TÜRK ANAYASA HUKUKU SİTESİ

www.anayasa.gen.tr

 

Aşağıdaki açıklama ilk kez 3 Mayıs 2007 tarihinde Türk Anayasa Hukuku Sitesinde (www.anayasa.gen.tr) yapılmıştır. KG. Açıklama metni daha sonra Türkiye Günlüğü dergisinin Yaz 2007 (Sayı 89)'da aynen yayınlanmıştır. K.G.

 

Makalenin yayınlandığı dergideki orijinal sayfa numaraları aşağıda metin içinde [s.XX] şeklinde gösterilmiştir.

 

Kemal Gözler, “Cumhurbaşkanının Seçimi Konusunda Bir Açıklama", Türkiye Günlüğü, Sayı 89, Yaz 2007, s.17-23.


 [s.17]

 

CUMHURBAŞKANININ SEÇİMİ KONUSUNDA BİR AÇIKLAMA*

 

 

 

Doç. Dr. Kemal Gözler**


Şimdiye kadar 184-367 tartışmasından uzak durmaya özel çaba sarf ettim. Özellikle de bu konuda, gazete ve televizyonlara görüş açıklamaktan özenle kaçındım. Çünkü bilimsel tartışmanın yerinin, gazeteler ve televizyon ekranları değil, kitaplar ve bilimsel dergiler olduğuna inanan biriyim. 

Kaldı ki anayasa hukuku alanında apaçık yanlış olan bir görüş açıklandı diye, bu görüşün yanlış olduğu yolunda beyanat vermek gerektiğine de inanmıyordum. Nasıl birisi çıksa ve iki kere ikinin dört değil, beş ettiğini söylese, matematik profesörleri bunun yanlış olduğu yolunda gazetelere ve televizyonlara beyanat vermek zorunda değiller ise, aynı şekilde Cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yetersayısının 184 değil, 367 olduğunu söyleyen birisinin görüşünün yanlış olduğunu söylemenin gereğini hissetmedim. Toplantı yetersayısının 367 olduğu görüşü, benim açımdan, ayrıca tartışılmasına gerek olmayan apaçık yanlış bir görüştü ve bunun yanlış olduğunun söylenmesi dahi bir “abesle iştigal” idi.

Ben böyle düşünüyor iken ve 367 konusunda bir görüş açıklamamış olmama rağmen, adımın “367’ciler” ile birlikte anıldığını fark ettim. Bu nedenle “367’ci” değil, “184’çü” olduğumu açıklama ihtiyacını hissettim. Diğer yandan benim apaçık yanlış bulduğum görüş Anayasa Mahkemesi tarafından fevkalade yanlış bir kararla benimsenmiş oldu. Nihayet 367 lehine propaganda yapanlar, söz konusu sorunun anayasa hukuku doktrininde tartışmalı olduğunu, anayasacıların çoğunun 367’ci olduğunu iddia etmeye başladılar. Oysa gerçekte 4-5 anayasacı dışında kalan meslektaşlarımızın ezici çoğunluğu 184’çüdür ve özel konuşmalarında toplantı yetersayısının 367 olduğu yolundaki görüşün uydurma bir görüş olduğunu ve Anayasa Mahkemesi kararının da yanlış bir karar olduğunu söylemektedirler. Anayasa hukuku, bu alanda yüksek lisans dahi yapmamış, hayatında anayasa hukuku alanında tek bir kitap, tek bir makale dahi yazmamış kişilerin ahkam kestiği bir alan haline geldi. Bu kişilerin yaptığı açıklamalar yüzünden halkın Anayasaya ve giderek hukuka güveni sarsıldı. Halkın gözünde anayasa hukuku kuralları, isteyenin istediği gibi yorumlayabileceği kurallar haline dönüştü. Artık böyle bir durumda susmanın, bir anayasa hukukçusu olarak, mesleğime saygısızlık olacağı kanısına vardım ve aşağıdaki açıklamayı yapmaya karar verdim. K.Gözler.


 

1. Toplantı Yetersayısı Kaçtı?

Bilindiği gibi Sabih Kanadoğlu tarafından Türkiye’de Cumhurbaşkanı seçmek amacıyla TBMM’nin toplanabilmesi için TBMM Genel Kurulunda en az 367 milletvekilinin bulunması gerektiğini iddia edilmiştir[1]. Bu iddia, anayasa hukukçularının çoğunluğu tarafından olmasa bile bazıları tarafından da desteklenmiştir. Ancak bu düşüncenin, kanımızca, 1982 Anayasasının 96 ve 102’nci maddeleri karşısında savunulabilir bir yanı yoktur. Zira 1982 Anayasasının 102’nci maddesinde öngörülen yetersayılar, “toplantı yetersayısı” değil, “karar yetersayısı”dır. 102’nci maddede TBMM’nin kaç milletvekili ile toplanacağına ilişkin bir özel hüküm yoktur. Toplantı yetersayısına ilişkin bir özel hüküm olmadığına göre, toplantı yetersayısı, Anayasanın 96’ncı maddesinin “Anayasada başkaca bir hüküm yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanır” diyen birinci fıkrası hükmüne göre belirlenir. Yani Cumhurbaşkanının seçimi amacıyla TBMM’nin toplanabilmesi için en az 184 milletvekilinin Genel Kurulda bulunması yeterlidir[2].

Başka Ülkelerde Durum Nedir?- Bu arada belirtelim ki, Cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yetersayısının 367 olduğunun söylenmesi, söz konusu toplantı yetersayısının “özel toplantı yetersayısı” veya “nitelikli toplantı yetersayısı” olduğu anlamına gelir.  Sadece 1982 Türk Anayasasında değil, incelediğimiz yabancı anayasalarda da cumhurbaşkanının  [s.18] seçimi için öngörülmüş bir “özel toplantı yetersayısı” veya “nitelikli toplantı yetersayısı” yoktur. Bu konuda yayınladığımız bir makalede[3] açıkladığımız gibi yabancı ülkelerin anayasaları da, cumhurbaşkanlarının seçimi için, bizdekine benzer, “nitelikli karar yetersayıları” öngörmüş, ancak aynı anayasalar, bu konuda bir “nitelikli toplantı yetersayısı” öngörmemiştir. Nihayet belirtelim ki Türk anayasa hukuku literatüründe 2007 yılına kadar “nitelikli toplantı yetersayısı” kavramı, hukuk kuralı olarak varlığını bir yana bırakınız, doktrinde kavram olarak dahi işitilmemiş bir kavramdır. Yine belirtelim ki, biz gerek Fransızca, gerek İngilizce anayasa hukuku literatüründe şimdiye kadar “nitelikli toplantı yetersayısı (qualified quorum, quorum qualifié)” diye bir kavrama rastlamadık. Bunlar göstermektedir ki “nitelikli toplantı yetersayısı” kavramı Türkiye’de geçtiğimiz aylarda uydurulmuş bir kavramdır.

2. Cumhurbaşkanının Uzlaşmayla Seçilmesi Gerekir mi?

Hatırlanacağı üzere, Cumhurbaşkanı seçiminden önceki aylarda, bazıları, Anayasamızın Cumhurbaşkanının uzlaşmayla seçilmesini şart koştuğunu iddia ettiler.  Anayasamızın Cumhurbaşkanının tarafsız olmasını öngördüğü husus doğrudur. Tarafsız bir Cumhurbaşkanının da uzlaşmayla seçilmesinde yarar vardır. 1982 Anayasası da pek muhtemelen bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk iki turunda Cumhurbaşkanının TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla seçilmesini öngörmüştür.  Ancak 1982 Anayasası bu şartı üçüncü ve dördüncü turda aramayarak Cumhurbaşkanının TBMM üye tamsayısı salt çoğunluğuyla seçilmesine imkân tanımıştır. Dolayısıyla Anayasamız Cumhurbaşkanı uzlaşmayla seçilmesini arzu etmiş, ama bu şekilde seçilemediği takdirde de TBMM’nin salt çoğunluğuna tek başına Cumhurbaşkanı seçme yetkisini tartışmasız olarak vermiştir.

3. TBMM’nin Cumhurbaşkanı Seçme Kararı Anayasa Mahkemesi Tarafından Denetlenebilir Mi?

Kanımızca Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun Cumhurbaşkanının seçimi konusunda aldığı kararlar, Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemez. Çünkü:

1. TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçme kararı, bir “kanun” değil, bir “parlâmento kararı”dır[4].

2. Parlâmento kararları ise, üç istisna (TBMM İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararı, TBMM üyeliğinin düşmesi kararı) dışında Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemez. Çünkü Anayasa Mahkemesi görev ve yetkileri Anayasanın 148’inci maddesinde sınırlı bir şekilde sayılmıştır. Anayasamız 148’inci maddesinde Anayasa Mahkemesine parlâmento kararlarını denetleme yetkisini vermemiştir[5].

3. Ancak Anayasa Mahkemesi, bazı parlâmento kararlarını “içtüzük düzenlemesi niteliğinde” görüp denetleyebilmektedir. Anayasa Mahkemesinin bu içtihadı yanlıştır. Çünkü Anayasa Mahkemesi parlâmento kararlarına  [s.19] karşı açılmış iptal davalarında aslında bu parlâmento kararlarının İçtüzüğe uygun olarak alınıp alınmadıklarını denetlemektedir. Bir parlâmento kararının TBMM İçtüzüğüne aykırı olarak alınmış olabilir (ki Cumhurbaşkanı seçiminde böyle bir aykırılık da yoktu). Zira parlâmento kararının İçtüzüğün bir maddesine aykırı olarak alınmış olması, İçtüzüğün o maddesinin değiştirildiği veya yeni bir İçtüzük düzenlemesi yapıldığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda olsa olsa İçtüzüğe bir aykırılık söz konusudur. Hukukun genel teorisinde bir düzenleyici işleme (norma) aykırı bir bireysel işlem (karar) yapılması, o düzenleyici işlemin (normun) değiştirildiği anlamına değil, o bireysel işlemin (kararın) o düzenleyici işleme (norma) aykırı olduğu anlamına gelir. Bunun aksinin düşünülmesi tüm hukuk mantığının tepetaklak edilmesi demektir. Nasıl fail suç teşkil eden bir fiiliyle ceza kanununun bir maddesini ihlâl ederek, ceza kanununun o maddesini değiştirmiş olmuyorsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi de İçtüzüğün bir maddesini ihlâl ederek o maddeyi değiştirmiş olamaz[6].

Anayasa Mahkemesinin yapması gereken şey, Deniz Baykal ve arkadaşlarının yaptığı başvuruyu, yetkisizlik nedeniyle reddetmekten ibaretti.

4. Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sürecine Giren TBMM, Erken Seçim Kararı Alabilir mi? Veya Erken Seçim Kararı Alan veya Öngörülen Süre İçinde Cumhurbaşkanı Seçemediği İçin Seçimlerinin Yenilenmesi Gereken TBMM, Çalışmaya Devam Edebilir, Anayasa Değişikliği Yapabilir mi?

Erken seçim ve anayasa değişikliği gündeme geldiğinde bazıları tarafından, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci başladıktan sonra ve özellikle öngörülen süre içinde Cumhurbaşkanı seçilememesi nedeniyle seçimlerinin yenilenmesi söz konusu olan TBMM’nin başka bir konuda çalışamayacağı ve dolayısıyla Anayasa değişikliği yapamayacağı yolunda görüşler de ileri sürülmeye başlandı. Kanımızca bu görüşlerde de tutarlılık payı yoktur.

Çünkü Türk anayasa hukukunda “parlâmentonun sürekliliği (devamlılığı, istimrarı)” ilkesi geçerlidir[7]. Bu ilke ilk defa 1921 Anayasanın “madde-i münferide”sinde, TBMM’nin “müstemirren müçtemi” olduğunu ilân edilerek kabul edilmiştir. Aynı ilke, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları dönemlerinde de geçerli olmuştur. Bu ilkeye göre, mevcut bir parlâmentonun yetkileri, yeni parlâmento seçilip göreve başlayınca kadar devam eder; dolayısıyla ülke yasama organsız kalmaz. Bu ilke uyarınca parlâmento, tatilde veya ara vermede olsa bile, kendi istediği her zaman toplanabilir ve çalışabilir. Dolayısıyla TBMM’nin seçimlerinin yenilenmesine Cumhurbaşkanı veya TBMM’nin kendisi tarafından karar verilmiş veya Cumhurbaşkanı seçilemediği diye seçimlerinin otomatik olarak yenilenmesi durumu ortaya çıkmış olsa TBMM çalışmaya devam edebilir ve yetkileri tamdır. Hatta TBMM bu sebeplerle tatile girmiş veya çalışmalarına ara vermiş olsa bile, parlâmentonun sürekliliği ilkesi uyarınca, yeni seçimlerden sonra olacak Meclisin ilk toplantısına kadar, istediği her zaman tekrar toplanabilir ve istediği her konuda karar alabilir ve kanun çıkarabilir, anayasa değişikliği yapabilir.

Türkiye'de parlâmento sürekliliği ilkesi Anayasamızın 77’nci maddesinde “yenilenmesine  [s.20]  karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer” denerek ayrıca ve açıkça hükme bağlanmıştır.

Yukarıdaki sebeplerle kanımızca TBMM Cumhurbaşkanı seçim sürecinde iken erken seçim kararı alabilir; kanun çıkarmaya devam edebilir ve gerekiyorsa anayasa değişikliği de yapabilir. Ayrıca belirtelim ki, aksi yöndeki görüş sadece hukuken yanlış değil, sağduyuya da aykırıdır.  Eğer bu dönemde TBMM çalışamayacak ise, TBMM’nin yetkileri artık sona erecek ise, Türkiye’de savaş ilân etmek gerekse bu nasıl ilân  edilecek, Türkiye’de olağanüstü hâl ilân etmek gerekse bu nasıl ilân edilecektir.

5. Anayasa Mahkemesi Yapılan Anayasa Değişikliklerini İptal Edebilir mi?

Muhtemelen teşebbüs edilen anayasa değişiklikleri gerçekleştirilirse bu anayasa değişikliklerinin de anayasaya aykırı olacağı, zira bu dönemde yukarıdaki şekilde TBMM’nin anayasa değişikliği yapma yetkisinin bulunmadığı iddia edilecektir.

Bu iddianın nasıl yanlış olduğu yukarıda açıklandı. Anayasamızın 77’nci maddesine göre TBMM’nin yetkileri yenisi seçilinceye kadar devam eder. Bu bize göre bu tartışma gerektirmeyecek kadar açık bir konudur. Ancak aynı konu yarın bir gün Anayasa Mahkemesinin önüne gelirse Anayasa Mahkemesi yine Anayasanın 77’nci maddesindeki açık hükme rağmen yanlış karar verebilir. Zira bize göre toplantı yetersayısının 184 olduğu da aynı derecede açık bir husustu. 102’nci maddede özel bir toplantı yetersayısı öngörülmemişti ve 96’ncı madde uyarınca toplantı yetersayısı 184 idi. Toplantı yetersayısı gibi açık bir hususta yanlış karar veren Anayasa Mahkemesinin benzer bir açıklıktaki diğer bir konuda da yanlış karar vereceğinden korkulabilir. Anayasanın 102’nci maddesini yanlış yorumlayan Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın 77’nci maddesini doğru yorumlayacağını bize kim garanti edebilir?

Anayasamızın 148’inci maddesi, Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliklerini, esas bakımından değil, sadece şekil bakımından denetleme yetkisi vermiştir.  Şekil bakımından deneti ise 148’inci maddeyle göre “teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır”. Dolayısıyla bir anayasa değişikliği TBMM üye tamsayısının üçte biri tarafından teklif edilmiş ve üye tamsayısı beşte üçü veya üçte ikisi tarafından kabul edilmiş ise Anayasa Mahkemesinin bu anayasa değişikliği üzerinde yapabileceği bir şey Anayasamıza göre yoktur; dolayısıyla Anayasamıza göre ortada korkulacak bir şey bulunmamaktadır. Ancak bu sadece Anayasamıza göredir. Anayasa Mahkemesinin böyle bir konu önüne geldiğinde ne karar vereceğini kimse bilemez.

Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin değişikliği, bu değişiklik Anayasadaki bütün şartlara uygun olarak gerçekleşmiş olsa ve dahi Anayasa Mahkemesinin yetkisi şekil denetiminden ibaret olsa bile Anayasa Mahkemesi yapacağı bir yorumla tüm bu engelleri aşıp söz konusu anayasa değişikliği iptal edebilir.

Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetleme ihtimali, Cumhurbaşkanlığı seçimini denetleme ihtimalinden daha yüksektir. Yukarıda açıklandığı gibi Cumhurbaşkanlığı seçme kararı bir parlâmento kararıdır ve Anayasa Mahkemesinin böyle bir parlâmento kararı denetleme yetkisi yoktur; oysa Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetleme yetkisi zaten şekil bakımından vardır. Anayasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullanan bir Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın kendisine sınırlı olarak verdiği yetkiyi sınırsız olarak kullanması, yani sadece şekil denetimi yapma yetkisi var iken, 1961 Anayasası döneminde de olduğu gibi şekil görüntüsü altında esas denetimi de yapması muhtemeldir.  [s.21]

6. Türkiye’de Anayasa Yargısının Meşruluğu Sorunu

Anayasa Mahkemesinin yukarıdaki yanlış kararları, Türkiye’de Anayasa yargısının meşruluğu sorununu bir kez daha gündeme getirmiştir. Cumhurbaşkanı seçimi konusunda Anayasa Mahkemesinin verdiği bu karar, bugüne kadar vermiş olduğu ilk yanlış karar değildir. Örneğin Anayasa Mahkemesi 1990’lı yıllarda Anayasanın 91’inci maddesinde yazmadığı hâlde, TBMM’nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisinin verebilmesi için ivedilik, zorunluluk ve önemlilik olmak üzere üçte şart aramış ve böylece KHK çıkarma yolunu, bu yol Anayasayla hükümetlere tartışmasız olarak verilmiş olmasına rağmen kapatmıştır. Yine Anayasa Mahkemesi 1991 yılında verdiği bir kararla olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin yargısal denetimini yapmıştır. Oysa Anayasamızın 148’inci maddesinin birinci fıkrasında açıkça “olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz” denmektedir. Yine aynı Anayasa Mahkemesi 1993 yılında Anayasa tarafından kendisine verilmemiş olmasına rağmen, kendisinin kanunlar hakkında “yürürlüğü durdurma kararı” verme yetkisine sahip olduğunu iddia etmiş ve o zamandan bu yana da anayasal dayanağı olmayan bu kararları verebilmiştir. Anayasamızın 153’üncü maddesinin ilk fıkrası “iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz” diyor. Oysa pek çok defa televizyonda Anayasa Mahkemesi Başkanının veya Başkanvekilinin “şu kanunu iptal ettik” diyerek basın açıklaması yaptığını görüyoruz. Oysa basın açıklamasıyla duyurulan iptal kararının henüz gerekçesi yazılı değildir ve muhtemelen de aylar ve hatta yıllar sonra yazılacak ve Resmi Gazetede yayınlanacaktır. Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin son iptal kararı da gerekçesi yazılmadan Başkanvekili tarafından basın açıklaması yoluyla kamuoyunu duyurulmuştur. Acaba Anayasanın bekçisi olduğunu iddia edilen Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 153’üncü maddesinin ilk fıkrasına niçin uymuyor? Anayasa Mahkemesinin verdiği pek çok yanlış kararın açıklanması ve eleştirisi konusunda bizim Türk Anayasa Hukuku ve İdare Hukuku kitaplarımıza bakılabilir[8]. Anayasa koyucu Anayasaya istediği hükmü koysun; Türkiye’de Anayasa Mahkemesi değişmedikçe Anayasada değişen bir şey olmayacaktır. Çünkü Anayasa Mahkemesi, Anayasa hükümlerini istediği gibi yorumlamaya kendisini yetkili görmektedir. O nedenle yapılması gereken şey, şimdiki anayasa değişikliği teklifinde olduğu gibi, Anayasa Mahkemesinin yanlış yorumladığı Anayasa maddesini yanlış yorumlamaya el vermeyecek şekilde tekrar kaleme almak[9] değil, bir anayasa değişikliği yaparak Anayasa Mahkemesini kaldırmaktan ibarettir.

Bu arada özellikle belirtelim ki, Türkiye’de üzerinde pek durulmasa da, anayasa yargısının meşruluğu sorunu, Amerikan ve Avrupa  [s.22] anayasa hukuku literatürlerinde fevkalade tartışmalıdır. Türkçe olarak bu konuda bizim “Anayasa Yargısının Meşruluğu Sorunu” AÜSBFD yayınlanmış makalemize bakılabilir[10].

Kanımızca yapılması gereken şey, bir Anayasa değişikliği yoluyla, Anayasamızın 146-153’üncü maddelerini ilga ederek Anayasa Mahkemesini kaldırmak, Türkiye’de anayasa yargısına bir son vermektir. Bunun yapılması arzu edilmiyorsa hiç olmazsa, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi tarzı değiştirilmelidir. Türkiye dışında Anayasa Mahkemesine parlâmentonun üye seçemediği başka bir ülke yoktur. Bütün ülkelerde Anayasa Mahkemesi üyelerinin tamamı veya önemli bir kısmı parlâmento tarafından seçilmektedir[11]. Türkiye’de de bunu yapmak gerekir. Şu anki sistemde Anayasa Mahkemesi üyelerinin önemli bir kesimi başka hâkimler tarafından seçilen üçer aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Böyle bir sistemin örneği batı demokrasilerinde yoktur.

7. Yapılması Düşünülen Anayasa Değişikliğinde Cumhurbaşkanının Tek Başına Yapabileceği İşlemler Ayrıca ve Açıkça Sayılmalıdır

Türkiye’de şimdiye kadar Anayasanın 104’üncü maddesinde sayılan Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinden hangilerini, Başbakan ve ilgili bakanların karşı-imzalarını[12] almadan tek başına yapabileceği konusu gerek uygulamada, gerekse doktrinde tartışmalıdır. Zira 1982 Anayasasının mevcut hâlinde bu konuda boşluk vardır. Anayasamızın 105’inci maddesinde, Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemler olduğunu kabul edilmekte, ancak bunların neler olduğunu sayılmamaktadır.

Cumhurbaşkanının sadece halka seçtirilmesi Türkiye’de Cumhurbaşkanı - Hükümet çatışması sorunun çözmeye yetmez; tersine Cumhurbaşkanı ve Hükümet ayrı partilerden olduğu takdirde bu çatışmanın şiddetini dahi arttırabilir. Zira yeni sistemde Cumhurbaşkanı, kendisini de halkın seçtiği ve demokratik meşruluktan yararlandığını ve Anayasanın 104’üncü maddesi tarafından kendisine verilen yetkileri tek başına kullanabileceğini iddia edebilir. O nedenle Cumhurbaşkanının Başbakan ve bakanların karşı-imzası olmadan tek başına kullanabileceği yetkilerin neler olduğunun Anayasada ayrıca ve açıkça belirtilmesi, Anayasal sistemimizin krizsiz bir şekilde işlemesi açısından uygun olur.

8. Yapılması Düşünülen Anayasa Değişikliğinde Cumhurbaşkanının KHK’leri, Bakanlar Kurulu Kararlarını ve Üçlü Kararnameleri İmzalamayı Reddetme Yetkisine Sahip Olup Olmadığı Sorunu Açıklığa Kavuşturulmalıdır

Türkiye’de Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde, bu Cumhurbaşkanı ile gerek Ecevit Hükümeti, gerekse  [s.23]  şimdiki Hükümet arasında derin bir kararname krize yaşanmıştır. Cumhurbaşkanı Sezer, Ecevit Hükümetinin çıkardığı pek çok kanun hükmünde kararnameyi ve keza bazı bürokratların atanmasına ilişkin üçlü kararnameleri imzalamayı reddetmiştir. Aynı şekilde Sezer, AK Parti Hükümetinin bürokrat atamasına ilişkin çıkardığı pek çok üçlü kararnameyi de imzalamayı reddetmiştir[13].

Anayasamızda (m.89) Cumhurbaşkanının bir kanunu imzalamayı reddetmesi durumunda ne yapılacağı, yani Cumhurbaşkanı ile TBMM arasında bir çatışma çıkarsa bu çatışmanın çözüm yolu gösterilmiştir. Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı bir kanunu beğenmiyorsa onu 15 gün içinde bir defa daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade eder. TBMM tekrar aynı kanunu aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu kanunu onbeş gün içinde imzalayıp Resmi Gazetede yayımlamak zorunda kalır. Böyle bir Cumhurbaşkanı arzu ediyorsa bu kanuna karşı Anayasa Mahkemesinde iptal davası açabilir.

Benzer bir usûl, anayasa değişikliği yoluyla, Bakanlar Kurulunun KHK’leri, kararları ve atamalara ilişkin üçlü kararnameler konusunda da benimsenebilir. Örneğin Cumhurbaşkanına beğenmediği KHK, Bakanlar Kurulu kararı ve üçlü kararnameleri bir veya iki hafta içinde Bakanlar Kurulu veya Başbakanlığa geri gönderme yetkisi tanınabilir. KHK ve Bakanlar Kurulu kararlarında Bakanlar Kurulunun veya üçlü kararnamelerde Başbakan veya ilgili bakanın geri gönderme üzerine ısrar etmesi üzerine Cumhurbaşkanının yine bir veya iki hafta içinde söz konusu KHK, Bakanlar Kurulu kararı veya üçlü kararnameyi imzalayıp Resmi Gazetede yayınlamak zorunda olduğu anayasa değişikliği yoluyla hüküm altına alınabilir. Cumhurbaşkanının yayımlanmış KHK’lere karşı Anayasa Mahkemesi iptal davası açması zaten mümkündür. Cumhurbaşkanına bu şekilde yayımlamak zorunda kaldığı Bakanlar Kurulu kararı ve üçlü kararnamelere ilişkin Danıştayda iptal davası açma yetkisi de Anayasa değişikliği yoluyla tanınabilir.


 

*  Bu açıklama, ilk kez 3 Mayıs 2007 tarihinde Türk Anayasa Hukuku Sitesinde (www.anayasa.gen.tr/cb-secimi.htm) yayınlanmıştır. Kağıt üzerinde de gün yüzüne çıkmasında yarar olur düşüncesiyle burada yayınlanmaktadır. Yazının internet versiyonundaki linkler, bu versiyonda dipnot haline getirilmiştir.

** Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk Anayasa Hukuku Sitesi Editörü.

[1] Sabih Kanadoğlu, “AKP Tek Başına Seçemez”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2006.

[2] Ergun Özbudun, “Cumhurbaşkanı Seçimi ve Anayasa”, Zaman, 17 Ocak 2007.

[3] Kemal Gözler, “Cumhurbaşkanlarının Seçimi: Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi”, Terazi: Aylık Hukuk Dergisi, Yıl 2, Sayı 9, Mayıs 2007, s.19-29.

[4] “Parlâmento kararları”nın ne olduğu konusunda daha fazla bilgi edinmek için Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin Kitabevi, 4. Baskı, s.309-317’e bakılabilir. Aynı metne http://www.anayasa.gen.tr/parlamento-karari.htm adresinden de ulaşılabilir.

[5] Anayasa Mahkemesinin yukarıdaki üç istisna dışında parlâmento kararlarının niçin denetleyemeyeceği konusunda daha fazla bilgi için Gözler, Türk Anayasa Hukuku, op.cit., s.384-398’e bakılabilir. Aynı metne http://www.anayasa.gen.tr/pk-denetim-uzun.htm den de ulaşılabilir.

[6] Bu konuda daha fazla açıklama için bkz.: Gözler, Türk Anayasa Hukuku, op.cit., s.396-398. Aynı metne http://www.anayasa.gen.tr/ictuzuk-niteligi.htm adresinden de ulaşabilirsiniz.

[7] Parlâmentonun sürekliliği (devamlılığı, istimrarı) ilkesi konusunda daha fazla bilgi için bkz.: Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin, 2007, s.286.

[8] Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin, 2000, özellikle, s.860-977; Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa, Ekin, 2003, 2 Cilt, 2800 s.

[9] Yeni Anayasa Değişikliğinde Anayasa Mahkemesinin yanlış yorumladığı 96’ncı maddenin ilk fıkrası şu şekilde tekrar kaleme alınmaktadır: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, tüm toplantı ve yapacağı seçimlerde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasada başkaca hüküm yoksa toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz”. Oysa 96’ncı maddenin mevcut şeklî de gayet açıktır. 96’ncı maddenin mevcut halini yanlış yorumlayanların, yarın yeni şeklini doğru yorumlayacaklarını kim garanti edebilir? Ülkemizde son üç ayda tartışılan hususlar, 20 yıldır anayasa hukukçuların aklının ucundan dahi geçemeyen şeylerin birileri tarafından düşünülüp gerçekleştirilebileceğini göstermiştir.

[10] Kemal Gözler, “Anayasa Yargısının Meşruluğu Sorunu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 61, Sayı 3, Temmuz-Eylül 2006, s.131-166  <http://www.anayasa.gen.tr/mesruluk.htm>.

[11] Çeşitli ülkelerde Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesi usûlü konusunda bizim şu çalışmamıza bakılabilir: Kemal Gözler, “Anayasa Mahkemesi Üyelerinin Seçilmeleri: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi”, <http://www.anayasa.gen.tr/aym-uyesecimi.htm>.

[12] Karşı-imza kuralının ne olduğu ve bu konunun değişik ülkelerde nasıl düzenlendiği ve Türkiye’de Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemler konusundaki tartışma hakkında bkz.: Kemal Gözler, Devlet Başkanları: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi,  Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2001, Dördüncü Bölüm, s. 235-262 <http://www.anayasa.gen.tr/devletbaskanlari.htm>.

[13] Türkiye’de Cumhurbaşkanı-hükümet çatışması konusunda bkz.: Kemal Gözler, Cumhurbaşkanı-Hükûmet Çatışması: Cumhurbaşkanı Kararnameleri İmzalamayı Reddedebilir mi?,  Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000,  VIII+80 s.  <http://www.anayasa.gen.tr/catisma-intro.htm>

 

 

 


Copyright

(c) Kemal Gözler. 2007. Bu sayfaya izin almadan link verilebilir. Ancak, bu web sayfası, önceden izin almaksızın ne suretle olursa olsun, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, tekrar yayınlanamaz, dağıtılamaz, başka internet sitelerine metin olarak konulamaz. İzin için kgozler[at]hotmail.com adresine başvurunuz. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 3 Mart 2004 tarih ve 4630 sayılı kanunla değişik 71 ve 72’nci maddeleri, bir fikir ve sanat eserini herhangi bir yöntemle çoğaltanları, dağıtanları, satanları, elinde bulunduranları, paraya çevrilmeksizin, 2 (iki) yıldan 4 (dört) yıla kadar hapis cezası veya 50.000 YTL'den 150.000 YTL'ye  kadar ağır para cezasıyla veya zararın ağırlığı dikkate alınarak bunların her ikisiyle birden cezalandırmaktadır.

Alıntılar (İktibas) Konusunda Açıklamalar

Bu çalışmadan yapılacak alıntılarda (iktibaslarda) 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 35’inci maddesinde öngörülen şu şartlara uyulmalıdır: (1) İktibas, bir eserin “bazı cümle ve fıkralarının” bir başka esere alınmasıyla sınırlı olmalıdır (m.35/1). (2) İktibas, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderecatını aydınlatmak maksadıyla yapılmalıdır (m.35/3). (3) İktibas, belli olacak şekilde yapılmalıdır (m.35/5) [Bilimsel yazma kurallarına göre, aynen iktibasların tırnak içinde verilmesi ve iktibasın üç satırdan uzun olması durumunda iktibas edilen satırların girintili paragraf olarak dizilmesi gerekmektedir]. (4) İktibas ister aynen, ister mealen olsun, eserin ve eser sahibinin adı belirtilerek iktibasın kaynağı gösterilmelidir (m.35/5). (5) İktibas edilen kısmın alındığı yer belirtilmelidir (m.35/5).

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 3 Mart 2004 tarih ve 4630 sayılı kanunla değişik 71’inci maddesinin 4’üncü fıkrası, 35’inci maddeye aykırı olarak “kaynak göstermeyen veya yanlış yahut kifayetsiz veya aldatıcı kaynak” göstererek iktibas yapan kişileri, 2 (iki) yıldan 4 (dört) yıla kadar hapis cezası veya 50.000 YTL'den 150.000 YTL'ye  kadar ağır para cezasıyla veya zararın ağırlığı dikkate alınarak bunların her ikisiyle birden cezalandırmaktadır.

Ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 18 Şubat 1981 tarih ve E.1980/1, K.1981/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre kararına göre, “iktibas hususunda kullanılan eser sahibinin ve eserinin adı belirtilse bile eser sahibi, haksız rekabet hükümlerine dayanarak Borçlar Kanununun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi halinde manevi tazminat isteyebilir”.

Yukarıdaki şartlara uygun olarak alıntı yapılırken bu çalışmaya şu şekilde atıf yapılması önerilir:

Kemal Gözler, “Cumhurbaşkanının Seçimi Konusunda Bir Açıklama", Türkiye Günlüğü, Sayı 89, Yaz 2007, s.17-23. <www.anayasa.gen.tr/cbnin-secimi-tgunlugu.htm>

 


 

Editör: Kemal Gözler

E.mail: kgozler[at]hotmail.com

Ana sayfa: www.anayasa.gen.tr

Bu sayfa: wwww.anayasa.gen.tr/cbnin-secimi-tgunlugu.htm

Konuluş Tarihi: 20 Eylül 2007