Kemal
Gözler*
Referanduma bir hafta kaldı.
Ben referandumda oylanacak olan Anayasa Değişikliği Kanunu ve keza referandum süreci hakkında eleştirilerimi 11 Mart 2017 tarihinde yayınlanan Elveda Anayasa isimli eleştiri kitabımda[1] açıkladım.
Burada tekrar Anayasa değişikliğinin içeriğine girecek değilim. Ancak kitabımın yayınlandığı tarihten bu yana geçen yaklaşık bir aylık süre içindeki gelişmelere bir göz atmak ve referanduma bir hafta kala son gözlemlerimi dile getirmek isterim.
Elveda Anayasa isimli kitabımın “Referandum mu, Plebisit mi” başlıklı beşinci bölümünde, Anayasa Değişikliği Kanununun içeriğinden bağımsız olarak halkoylaması sürecini incelemiş ve bu süreçte, referandumun, gerek “Evet” oyu, gerekse “Hayır” oyu lehine propaganda yapanlar tarafından amacından saptırılıp, bir plebisite dönüştürülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gözlemlemiş ve bu konuda birtakım uyarılarda bulunmuştum[2].
Maalesef referandumun plebisite dönüşebileceği yolundaki endişelerim geçen bir ay boyunca çok büyük ölçüde teyit edildi. Referandum tartışması, hükûmet sistemine verilecek evet/hayır oyu tartışmasıdır. Ne var ki, bu tartışma, bu hükûmet sistemini öneren Adalet ve Kalkınma Partisine veya görevdeki Cumhurbaşkanına verilen evet/hayır oyu tartışması hâline getirildi.
Bu amaç saptırmasından sadece Adalet ve Kalkınma Partisi değil, Cumhuriyet Halk Partisi de sorumlu. Referandum sürecinde gerek “Evet” oyu, gerekse “Hayır” oyu lehine yapılan propagandanın önemli bir kısmı, görevdeki Cumhurbaşkanının şahsına yönelik halktaki sempati veya antipatinin tahrik edilmesi üzerine kuruludur. Elveda Anayasa isimli kitabımda (s.114-115) açıkladığım gibi, referandumda oylanan şey, bir kişi değil; bir metindir. 16 Nisan’da Cumhurbaşkanı seçmeyeceğiz; bir hükûmet sisteminin kabulü hakkında oy vereceğiz. Cumhurbaşkanını şimdi değil, 2019 yılında seçeceğiz.
* * *
Yukarıdaki hususları esasen 11 Mart’ta yayınlanan Elveda Anayasa isimli kitabımda da dile getirdim. 11 Mart’tan sonra, özellikle son günlerde referandumun amacından saptırılması sürecinde değişik bir olgu gözlemlemeye başladım[3]:
Referandum plebisite dönüşürse, normal şartlarda bu dönüşme, referandumda oylanacak olan kanunu referanduma sunan kişi veya parti için olur. Örneğin Fransa’da 27 Nisan 1969 referandumu, Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle için güven oylamasına dönüşmüştür. Mantık gereği, referandumun muhalefet partisi veya muhalefet partisi lideri için yapılan bir güven oylamasına dönüştürülme ihtimali yoktur. Zira referandumu onlar başlatmamıştır. Dünyada benim bildiğim örnekler arasında muhalefet partisi lideri hakkında plebisite dönüştürülmüş bir referandum yoktur.
Türkiye’de garip bir şekilde son günlerde, 16 Nisan referandumu, özellikle Cumhurbaşkanının söylemleriyle, sanki CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsı hakkında yapılan bir güven oylamasına dönüştürülmeye çalışılıyor. Örnek olarak Cumhurbaşkanının referandum mitinglerinde söylediği “Eyy Kılıçdaroğlu” hitabıyla başlayan sözler, keza Kılıçdaroğlu’na hitaben söylediği “kasetle geldin, kasetle gideceksin” sözleri hatırlanabilir. Bu genel örneklerin dışında, somut bir örnek de verebilirim. Cumhurbaşkanı, 8 Nisan 2017 tarihinde İstanbul Yenikapı’da “Evet Buluşması” ismiyle gerçekleştirilen mitingde yaptığı konuşmada aynen şunları söylemiştir:
“CHP’ye gönül vermiş kardeşlerim için üzülüyorum, fikirlerimiz uymasa da bu kardeşlerimizin Kılıçdaroğlu gibi bir felakete maruz kalması gerçekten üzüntü verici. Onun için diyorum ki 16 Nisan, CHP’ye gönül vermiş kardeşlerimin de günüdür. Gelin bu adamdan kurtulun. 16 Nisan’da şöyle rekor bir evet oranına ulaşmamız halinde artık bu zatın yerinde oturamayacağına inanıyorum”[4].
16 Nisan’da hükûmet sistemi oylanacak. Halka sorulan soru 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanununu kabul edip etmediklerinden ibaret. Bu referandum, nasıl Cumhurbaşkanının şahsı hakkında yapılan oylama değil ise, CHP Genel Başkanının şahsı hakkında yapılan bir oylama da değildir. Referandumun Cumhurbaşkanının şahsı için yapılan bir güven oylamasına dönüştürülmesi ne kadar yanlış ise, CHP Genel Başkanının şahsı için yapılan bir güven oylamasına dönüştürülmesi de o kadar yanlıştır. CHP Genel Başkanından “CHP’ye gönül vermiş kardeşlerimizin” kurtulmasının yolu, 16 Nisan’da “Evet” veya “Hayır” oyu kullanmalarından değil, gelecek CHP Kurultayından geçer.
* * *
Hükûmet sistemi bir otobüse benzetilebilir. Yolcularının Türk halkı olacağı bir otobüs. Şimdi bu otobüsü tasarlıyoruz. Otobüsün sürücüsünü daha sonra seçeceğiz. Referandumda oylanacak şey, bu otobüsün mühendislik projesi; otobüsün sürücüsü değil.
Referandum döneminde yapılan tartışmanın otobüsün projesi üzerinde dönmesi gerekir. Otobüsün sürücüsünü sonra seçeceğiz. Otobüsün gelecekte de şimdiki sürücü tarafından sürüleceği kesin değil. Zaten sürücü olarak şimdiki sürücü tekrar seçilse bile, otobüs bir beş yıl daha aynı sürücü tarafından sürülecek. Daha sonra yeni bir sürücü seçeceğiz. Sürücüleri beş yıl için seçiyoruz. Ama otobüsü onlarca ve belki ABD’de olduğu gibi yüzlerce yıl çalışacak şekilde tasarlamamız gerekiyor.
Ben, hepimizin içinde seyahat etmek zorunda kalacağı otobüsümüz hakkında, onun sürücüsünün kim olacağından bağımsız olarak şunu söylemek isterim: Projesi çizilen otobüsümüz, sadece beşinci vitesi olan ve freni de olmayan bir otobüstür. Böyle bir otobüsü en usta sürücüler bile süremez. Böyle bir otobüs, en usta sürücünün elinde bile kaza yapar. Bugün hepimiz, sadece beşinci vitesi olan ve freni de bulunmayan bir otobüse binmek üzereyiz.
Elveda Anayasa isimli kitabımın çeşitli bölümlerinde, anayasa hukukçularına tartışma imkânı tanınmadığı, kasten susturuldukları, referandum ortamında tam bir serbestlik bulunmadığı, “Hayır” oyu lehine propaganda yapanlar üzerinde baskılar olduğu ve keza referanduma serbest ve adil bir tartışma ortamında gidilmediği yolundaki gözlem ve endişelerimi aktarmıştım[5].
Bunları yazdığımda referanduma daha 40 gün kadar bir süre vardı. Bu süre iyi değerlendirilebilir ve eleştirilen noktalar ortadan kaldırılabilir; referandum sürecinin serbest ve adil bir tartışma ortamında geçmesi sağlanabilirdi. Referanduma bir hafta kala maalesef bunun sağlanmadığını gösteren ve kitabımda dile getirdiğim gözlem ve endişeleri çürüten değil, tersine teyit eden haberler okuduk. Bu haberlerin detaylı bir listesini burada yapacak değilim. Buna gerek olduğunu da sanmıyorum. “Hayır” oyu lehine propaganda konuşması yapmak isteyen bazı politikacıların konuşturulmadıkları, salon verilmediği, hatta saldırıya uğradıkları, “Hayır” pankartlarının yırtıldığı, “Hayır” afişlerinin söküldüğü yolunda pek çok haber işittik ve işitmeye de devam ediyoruz.
“Evet” oyu lehine ise, tam tersine, bazı mitinglere bazı çalışanların zorunlu olarak götürüldüğü[6], lise öğrencilerine “Evet” oyu propagandası yapıldığı yolunda haberler okuduk[7].
* * *
“Evet” oyu ile “Hayır” oyu lehine propaganda yapılmasında eşitliği bozan en önemli faktör, hiç şüphesiz, Cumhurbaşkanının yürüttüğü kampanyadır. “Evet” oyu lehine yürütülen kampanyanın en önemli kısmının Cumhurbaşkanı tarafından yürütülen kısmı olduğunu kim inkar edebilir?
Önerilen Anayasa değişikliği 16 Nisan’da halkımız tarafından kabul edilirse, Cumhurbaşkanının partili olmasının yolu açılacak. Ancak 16 Nisan’a kadar, Anayasamızın “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” diyen 101’inci maddesinin son fıkrası ve Cumhurbaşkanının üzerine aldığı görevleri tarafsızlıkla yerine getirmek için çalışacağına yemin etmesini öngören 103’üncü maddesi hâlâ yürürlüktedir.
Cumhurbaşkanı neredeyse her gün bir şehirde miting yapıyor. Şüphesiz, Cumhurbaşkanının bu mitinglerde, “toplu açılış” yaptığını, “Anayasa değişikliklerinin açıklanması ve tanıtılması amacıyla” konuşma yaptığını ve “tarafsızlığını yitirmediğini” iddia eden birisi varsa, ona karşı diyecek bir sözümüz yoktur.
İşin ilginç yanı, bir yandan, Cumhurbaşkanının tarafsız olduğu için seçim yasaklarının ona uygulanmayacağı; diğer yandan da Cumhurbaşkanının propaganda yapabileceği söyleniyor. Bu ikisi arasında bir çelişki yok mu? Cumhurbaşkanı propaganda yapabiliyorsa, Başbakana uygulandığı gibi seçim yasaklarının Cumhurbaşkanına da uygulanması gerekmez mi? Yok eğer seçim yasakları kendisine uygulanmayacak idiyse Cumhurbaşkanının tarafsızlığını koruması gerekmez mi? Bu iki seçeneğin nasıl uzlaştırılabildiğini ben anlamış değilim.
Bir hukuk kuralının varlığı başka, bir müeyyidesinin olup olmaması başka bir sorundur. Bir kuralın müeyyidesinin olmaması, o kuralı ihlâl etme hakkını kimseye vermez.
* * *
Referandum sürecideki tartışma ortamının serbestliği, adilliği ve samimiyeti üzerinde, “Hayır” oyu lehine oy verecekler üzerinde kurulmaya çalışılan manevî baskının da olumsuz etkileri var. Halkoylaması daha başladığı ilk günlerde halkoylaması verecekler terör örgütleri yanında gösteren talihsiz ifadeler oldu. Daha sonra bunlardan dönüldüğü söylense de benzeri ifadelere yer yer rastlanıldı. Keza “Hayır” oyu verecekleri küçümseyen ve onları başkalaştıran ifadeleri işittik ve işitmeye devam ediyoruz.
Örneğin aynı zamanda bir gazete köşe yazarı olan ilahiyat profesörü Hayrettin Karaman, 26 Mart 2017 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde yazdığı köşe yazısında aynen şöyle demiştir:
“Referandum sürecinde ‘Hayır’ cephesinde yer alan insanların büyük çoğunluğu işte bu ‘yabancılaşmış parçamızdan’ oluşuyor”[8].
Bir ülkede referandum yapılıyor ise, gerek “Evet”, gerekse “Hayır” cephesinde yer alan insanlar aynı derecede saygındır; bunlardan biri aslî, diğeri yabancılaşmış unsur olarak görülemez; eğer bu mümkün ise zaten referandum yapmaya gerek yoktur. Referandum’dan yüzde 40, yüzde 50 gibi bir hayır oyu çıkarsa, sayın Karaman’a göre, toplumun yarısı “yabancılaşmış” mı olacak? Sayın yazara göre Türk toplumunun aslî unsuru nedir? Sayın Hayrettin Karaman’ın sarf ettiği bu söz, referandum sürecinde söylenebilecek bir söz değildir. Bu söz, aynı zamanda çoğulculuk, başkalarının varlığına saygı duyma gibi demokratik değerler ile de çatışma halindedir.
Diğer bir örnek: Cumhurbaşkanı, 5 Nisan 2017 tarihinde
eski Bursa Atatürk Stadyumunda düzenlenen toplu açılış töreninde, hayır oyu
verecekleri kastederek “buna karşı
çıkacağım derken, dünyanızı da, ahiretinizi de tehlikeye atmayın”
demiştir[9]. Önerilen
hükûmet sistemine karşı çıkmak nasıl olacak da kişilerin ahiretini tehlikeye
atacak[10]? Başkanlık
sistemi lehine nas mı var? Yoksa parlâmenter sistemi haram kılan bir ayet mi
var? Mücahit Bilici, Emir Kaya ve Fahrettin Dağlı’nın isabetle belirttikleri
gibi “oy, Allah indinde bir değer değildir”[11].
Burada Anayasamızın (Başlangıç, Paragraf 5) “kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya karıştırılmasını” yasakladığını ve Anayasamızın 24’üncü maddesinin son fıkrasında da “kimse… siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” dendiğini hatırlatalım.
“Basında din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilerek Evet” oyu propagandası yapıldığı yolunda pek çok haber çıktı. Ancak bunların Adalet ve Kalkınma Partisine isnadiyeti ispata muhtaçtır. O nedenle bunlara burada yer vermiyorum. Neticede bunlar, bir siyasî parti tarafından üstlenilmedikçe “vaka-i adiye” olarak mülahaza edileceklerdir. .
Bu konuda talihsiz örnekler, sadece iktidar kanadından değil, muhalefet kanadından geliyor. CHP Milletvekili Hüsnü Bozkurt, 31 Mart 2017 tarihinde Halk TV’de Halkın Arenası yaptığı bir konuşmada “Evet” oyu vereceklere yönelik olarak şu sözleri söylemiştir:
“Diyelim ki ‘evet’ çıktı, kimse heveslenmesin. Biz yine Samsun'dan başlarız, Amasya'ya gideriz, Sivas'a gideriz, Ankara'ya geliriz. Buradan İnönü'ye, Sakarya'ya, Dumlupınar'a... Ulan sizi İzmir'e kadar kovalamazsak anamızdan emdiğimiz süt helal olmasın. Sizi de sizin yedi göbek sülalenizi de bütün emperyalistleri de yine İzmir'den denize dökeriz”[12].
Bu sözler, neresinden tutarsanız tutun, yanlış sözlerdir.
Serbest ve adil bir tartışma ortamında, her iki oy da tamamıyla aynı saygınlıktadır. Bu tartışmada herkes, gerek “Evet” oyu, gerekse “Hayır” oyu verecek vatandaşlarımıza saygı göstermek zorundadır.
Televizyonlarda serbest ve adil bir tartışma ortamı bulunduğunu söylemek çok zor. Televizyon kanallarının neredeyse yarısından fazlasında “Hayır” oyu görmezden geliniyor. Bazı kanallarda “Hayır” oyu lehine konuşma yapılmasına göstermelik olsa bile imkân tanınmıyor. “Hayır” oyunun görmezden gelinmediği kanalların çoğunda da “Evet” veya “Hayır” oyu lehine tanınan süreler arasında apaçık dengesizlik var.
“Evet” oyu ve “Hayır” oyu lehine yürütülen kampanyanın kendisindeki apaçık eşitsizlikler var. Bu konuda Fehmi Koru’nun şu cümleleri alıntılamak sanırım yeterli olacaktır:
“Böyle kampanya daha önce görülmedi
İstanbul’u bir baştan diğer başına dolaştım dün. Bir, Belediye’nin her yıl bu zamanlarda özel ihtimamıyla kenti donattığı ‘lâleler’ dikkat çekiyordu; bir de her boşluğu dolduran ‘Evet’ afişleri…
Daha önce hiçbir seçimde görmediğimiz kadar yoğun bir ‘Evet’ propagandasıyla yürütülüyor referandum kampanyası. Her kentimiz İstanbul kadar ‘Evet’ ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan afişleriyle donatılmışsa.. ‘propaganda yoğunluğu rekoru’ bu referandumda diyebiliriz.
Yalnızca afiş yoğunluğu sebebiyle değil..
Medyada,… her iletişim alanında ‘Evet’ ve Erdoğan reklamları açık ara önde…
Ekranlar ve gazete sayfalarında da…
‘Hayır’ için propaganda yok mu? Herhalde vardır, ancak ben pek görmüyorum”[13].
Ben 11 Mart 2017 günü yayınlanan Elveda Anayasa isimli kitabımda, Anayasa Değişikliği Kanunu hakkındaki tartışmanın yanlış kişiler arasında döndüğünü, hatta topçuların ve popçuların konuşturulduğunu ama anayasacıların özellikle susturulduğunu yazıp bunu eleştirmiştim[14]. Anayasa Değişikliği Kanunuyla ilgili olarak konuşan, sayıları yetersiz de olsa, pek çok anayasa hukukçusu meslektaşımız oldu ve olmaya da devam ediyor. Ancak sesleri çok cılız çıkıyor. Anayasa hukukçularının bir kısmı ise hiç konuşmuyor. Önemli bir kısmı da sadece sempozyum gibi bilimsel çevrelerde konuşmayı tercih ediyorlar. Anayasacılar arasındaki bir tartışmanın kamuoyunda ses getirdiğine ben şahit olmadım. Bunun pek çok sebebi vardır. Ama muhtemelen birinci sebebi, ana akım medyanın ses getirme ihtimali olan muhalif anayasacılara konuşma imkânı tanımamasıdır.
Şüphesiz ki, hükûmet sistemi konusunda yapılan bir Anayasa değişikliği konusundaki tartışmaya, sadece anayasa hukukçuları değil, herkes katılabilir. Bu konuda tekel olamaz. Ama bu tartışmaya katılması gereken birinci kişiler hâliyle anayasa hukukçularıdır. Anayasa hukukçularının susturulduğu bir yerde alakasız kişilerin konuşturulması eleştiriye açıktır.
Ana akım medyada, Anayasa değişikliği tartışmalarına, anayasa hukukçularının değil, çoğunlukla gazetecilerin, milletvekillerinin ve avukatların katıldıklarını görüyoruz. Bunların çok büyük bir kısmının ortak özelliği anayasa hukuku alanında en küçük bir uzmanlıklarının olmamasıdır. Kendilerine bolca “Evet” oyu lehine konuşma imkânı tanınan bu kişilerin, benim görebildiğim kadarıyla, –içlerinde bir hocamız hariç–, anayasa hukuku alanında yüksek lisans veya doktoraları yoktur. Yüksek lisans dahi yapmamış avukatların, kerameti kendinden menkul bir şekilde, hükûmet sistemi uzmanı kesilmeleri ve halkın bu kişileri dinlemek zorunda kalması ne kadar da üzücüdür.
Herkes anayasa hukukuyla ilgilenebilir. Ancak bu ilgileri samimi bir ilgi ise, bu kişilerin, daha önceki yıllarda da anayasa hukukuyla ilgileniyor olmaları gerekmez miydi? Bugün bu kadar çok konuşan bu kişilerin, bu kadar bilgili idiyseler, daha önce anayasa hukuku alanında kitap veya makaleler yazmış olmaları gerekmez miydi[15]? Ben otuz yıldır, anayasa hukuku alanında çalışıyorum. Şimdiye kadar bu kişilerin anayasa hukukunda tek bir makalesini okumadım. İsimlerini literatürde duymadım. Bu hükûmet sistemi uzmanlarını hayatımda ilk defa şimdi televizyonlarda gördüm.
İşin ehlini değil, amatörleri konuşturan bir toplumun kendisi için doğru bir hükûmet sistemini bulabileceğini sanmıyorum.
Türkiye’de sadece serbest ve adil bir tartışma ortamı değil, aynı zamanda kaliteli bir tartışma ortamı da yok. Televizyonlardan çoğunlukla duyduğumuz şey, “Evet” oyu lehine ehliyetsiz kişiler tarafından yapılan, içinde yanlış bilgilerin de bulunduğu, tek taraflı bir “Evet” oyu propagandasından ibaret.
Bu durum sadece televizyonlar için değil, bu alanda yazılmış kitaplar için de geçerli. Türkiye’de, benim görebildiğim kadarıyla, sadece son bir ayda, “Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi”ni savunan sekiz kitap yayınlandı[16]. Bu kitapların yazarlarından sadece üçü hukuk fakültesi mezunu. Onların da anayasa hukuku alanında yaptıkları bir yüksek lisans veya doktora yok. Bunlar akademisyen değil avukat. Diğer kitapların yazarları ise hukukçu bile değil. Bu sekiz kitabın yazarlarından sadece ikisinin akademik unvanı var (bunlar da siyaset bilimi alanında). Geri kalan altı kitabın yazarı içinde doktora yapmış olan yoktur. Bunlar lisans mezunu kişilerdir. Bu sekiz kitabın sekizi de pırıl pırıl bir baskıyla, grafik olarak oldukça alımlı kapaklarla çıkmışlardır. Ne var ki, içeriklerinin kalitesi hakkında aynı şeyi söylemek zor. Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi eğiliminde ve keza geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi ile işbirliği yapmış pek çok anayasa hukuku öğretim üyesi var. Neden bunlardan birisi çıkıp da referandumda oylayacağımız hükûmet sistemini savunan bir kitap yazmıyor[17]?
Referandum sürecinde yapılan tartışmanın, serbest ve adil koşullarda yapılması yetmez; bu tartışmanın dürüstçe de yapılması gerekir. Yani, gerek “Evet” oyu, gerekse “Hayır” oyu lehine gerçek dışı beyanlarda bulunulmaması lazımdır.
Elveda Anayasa isimli kitabımda seçmene söylenen pek çok şeyin gerçek dışı olduğuna dair örnekler vermiştim. Mesela önerilen sistemin başkanlık sistemi olduğu, parlâmenter sistemin hükûmet darbelerine yol açtığı, başkanlık sisteminin ise darbeleri önlediği, Türkiye’de parlâmenter hükûmet sisteminin ilk defa 1961 Anayasasıyla geldiği gibi iddiaların nasıl gerçek dışı iddialar olduğunu anılan kitabımda göstermiştim[18].
Bu gerçek dışı beyanlara kitabımın yayınlanmasından sonra da devam edildi. Bunlara birkaç örnek vermek isterim:
a) Bunların arasında en akılda kalıcı ve en büyüğü hiç şüphesiz, önerilen sitemde Cumhurbaşkanının fesih yetkisinin olmadığı iddiasıdır[19]. Önerilen sistemde fesih yetkisi vardır. Anayasa Değişikliği Kanununda “fesih” teriminin değil, “seçimlerin yenilenmesi” teriminin kullanılmasının yarattığı bir farklılık yoktur. Burada bir isimlendirme meselesinden başka bir sorun yoktur. Hangi kelime kullanılırsa kullanılsın, bu yetkinin kullanılması sonucu, TBMM’nin görev süresi, normal seçim döneminden önce sona erdirilmektedir. Fesih durumunda meclisin görevinin derhal sona ereceği, seçimlerin yenilenmesi durumunda ise yeni seçimlere kadar devam edeceği argümanı, fesih ile yenileme kavramları arasında fark yaratmaya yeterli değildir. Zira, seçimlerin yenilenmesi durumunda, TBMM’nin yeni seçimlere kadar iki-üç ay daha görev kalabilmesi, “seçimlerin yenilenmesi” teriminden kaynaklanan bir sonuç değil; Anayasa, m.77/3’te (referandum geçerse m.116/4 olacak) bulunan “yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer” şeklindeki hükümden kaynaklanan bir sonuçtur. Bu hüküm olmasaydı, yenilenmesine karar verilen Meclisin görevi derhal sona ererdi. Fesih/yenileme başka şey, bunların doğurduğu sonucun yürürlüğe gireceği tarih başka şeydir. Bu konuda görüşlerimi, biri 30 Mart 2017, diğeri 31 Mart 2017 tarihinde yayınlanan iki ayrı makalemde etraflıca açıkladım. Bu konuda bu makalelerime bakılabilir[20].
Gerçek dışı beyan ve iddialara daha pek çok örnek verilebilir. Bu konuda Onur Bakır’ın “Afişe Çıkan, İfşa Olan Yalanlar” başlıklı Adalet ve Kalkınma Partisinin “Evet” kampanyasında kullandığı afişleri[21] inceleyen güzel bir yazısı vardır[22]. Örnekler için bu yazıya bakılabilir. Ben yazıdan sadece dört örnek vermekle yetineceğim:
b) Adalet ve Kalkınma Partisinin bir kampanya afişinde “Güçlü Meclis. Milletvekili sayısı 550’ten 600’e çıkarılıyor. Temsilde adalet geliyor” deniyor. Milletvekili sayısının 550’den 600’e çıkarılması, Meclisi daha güçlü yapmaz; olsa olsa daha tombul yapar.
İddia edildiğinin aksine, Anayasa değişikliği, Meclisin yürütme üzerindeki denetim yetkisini azaltmaktadır. Örneğin önerilen sistemde gensoru hâliyle yoktur. Keza önerilen sistemde Cumhurbaşkanı, yetki kanununa ihtiyaç duymadan, mevcut sistemde Meclisin düzenlemesi gereken konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilecektir. Mevcut sistemde bakanların Yüce Divana sevki için TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğu yeterli iken önerilen sistemde bunun için üçte iki oy çoğunluğu gerekecektir. Görüldüğü gibi “güçlü Meclis” iddiası gerçek dışı bir iddiadır.
c) Adalet ve Kalkınma Partisinin diğer bir kampanya afişinde “Güçlü ve yetkili Meclis. Kanunları sadece Meclis yapıyor” deniyor. “Kanunları sadece Meclis yapıyor” ifadesi komik ve abesle iştigal misali bir ifadedir. İyi güzel de “kanunları” zaten kim yapacaktır? Yoksa Türkiye’de kanun yapma yetkisinin Cumhurbaşkanına ait olması gerektiğini düşünenler mi var?
d) Diğer bir afişte şöyle deniyor: “Milletin hem Meclisi, hem hükümeti seçmesi için evet.” Onur Bakır’ın vurguladığı gibi, “gören de bakanlar seçimle belirlenecek sanır”[23]. Bu hâliyle doğru değildir. Çünkü öngörülen sistemde bakanlar doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Zaten, önerilen sistemde bir “hükûmet”, yani bir “Bakanlar Kurulu” da yoktur. Bunların yerine Cumhurbaşkanı vardır.
Hükûmet veya bakanlar kurulu, kolektif ve kolejyal bir organdır[24]. Bakanların kolektif sorumluluğunun olmadığı bir sistemde “hükûmet”ten veya “bakanlar kurulu”ndan zaten bahsedilemez. Önerilen sistemde “hükûmet” de, “bakanlar kurulu” da Cumhurbaşkanının kendisidir. Zaten “başkanlık hükûmet sistemi” veya “Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi”nin de anlamı budur.
Teklif edilen sistemde “bakan” terimi varsa da, bunlar parlâmenter hükûmet sistemindeki bakanlar gibi birer “bakan” değil, başkanlık sistemindeki gibi tamamıyla Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olan kişilerdir; bunlara “bakan” değil, ABD’de olduğu gibi “sekreter” isminin verilmesi daha isabetli olurdu.
Zaten 16 Nisan’da oylayacağımız Anayasa Değişikliği Kanununun kendisinde “Hükûmet” ibaresi veya “Bakanlar Kurulu” ibaresi yoktur. Dahası adı geçen Anayasa Değişikliği Kanunu, Anayasada geçen “Hükûmet” ibaresini “Cumhurbaşkanı” ibaresiyle ve keza “Bakanlar Kurulu” ibaresini de yine “Cumhurbaşkanı” ibaresiyle değiştirmiştir (m.16/B). Dolayısıyla bu gerçek dışı bilgi, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanununda değil, söz konusu kampanya afişindedir.
e) Afişlerin içinde en apaçık gerçek dışı beyan, şüphesiz şu afişte bulunmaktadır: “Milletin seçtiği Meclis, hükümeti denetliyor”[25]. Üç kelimelik bu cümlede bir değil, tam iki adet gerçek dışı beyan var:
Birincisi, önerilen sistemde “hükûmet” diye bir şey zaten yoktur. Bunu yukarıda açıkladık. Olmayan bir şeyi Meclis nasıl denetleyecek? Önerilen sistemde Meclisin hükûmet üzerinde denetleme yetkisi olduğunu iddia edenlerin öncelikle önerilen sistemde “hükûmet” diye bir şeyin olduğunu göstermeleri gerekir.
İkincisi şudur: Mevcut sistemde Meclisin var olan denetleme yetkilerinden en önemlisi olan gensoru yetkisi, önerilen sistemde, bu sistemin mahiyeti gereği zaten yoktur.
Bu konuda 16 Nisan’da oylayacağımız 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanununun kendisinde bir tereddüt yoktur. Bu Kanunla Anayasanın TBMM’nin görev ve yetkilerini düzenleyen 87’nci maddesinin mevcut hâlinde var olan “Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek” yetkisi madde metninde açıkça çıkarılmıştır. Anayasa Değişikliği Kanunuyla, Meclisin “Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek” yetkisi çıkarılıyor iken, bu Kanunu savunmak için hazırlanan afişte “Meclis, hükümeti denetliyor” denmesi izahı mümkün olmayan bir çelişkidir.
Adalet ve Kalkınma Partisinde bu ilânları hazırlayanların, başkanlık sistemlerinde veya kendi önerdikleri cumhurbaşkanlığı sisteminde “hükûmet”, “bakanlar kurulu” veya “kabine” diye isimlendirilen bir kolektif yürütme organı olmadığını, bunun parlâmenter sistemlerde görülen bir kurum olduğunu galiba unutmuşlardır.
Tek unutan onlar da değildir. Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı 6 Mart 2017 tarihinde Best FM’de “Konuşan Türkiye” programında aynen şöyle konuşmuştur:
“Düşünün yeni modeli kurduk. Halk seçti Cumhurbaşkanını, Başbakan da başkası oldu. Cumhurbaşkanı başka partinin genel başkanı, başbakan da başka bir partinin genel başkanı. Asıl kavga o zaman çıkacak”[26].
Hâliyle önerilen yeni sistemde Başbakan yoktur. Dolayısıyla CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözleri yanlıştır.
Gerek Adalet ve Kalkınma Partisinin kendi afişlerinde kendi önerdiği sistemde olmayan, sadece parlâmenter sistemlerde olan bir kavram olan “hükûmet” terimi kullanması, gerekse Anamuhalefet Partisi Partisi Genel Başkanının önerilen sistemi eleştirmek için bu sistemde olmayan bir kişi olan “Başbakan”a atıf yapması, basit birer gaftan öte, Türkiye’de parlâmenter sistemin nasıl köklü bir şekilde yerleştiğini göstermektedir.
Parlâmenter sisteme savaş açan Adalet ve Kalkınma Partisi de, “hükûmet”, “bakanlar kurulu”, “bakanlar” gibi parlâmenter sistemin kavramlarıyla düşünmeye devam ediyor. Anlaşılan o ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, parlâmenter sistemi terk etse de, parlâmenter sistemin hayaletinin Adalet ve Kalkınma Partisini bırakmaya pek niyeti yok. Aynı şey Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı için de söylenebilir.
Vakıa şu ki, Türkiye’de 1876’dan beri bildiğimiz ve tecrübe sahibi olduğumuz tek sistem, parlâmenter sistemdir. Türkiye’de Abdülhamid-i Sani döneminde Meclis-i Mebusan’ın toplantıya çağrılmadığı yıllarda bile, “Heyet-i Vükelâ” (yani Bakanlar Kurulu), “Sadrazam” (yani Başbakan) ve “vekiller” (yani bakanlar) vardı. Türkiye’de 12 Eylül döneminde Meclis dağıtılmış iken bile “Bakanlar Kurulu”, “Başbakan” ve “bakanlar” vardı. Anlaşılan o ki, parlâmenter sistemin bu kavramları, Türk siyasal hayatının iliklerine kadar işlemiştir. Parlâmenter sistemin düşmanları bile bu kavramları kullanmadan düşünememektedirler.
Anayasa değişikliği hakkında halkımız karar verecek. Halkın önünde “Evet” ve “Hayır” seçenekleri var. Halkın bu iki seçenek arasında doğru karar verebilmesi için, gerek “Evet” oyu, gerekse “Hayır” oyu lehine olan görüşleri karşılaştırması, tartması gerekir. Bunun için de halkın her şeyden önce gerek “Evet” oyu, gerekse “Hayır” oyu lehine ileri sürülen görüşleri işitmesi, bunları bilmesi gerekir. Hâliyle her iki oy lehine olan görüşler, halka dürüstçe ve samimî bir şekilde konunun uzmanı olan kişiler tarafından sunulmalıdır.
Eskilerin dediği gibi “barika-i hakikat müsademe-i efkardan çıkar”; yani gerçeğin ışığı, fikirlerin çarpışmasından doğar. Fikirlerin çarpışması için de, her iki fikrin serbestçe ve eşit şartlar altında dile getirilmesi gerekir. Bunun yolu da tartışmadan geçer.
Sosyal bilimlerde aslında doğruyu bulmak için tartışmadan başka bir yol da yoktur. Anayasa değişikliğinin lehine veya aleyhine olan iddiaların doğruluğu ancak tartışılarak ispatlanabilir.
Sosyal bilimlerin laboratuvarı yok. Hükûmet sistemleriyle ilgili bir iddianın doğruluğunu, suyun 100 derecede kaynayacağı iddiasının ispatında olduğu gibi, laboratuvar ortamında deney yaparak ispatlayamayız. Hükûmet sitemiyle ilgili bir fikrin doğru olup olmadığı nihaî tahlilde bu sistem uygulandıktan ve üzerinden yıllar geçtikten sonra anlaşılır. Bu durumda ise iş işten çoktan geçmiş olur. Toplum ve devlet, telafisi güç veya imkansız zararlar almış olur.
O nedenle Türkiye’de doğru bir hükûmet sistemi kurabilmek için, tasarlanan sistem lehine ve aleyhine olan bütün iddiaların ortaya atılması, bütün fikirlerin ileri sürülmesi ve tartışılması gerekir. Sosyal bilimlerin laboratuvarı işte bu “tartışma”, bu “müsademe-i efkar”dır. Böyle bir tartışmadan geçmemiş bir sistem, laboratuvar deneyleri tamamlanmadan piyasaya sürülen ilaç kadar tehlikelidir.
Hemen belirtmek isterim ki, bu tartışmanın kendisinden beklenen sonucu doğurabilmesi için, samimî bir tartışma olması, bunun için de tartışmanın serbest ve eşit şartlar altında yapılması gerekir. Sosyal konularda tartışmanın serbestliği ve eşitliği, fen bilimlerinde laboratuvar koşullarının sahihliği kadar önemlidir. Sosyal bilimlerde tartışma koşullarının eşitliğine ve serbestliğine yapılan her müdahale, fen bilimlerinde laboratuar koşullarında hile yapılmasına benzer. O nedenle sıhhatli sonuç alınmak isteniyorsa, Anayasa değişikliği hakkında yapılacak tartışmada, gerek “Evet” oyu, gerekse “Hayır” oyu lehine tam bir ifade hürriyeti tanınmalıdır. Karşı tarafa ifade hürriyetinin verilmediği bir ortamda yapılan tartışma, hileli laboratuar ortamında yapılan deney gibidir. Sonucun bilimsel geçerliliği olmaz. Testleri hileli koşullar altında yapılmış ilaç hastayı iyileştirmez ve maazallah öldürebilir; serbest ve eşit tartışma ortamı olmadan yapılan bir referandumun ise ülkeye ne zarar vereceğini bilemiyorum.
Doğru karar vermek için “Hayır” tezinin savunulması, en az “Evet” tezinin savunulması kadar gereklidir. “Hayır” tezini dinlemeden halkın karar vermesi yanlış olur. Doğru karar vermek istiyorsanız, “Hayır” tezinin de ifade edilmesine izin vermeniz gerekir. Kaldı ki, Türkiye için önerdiğiniz hükûmet sistemi doğru bir sistem ise, bu tartışmadan korkmanızı gerektirecek bir şey de yoktur. Zaten haklıysanız, hak ortaya çıkacaktır. Bir tartışma, erkeği kadın, kadını erkek yapmaz. Bir tartışma, doğruyu yanlış, yanlışı doğru yapmaz. Tersine neyin yanlış, neyin doğru olduğunu ortaya çıkarır. Savunduğunuz hükûmet sisteminin doğru bir sistem olduğundan eminseniz, bu sisteme karşı çıkanlara söz hakkı vermemenizin mantıklı bir izahı yoktur. Tersine sizin önerdiğiniz sisteme karşı çıkanlara konuşma imkânı verin ki, kendi önerdiğiniz sistem doğru ise, bu sistemin doğru bir sistem olduğu ortaya çıksın.
Şüphesiz, Türkiye’de, ana akım medyanın büyük bir kısmında serbest ve adil bir tartışma ortamı olmasa da, ülkenin genelinde, çeşitli mecralarda yapılan bir referandum tartışması var.
Ne var ki bu tartışmada tartışılan konuların önemli bir kısmının Anayasa Değişikliği Kanunuyla getirilmek istenen hükûmet sistemiyle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Gerek “Evet” oyu lehine, gerekse “Hayır” oyu lehine yapılan kampanyalarda kullanılan slogan, afiş ve reklam malzemesinin ezici çoğunluğunun referanduma sunulan Anayasa Değişikliği Kanunuyla uzaktan yakında bir ilgisi yok[27].
Referandum tartışması bazen Anayasa değişikliğiyle tamamıyla ilgisiz konular üzerinden yapılıyor. Örneğin bu tartışma birkaç hafta önce, bir Türk Bakanın Hollanda’da konuşmasına izin verilmemesi ve Hollanda’dan çıkarılması olayı üzerinden yapıldı ve bu olaydan “Cumhurbaşkanlığı sistemi” lehine argümanlar üretilmeye çalışıldı. Ben dış politikayla ilgili bir olayın, nasıl olup da hükûmet sistemi sorunuyla ilgili olabileceğini anlamış değilim. Böyle bir kriz, şu an parlâmenter sistem olmamızdan mı kaynaklanmıştır? Yarın Cumhurbaşkanlığı sistemi olunca böyle bir olay gerçekleşmeyecek midir? Cumhurbaşkanlığı sistemi, parlâmenter sistemde olmayan hangi mekanizmasıyla böyle bir olayın gerçekleşmesini engelleyecektir?
Konuyla ilgisiz argüman sürme hatasına sadece “Evet” oyu lehine propaganda yapanlar değil, “Hayır” oyu lehine propaganda yapanlar da düşüyor. “Nutuk” okuyarak “Hayır” oyu propagandası yapmak bunun tipik bir örneğidir. Keza “Hayır” oyu propagandası yapan bazı siyasî parti teşkilatlarının veya grupların referandum ortamında “Nutuk” dağıtmaya teşebbüs ettikleri yolunda haberler çıktı. Abdülhamit dizisiyle “Evet” oyu propagandası yapmak nasıl mantık dışı bir şey ise, Nutuk ile “Hayır” oyu propagandası yapmak da o kadar mantık dışıdır.
16 Nisan’da Türkiye’nin hükûmet sisteminin ne olacağına karar vereceğiz.
Bir “sistem”, aynı amaca yönelik unsurların bir araya gelmesiyle oluşan kendi içinde tutarlı bir bütündür. Mevcut bir sistemde bazı eklemeler ve geliştirmeler yapabilirsiniz. Ancak çok dikkatli olmak gerekir. Önceden tasarlanmış ve işleyen bir sistemin içindeki bazı unsurları alır, diğer bazılarını almazsanız, sistem bütünü itibarıyla çalışamaz ve kendisinden beklenen yararı yerine getiremez hâle gelir. Bir otomobilde motorun mili ile tekerlekler arasında pek çok çark ve kuvvet aktarımı mekanizması vardır. Bu çarklardan sadece birini çıkarmanız, motorun çalışmasına rağmen tekerleklerin dönmemesine yol açar.
Dünyada iki yüz yıldır, İsviçre gibi istisnalar bir yana bırakılırsa, demokratik bir şekilde işlemeyi başarmış, sadece ve sadece üç adet hükûmet sistemi vardır. Bunlar “parlâmenter sistem”, “başkanlık sistemi” ve “yarı başkanlık sistemi”dir.
Elveda Anayasa isimli kitabımda gösterdiğim gibi, 16 Nisan’da oylayacağımız hükûmet sistemi, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş, türü kendine özgü, adeta bir “Neverland”, bir “Hiçistan[28] hükûmet sistemi”dir. 16 Nisan’da oylayacağımız hükûmet sistemi, dünya demokrasi deneyimi açısından büyük ve riskli bir yeniliktir. Bu adeta bir kumardır. Bu kumarda kazanma ihtimali bence çok düşüktür.
Bu süreçte, önerilen sistemi savunanlardan bazılarının dünya anayasacılık tecrübesine meydan okuyan, ABD’nin bile Türkiye’deki bu sistemi örnek alacağı yolunda cesur açıklamaları vardır. Örneğin 26 Mart 2017 tarihinde KRT TV’de Ferit Atay’ın sunduğu “Sorgulu Yorum” programında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Prof. Dr. Burhan Kuzu, aynen şöyle demiştir:
“Bizim sistemimiz Amerikan sisteminden çok çok çok daha orijinaldir. Bak göreceksin Amerika bu modeli bizden alacak o kısmını. Onlar da araştırıyor acaba başkan ile parlamento kavga ederse biz bunu nasıl çözeriz. Çözüm yok. Çözümü Türkiye getirmiş. Türk modeli başkanlık sistemi dünyaya örnek olacak”[29].
İddianın büyük olması, iddianın doğru olduğu anlamına gelmez. Bu tür açıklamaları duydukça ve keza Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesini küçümseyen ve hatta Montesquieu’yü aşağılayan sözleri[30] işittikçe şaşırıyorum.
* * *
Hükûmet sistemi tartışmaları dünyanın pek çok ülkesinde olmuştur. Türkiye’de de olmuştur ve olmaktadır. Bunda esasen eleştirilecek bir yan yoktur. Ne var ki, bu tartışmaları usûlünce yapmak gerekir. Bunun yolu, tartışmaların, referandum ortamında televizyonlarda yapılması değil, önce akademik dergilerde ve sempozyumlarda yapılmasıdır. Keza tartışmadan, oldu bittiye getirip, bir hükûmet sistemi taslağını da referanduma sunmamak gerekir. Birilerinin bu süreci atlayıp, tartışılmamış, teyit edilmemiş fikirlerini uygulamaya koymaya kalkışmasının savunulabilecek bir yanı yoktur.
Ben dünyada denenmiş ve başarısı teyit edilmiş, yukarıda belirttiğim üç adet hükûmet sisteminin dışında yer alan bir hükûmet sistemi tasarısının Türkiye’de başarıya ulaşabileceğini sanmıyorum.
Daha önceki kitaplarımda ve keza Elveda Anayasa isimli kitabımda da ifade ettiğim gibi[31], ben başkanlık sistemine karşı olan birisi değilim. Türkiye’de parlâmenter hükûmet sistemi beğenilmiyor ise, yapılması gereken, başkanlık sistemine geçilmesidir; “Cumhurbaşkanlığı sistemi” adı altında eşi benzeri görülmemiş bir “Hiçistan sistemi”ne değil!
16 Nisan’da “Evet” oyu mu, “Hayır” oyu mu çıkacak?
Böyle bir sorunun benim yazılarımda yeri yok! Eski yazılarımda ve keza Elveda Anayasa isimli kitapta bu yönde bir soru sorulmamıştır. Şimdi böyle bir soruyu mahsustan ve okuyucunun dikkatini “oy” kavramına çekmek için soruyorum[32].
“Oy” nedir?
“Oy”, belirli göreve belirli bir kişinin seçilmesi veya bir metnin kabul veya reddedilmesi konusunda seçmenin açıkladığı “irade beyanı”dır[33]. Bu “irade beyanı”, seçmenin sandığa attığı bir “pusula” ile açıklanır.
Oy, seçimlerde, belirli bir görev için hangi adayın seçileceğini; referandumda ise teklif edilen kanun metninin yürürlüğe girip girmeyeceğini belirleme aracıdır.
Oyun bütün anlamı budur. Seçimlerde belli bir göreve Ahmet mi, Mehmet mi seçilecektir? Bunun ölçüsü “oy”dur. Referandumda teklif edilen metin kabul edilecek mi, ret mi edilecek? Bunun ölçüsü yine “oy”dur. “Oy”un bundan başka bir anlam ve değeri yoktur.
Oy, ahlâken, dinen ve hukuken bir değer değildir[34].
Oy, ahlâken, dinen ve hukuken haklı olmanın ölçüsü de değildir.
Oy sadece siyaseten haklı olmanın ölçüsüdür. Siyaseten haklı olmak demek, hukuken, ahlâken ve dinen haklı olmak demek değildir.
O nedenle ahlâken, dinen ve hukuken doğru davranış, oy getirse de, götürse de doğru davranıştır.
Oy, ahlâken, dinen ve hukuken haklı olmanın ölçüsü değil, sadece siyaseten haklı olmanın ölçüsü de olsa, bir ülkenin siyasal gelişiminde fevkalade önemlidir. Bugün Türkiye’deki siyasal gelişmenin yönünün, 16 Nisan referandumunda kullanılacak oylara bağlı olacağını söylemek büyük bir abartı olmayacaktır. O nedenle kritik günlerde bulunduğumuz söylenebilir.
Demokrasiden otoriter bir rejime barışçı ve demokratik bir şekilde geçilebilir. Ama otoriter bir rejimden demokrasiye barışçı ve demokratik bir şekilde geriye dönüş yoktur.
Her şey aslına dönermiş. Türkiye’nin aslı nedir? Türk devlet zihniyetinde kuvvetler birliği mi, yoksa kuvvetler ayrılığı mı vardır? Türk hukuk kültürü otoriter bir kültür müdür, yoksa demokratik bir kültür müdür? 16 Nisan’da bunu hep birlikte göreceğiz.
9 Nisan 2017, K.G.
(Makaleye 11 Nisan 2017 tarihinde bazı eklemeler yapılmıştır).
UYARI: Bu makaleden yapılacak alıntılar
konusunda sayfalnın sonundaki aşağıdaki uyarıya bakınız.
[1].
Kemal Gözler, Elveda Anayasa: 16 Nisan 2017’de Oylayacağımız Anayasa Değişikliği
Hakkında Eleştiriler, Bursa, Ekin, 1. Baskı, 11 Mart 2017.
[2].
Bkz. Gözler, op. cit.,
s.113-122.
[3].
Bu paragraf ve izleyen dört paragraf makaleyi iki gün sonra
11 Nisan 2017 tarihinde eklenmiştir.
[4].
Hürriyet, 8 Nisan 2017, Cumhurbaşkanı Erdoğan Yenika-pı'da
konuştu
http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-yenikapida-konustu-3-40421494
[5].
Özellikle “Anayasacıların Suskunluğu” başlıklı ikinci
bölümünde (Elveda Anayasa,
op. cit., s.29-42) ve
beşinci bölümün II nolu başlığında (s.115-121).
[6].
Örneğin
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/716166/Erdogan_in_
izmir_mitingine_Dokuz_Eylul_Universitesi_iscilerinin_katilimi_zorunlu.html.
[7].
Bu yönde haberler için bkz.:
http://www.hurriyet.com.tr/belediye-ve-ak-parti-ilce-baskanlarindan-okull-40404906;
http://www.sozcu.com.tr/2017/egitim/lise-ogrencilerine-evet-propagandasi-1782148/;
http://www.birgun.net/haber-detay/cumhurbaskani-basdanismani-ucum-dan-lisede-evet-propagandasi-152600.html;
https://www.politikyol.com/lise-ogrencilerine-ders-saatinde-evet-propagandasi/
[8].
Hayrettin Karaman, 26 Mart 2017,
http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/referandum-surecinde-itidal-2036963,
[9].
http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video_haber/714791/Erdogan_
dan__Hayir_cilara__Ahiretinizi_tehlikeye_atmayin.html. Aynı linkte
bulunan videodan sözleri Cumhurbaşkanının kendi ağzından
dinleyebilirsiniz.
[10].
Ömer Dinçer, 10 Nisan 2017 tarihinde
Haber Türk gazetesindeki
köşesinde şöyle yazıyor: “Son zamanlarda, ‘başkanlık sisteminin’ İslam’a daha uygun olduğu fikri
örtülü olarak savunulmaya başlandı…. Öncelikle İslam’ın bu
sistemlerden herhangi birini tercih etmediği vurgulanmalıdır”
(http://www.haberturk.com/yazarlar/omer-dincer/1456124-muslumanlar-demokrasiyi-nicin-istemeli).
(Bu dipnot makaleye iki gün sonra 11 Nisan 2017 tarihinde
eklenmiştir).
[11].
https://adaletedavet.org/2015/10/12/uyarilar/, Konuluş Tarihi: 12
Ekim 2015.
[12].
Sözleri kendi ağzından dinlemek için:
https://www.youtube.com/watch?v=g0VwYsyZWX8;
http://www.hurriyet.com.tr/chpli-vekile-sorusturma-40415448
[13].
Fehmi Koru, “Son dönemeçte referandum: Yüzde
[14].
Gözler, Elveda Anayasa,
op. cit., s.27-42.
[15].
Örneğin Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden avukat
Ahmet İyimaya’ın, bir akademik unvanı olmamasına rağmen konuşmasını
hiç yadırgamıyorum. Sayın İyimaya, anayasa hukuku alanında
1990’lardan beri pek çok kitap ve makale yayınlamıştır. Bugünlerde
televizyonlarda çok konuşan avukatlara, önce sayın Ahmet İyimaya’nın
yazdıklarının onda birini yazmalarını ve daha sonra televizyonlara
çıkıp konuşmalarını tavsiye ederim.
[16].
Çeşitli online kitap satış sitelerinden “Cumhurbaşkanlığı
sistemi”, “Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi”, “Cumhurbaşkanlığı
modeli” gibi başlıkları girip arama yapabilirsiniz.
[17].
Gerçi piyasada Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun “Her
Yönüyle Başkanlık sistemi” (İstanbul, BKY,
6. Baskı 2916) isimli bir kitabı var. Ama bu kitap, şu an
oylayacağımız Anayasa değişikliğiyle önerilen hükûmet sistemi
hakkında değil, genel olarak başkanlık sistemini savunduğu bir
kitaptır. Zaten ilk baskısı 2011’de yapılmış bu kitapta da, bugün
önerilen hükûmet sistemiyle çelişen pek çok sayfa var. Profesör
Kuzu’nun kitabındaki sayfalara örnek olarak bkz.: Gözler,
Elveda Anayasa,
op. cit., s.70-71, 75.
[18].
Bkz. Gözler,
Elveda Anayasa, op. cit.,
s.50-56; 74-78.
[19].
Bu iddiayı Cumhurbaşkanı 23 Mart 2017 ve 27 Mart 2017
tarihlerinde dile getirmiştir. Bkz.:
http://www.ntv.com.tr/turkiye/erdoganinonu-tek-adamdi,r1lDwFi2IE
CXfS0e0ZZbxQ;
http://www.hurriyet.com.tr/erdogandan-pankart-tepkisi-ulan-ne-yazar-40408431/.
[20].
Bkz.: Kemal
Gözler, “‘Fesih’ ve ‘Seçimlerin Yenilenmesi” Farklı Kavramlar mı?
‘Cumhurbaşkanının Meclisi Fesih Yetkisi Yoktur’ İddiası Üzerine Bir
İnceleme”,
http://www.anayasa.gen.tr/fesih-yenileme.html
(Konuluş Tarihi: 30 Mart
2017).
Kemal Gözler, “Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın ‘Fesih’ ve
‘Seçimlerin Yenilenmesi’nin Farklı Şeyler Olduğu Yolundaki
Açıklaması Hakkında Bir İnceleme”,
http://www.anayasa.gen.tr/fesih-bozdag.html
(Yayın Tarihi: 31 Mart 2017).
[21].
Bu afişlere
http://www.kararimizevet.com/acikhavaafisleri den ulaşılabilir.
[22].
Onur Bakır, “Afişe Çıkan, İfşa Olan Yalanlar! Yalanlar
ve Gerçeklerle Anayasa Değişikliği”,
Evrensel, 5 Nisan 2017,
https://www.evrensel.net/haber/314774/afise-cikan-ifsa-olan-yalanlar
[23].
Ibid.
[24].
Bu konuda bkz. Kemal
Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, Bursa, Ekin, 2011, c.II, s.261-261.
[25].
Bakır, “Afişe Çıkan, İfşa Olan Yalanlar! Yalanlar ve
Gerçeklerle Anayasa Değişikliği”,
https://www.evrensel.net/haber/314774/afise-cikan-ifsa-olan-yalanlar
[26].
Best FM,
“Konuşan Türkiye”
Programı, 6 Mart 2017,
https://www.chp.org.tr/Haberler/42/chp-genel-baskani-kemal-kilicdaroglu-best-fmde-yayinlanan-konusan-turkiye-programinda-gundeme-iliskin-aciklamalarda-bulundu-54258.aspx;
Sözleri kendi ağzından dinlemek için:
http://www.sabah.com.tr/webtv/turkiye/chp-lideri-kilicdaroglundan-inanilmaz-gaf.
[27].
Örnek olarak Adalet ve Kalkınma Partisinin “Evet”
kampanyasında kullandığı afiş ve reklam metinleri için şu kaynaklara
bakılabilir: http://www.kararimizevet.com/acikhavaafisleri;
http://www.kararimizevet.com/gazeteilanlari; Cumhuriyet Halk
Partisinin “Hayır” oyu lehine kullandığı afiş ve reklam metinleri
için sitesinde benzer sayfalar bulamadım. Sadece logo ve slogan için
şu sayfaya akılabilir: http://halkoylamasi.chp.org.tr/.
[28].
Fırat Fıstık, 23 Mart 2017 günü Medyascope’ta yayınlanan, bu
kitaba ilişkin bir inceleme yazısında “Neverland
hükûmet sistemi” teriminin yanında “Hiçistan
hükümet sistemi” terimini kullanmıştır
(http://medyascope.tv/2017/03/23/neverland-hicistan-hukumet-sistemine-dogru/)
[29].
http://www.abcgazetesi.com/turkiyeye-kabul-ettiremeyince-okyanus-otesine-uzandi-amerika-bu-modeli-alacak-48194h.htm;
Sözleri Burhan Kuzu’nun kendi ağzından dinlemek için:
https://www.dailymotion.com/video/x5gdouq_burhan-kuzu-goreceksin-amerika-bu-modeli-bizden-alacak_news.
[30].
Bir hukuk profesöründen
Elveda Anayasa isimli
kitabıma ilişkin aldığım eleştiri e-mailinde Montesquieu ve
kuvvetler ayrılığı teorisi hakkında şöyle bir ibare bulunmaktadır: “... ne idüğü belirsiz yoz bir Fransız aydınının (Montesquieu) köhne
görüşleri…”.
[31].
Gözler, Elveda Anayasa,
op. cit., s.53-54.
[32].
Zaten oyun sonucunun ne olacağı önceden bilinebilir bir şey
değildir. Öyle bir şey olsaydı zaten YSK yönetiminde ve denetiminde
seçim yapılmazdı; kamuoyu yoklamaları, seçim anketleri yeterli
olurdu. Kaldı ki, bugün içinden geçtiğimiz ortamda referandum anketi
yapmanın bir anlamı da yoktur. Hükûmetimiz aksini düşünüyor olsa da,
halkımızın önemli bir kısmı kendisini baskı altında hissediyor ve
korkuyor. Böyle bir ortamda “Hayır” oyu vermeyi düşünen seçmenin
anketörlere “Hayır” oyu vereceğini samimi bir şekilde
söyleyebileceğini kim iddia edebilir? Hürriyetin olmadığı bir yerde
seçim anketi bile yapmak mümkün değildir.
[33].
Kemal Gözler, Anayasa
Hukukunun Genel Esasları, Bursa, Ekin, 8. Baskı, 2016, s.299.
[34].
Mücahit
Bilici, Emir Kaya ve Fahrettin Dağlı, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisine Uyarılar” başlıklı
yazılarında “Oy, Allah indinde bir değer değildir” diye yazarlar (https://adaletedavet.org/2015/10/12/uyarilar/,
Konuluş Tarihi: 12 Ekim 2015).
(UYARI:
Alıntılarda muhakkak bu makalenin ilk defa
http://www.anayasa.gen.tr/son-gozlemler.html adresinde yayınlandığı hususu
belirtilmelidir).
Bu makale ilginizi çektiyse, söz konusu Anayasa değişikliği hakkında
yazılmış şu kitabım da ilginizi çekebilir:
Kemal Gözler,
Elveda
Anayasa: 16 Nisan 2017’de Oylayacağımız Anayasa Değişikliği Hakkında
Eleştiriler, Bursa, Ekin, 10 Mart 2017, VIII+192 sayfa. ÇIKTI!
(10.3.2017) [Tanıtım]
|
Bu makale ilginizi çektiyse, şu makale de ilginizi çekebilir:
Kemal
Gözler, “Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın ‘Fesih’ ve ‘Seçimlerin
Yenilenmesi’nin Farklı Şeyler Olduğu Yolundaki Açıklaması Hakkında Bir
İnceleme”, http://www.anayasa.gen.tr/fesih-bozdag.html (Konuluş Tarihi: 31
Mart 2017).
UYARI:
Son birkaç makalem benim iznim ve bilgim olmaksızın çeşitli internet
sitelerinde tam metin olarak yayınlanmıştır. Makalelerimin tanıtılması, daha
büyük bir okuyucu kitlesi tarafından okunması her yazar gibi beni de mutlu
eder. Ancak bunun yolu benim makalelerimin tam metin olarak iznim olmadan
yayınlanması değildir. Makalelerimin
tam metin olarak başka sitelerde yayınlanmasına rızam yoktur. İyi
niyetle bu makalemi tanıtmak isteyenlere, makalemi özetlemelerini veya
makalemden makalenin yarısını geçmeyecek ölçüde alıntı yapıp, tam metin
için, makalenin anayasa.gen.tr’de
yayınlandığı URL adresini (http://www.anayasa.gen.tr/son-gozlemler.html)
link olarak vermelerini tavsiye ederim.
NOT: Önümüzdeki günlerde, Elveda Anayasa isimli kitabım yeni bir baskı yaparsa, bu makaleyi bu kitaba yeni bir bölüm olarak ekleyeceğim. Adı geçen kitap yeni bir baskı yapmaz ise, bu makaleyi önümüzdeki haftalar, bir kağıt dergiye göndereceğim. Kitapta veya kağıt bir dergide yayınlanıncaya kadar, bu makale bir hazırlık versiyonu (draft) olarak görülmelidir. Bu makalede değişiklik, düzeltme ve geliştirme yapma hakkım saklıdır. Kitapta veya kağıt dergide yayınlandıktan sonra, buraya değil, kitaba veya kağıt dergiye atıf yapılması rica olunur.
Kitapta
veya Kağıt dergide yayınlanıncaya
kadar bu makaleye şu şekilde atıf yapılabilir:
Kemal
Gözler, “Referandumdan Önce Son Gözlemler”,
http://www.anayasa.gen.tr/son-gozlemler.html (Konuluş Tarihi:
7 Nisan 2017).
(c) 9 Nisan 2017, Kemal Gözler
Ana Sayfa:
http://www.anayasa.gen.tr
Editör:
Kemal Gözler
E-mail: kgozler[at]hotmail.com
İlk Konuluş Tarihi: 9 Nisan 2017, Saat 13:30
İlk Eklemeler: 11 Nisan 2017, Saat 15:40