da glikoz ve nişasta üretimi yapmak amacıyla İstanbul Pendik’de bulunan mısır işleme tesislerini satın aldı.
2000 de Orhangazi’de bulunan mısır işleme tesisi yatırımını tamamlayarak üretime geçti.
2002 Dünya genelinde Cerestar firması satın alındı. Bu çerçevede, Tükiye’de de Cerestar’a ait olan Pendik Nişasta Sanayi hisselerinin %50’sinin Cargill’e geçmesiyle, Ülker Grubu ile eşit hisseli ortaklık oluştu.

 

 

 

 

 


 

Örnek Olay No 10

BERGAMA SİYANÜRLE ALTIN ARAMA OLAYI

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (14 Aralık 2006)

Yıldız Akel

 

Bergama İlçesi Ovacık, Çamköy mevkii altın madeninin siyanürle işletilmesi sonucu Eurogold AŞ’ye açılan davaların kısa kronolojisi:

1989- Enerji Bakanlığı Maden Dairesinden “arama ruhsatı” alınır.

1991- Maden Dairesi Başkanlığından “ön işletme ruhsatı” alınır.

           Orman Bakanlığından “işletme izni” alınır.

1991- Çevre Bakanlığına ÇED raporu için başvurulur.

             Maden işletilmeye başlanır.

1994- Çevre Bakanlığından taahhütnameye bağlı faliyet için ÇED olumludur görüşünü bildiren rapor alınır.

08.11.1994- 652 yuttaş 3 ayrı dava ile İzmir 1 İdare Mahkemesine ÇED raporunun iptali için başvururlar.

20.12.1994- İzmir valiliği oluru ile izleme denetleme komisyonu kurulur ve çalışmalara başlar.

1996- Sağlık Bakanlığından tesis izni alınır.

           İzmir Valiliği Bayındırlık Müdürlüğünden  yapı ruhsatı alınır.

02.07.1996- İzmir 1. İdare Mahkemesi davayı esastan reddeder.

13.05.1997- Danıştay 6. Dairesi İzmir 1.İM kararını BOZAR!

25.06.1997- Çevre Bakanlığı kararın düzeltilmesi talebinde bulunur ancak sonra yargılama sürecinin hızlanması için talebini geri alır.

26.06.1997- İzmir Barosu İzmir Valiliğinden Danıştay kararının uygulanmasını talep eder.

27.06.1997- İzmir Valiliği İzmir Barosuna kesinleşen bir yargı kararı olmadığını ve Enerji Bakanlığının görüşüne göre madenin işlemeye devam edeceğini bildirir.

29.07.1997- Davacı köylüler Çevre Bakanlığına bir ihtarname göndererek Danıştay kararının uygulanmasını talep ederler.

18.08.1997- Çevre Bakanlığı yargı kararının o aşamada uygulanmayacağını bildirir.

15.10.1997- İzmir 1.İM Danıltay kararına uygun olarak ÇED olumludur raporunu iptal eder.

17.10.1997- Mahkeme kararı Çevre Bakanlığına ve İzmir Valiliğine ulaştırılır.

22.10.1997- Mahkeme kararı Çevre Bakanlığına tebliğ edilir.

21.11.1997- Çevre Bakanlığı İzmir Valilipine izleme denetleme komisyonunun durdurulması gerektiğini bildirir.

18.12.1997- Asliye Mahkemesince yapılan keşifle madenin hala işletildipi tespit edilir.

01.04.1998- Danıştay 6. Dairesi İzmir 1. İmnin 15.10.1997 tarihli kararını ONAR!

1998- Eurogold Çevre Bakanlığına başvuruda bulunur. İlave önlemler alındığını bildiren rapor ile madenin yeniden çalıştırılmasını ister.

1999- Eurogold için Başbakanlık aracılığıyla Tübitak tarafından bir rapor hazırlattırılır. Risklerin giderildiğini bildiren raporla madenin yeniden çalıştırılmasını ister.

05.04.2000- Başbakanlık, Sağlık, Çevre, Enerji, Orman, İçişleri, Bayındırlık Bakanlıklarına gönderdiği yazısında işlemin tekemmül ettirilmesini bildirir.

Bu arada Eurogold ismini değiştirerek Normandy Madencilik AŞ olur.

22.12.2000- Sağlık Bakanlığı tesise 1 yıllık deneme izni verir.

01.06.2001- İzmir 1 İM Başbakanlığın “işlem tekemmül ettirilsin” talimatını iptal eder!

27.06.2001- İzmir Barosu İzmir 1.İM kararının uygulanması için Başbakanlığa ve ilgili Bakanlıklara başvuruda bulunur.

26.07.2001- Danıştay Nöbetçi dairesi maden işletmesi hakkında yürütmenin durdurulması kararı alır! Ancak esas hakkında karar vermez.

10.01.2002- İzmir 3. İM Sağlık Bakanlığının verdiği izin karşısında yürütmenin durdurulmasına karar verir.

26.03.2002- Sağlık Bakanlığı yargı kararını uygulamak amacıyla deneme iznini kaldırır ve faliyeti durdurma kararı alır.

01.04.2002- Sağlık Bakanı Osman Durmuş bir açıklama yaparak Bakanlar Kurulunun “mahkeme kararına karşın” Eurogold Madencilik AŞ’nin Ovacık latın Madenini işletmesinin sürdürülmesine ilişkin bir prensip kararı aldığını açıklar. 03.04.2002de gazetelere bu haber manşet olur.

29.03.2002- İzmir Barosu Başkanlığı Bakanlar Kurulu Prensip Kararının iptali için Danıştayda dava açar.

09.04.2002- İzmir Barosu Bakanlar Kuırulu prensip kararının yürütülmesinin durdurulması için  Danıştay 8. Dairede dava açar.

30.07.2002- Danıştay 8. Daire dava konusu işlemin dava dilekçeine eklenmemesi yüzünden dava konusunun açık olmadığı gerekçesiyle davayı reddeder.

07.03.2003- İzmir Barosu Danıştay 8. Dairesinin bu kararını temyiz etmiştir. Danıştay İdari DDGK: Danıştay 8. Dairenin kararını BOZAR!

23.06.2004- Danıştay 6. ve 8. Daireleri müşterek kurulu İzmir Barosu Başkanlığı’nın Bakanlar Kurulunun prensip kararının iptali için açtığı davada ehliyetinin bulunmadığı dolayısıyla davayı reddeder.

27.08.2004- Çevre ve Orman Bakanlığı tesise yeni bir ÇED olumludur raporu verir

İzmir Barosu Başkanığı kararı temyiz eder.

07.10.2004- Danıştay İDDGK: Danıştay 6. ve 8. Daireleri müşterek kurulunun kararını BOZAR!

İzmir Barosu Başkanlığı Bakanlar Kurulunun prensip kararına karşı tekrar dava açar.

Aralıklarla kapatılıp açılan altın madeni en son 21.05.2005’te tekrar açıldı.

22.03.2006- Danıştay 8. Daire İzmir Barosu’nun Başbakanlığa prensip kararının iptali için açtığı davada prensip kararını iptal eder!

 

İLGİLİ KARARLAR çok sayıda olduğu için ayrı bir sayfaya konulmuştur. Kararlara ulaşmak için burasını tıklayınız.

 

HABERLER ve diğer kaynaklar

http://www.cnnturk.com/TURKIYE/haber_detay.asp?PID=318&HID=1&haberID=167260

http://www.geocities.com/siyanurlealtin/

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=182819

http://www.metalurji.org.tr/index.php?name=News&file=article&sid=22

http://www.bianet.org/2006/05/22/79348.htm

http://www.bianet.org/2006/05/12/78959.htm

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=151012

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=147138

http://www.maksimum.com/haberler/h/bergamali_koylulerin_altin_zaferi.php

http://www.tmmob.org.tr/modules.php?op=modload&name=News&file=article&sid=385&mode=thread

http://www.bianet.org/2006/10/11/86425.htm

 

 

 


 

Örnek Olay No 11

GÖK vs. AKSA KARARI

(Ahmet Gök vs. Aksa Akrilik Kimya San. A.Ş. )
 

(Depremden sonra Sızıntı Nedeniyle Uğranılan
Zarardan dolayı Tazminat davası)

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (19 Aralık 2006)

Merve Uysal

 

T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/14540

K. 2004/7006

T. 1.6.2004

• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Davalıya Ait Fabrikada Deprem Sonrası Meydana Gelen Kimyasal Madde Sızıntısı Nedeniyle Vücutta Oluşan Biyolojik Belirtiler Nedeniyle )

• MÜCBİR SEBEP ( Tehlike Arzeden Bir Tesisin Depreme Dayanıksız Zeminde Yapılması-Yapım Malzemesi ile Boruların Depremden Etkilenmeyecek Düzeyde Yapılmamış Olması Nedeniyle Zarardan Davalının Sorumlu Olması )

• DEPREM SONUCU OLUŞAN HASARDAN SORUMLULUK ( Davalı Şirketin Tehlike Arzeden Kimyasal Bir İşletme Olması Nedeniyle Doğal Olayları da Dikkate Alarak Yapısını sağlam Şekilde Yapmamış Olmasından Dolayı Sorumluluğu )

• KİMYASAL MADDE ÜRETEN FİRMANIN DEPREM SONUCU SORUMLULUĞU ( İşletmenin Yeri Konusunda Deprem Riski Göz Önüne Alınmadan Yer Belirlendiğinden Firmanın Deprem Sonucu Oluşan Zararlardan Sorumlu Olması )

• İLLİYET BAĞI ( Davalının Sahip Olduğu Tesisin Deprem ve Benzeri Olayların Meydana Getireceği Zararlar Gözetilmeden Yapılmış Olması Nedeniyle Uğranılan Zararla Olay Arasında İlliyet Bağının Bulunması )

818/m.41,46,42

ÖZET : Meydana gelen deprem sonucu, davalı şirkete ait tesiste akrilonitrilin sızıntı yaptığı bunun sonucunda da insan üzerinde sağlığı bozucu belirtiler yarattığı, kişinin yaşamını olumsuz etkilediği doğada yaşayan canlıların ölümüne neden olduğu açıktır. Olayda, davacının da yaşadığı bölgede meydana gelen gaz sızıntısı sonucu önemli ölçüde bir çevre kirlenmesinin oluştuğu açıktır. Dinlenen tanık anlatımları ve dosya içeriğinden davacının; oturmakta olduğu o bölgeden deprem nedeniyle değil, salt gaz sızması sonucu ortaya çıkan tehlike nedeniyle bölgeden uzaklaşmak ve doğa koşullarında ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kaldığı belirgindir. Olay zamanındaki koşullar itibariyle bu harcamaların belgeli olması da olanaksızdır. Bu itibarla davacının maddi zararının incelenip belirlenmesi, net olarak belirlenememesi durumunda BK.nun 42. maddesi gereğince takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir.Davacının meydana gelen deprem felaketinden ayrı olarak, gaz sızıntısından dolayı, sıkıntı, tedirginlik, güvensizlik ve sağlık sorunları yaşadığı, çevredeki tüm canlıların gazdan ölmesi sonucu, yapılan uyarıyı gözeterek, bölgeyi terk etmek zorunda kaldığı, yakınlarının yardımına koşamamanın sıkıntı ve tedirginliğini yaşadığı, bu haliyle, fiziki ve sosyal kişilik değerlerinin zarar gördüğü, bununda manevi tazminatı gerekli kıldığı sonucuna varılmalıdır. Yerel mahkemenin kusurun varlığını davacı kanıtlamalıdır biçimindeki gerekçe hukuksal ve yasal dayanaktan yoksundur.Dosya içeriğinden depolama tanklarında, deprem öncesi yapısal bir bozukluk bulunmadığı anlaşılıyor ise de, zemini ve tankların donanımı açısından, yeterli önlem alınmadığı deprem sonrası depolama tanklarında sızıntı oluşmasından anlaşılmaktadır.Deprem, bir doğa olayı olup beklenmeyen bir sonucu oluşturmaktadır. Ne var ki olayımızda zarar, doğrudan doğruya depremden değil yöntemine uygun yapılmayan bir tesiste depolama tanklarında deprem sonucu kimyasal madde sızıntısı oluşması ile meydana gelmiştir. Bundan dolayı da, tehlike arzeden bir tesisin depreme dayanıksız zeminde yapılması ve tankların yapım malzemesi ile boru ve vanalarının depremden etkilenmeyecek düzeyde sağlam yapılmamış olması sonunda oluşan kimyasal madde sızıntısı, davalının sorumluluğunu gerektirmektedir.Hiç kuşkusuz deprem, zararın doğmasına etken olmuş, ancak davalının sahibi olduğu tesis, tekniğin gerekli kıldığı koşullara ve böyle bir deprem nedeniyle doğabilecek zararların önlenmesi gözetilerek yapılsa idi, davaya konu zarar doğmayacaktı. Bu bağlamda gaz sızıntısı oluşmayacaktı. Kısaca tesisin, deprem ve benzeri olaylar gözetilerek yapılmadığı anlaşılmaktadır. İşte bundan dolayı da, sorumluluk için uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilmek gerekir.Şu durum karşısında davalı şirketin maddi ve manevi tazminatlarla sorumluluğuna karar verilmesi gerekir.

DAVA : Davacı Ahmet Gök vekili Avukat Ayşe Aydemir tarafından, davalılar Aksa Akrilik Kimya San. A.Ş. ve Selçuk Ergin Mirasçıları aleyhine 17/11/1999 gününde verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 18/7/2003 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 1/6/2004 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat Ayşe Aydemir ile karşı taraftan davalılar vekili Avukat Eylem Kılıç geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalılardan Selçuk Ergin'e yönelen tüm temyiz itirazları ile davalılardan Aksa şirketine yönelen aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2- Davalılardan Aksa şirketine yönelen diğer temyiz itirazına gelince;

Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı dava dilekçesinde; davalı şirketin fabrikasından kaynaklanan kimyasal madde sızıntısı nedeniyle 17 Ağustos 1999 depreminde enkaz altında kalanlara yardım etmeye çalışırken, vücudunda farklı biyolojik belirtiler oluştuğunu, çevrede evcil hayvanların öldüğünü, nedenini araştırdığında, davalı şirket tarafından işletilen tesisten, deprem sonucu akrilonitril gazının tanklarında oluşan tahribat neticesinde çevreye öldürücü boyutta zehirli gaz yayıldığını, tüm canlılar için çok tehlikeli olan bu maddenin etkisinden kurtulmak için bu yerden uzaklaşmak gerektiğini öğrendiğini, bunun üzerine yerden uzaklaşmaya çalıştığını belirtmiştir. Bu zaman süreci içinde ve günlerce hiçbir koruma olanağı olmadan yüksek dozdaki bu zehirli gaza maruz kaldığını, bunun sonucunda vücudunda direnç düşüklüğü oluştuğunu, bunun ne gibi olumsuzluklar getireceğinin endişe ve korkusu içinde bulunduğunu açıklamış ve açıklanan bu sonuçların davalı şirketin hiçbir önlem almadan bu denli tehlikeli ve zararlı bir maddeyi depolamasının yarattığı sonucun maddi ve manevi zararlarının oluşumuna neden olduğunu belirterek; öncelikle bu depoların tedbir yoluyla kapatılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararların giderilmesine kararın yayınlanmasına karar verilmesini istemiştir.Davalı cevap dilekçesinde; ana deprem sonrası oluşan artçı deprem nedeniyle saat 08:50 sıralarında depolama tanklarında oluşan hasar nedeniyle sıvı akrilonitril kaçağı oluştuğunu, derhal jandarmaya haber verilerek çevre sakinlerinin yöreden uzaklaştırılmalarının sağlandığını, davacının saatlerce kimyasal maddeye maruz kalmadığını, sızıntının mücbir sebep ( deprem ) sonucu oluştuğunu, Çevre Yasası gereğince gerekli önlemler alınarak sıvı akrilonitril sızıntısının üzerine buharlaşmayı önlemek amacıyla köpük sıkıldığını ve buharlaşmanın 200 metrelik bir alanda kontrol altına alındığını, yerleşim alanlarına buhar ulaşmasının ve zarar vermesinin söz konusu olmadığını, fabrikanın faaliyetinin yasal izinlerle ve yasalara uygun olduğunu, davacının sağlık koruma bandı içinde yapılaşmaya ve oturuma yasak bölgede ikamet etmesinin kusur oluşturduğunu, depreme maruz kalan herkesin aynı sıkıntıları yaşadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece; davacı ile davalı şirket arasında herhangi bir sözleşme bulunmadığı, konunun MK.nun Komşuluk Hukuku ile Çevre Hukuku kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu durumda da davacının uğradığı zararın, davalının kusurundan kaynaklandığını kanıtlaması gerektiğini, yapılan incelemede akrilonitril tanklarında yapısal bir bozukluğun bulunmadığı, fabrikanın kalite belgesine sahip bulunduğu, alınan raporlarda akrilonitril etkisinin sınırlı olduğu ve çabuk giderildiği, davacının uğradığı zarar, ihtimal dahilinde olsa da zararın kanıtlanamadığı, davacının yerden uzaklaşmak suretiyle harcama yaptığına dair belge sunamadığı, böylece maddi zararını kanıtlamayamadığı, bilirkişilerin davacının manevi zararı bulunduğu biçimindeki değerlendirilmesine katılamadığı, dinlenen tanık beyanlarına da, mevcut belgeler karşısında itibar edilmediği belirtilerek, dava reddedilmiştir.Dosyadaki kanıtlara göre, Taşköprü beldesindeki Başak ve Altınkum sitelerinin Yalova Belediyesinin imar ve ruhsatıyla oluşturulmasından sonra, 1992 yılında davalı fabrikada sağlık koruma bandı oluşturulduğu, sağlık koruma bandı içinde yapılaşma ve bunun sonucu olarak oturmanın meydana gelecek zarar nedeniyle olanaksızlaştığı, ne var ki daha önceden oluşturulan Altınkum sitesinin sonradan oluşturulan sağlık koruma bandı içinde ve depolama tanklarına 650 metre mesafede bulunduğu, Başak sitesinin ise 2 km. uzakta ve sağlık koruma bandı dışında olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.Olay sırasında davalı fabrikanın 8 adet depolama tankından üçünün deprem nedeniyle hasar gördüğü ve bunun sonucunda boru ve vanalarının kırılması nedeniyle 6500 ton sıvı akrilonitril sızıntısı olduğu belirgindir. İş müfettişleri tarafından düzenlenen 7/12/1999 tarihli tutanakta; üç depolama tankının tavan saçından yarılma ve dip tahliye hattından kopma şeklinde hasar gördüğü, denize ( yerdeki dere vasıtasıyla ) ve toprağa sızma olduğu açıklanmıştır.Yine 27/8/1999 tarihli İl Çevre Müdürü ve Kimyager tarafından düzenlenen Çevre Durum Tespit tutanağında; ilgililerin beyanına göre 4000 ton akrilonitrilin havaya ve deniz suyuna karıştığı, 2000 tonun ise diğer depolama tanklarına alındığı, edinilen bilgilere göre fay hattı üzerinde ve bataklık kurutularak elde edilen alanda bu tankların yer almasının tehlike arzettiği belirtilmektedir.Ayrıca 20/8/1999 tarihli İl Çevre Müdürü, Şube Müdürü ve Şefi tarafından düzenlenen Yalova ili Çevre Durum Raporunda; köpük sıkma işinin devam ettiği, havuz içinde bulunan 2000 ton akrilonitrilin başka tanka nakledilmesi sırasında maddenin açığa çıktığı, yapılan ölçümlerde bunun düzeyinin pompa dibinde 360 ppm. diğer bölgelerde ise 10-30 ppm. olduğu, bu olumsuzluğun nakil işlemi bitene kadar süreceği açıklanmıştır.Hava istihkam subayı olan Hasan İncesulu ve Cemil Özkalay tarafından düzenlenen Düşünceler başlıklı tarihsiz ve elle yazılmış belgede; sıvı akrilonitril gazına köpük sıkarak havayla temasını kesmek ve buharlaşmasını önlemek amaçlı çalışma yapıldığı, 17/8/1999 tarihinde gazın tehlike boyutlarının 8,5 km. çapında insan hayatını tehdit edici boyutlara ulaştığının ifade edilmesi üzerine, civarın ve ( askeri ) Meydan Komutanlığının 8,5 km. çapı dışına intikalinin sağlandığı, 18/8/1999 tarihinde jandarmanın çağırması üzerine gidildiğinde orada çalışan bir yangın askerinin komaya girecek düzeyde rahatsızlanarak davalı fabrikanın ambulansıyla gönderildiğini, tehlikenin geçmesi üzerine kalan ekibin çalışmalara geri döndüğü anlatılmaktadır.İstanbul İtfaiyesi, Yalova ekip sorumlusunun düzenlediği rapor başlıklı belgede; fabrikada sızıntı yapan akrilonitrilin zehirli bir sıvı olup hava ile teması sonucunda gaz açığa çıktığı, gazla direkt temasın kaşıntı, morartı, bulantı, kusma ve zehirlenme yaptığı gözlem olarak açıklanmaktadır.Valilik Kriz Merkezi tarafından oluşturulan komisyon tarafından düzenlenen 4/9/1999 tarihli tutanakta; hasar gören tanklar merkez olmak üzere 150-200 m. çapında bitkilerde gözle görünen etkilenme bulunduğu, diğer alanlardaki bitkilerde kalıntı bulunması ihtimali nedeniyle 500 m. çapındaki alanda analiz yapılmasının ve tedbiren bu alan içindeki tarım ürünlerinin tüketime sunulmamasının önerildiği görülmektedir.Davalının sigortacısı olan sigorta şirketinin, tarım ürünü ve bitkisi zarar gören çiftçilerin bu zararlarını karşıladığı dosya içeriğindeki ibranamelerden anlaşılmaktadır.Çevre Bakanının bir soru önergesine verdiği cevapta; sıvı akrilonitrilin toprağa, denize ve buharlaşarak havaya karıştığı, yöre halkının tesis civarını terketmelerinin sağlandığı, tankların çevresinde 200-300 metre çapındaki bir alanda bitkisel ve hayvansal ölümler olduğu, insan kaybı bulunmadığı açıklanmıştır.İstanbul Tabip Odasının ve Çevre İçin Hekimler Derneğinin 17/11/1999 tarihli basın açıklamasında; bir çevre felaketi yaşandığı, sızıntı nedeniyle hayvanların öldüğü, bitkilerin kuruduğu, insanların sızıntıdan etkilendiği, akut zehirlenme tabloları görüldüğü, bölgedeki insanların depremden 21 saat sonra bölgeden uzaklaştırıldığı, o bölgede yaşayan insanlarda görülen belirtiler sıralanarak kanserojen bir madde olan akrilonitril ile temas sonucu uzun dönemde ortaya çıkabilecek kronik etkilerin belirtildiği ve önerilerde bulunulduğu görülmektedir. Aynı kuruluşlar mahkemeye verdikleri 16/3/2001 tarihli cevabı yazıda; bölgede yaşayanların çevreye yayılan akrilonitrilden akut olarak etkilendiğini ve çeşitli seviyelerde sağlık sorunları yaşadığını tespit ettiklerini bildirmişlerdir.Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezinin, Hava Meydan Komutanlığına bilgi olarak gönderdiği ve akrilonitril hakkındaki bilimsel açıklamalarda; akrilonitrilin bir kaza halinde çevreye karışabileceği, bu durumlarda özellikle başlangıçta yüksek seviyede ortaya çıkan akrilonitrilin ciddi problemler yaratabileceği, 30 dakika boyunca 22 ppm. akrilonitrile maruz kalmış kişilerde kan tiyosiyanat düzeyinin 24 saatte normale döndüğü, 1996 yılında akrilonitril buharına maruz kalan bir hastada dört gün sonra hiçbir bulgu kalmadığı diğer bilgilerle birlikte anlatılmaktadır.Greenpeace'nin 5/4/2000 tarihli basın toplantısı ve raporunda; Dr. Paul Johnston'un; bu sızıntıyla ilgili olarak, "Akrilonitril yüksek oranda uçucu bir maddedir. Aynı zamanda suda çözülür ve süratli bir şekilde hidrolize olur. Bu özellikleri, alınan numunelerde akrilonitril tespit edilememiş oluşunu açıklıyor. Kanserojen bir maddedir." şeklinde konuştuğu belirtilmektedir.Mahkemece alınan bilirkişi raporunda; Akrilonitril maruziyetinin ortadan kalkması ile vücuttaki belirtilerin kısa sürede ortadan kalkacağı, bu maddenin solunum yolu ile alınması sonucu sinir sisteminin etkileneceği, havadaki oran 16 ppm.'e ulaştığında baş ağrısı, bulantı ve oryantasyon bozukluğu olabileceği, davacının şikayet ettiği sağlık sorunları ile İstanbul Tabip Odasının açıkladığı belirtiler arasında benzerlik bulunduğu açıklanmıştır.Bu davada taraf bulunmayan, ancak muhtar İsmet Aydın tarafından düzenlenen 4/7/2000 tarihli belgede Altınkum sitesinde oturdukları, bildirilen Sultan Yücepur, Meryem Kamile Özdel, Yaşar ve Huriye Yılmaz isimli şahısların olay nedeniyle alınan 18/8/1999 tarihli doktor raporlarında; üst solunum yolunda tahriş bulunduğu, gaz zehirlenmesi nedeniyle üç gün iş ve güçten kalıp yedi günde iyileşeceklerinin belirtildiği görülmektedir.Yine dinlenen tanıklar, dosyadaki ayrıntılı açıklamalarına göre özet olarak; depremden sonra, kurtarma çalışmalarına başlanınca, bölgede yoğun bir gaz kokusunun oluştuğunu, kişilerde kusma, kaşıntı olduğunu, bu arada güvenlik görevlilerinin kesin uyarısı üzerine bölgeyi terketmelerinin istendiğini, kuşların, büyük ve küçükbaş hayvanların öldüğünü, hemen hemen hiç hayvan kalmadığı bu yüzden hastalanan kişilerin tedavi olduklarını bir kısmının halen Almanya'da bulunduklarını açıklamışlardır. Davalının gösterdiği tanıklarda, ilk depremde, kazanlarda bir hasar olmamış ise de, artçı depremlerle hasar oluştuğunu, gaz sızıntısının meydana geldiğini, üç gün süre ile bu sızıntıyı önlemeye çalıştıklarını, çalışmalar sırasında maske kullandıklarını bölgede bu yüzden çok sayıda hayvanların öldüğünü, personelden ölen olmadığını belirtmişlerdir.

Açıklanan kanıt ve olgulara göre, meydana gelen deprem sonucu, davalı şirkete ait tesiste akrilonitrilin sızıntı yaptığı bunun sonucunda da insan üzerinde sağlığı bozucu belirtiler yarattığı, kişinin yaşamını olumsuz etkilediği doğada yaşayan canlıların ölümüne neden olduğu açıktır. Böylece davacıların iddiasında belirttiği olguların var olduğu görülmektedir.Şu durumda, burada tartışılması gereken husus, davalı şirketin bu sonuçtan sorumlu olup olmamasıdır. Öncelikle bir zararın bulunup bulunmadığı irdelenmelidir.Her ne kadar davacının gaz zehirlenmesine maruz kaldığını gösteren bir belge yoksa da, yukarda sıralanan bulgular, tanık anlatımları, iddia ve savunma ile dosyadaki bilgi ve belgeler incelenip değerlendirildiğinde; davalı şirketin depolama tanıklarından sızan sıvı akrilonitril buharlarını o çevrede yaşayan davacının teneffüs ettiği ve uyarı üzerine o bölgeden uzaklaştığı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.Bu haliyle dava, davalının tesisinde oluşan kimyasal madde sızıntısı nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Diğer bir anlatımla davacı, çevrenin kirletilmesi sonucu uğradığı maddi ve manevi zararını istemektedir.Zarar, bir kimsenin malvarlığındaki eksilmedir. Başka bir anlatımla zarar verici eylemden önceki malvarlığı ile eylemden sonraki malvarlığı arasındaki fark zarardır. Bu maddi zarar olabileceği gibi, manevi zararda olabilir. Her somut olayda maddi zararın miktarını tam olarak belirlemek olanaksız olabilir. Maddi zararın miktarının tam olarak belirlenememesi durumunda yargıca BK. 42. maddesi uyarınca zarar miktarını belirleme yetkisi verilmiştir. Yine manevi tazminatında aynı yasanın 49. maddesine göre yargıç tarafından takdir edileceği hükme bağlanmıştır. Bunun içindir ki, her somut olayda, zararın olup olmadığı ve miktarının o olaya özgü yöntemlerle belirlenmesinde zorunluluk ve gereklilik vardır.İncelemekte olduğumuz olay, çevre kirliliği sonucu yaşanan olaylar ve verilen zararla ilgilidir. Somut olayda, davacının da yaşadığı bölgede meydana gelen gaz sızıntısı sonucu önemli ölçüde bir çevre kirlenmesinin oluştuğu açıktır. Davacının da bu ortamda yaşadığı ve bu kirlilikle karşı karşıya geldiği kesin bir olgudur. Halbuki kişi, sağlıklı ve doğanın sağladığı olanaklardan yararlanmak hakkına sahiptir. Ancak bu halde, kişinin mutluluğundan ve sağlıklı yaşamından söz edilebilir. Kişi, ancak bu halde kendini geliştirebilir, sağlıklı düşünebilir ve üretici konumuna gelebilir.Kişi bu değerleri, sağlıklı olmayan bir çevrede elde edemez. Çünkü çevre, insanı etkileyen dış koşulların bütünüdür. Her canlı varlık, hatta cansız varlıklarda, çevredeki fiziksel ve kimyasal ortama göre biçimlenirler, sağlıklı ya da sağlıksız olurlar. Bunun içindir ki, Stockholm Konferansında; "insan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir" ilkesini kabul etmiştir. Bu bildiri bağlayıcı olmasa da, önemli bir belge olarak gözönünde tutulması gereklidir. Çünkü bütün insanlar, özellikle doğanın sağladığı olanaklardan yararlanma hakkına sahiptir. Bu bir çevre hakkıdır. Bu hakkın varlığı için, mutlaka bir yasal düzenlemenin varlığı bir koşul olarak düşünülmemelidir. İnsanın varoluşu ile, doğada var olan çevre hakkı da varlık kazanmaktadır. Çevre hakkının varlığı, insan haklarının temelini oluşturur. İnsanın değerine, onuruna ve gelişmesine engel teşkil etmeyecek bir çevrede yaşaması, yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur. Böyle bir olumsuzluğun, kişinin ruhsal fiziki ve bedensel bütünlüğünü bozacağı doğaldır. Bu hak, salt insanlar için değil, doğadaki tüm canlı ve cansız varlıklar için gereklidir. Bu tanımdan, doğanında bizatihi kendi hakkı olduğu, kendini yaşatma ve koruma hakkı bulunduğu kabul edilmek gerekir. Diğer bir anlatımla çevre, hem tüm varlıkların üzerinde hak sahibi olduğu bir ortam hem de çevrenin bizzat kendini koruma ve geliştirme hakkı vardır. Çevreye karşı yapılan saldırıların, bizzat ve yine çevre tarafından karşılık verildiği ve bunun sonucunda yine çevre ile birlikte insanın zarar gördüğü bilinen, yaşanan bir olgudur. Çevrenin ve çevre hakkının, ne denli önemli ve vazgeçilmez bir hak olduğu giderek daha iyi anlaşılmakta ve korunması için, son derece etkin çabalar harcanmaktadır. Bunun içindir ki çevre hakkı, giderek önem kazanmıştır.Çevre Kanununun 28. maddesi, çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumlu oldukları kuralını getirdikten sonra, kirletenin meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğunun saklı olduğunu düzenleme altına almıştır. Şu düzenleme itibariyle, doğayı kirletenin ve bozanın kusursuz sorumlu olduğu kuralı getirilmiş ve ayrıca verilen zararında genel hükümlere göre ödetilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bundan şu ilkeler çıkarılabilir. Kirleten öder ilkesi ve önleyicilik ilkesidir.Dinlenen tanık anlatımları ve dosya içeriğinden davacının; oturmakta olduğu o bölgeden deprem nedeniyle değil, salt gaz sızması sonucu ortaya çıkan tehlike nedeniyle bölgeden uzaklaşmak ve doğa koşullarında ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kaldığı belirgindir. Deprem sonrası oluşan çevresel kirlenmeden kaçmak için uzaklaşan ve doğal ortamda barınma-beslenme-koruma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalan birinin deprem nedeniyle zarar gören ( örneğin evi yıkılan ) bir depremzededen ayrı ve farklı bir sıkıntı ile karşı karşıya kaldığı açıktır. Bu nedenle davacının temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ve depremzedelerden farklı olarak bazı maddi harcamalar yapması yaşamın gereğidir. Olay zamanındaki koşullar itibariyle bu harcamaların belgeli olması da olanaksızdır. Bu itibarla davacının maddi zararının incelenip belirlenmesi, net olarak belirlenememesi durumunda BK.nun 42. maddesi gereğince takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir.Yine aynı şekilde, manevi tazminat istemine gelince, manevi tazminat, kişinin sosyal, fiziki ve duygusal kişilik değerlerinin zarar görmesi durumunda istenebilir. Yukarıdan beri açıklandığı üzere davacının meydana gelen deprem felaketinden ayrı olarak, gaz sızıntısından dolayı, sıkıntı, tedirginlik, güvensizlik ve sağlık sorunları yaşadığı, çevredeki tüm canlıların gazdan ölmesi sonucu, yapılan uyarıyı gözeterek, bölgeyi terk etmek zorunda kaldığı, yakınlarının yardımına koşamamanın sıkıntı ve tedirginliğini yaşadığı, bu haliyle, fiziki ve sosyal kişilik değerlerinin zarar gördüğü, bununda manevi tazminatı gerekli kıldığı sonucuna varılmalıdır. Gelecekteki etkileri belli olmayacak şekilde kimyasal bir gaz solumanın insanda yaratacağı sıkıntı, yaşadığı ortam ve evi bir süre terk etme zorunluluğu, çevresel kirlenmenin özel yaşama müdahale niteliği oluşturması gözetildiğinde davacının manevi zarara uğradığı anlaşılmaktadır. Nitekim bilirkişiler de, manevi bir zarar bulunduğunu ve gideriminin istenebileceğini bildirmişlerdir.

Davalının sorumlu olup olmayacağına gelince; davalıya ait fabrikada kimyasal madde depolandığı ve sağlık koruma bandı oluşturulduğu gözetildiğinde, bu tesisin çevresine tehlike arzettiği anlaşılmaktadır. Tehlikeli bir tesisin maliki, onun fena yapılmasından veya muhafazasındaki kusurdan dolayı sorumlu olup, bu objektif bir sorumluluktur. Bu sorumluluk türü, tehlike sorumluluğu olarak da isimlendirilmektedir. Bundan dolayıdır ki doğan zarardan, kusurunun bulunmadığını davalı kanıtlamalıdır. Bu nedenle yerel mahkemenin kusurun varlığını davacı kanıtlamalıdır biçimindeki gerekçe hukuksal ve yasal dayanaktan yoksundur.Dosya içeriğinden depolama tanklarında, deprem öncesi yapısal bir bozukluk bulunmadığı anlaşılıyor ise de, zemini ve tankların donanımı açısından, yeterli önlem alınmadığı deprem sonrası depolama tanklarında sızıntı oluşmasından anlaşılmaktadır.Deprem, bir doğa olayı olup beklenmeyen bir sonucu oluşturmaktadır. Ne var ki olayımızda zarar, doğrudan doğruya depremden değil yöntemine uygun yapılmayan bir tesiste depolama tanklarında deprem sonucu kimyasal madde sızıntısı oluşması ile meydana gelmiştir. Bundan dolayı da, tehlike arzeden bir tesisin depreme dayanıksız zeminde yapılması ve tankların yapım malzemesi ile boru ve vanalarının depremden etkilenmeyecek düzeyde sağlam yapılmamış olması sonunda oluşan kimyasal madde sızıntısı, davalının sorumluluğunu gerektirmektedir. Nitekim, çiftçilerin bitkisel zararlarının sigorta şirketi tarafından karşılanması da bu sorumluluğun varlığını doğrulamaktadır.Davalının toplumsal bir hizmet yapması, sorumlu tutulmaması sonucunu doğurmaz. Kaldı ki, bu fabrika, salt bölge halkının değil, diğer bölgelerde yaşayanların da gereksinmelerini karşılamaktadır ve bundan da büyük karlar elde etmektedir. Çevre halkı üzerinde ekonomik yarar sağladığı kabul edilse dahi, bu yarar davacının sağlığının tehlikeye girmesini hukuka uygun hale getirmez. Diğer bir anlatımla başkasına yarar sağlanacak diye, davacının zarar görmesi hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz. Kaldı ki davalı, alacağı önlemlerle zararları önleme olanağına da sahiptir. Çağın gelişmiş teknik olanakları, bu sonucu sağlayacak güçte ve yeterliktedir. Bu tür çalışma ve önlemlerin alınmadığı ortaya çıkan sonuçla belirgindir.Bu durumda, şu noktanın da tartışılması gerekmektedir. Davacının iddia ettiği zararla, davalı şirketin tesisinde oluşan sızıntı arasında uygun illiyet bağının bulunup-bulunmadığıdır. Bu noktada zararla, davalının eylemi arasındaki illiyet bağının tartışılması gerekiyor. Bu davada istenen zarar, depremden kaynaklanan ve onun doğal sonucu olan zararı içermemektedir. Hiç kuşkusuz deprem, zararın doğmasına etken olmuş, ancak davalının sahibi olduğu tesis, tekniğin gerekli kıldığı koşullara ve böyle bir deprem nedeniyle doğabilecek zararların önlenmesi gözetilerek yapılsa idi, davaya konu zarar doğmayacaktı. Bu bağlamda gaz sızıntısı oluşmayacaktı. Kısaca tesisin, deprem ve benzeri olaylar gözetilerek yapılmadığı anlaşılmaktadır. İşte bundan dolayı da, sorumluluk için uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilmek gerekir.Şu durum karşısında davalı şirketin maddi ve manevi tazminatlarla sorumluluğuna karar verilmesi gerekirken, yerel mahkemece bu dava bölümlerinin reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda ( 2 ) sayılı bentte gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının ilk bentte gösterilen nedenlerle reddine ve temyiz eden davacı vekili için takdir olunan 375.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 1.6.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

 

 


 

Örnek Olay No 12

ÇAN TERMİK SANTRALİ KARARI

(Mustafa Zafer Doğan ve Arkadaşları v. Çevre Bakanlığı)
 

Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (21 Aralık 2006)

Duygu Çetinkaya

 

T.C.

DANIŞTAY

ALTINCI DAİRE

Esas No   : 2003/1592

Karar No : 2003/5055

 

Temyiz isteminde bulunan : Mustafa Zafer Doğan ve Ark.

Vekili: Av. Hasari İçöz, Av. Y.Şekip Okumuşoğlu ve Ark. 858 Sk. No.2/101 Konak/ İzmir

Karşı Taraf: Çevre ve Orman Bakanlığı

Müdahil: TEAŞ Genel Müdürlüğü

Vekili: Av. A. Temel Özatay- İnönü Bulvarı No:27/16, Bahçelievler-ANKARA

Elektrik Üretim Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü

Vekili: Serkan Baran- İnönü Bulvarı No.27, Bahçelievler/  ANKARA

 

İstemin Özeti: Bursa 1. İdare Mahkemesinin 16.10.2002 günlü, E: 1999/1212, K: 2002/1748 sayılı kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

 Davalı İdare ve Müdahilin Savunmalarının Özeti : Temyiz edilen kararda bozma nedenlerinden hiçbiri bulunmadığından, usul ve kanuna uygun olan kararın onanması gerektiği savunulmaktadır.

 Danıştay Tetkik Hakimi Ömer Köroğlu’nun Düşüncesi: Bilirkişi raporunun naip üyenin sorduğu sorulara yanıt vermesi, gerekçeli olması ve bu gerekçeye uygun bir sonucu içermesi gerekmektedir.Uyuşmazlık konusu olayda, bilirkişi raporunun öncelikle belirtilen usule uygun olarak düzenlendikten sonra mahkeme tarafından değerlendirmeye esas alınması gerekirken bu niteliklerden yoksun olan bilirkişi raporu esas alınarak ve bu rapora yönelik itirazların irdeleneceği bir ek rapor alınmaksızın,anılan itirazlar gözetilere ÇED Raporunun yeterli bilimsel inceleme,araştırma ve teknik bilgilere dayandığı, bilirkişi raporunda yer alan eleştirilen dava konusu işlemi sakatlayacak nitelikte bulunmadığı sonucuna ulaşılarak davanın reddine karar verilmesinde isabet bulunmadığından kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Tülin Özgenç’in Düşüncesi: Çanakkale Çan Termik Santrali için verilen ÇED  olumlu belgesinin iptali istemiyle açılan davanı reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Uyuşmazlıkta hükme esas alınacak bilirkişi raporunun hakimin sorduğu ve araştırılmasını istediği hususları kapsaması ve anılan hususları aydınlatıcı nitelikte olması gerekmektedir.

Dosyada mevcut bilirkişi raporunun incelenmedinden, uyuşmazlığın teknik ve bilimsel yönlerden irdelendiği ancak naip üye tarafından ayrıntılı ve kesin sonuç verilen bir rapor düzenlenmesi istenildiği halde,raporda kesin bir sonuca ulaşılamadığı görülmüştür.

Bu durumda İdare Mahkemesince, bilirkişi raporunun usule uygun olarak düzenlendikten sonra değerlendirmeye esas alınması gerekirken, bu nitelikleri taşımayan rapor esas alınarak karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyize konu kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

  

TÜRK MİLLETİ ADINA

 Karar veren Danıştay 6. Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği düşünüldü:

 Dava, Çanakkale-Çan Termik Santrali için verilen ÇED olumlu belgesinin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince,yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda,teknik ve ekonomik faktörler dikkate alındığında seçilen yerin uygun olduğu,su kirliliği yönünden olumsuz bir etkisinin görülmeyeceği,aşırı yağışlarda alınacak tedbirlerin gösterilmediğ, hava kirliliği yönünden inşaat aşamasında meydana gelecek emisyonların az gösterildiği  meydana gelebilecek olası bir arızada tesiste oluşacak küllerin ne yapılacağının, külün silolarda depolanması sırasında tozumayı önlemek için alınacak önlemlerin belirtilmediği, siklonlarla ilgili yeterli açıklamaya yer verilmediği, kullanılcak linyit sebebiyle oluşacak kükürt oranının PM ve toz emisyonlarının yönetmelikteki sınır değerleri aşacapının belirtildiği, ancak bilirkişi raporuna yapılan itirazlarda,bölgenin en uygun yer olduğu, tüm kirletici konsantrasyonların Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği’nde belirlenmiş  tüm sınır değerlerin altında kalacağının belirlendiği,modelleme sonuçlarının çok üstünde bir kirlilik oluşması ya da beklenmedik etkilerin ortaya çıkması halinde,ayrıca gerekli tedbirlerin alınacağı,kullanıcak Akışkan Yatakta Yakma Teknolojisinin gelişmiş bir teknoloji olduğu,şantiye araçlarının hareketinden kaynaklanan kirletici konsanrtasyonların kayda değer miktarda olmadığı, bilirkişi raporda bu hususların abartıldığı,toz oluşmayacağı,küllerin silolara alınıp soğutulacağı ve kül oranının belirli bir miktara ulaşmasının sağlanacağı, gerekli tüm önlemlerin alınacağı, konunun her yönüyle incelendiği ve gerekli tüm tedbirlerinalındığı,eksik bir hususun bırakılmadığı,bilirkişi raporundaki saptama ve tereddütler ile bunlara verilen yanıtların birlikte incelenmesinden bilirkişi raporunda; tesisin yapılmasına karşı çıkılmamakla birlikte sürekli bir takım hesaplamaların eksik yapıldığından bahisle çevreye verilmesi olası zararlarda söz edildiği, bazı değerlerin yanlış algılanması, akışkan yataklı yakma teknolojisinin doğru değerlendirilmemesi ( siklonda olduğu gibi) , ÇED raporunun aksine hesaplama yöntemlerinin gösterilmemesi sonucu farklı bulgulara varıldığı,oysa bu eleştirileri hepsinin ÇED raporunda ayrıntılı,mukayeseli ve doğru hesaplama yöntemleriyle karşılandığı ve santral için seçilen yerin jeolojik,hidrojeolojik,topoğrafik durumu, ulaşım imkanı ve maliyet hesabı yönünden en uygun yer olduğu, katı atıkların depolanması ile ilgili gerekli önlemlerin alındığı, sızdırmazlık projelerinin yapıldığı, dolayısıyla çevreye verilebilecek zararları önleyecek her türlü teknoloji ve metodun uygulanacağı dolayısıyla işlemin kamu yararına uygun olduğu, bu durumda ÇED raporunun yeterli bilimsel inceleme ve araştırmaya,teknik bilgilere dayandığı,bilirkişi raporunda yer alan eleştirilerin dava konusu işlemi sakatlayacak nitelikte bulunmadığı sonucuna varıldığından davanın reddine karar verilmiş bu karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Md.275’ de ‘Mahkeme çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez’ kuralı yer almıştır.

Aynı yasanın 279. maddesinde bilirkişiye sorulacak konuların hakim tarafından saptanacağı hükme bağlanmış, 281. maddesinin 3. fıkrasında da hakimin hükme esas alacağı bilirkişi raporunun içermesi gereken hususlar belirlenmiş bulunmaktadır. 286. maddesinde ise, bilirkişinin rey ve mütalaasının hakimi bağlamayacağı öngörülmüştür.

Bir uyuşmazlıkta hükme esas alınacak bir bilirkişi raporunun hakimin sorduğu ve araştırılmasını istediği hususları kapsaması ve anılan hususları aydınlatıcı nitelikte olması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, İdare Mahkemesince bilirkişilerden, tarafların iddia ve savunmaları ile ekonomik ve çevre koşullar göz önünde tutulmak ve bilimsel standartlar uygulamak suretiyle yer seçiminin uygunluğu, ne ölçüde çevre kirliliğine yol açacağı, ekolojik dengeyi olumlu veya olumsuz nasıl etkileyeceği, çevrenin korunması için iyileştirici önlemlerin alınıp alınmadığı ve diğer hususların özellikle Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği açısından incelenerek ayrıntılı ve kesin sonuç belirten  bir raporun düzenlemesinin istenildiği, ancak yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda, uyuşmazlık teknik ve bilimsel yönlerden irdelenmiş, ÇED Raporuna yönelik kimi eleştiri ve önerilen,sıralanmış ancak raporun sonuç bölümünde kararın yargı yerinde ait olduğu belirtilmiş, ancak kesin bir sonuca ulaşılmamıştır.

Yukarıda anılan HUMK ilgili maddelerinden de açıkça anlaşılacağı üzere, bilirkişi raporunun naip üyenin sorduğu sorulara yanıt vermesi, gerekçeli olması ve bu gerekçeye uygun bir sonuç içermesi gerekmektedir. Uyuşmazlık konusu olayda, bilirkişi raporu öncelikle belirtilen usule uygun olarak düzenledikten sonra mahkeme tarafından değerlendirmeye esas alınması gerekirken bu niteliklerden yoksun bilirkişi raporu esas alınarak ve bu rapora yönelik itirazların irdeleneceği bir ek rapor alınmaksızın, anılan itirazlar gözetilerek ÇED raporunun yeterli bilimsel inceleme, araştırma teknik bilgilere dayandığı, bilirkişi raporunda yer alan eleştirilerin dava konusu işlemi sakatlayacak nitelikte bulunmadığı sonucuna ulaşılarak davanın reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle Bursa 1.İdare Mahkemesinin 16.10.2002 günlü, E:1999/1212, K:2002/1748 sayılı kararın BOZULMASINA, 16.090.000 lira karar harcı ile fazladan yatırılan 11.970.000 lira harcın temyiz isteminde bulunanlara iadesine, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 22.10.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

Başkan              Üye                 Üye              Üye             Üye

Acar                  Bekin              Faruk             Banu          Ali

OLTULU          AKSOYLU    ÖZTÜRK      DİLÇİN     ÖZTÜRK

 

 

T.C.

BURSA

BİRİNCİ İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO      : 2005/ 188

KARAR NO : 2005/1110

DAVACI: Mustafa Zafer Doğan ve Ark.

VEKİLİ: Av. Hasari İçöz, Av. Y.Şekip Okumuşoğlu ve Ark.

                           858 Sk. No.2/101 Konak/ İzmir

DAVALI: Çevre Bakanlığı- Ankara

 

DAVANIN ÖZETİ : Davacılar, Çanakkale-Çan Termik Santrali için verilen ÇED olumlu belgesinin; kurulacak termik santralin çevreye etkileri, doğa şartları ve alternatif enerji yönlerinden yeterli araştırma ve incelemeye dayanmadığını ileri sürerek iptalini istemektedirler.

ÇEVRE BAKALIĞININ SAVUNMASININ ÖZETİ: ÇED raporunun ciddi ve geniş bir araştırma ve incelemeye dayandığı,bu nedenle davanın reddinin gerekeceği savunulmuştur.

MÜDAHİL TEAŞ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN SAVUNMASININ ÖZETİ: Çevre sarunlarının önlenmesi ve sınırlandırılması amacıyla en elverişli teknoloji ve yöntemin seçildiği,bu çerçevede seçilen akışkan yataklı yakma teknolojisinin ülkemizde ilk kez uygulanacağı ve diğerlerine nazaran çok gelişmiş bir teknolojiyi içerdiği,dolayısıyla bunun elektrik enerjisi üretiminde bir dönüm noktasını oluşturacağı belirtilerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

 TÜRK MİLLETİ ADINA

 Karar veren Bursa Birinci İdare Mahkemesince Danıştay 6. Dairesinin 22.10.2003 gün ve 2003/ 5055 sayılı bozma kararına uyularak verilen 5.5.2005 günlü ara karar gereğinin yerine geldiği görülmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü.

Dava; Çanakkale- Çan Termik Santrali için verilen ÇED olumlu belgesinin iptali işlemiyle açılmıştır.

 Davalı idarenin süre itirazı yerinde görülmeyerek esesa geçildi.

 2872 sayılı Yasanın 3.maddesinde, çevre korunmasına ve kirliliğine işişkin karar ve önlemlerin alınması ve uygulanmasında insan ve diğer canlı varlıkların korunması,alınacak önlemlerin kalkınma çabalarına olumlu ve olumsuz etkileri ve fayda-maliyet analizleri dikkate alınarak kısa ve uzun vadeli değerlendirmelerin yapılması, arazi ve kaynak kullanım kararlarını veren ve proje değerlendirmesi yapan yetkili kuruluşların,kalkınma çabalarını olumsuz yönde etkileyemeyeceği gözönüne alıp çevrenin korunması ve kirlenmemesi hedefini gözetmesi, ekonomik faaliyetler ve üretim metodlarının tayininde çevre sorunlarının önlenmesi ve sınırlandırılması amacıyla en elverişli, teknoloji yöntemlerinin seçilmesi ve uygulanması gerektiği, çevrenin korunması ve kirlenmesinin önlenmesi konusunda alınacak tedbirlerin bir bütünlük içinde tesbit edilip ve uygulanması gerektiği, 10. maddesinde gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin bir ‘Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’hazırlayacakları, bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkiler gözönünde bulundurularak çevre kirlenmesine sebep olabilicek atık ve atıkların ne şekilde zararsız hale getirilebileceğinin ve bu hususta alınacak önlemlerin belirtileceği, ÇED raporunu hangi tip projelerde isteneceği ve ihtiva edeceği hususlar ile hangi makamca onaylanacağına dair esasların yönetmelikte gösterileceği hükümlerine yer verilmiştir.

Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin 4. maddesinde de , Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu kararı; ÇED raporuna tabi faaliyetler için İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunca yapılan değerlendirmelerin sonuçları esas alınarak faaliyetin çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin bulunmadığının veya alınacak tedbirler sonucu olumsuz etkilerin ilgili mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeylerde olduğunun tespiti halinde faaliyetin gerçekleşmesinde sakınca görülmediğini belirten bakanlık kararı olarak tanımlanmış,6.maddesinbu yönetmelik kapsamına giren bir faaliyeti gerçekleştirmeyi planlayan gerçek ve tüzel kişilerin her türlü teşvik,

İzin ve ruhsat almadan, kamu yatırımlarının Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından yatırım programına alınmadan özel kesim faaliyetlerinde uygulama projeleri onaylanmadan önce Ek-1 deki faaliyetler için ÇED Raporu hazırlamak, ilgili makamlara sunmak ve verilecek karara göre hareket etmekle yükümlü oldukları, Ek-1 deki faaliyetler için Bakanlıktan faaliyet hakkında ÇED Olumlu Kararı hazırlanıp Mahalli Çevre Kurulu’ndan faaliyet hakkında ‘Çevresel Etkileri Önemsizdir’, kararı alınmadıkça bu faaliyetler için hiçbir teşvik, onay, izin ve ruhsat verilmeyeceği hükümleri yer almıştır.

Olayda ,dava konusu santralin insan , bitki,toprak, su ve orman kaynaklarının fiziksel, biyolojik ve sosyo ekonomik yönlerden olumsuz biçimde etkileneceği,çevre kirliliğine neden olunacağı yolundaki iddialarının araştırılması amacıyla Mahkememizce Üye Mehmet Toprak niyabetince yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bu incelemede bilirkişiler Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyelesi Prof. Dr. Hüseyin Savaş Başkaya, Prof. Dr. Kadir Kestioğlu, Doç.Dr Yücel Taşdemir tarafından hazırlanan raporda özetle; teknik ve ekonomik faktörler dikkate alındığında lu anki yerin EN UYGUN YER olduğu, ancak gerçekleşecek emisyonlar nedeniyle çevredeki çok yakın iki yerleşim biriminin etkileneceği, bu nedenle doğu ve güneydoğu bölgelerinde yapıldığı gibi kamulaştırma yoluyla bu köylerin de uzaklaştırılması gerektiği, SU KİRLİLİĞİ yönünden olumsuz bir etkinin görülmeyeceği, bununla birlikte aşırı yağışlarda veya kül depolama alanında oluşabilecek çatlaklardan yeraltı suyuna ne miktarda sızıntı suyu karışacağı, bunların içeriklerinin ne olacağı veya açılan derin drenaj kuyularının herhangi bir nedenle yeterli olmaması halinde hangi tedbirlerin alınacağı hususunun belirtilmediği, HAVA KİRLİLİĞİ yönünden, inşaat aşamasında meydana gelecek emisyonların az gösterildiği, kömürün işlenmesi sırasında oluşacak kaçak tozların öngörülen değerden fazla olduğu, kömürün işlenmesi sırasında oluşacak küllerin depolanması sırasında kül taşıma ünitesinde meydana gelebilecek olası bir arızada tesiste oluşacak küllerin ne yapılacağının külün silolarda depolanması sırasında tozumayı önlemek için hangi önlemin alınacapının belirlenmediği, siklonlarla ilgli yeterli açıklamaya yer verilmediği, kullanılacak linyit sebebiyle oluşacak kükürt oranının özellikle PM ve SO2 emilsiyonlarının Hava Kalitesinin Kontrol Yönetmeliğindeki (HKKY) sınır değerlerini aşacağı, modellemede kullanılan meteorolojik verilerin yetersiz kaldığı EKOLOJİK yönden, ÇED raporunda verilen değerlerin çok üzerinde olarak hesaplanan kükürtdioksit gazı konsantrasyonlarının asit yağışlarla ulaştıkları topraklarda asitleşmeyi hızlandırabileceği ve toprağa bağlı ekosistemin dengesinin bozulabileceği kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

 Davalı, idare ve müdahil bilirkişi raporuna itiraz ederek, santralin projesine ait ÇED çalışmalarının Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kuruluna bağlı Marmara Araştırma Merkezi, Enerji Sistemleri ve Çevre Araştırması Enstitüsü ile TEAŞ arasında varılan sözleşme uyarınca başlatıldığı hazırlanan ilk raporun 1998 tarihinde Çevre Bakanlığına sunulduğu bu aşamada bir takım şikayet ve belirsizlikler dikkate alınarak revize edildiği raporun hazırlanmasında TÜBİTAK proje ekibine ilaveten TEAŞ Çevre Dairesi uzmanları ve TEAŞ danışmanları Prof. Dr. Coşkun Yurteri (ODTÜ). Prof.Dr. Nevin Selçuk (ODTÜ) , Prof. Dr. Yusuf Gemici (E.Ü.) gibi uzmanlık alanındaki çalışmaları ile tanınmış kişilerin de katıldığı Yayaköy-Kulfa Köyü arasında kalan Haliçdüzü ve çevrenin topografya, ulaşım, kömür sahasına uzaklık, kömür nakli, kül stok sahası vsantralin çevresel etkisi yönünden araşt yer trtışmasız en elverişli yer olarak betkiendiği, bu hususun tüm etkilerin iki köyle birlikte çok geniş bir alanda detaylı olarak incelediğikonu ile ilgili ulusalararası kabul görmüş metodların uygulandığı ABD Çevre Koruma Kurumu USA-EPA tarafından da kullanımı önerilen ISCST-3 matematiksel modeli yardımıyla gerçekleştirilen hesaplamalarda, bu santralin çevrede neden olacağı en yüksek kirletici konsantrasyonların HKKY’ de belirlenmiş tüm sınır değerlerinin altında kalacağının belirlendiği, hal böyle iken bu köylerin kamulaştırılıp taşınmasından söz edilmesinin tamamen duygusal olduğu ve kabul edilemeyeceği, ÇED raporunun hiç bir yerinde, hiç bir etki olmayacağı şeklinde bir yaklaşım gösterilmediği, insanlığın yararına olan elektrik enerjisi üretim faaliyetlerinin üretim şekli ne olursa olsun ve hangi yöntemle yapılırsa yapılsın belirli çevresel etkilerinin bulunacağı burafa sözkonusu etkilerin azaltılması için gerekli önlemlerin alınıp alınmadığının bu önlemler alındıktan sonra bakiye etkilerin kabul edilebilir ölçüler içerisinde kalıp kalmadığının önem taşıdığı,kaldı ki izleme neticesinde modelleme sonuçlarının çok üstünde bir kirlilik oluşması ya da beklenmedik etkilerin ortaya çıkması halinde ayrıca gerekli tedbirlerin alınacağı, santralde kullanıcalak Akışkan Yatakta Yakma Teknolojisinin oldukça  gelişmiş bir teknoloji olduğu ve Türkiye’de ilk defa burada kullınacağı bu sistemin kükürt oranı yüksek kömürler için geliştirildiği, şantiye araçlarının hareketinden kaynaklanan kirletici konsantrasyonların kayda değer miktarda olmadığı, bilirkişilerce bu hususun abartıldığı, kömürün kırılması ve bunkerlere taşınması kapalı ortamda gerçekleşeceğinden toz oluşmayacağı, çünkü santralde kaynaklanacak küllerin depolama sahasına gönderilmeden önce silolara alınacağı, burada sıcaklık belirli bir dereceye düşürülürken kül oranının belirli bir miktara ulaşmasının sağlanacağı,siloların kapasitelerinin hiç kül atımı olmadan en az iki günlük külü alabilecek kapasitede olduğu,bant koveyorlerde arıza olsa bile bunun giderileceği süreye kadar siloların kapasitelerinin yeterli geleceği, bu tip projelerde kullanılacak torba filtrelerin standart özelliklerinin belli olduğu,dolayısıyla bilirkişilerin bu kısmı procs mühendis gözüyle incelemediği,dolaşımlı akışkan yataklı yakma teknolojine dayalı bir termik santralde siklonun kullanılıp kullanılamayacağı şüphesine düşmelerin bu konuda yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadıklarını gösterdiği, zira bu teknolojinin en önemli iki ekipmanından birisinin kazan diğerinin siklon olduğu,siklonun arıtma amaçlı toz tutmaya yönelik ayrı bir ünite olmayıp prosesin önemli bir parçasını oluşturduğu santralde yakma veriminin belirlenmesi amacıyla Almanya’ya gönderilen kömürün Çan Linyit işletmesine yakın aynı formasyon ve karaktere sahip bir linyit işletmesinden alındığı ve tesiste kullanılacak linyit özelliklerini taşıdığı ÇED raporunda yardımcı yakıtlardan kaynaklanan SO2 emisyon değerinin en kötü koşullar için hesaplandığı bilirkişi raporunda bu değerin daha büyük olduğu iddia edildiği halde hesaplanan değer yönteminin belirtilmediği bilikişierce Ca/S oranının kütlesel oran olarak açıklandığı, oysa bunun mol oranı olduğu bu nedenle konu ile ilgili önermelerin yanlış çıktığı, oran kargaşasının iddiaların sürekli tekrarlanmasına yol açtığı, işletme aşamasında kullanılacak su için DSİ nin görüşü alınarak üç alternatif üretildiği,bu bilgilerin bilirkişilerce de genelde yeterli görüldüğü, küllerden kaynaklanan bir çevre kirliliğine yol açmamak için kül depolama vadisinin önünün 25 metre yüksekliğinde geçirimsiz kil çekirdekli bir set ile kapatılacağı, kül ve curufun kuru olarak depolanacağı sadece tozumaya karşı nemlendirme ve spreyleme yapılacağı için zemine sızabilecek etkin miktarda küllü su oluşmayacağı depolama sahasında depolanacak küller aşırı derecede higroskopik lduğundan bunun su tutma potansiyelinin yüksek olacağı, yağışlı havalarda ıslatma işlemine ara verileceği, kül depo sahasının çevresinde yağmur suyu toplama havzasında dikkate alınarak maksimum kül depolanacak sınırın üzerinden çevre kuşaklama kanalı yapılacağı, bu sayede kül depo sahasına çevreden gelecek yüzey sularının daha sahaya girmeden toplanarak uzaklaştıracağı kül depolama sahasının üzerine düşen yagış sularının yapılacak seddenin arkasında toplanacağı, sedde altından sızma yoluyla su kaçması ihtimali gözönünde bulundurularak bu suları toplamak üzere sedde mensabına bir keson kuyu açılacağı, keson suyu içine konulacak pompalar yardımı ile toplanacak suların tekrar kül depo sahasına desarj edileceği dolayısıyla tüm bu önlemler nedeniyle kül depolama sahasında bir sızlamanın beklemediği olsa bile görüldüğü üzere önlemlerinin alındığı, kaldı ki DSİ tarafından yapılmış barajlarda meydana gelen depremlere rağmen çatlak oluştuğuna dair bir veri bulunmadığı, üstelik barajlarda tabana yapılan basıncın kül depolama sahasından daha fazla olduğu halde ayrıca modellemede kullanılan verilenin yeterli ve bilirkişilerin bu konudaki endişelerin yersiz olduğu aksi takdirde bu tür faaliyetler için uzun yıllar beklemek gerekeceği santralden altında hesaplanması nedeniyle asit yağmuru oluşumunun zayıf bir olasılık olduğu, sonuç olarak konunun her yönüyle incelendiği gerekli tüm tedbirlerin alındığı eksik hiçbir hususun bırakılmadığı belirtilmiştir.

Bilirkişi raporundaki saptama ve tereddütler ile bunlara verilen cevapların birlikte incelenmesi ayrıca Danıştay 6. Dairesinin bozma kararı uyarınca ayrıntılı ve kesin sonuçbelirtilmesi açısından alınan ek bilirkişi raporunca özetle ilk raporda yer seçiminin sadece teknik ve ekonomik yönden uygun görüldüğü, oysa ÇED raporunun sosyal boyutu ve modellemede kullanılan Meteorolojik Ven Seti dikkate alındığında Kulfa ve Yaya Köylerinin risk altında kalacağı,depolama alanının yüksek yoğunluklu polietilen (HDPE) ile kaplanmayıp derin drenajla çözüme gidildiği bu durumda tedbir alınmazsa su kirliliğine neden olunacağı, şantiyeye girip çıkacak araçlar ile mevcut araçların çevreyi kirleteceği kullanılması planlanan kömürün sürekli kontrol edilerek karma olmasının sağlanmaması durumunda %7 oranında S içereceği asit yağmurunun oluşmasına sebep olunarak toprak ve yüzeysel sular başta olmak üzere bitkilerin gelişmesini ve ekolojik dengeyi bozacağı açık ve net bir biçimde ortaya konulmakta bu bilgiler ışığında bu ölçekte büyük bir yatırım amacıyla hazırlanan yüzlerce sayfalık ÇED raporunda yer seçimi yer altı ve yer üstü su kirliliği ekolojik denge unsuru ve en önemlisi tesisin yakın çevresinde yaşayan sosyal çevre unsurunun yeterli,açık ve net bir biçimde değerlendirilmediği ÇED raporunun bu haliyle eksik ve yetersiz olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Bu durumda ÇED raporunun yeterli bilimsel inceleme ve araştırmaya teknik bilgilere dayanmadığı bilirkişi raporunda yer alan gerekçelerin dava konusu işlemi sakatlayacak nitelikte bulunduğu anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan idarece hazırlanan rapor ve projelerde belirtilen tedbirlerin alınıp alınmadığı hususunun ise rapordaki eksiklikler nedeniyle her zaman denetlenebilecek nitelikte olamayacağı açıktır.

Açıklanan nedenlerle dava konusu ÇED olumlu belgesinin İPTALİNE aşağıda dökümü yazılı yargılama giderleri ile 350 YTL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacılara iadesine, 30 gün içinde Danıştay’ a temyiz yolu açık olmak üzere 13.09.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

Başkan                                  Üye                                        Üye

Nurhan Akkar                        M. Ali Öztürkler                   Kaplan Ülgü

26357                                     37823                                    38018

 

 

 

 


Copyright

NOT: Sunumu yapan öğrencinin adı, sunum başlığından sonra yazılmıştır. Sunum ile ilgili fikir ve sanat eserleri hukuku bakımından sorumluluk ve haklar sunum sahibi öğrenciye ve Kemal Gözler'e aittir.

(c) Kemal Gözler + Sunumu Yapan Öğrenci. 2007. Bu sayfaya izin almadan link verilebilir. Ancak, bu web sayfası, önceden izin almaksızın ne suretle olursa olsun, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, tekrar yayınlanamaz, dağıtılamaz, başka internet sitelerine metin olarak konulamaz. İzin için kgozler[at]hotmail.com adresine başvurunuz. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 3 Mart 2004 tarih ve 4630 sayılı kanunla değişik 71 ve 72’nci maddeleri, bir fikir ve sanat eserini herhangi bir yöntemle çoğaltanları, dağıtanları, satanları, elinde bulunduranları, paraya çevrilmeksizin, 2 (iki) yıldan 4 (dört) yıla kadar hapis cezası veya 50.000 YTL'den 150.000 YTL'ye  kadar ağır para cezasıyla veya zararın ağırlığı dikkate alınarak bunların her ikisiyle birden cezalandırmaktadır.

Alıntılar (İktibas) Konusunda Açıklamalar

Bu çalışmadan yapılacak alıntılarda (iktibaslarda) 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 35’inci maddesinde öngörülen şu şartlara uyulmalıdır: (1) İktibas, bir eserin “bazı cümle ve fıkralarının” bir başka esere alınmasıyla sınırlı olmalıdır (m.35/1). (2) İktibas, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderecatını aydınlatmak maksadıyla yapılmalıdır (m.35/3). (3) İktibas, belli olacak şekilde yapılmalıdır (m.35/5) [Bilimsel yazma kurallarına göre, aynen iktibasların tırnak içinde verilmesi ve iktibasın üç satırdan uzun olması durumunda iktibas edilen satırların girintili paragraf olarak dizilmesi gerekmektedir]. (4) İktibas ister aynen, ister mealen olsun, eserin ve eser sahibinin adı belirtilerek iktibasın kaynağı gösterilmelidir (m.35/5). (5) İktibas edilen kısmın alındığı yer belirtilmelidir (m.35/5).

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 3 Mart 2004 tarih ve 4630 sayılı kanunla değişik 71’inci maddesinin 4’üncü fıkrası, 35’inci maddeye aykırı olarak “kaynak göstermeyen veya yanlış yahut kifayetsiz veya aldatıcı kaynak” göstererek iktibas yapan kişileri, 2 (iki) yıldan 4 (dört) yıla kadar hapis cezası veya 50.000 YTL'den 150.000 YTL'ye  kadar ağır para cezasıyla veya zararın ağırlığı dikkate alınarak bunların her ikisiyle birden cezalandırmaktadır.

Ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 18 Şubat 1981 tarih ve E.1980/1, K.1981/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre kararına göre, “iktibas hususunda kullanılan eser sahibinin ve eserinin adı belirtilse bile eser sahibi, haksız rekabet hükümlerine dayanarak Borçlar Kanununun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi halinde manevi tazminat isteyebilir”.


 

Editör: Kemal Gözler

E.mail: kgozler[at]hotmail.com

Ana sayfa: www.anayasa.gen.tr

Bu sayfa: www.anayasa.gen.tr/law104-index.htm

Konuluş Tarihi: Ekim 2006 (ku.edu.tr/gozler altında)

Son Değişiklik: 21 Eylül 2007