TÜRK ANAYASA HUKUKU SİTESİ
Kemal Gözler, “Türk Anayasa Hukukunda Teamül Olabilir mi?”, Türkiye Günlüğü, Sayı 56, Yaz 1999, s.36-44. (www.anayasa.gen.tr/teamul.htm; 1.5.2004).
Makalenin dergide yayınlandığı sayfa numaraları aşağıda metin içinde (s.XX) şeklinde gösterilmiştir.
(s.36)
Türkiye Günlüğü, Sayı 56, Yaz 1999, s.36-44.
Kemal GÖZLER*
Bu makalenin yazıldığı günlerde, ülkemizde, bir bayan milletvekilinin başörtüsü ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna girip giremeyeceği sorunu hararetle tartışılmaktaydı.
Konuyla ilgili tek yazılı hukuk kuralı, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün[1] 56’ncı maddesidir. “Kıyafet” kenar başlığını taşıyan madde aynen şöyledir:
“Başkanlık kürsüsünde başkan, beyaz kelebek kıravat ve siyah yelek üstüne fırak giyer. Görevli Katip Üyeler de, koyu renk elbise giyerler.
Genel Kurul salonunda yer alan milletvekilleri, bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Teşkilatı memurları ve diğer kamu personeli ceket giymek ve kıravat takmak zorundadır. Bayanlar tayyör giyerler.
Görevlilerin kıyafeti Başkanlık Divanınca tespit edilir”.
Görüldüğü üzere, bayan milletvekillerinin kıyafetlerine ilişkin tek hüküm, onların tayyör giyeceğinden ibarettir. İçtüzükte bayan milletvekillerinin başörtüsü takamayacaklarına ilişkin bir hüküm yoktur. Yasaklayıcı bir hüküm olmadığına göre, bayan milletvekillerinin başörtüsü takmalarına bir hukukî engel yoktur. Zira, söz konusu alan, kamu hukuku alanıdır ve kamu hukukun temel ilkelerine göre, bu alanda açıkça yasaklanmamış beşerî davranışlar caizdir ve bu yasaklar dar yoruma tâbi tutulur; kıyas ile de genişletilemez.
Ülkemizde bu makalenin yazıldığı günlerde bazı hukukçularımız, kamu hukukunun bu temel ilkelerini görmezden gelmektedirler. Diğer bazı (s.37) hukukçularımız ise, bu ilkeleri görmezden gelmemekte, bir milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna başörtüsü ile gelmesini yasaklayan yazılı bir hukuk kuralının olmadığını kabul etmektedir. Ancak bu hukukçular da, başörtüsü ile bir milletvekilinin Genel Kurula giremeyeceği görüşünü savunmak için, hukuk kurallarının yazılı hukuk kurallarından ibaret olmadığını, bunların yanında yazısız hukuk kurallarının, yani teamüllerin de bulunduğunu ileri sürmektedirler. Bunlara göre, Türk anayasa hukuku alanında, yazılı kuralların yanında, yazısız, yani teamülî nitelikte, bağlayıcı, uyulması zorunlu hukuk kuralları da vardır. Bunlardan birisi de, bayan milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna başörtüsü ile girmemeleri kuralıdır.
İşte biz bu makalede, Türk anayasa hukuku alanında teamüllerin geçerliliği sorununu inceleyeceğiz. Ancak bunun için ilkönce, özel hukuk alanında teamülleri görelim. Zira bu alanda belirli koşullar altında teamüllerin hukukî geçerliliğe sahip olduğu genel olarak kabul edilmektedir.
Hemen belirtelim ki, özel hukuk alanında, “teamül” terimi yerine “örf ve âdet” teriminin kullanılması daha yaygındır. Özel hukukta, örf ve âdet, genellikle şu üç unsurla tanımlanmaktadır: Maddî unsur, manevî unsur ve hukukî unsur.
1. Maddî Unsur (Sürekli Tekrar)[2].- Toplum içinde mevcut bir davranışın örf ve âdet kuralı olabilmesi için, bu davranışın her şeyden önce sürekli tekrarlanan bir davranış olması gerekir. Gelip geçici davranışlar örf ve âdet kuralı haline gelemezler. Mecelle’nin 166’ncı maddesine göre, âdetin “kadim” olması gerekmektedir. Yine aynı madde kadimi şöyle tarif etmektedir: “Kadim odur ki evvelini bilür olmaya”. Keza Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait bir kanunnamede şu tarif verilmiştir: “Kadim kırk elli yıla denmez; kadim odur ki anın evvelini kimesne bilmeye”[3]. Diğer yandan kökeni çok eskilere giden uygulama kesintisiz olmalı, istikrarlı bir şekilde tekrarlanmalıdır. Bu husus Mecelle’nin 41’inci maddesinde “âdet ancak muttarid[4]... oldukta muteber olur” ifadesiyle anlatılmıştır[5].
2. Manevî Unsur(Genel İnanç, Opinio iuris, Opinio necessitatis)[6].- Sürekli tekrarlanan bir davranış biçiminin bir örf ve âdet kuralı haline gelebilmesi için o davranış biçimine uyulmasının zorunlu olduğu yolunda toplumda genel bir inanç doğmuş olmalıdır. Mecelle’nin 41’inci maddesinde “âdet ancak galip[7]... oldukta muteber olur” ifadesi zorunluluk inancını dile getirmektedir[8]. (s.38)
3. Hukukî Unsur (Devlet Desteği)[9].- İlk iki şartı gerçekleştiren ve toplumda kendisine uyulan bir örf ve âdetin, bir hukuk kuralı haline gelebilmesi için bu örf ve âdetin hukuk düzeni tarafından müeyyidelendirilmiş olması gerekir. Bu da genellikle kanunların örf ve âdete yaptığı atıflarla olur. Örneğin Medenî Kanunun 1’inci maddesine göre, “hakkında kanunî bir hüküm bulunmayan meselede hakim örf ve âdete göre... hükmeder”.
Buna göre, Türk özel hukuk alanında kanunun kendisine gönderme yaptığı durumlarda örf ve âdetler geçerlidirler. Yine kanunların öngördüğü şartlar dahilinde, örf ve âdetler bağlayıcı bir hukuk kuralı olarak hukuk mahkemeleri tarafından uygulanabilirler. Burada bir problem yoktur.
Ancak, kamu hukuku alanında, örf ve âdet yani teamül kuralları geçerli midir? Kamu hukuku alanının ceza hukuku dalında da sorun yoktur. Türk Ceza Kanunu teamüle göndermede bulunmamaktadır. Bu nedenle, ceza hukukunda teamül geçersizdir. Bu tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Peki kamu hukukunun anayasa hukuku dalında, teamül geçerli midir? Bu konu tartışmalıdır. Şimdi onu görelim.
Burada ilkönce, anayasa hukuku alanında teamüllerin hangi unsurlar ile tanımlandığı (A) ve bu teamüllerin hukukî değeri sorununu (B) göreceğiz.
Anayasa hukuku alanında teamül olabileceğini kabul eden yazarlar, anayasa hukukunda teamülü, iki temel unsur ile tanımlanmaktadır. Birinci unsur, maddî unsurdur. Bu unsura, objektif unsur veya corpus da denmektedir[10]. İkinci unsura ise, manevî unsur, psikolojik unsur, sübjektif unsur veya animus da denmektedir[11].
1. Maddî Unsur: Uygulama.- Teamüllerin maddî unsurunu, uzunca bir süre devamlı bir şekilde tekrarlanan açık davranışlar veya uygulamalar (usages) oluşturmaktadır. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere, maddî unsur özünde bir “davranış” veya “uygulama”dır. Ancak bu davranış veya uygulamanın teamüle yol açabilmesi için, uzunca bir süreden beri kesintisiz olarak tekrarlanması gerekir. Dolayısıyla, maddî unsurun, süre[12], tekrar[13] ve kesintisizlik[14] gibi üç alt unsuru vardır.
2. Manevî Unsur: Uygulamanın Hukukîliği İnancı.- İkinci unsura ise, manevî unsur, psikolojik unsur veya sübjektif unsur dendiği gibi, animus, opinio iuris, estimatio communis, consensus, opinio necessitatis gibi isimler de verilmektedir[15]. Uzunca bir süreden beri devamlı olarak tekrarlanan uygulamanın hukukî nitelikte olduğu kanaati mevcut olmalıdır[16]. Vatandaşlar, anayasal organlar, yukarıdaki şartları taşıyan uygulamanın, gerçek bir hukuk kuralı bağlayıcılığına sahip olduğuna (opinio iuris) ve ona uyulması gerektiğine (opinio necessitatis) inanmalıdırlar. Diğer bir ifadeyle, uzunca bir zamandan beri kesintisiz olarak tekrarlanan uygulama konusunda, anayasal organlar arasında bir uzlaşma, bir konsensus olmalıdır[17].
Fark edileceği üzere anayasa hukuku alanında teamüller, özel hukuktan farklı olarak iki unsur ile tanımlanmaktadır. Hukukilik, yani (s.39) devlet desteği unsuru anayasa hukuku alanında teamüllerin tanımlanmasında bir unsur olarak klasik anayasa hukuku doktrini tarafından aranmamaktadır.
Anayasa hukukunda, teamül konusunda asıl tartışma bu teamüllerin hukukî değeri konusunda ortaya çıkmaktadır. Teamüllerin değeri sorununu, yazılı ve yazısız anayasa sistemlerinde olmak üzere ikiye ayırıp incelenmektedir.
Anayasa hukuku doktrininde, yazısız anayasa sistemine sahip ülkelerde, örneğin İngiltere’de, teamüllerin hukukî değere sahip olabileceğini kabul edilmektedir. Böyle bir sistemde, yazılı bir anayasa olmadığına göre, anayasanın katılığı ve dolayısıyla üstünlüğü de söz konusu değildir. Dolayısıyla anayasa hukuku alanında da teamüller hukukî değere sahip olabilirler.
Anayasa hukukunun klasik doktrininde yazılı anayasa sisteminde teamülün hukukî değeri konusunda, teamüller arasında üçlü bir ayrım yapılmaktadır[19]: Praeter legem teamüller, secundum legem teamüller ve contra legem teamüller[20].
“Praeter legem teamüller” veya “tamamlayıcı teamüller (coutume supplétive)” anayasa veya kanun (veya olayımızda olduğu gibi meclis içtüzüğü) metninde boşluk olması halinde bu boşluğu dolduran teamüllerdir[21]. Örneğin, 1875 Fransız Anayasasında, başbakan (président du conseil)’a ilişkin bir hüküm yoktur. Yani bu Anayasada başbakanlık görevi unutulmuş idi[22]. Bu boşluk Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet döneminde bir teamül ile doldurulmuştur. Keza Fransa’da Cumhurbaşkanlığı görevi ile milletvekilliği ve belediye başkanlığı görevlerinde aynı anda bulunmayı yasaklayan bir anayasa kuralı yoktur. Ancak Üçüncü Cumhuriyetten bu yana, milletvekili veya belediye başkanı iken Cumhurbaşkanı seçilen kişiler ilk görevlerinden istifa etmişler ve bu yolda bir teamül oluştuğu kabul edilmiştir[23]. Keza genel seçimlerden sonra mevcut hükümetin istifa etmesi kuralı da tamamen teamülî niteliktedir[24]. Bu örneklerdeki teamüller praeter legem teamül niteliğindedir.
Anayasa hukuku doktrininin çoğunluğu, praeter legem teamüllerin hukuken geçerli olduğunu kabul etmektedir[25]. (s.40)
“Secundum legem teamüller” veya “yorumlayıcı teamüller (coutume interprétative)” anayasa veya kanun metnindeki muğlak ya da karanlık noktaları açıklığa kavuşturan teamüllerdir[26]. Anayasanın veya kanunların (veya olayımızda olduğu gibi meclis içtüzüğü) hükümlerinin belirsiz olması halinde, anayasayı veya kanunları uygulayanlar, tereddüdü gidermek için, o hükmün önceki uygulamalarına başvurabilirler[27]. Bu durumda yorumlayıcı teamülden bahsedilir.
Anayasa hukukunun klasik doktrininin çoğunluğu secundum legem teamüllerin varlığını ve hukukî geçerliliğini kabul etmektedir[28].
“Contra legem teamüller”, yani “kanuna karşı teamüller”, anayasanın veya kanunun (veya olayımızda olduğu gibi meclis içtüzüğünün) açık hükümleriyle çelişen teamüllerdir[29]. Bu durumda yazılı bir anayasa veya kanun (veya olayımızda olduğu gibi meclis içtüzüğü) hükmü, bir teamül ile, yani uzunca bir süreden beri düzenli olarak tekrarlanan bir davranış ile ilga edilmiş olacaktır. Bu nedenle, bu tür teamüle “ilga edici teamül (coutume abrogative)” de denmektedir[30].
Anayasa hukuku doktrininde contra legem teamüllerin hukukî geçerliliği sorunu tartışmalıdır. Bir grup yazar contra legem teamülleri hukukî değerden mahrum olduğunu savunurken, diğer bir grup yazar ise bunların mevcut olduğunu ve hukuken geçerli olduğunu düşünmektedirler.
Fransız klasik anayasa hukuku doktrininde, Léon Duguit, René Capitant gibi yazarlar contra legem teamül olabileceğini kabul etmektedirler. Bilindiği gibi, Duguit’ye göre, hukuk kuralı esas itibarıyla “sosyal şuur (conscience sociale)”dan çıkar. Pozitif kanun, “hukuk kuralının ifade ediliş şeklidir; kanun koyucu onu yaratmaz, müşahede eder”. Bu müşahede ediş, yazılı hukuk ile olabileceği gibi, örf ve âdet hukuku ile de olabilir. Duguit’ye göre, anayasa hukuku açısından, yazılı hukuku teamülî hukuka tercih etmeyi gerektirecek bir sebep yoktur. Eğer bir toplumsal grupta hukuk kuralı değişirse, bu değişen kural yazılı anayasa kuralına üstün gelir[31]. Jacques Chevallier’nin belirttiğine göre, bu tez, Duguit’nin tilmizleri, M. Réglade ve Y. Gouet tarafından da savunulmuştur[32]. Keza Louis Rolland ve Georges Scelle de anayasal değerde parlâmentoyu bağlayan teamüllerin var olduğu düşüncesine sahiptiler[33].
Contra legem teamül olabileceğini ve bunların geçerli olduğu fikri kuvvetli bir şekilde René Capitant tarafından da savunulmuştur. Yazar etkililik düşüncesinden hareket etmektedir. Ona göre pozitif hukuk, kanun koyucu yarattığı hukuktan ibaret değildir. Pozitif hukuk, yürürlükteki hukuktur. Bu ise, fiilen uyulan ve uygulanan hukuktur. Bu özellikte olan her kural, yazılı olmasa dahi, pozitif hukuka dahildir. Eğer anayasanın yazılı bir kuralı artık uygulanmamaya başlamış ve yerini yazısız bir kurala bırakmışsa, bu yazısız kuralı pozitif hukukun kaynağı olarak kabul etmek gerekir. Bu teoriyi, anayasa hukukuna uygulayarak René Capitant, bir teamülün katı bir anayasa kuralını ilga edebileceği sonucuna varmaktadır. Zira, anayasanın kaynağında, ona göre, millet vardır. Anayasa hukukunun pozitifliği, yüksek ve daimi kurucu olan milletin tutumuna bağlıdır. (s.41) Yazara göre, teamülün kurucu gücü, millî egemenliğin değişik bir görünümünden ibarettir[34].
Yazılı ve katı anayasa sisteminde anayasal teamül olamayacağı tezi en kesin bir şekilde Raymond Carré de Malberg tarafından savunulmuştur. Yazara göre,
“anayasanın ayırt edici özelliği, adî bir kanun ile değiştirilemeyecek yüksek bir güce sahip olmasıdır. Anayasa bu şekilde yasama yetkisini sınırlandırmaktadır. Hukukta, anayasa kavramı ancak bu şartla gerçekleşebilir. Sadece bu mülahaza, teamülî bir anayasa hukuku ihtimalini dışlamaya yetmektedir. Anayasa ve teamül terimleri arasında bağdaşmazlık vardır. Zira, yazısız olduğundan teamülün değiştirilmesi için özel bir usule ihtiyacı yoktur”[35].
Contra legem teamül olamayacağı tezi Carré de Malberg’e benzer bir şekilde Julien Laferrière tarafından da savunulmuştur. Laferrière 1944 yılında yayınladığı bir makalesinde[36] ve Manuel de droit constitutionnel’inde[37], yazılı ve katı bir anayasa ile teamül kavramlarının bağdaşamayacağını ileri sürmektedir. Laferrière’e göre, “katı bir anayasa ancak, bu anayasanın öngördüğü usûlle değiştirilebilir. Ne şekilde oluşursa oluşsun, teamül anayasanın değiştirilmesi sonucunu doğuramaz”[38]. Laferrière’e göre, anayasanın bir kez ihlali nasıl bir ihlal ise, on defa arka arkaya ihlali de öyle bir ihlaldir ve bu ihlal bir teamüle yol açamaz[39]. Ünlü yazara göre, “anayasa ile çelişen bir teamül, hukukî değerde değildir. Anayasaya karşı teamül olamaz”[40].
Anayasa hukuku alanında teamüle karşı olan yazarlardan bir diğeri de Georges Vedel’dir. Yazar şu soruyu sormakla işe başlıyor: “Anayasaya aykırı bir uygulama, eğer uzunca bir zaman boyunca tekrarlanırsa, anayasanın değişmesi sonucunu doğurur mu”? Ve şöyle devam ediyor:
“Bu durumda, tutarlı olmak için sonuna kadar gitmek gerekir: Tüm anayasa ve hatta tüm yazılı hukuk sistemi, teamülî kuralların ifadesidir. Ve bu teamülî kurallar değişince, anayasa ve hukuk sistemi bütün hukukî değerini kaybeder. Bu fikir savunulabilir. Savunulmuştur da. Ama bu durumda bütün Fransız hukuk sistemini yeniden ele almak, ve kelimenin klasik anlamında bizatihi anayasa fikrinden vazgeçmek gerekir. Zira, bu halde, anayasa hukuku, anayasanın hükümlerinden kaynaklandığı kadar, anayasanın ihlallerinden kaynaklanacaktır”[41].
Pozitivist teoriye göre, yazılı hukuk kurallarının hukukî geçerliliğinin şartları ile teamül kurallarının hukukî geçerliliğinin şartları arasında bir fark yoktur[42]. Zira, bu teori, yazılı hukuk kurallarını da, teamülü de “hukukun kaynağı” olarak görmektedir[43]. O halde yazılı hukuk kuralları hukuken geçerli olmak için hangi şartı yerine getiriyorlarsa, teamül kuralları da aynı şartı yerine getirmelidir. Pozitivist anlayışta bir normun, hukuk normu olarak geçerli olması için o normun kendisinden üst bir normun ve son tahlilde temel normun öngördüğü şekilde yapılmış olması gerekir[44]. Diğer bir ifadeyle, (s.42) bir normun geçerliliğinin temeli daima bir başka normdur[45].
Özetle teamül kuralı da, hukukî geçerliliğini ancak kendisinden üst bir normdan alabilir. Yani bir teamülün bir hukuk kuralı olarak geçerli olması için bir üst normun teamülü, “hukuk yaratıcı olay (fait créateur de droit)” olarak kabul etmesi gerekir[46]. O halde bu “üst norm”un ne olduğu saptanmalıdır. Bunun içinse ilkönce, teamül kurallarının normlar hiyerarşisindeki yerini belirlemek gerekir. Hans Kelsen’e göre kanun ile teamül arasında bir fark yoktur. Her ikisi de hukuk normları hiyerarşisinde aynı düzeyde yer alır[47]. Eğer teamül de normlar hiyerarşisinde kanun düzeyinde yer alıyorsa, teamül de geçerliliğini anayasadan almalıdır. Yani anayasanın öngördüğü usulle konulmalıdır. Açıkçası, eğer anayasa teamül yoluyla norm yaratılmasını kabul ediyorsa, yani anayasa teamülü hukukun kaynağı olarak kabul ediyorsa[48], teamül bir hukuk kuralı olarak geçerli olabilir[49]. Diğer bir ifadeyle, teamül yoluyla geçerli hukuk kurallarının yaratılması için anayasanın bireylerin tekrarlanan davranışlarıyla hukuk kuralı yaratılabileceğini kabul etmiş olması, yani teamülü,“hukuk yaratan olay (fait créateur de droit)” olarak tanımış olması gerekir[50].
1) Eğer yazılı anayasa böyle bir hükmü açıkça içeriyorsa, mesele yoktur. Teamül yoluyla yaratılan kurallar hukuken geçerlidir. Bu durumda hukuku uygulama organları, teamül yoluyla yaratılan kuralları uygulayabilirler[51]; zira bu konudaki yetkilendirme bizzat pozitif anayasadan kaynaklanmaktadır. Bu takdirde hiçbir sorun yoktur[52].
2) Ama eğer anayasada böyle bir hüküm yoksa, yani anayasada teamülün hukuk yaratıcısı bir olay olduğu belirtilmiyorsa, bu durumda ne olacaktır? Teamül yoluyla yaratılan kurallar bir hukuk kuralı olarak geçersiz mi olacaktır? Kelsen’e göre, bu durumda, teamül kurallarının geçerli olarak kabul edilebilmesi için, yani mahkemelerin teamül hukukunu uygulayabilmeleri için, temel norma[53] yahut varsayımsal bir anayasaya başvurmaları gerekir. Bu durumda denilebilir ki, teamül kuralıyla hukuk normu konulabileceği konusunda yetkilendirme bizzat teamül yoluyla yaratılmış bir yazısız anayasa kuralından kaynaklanır[54]. Diğer bir ifadeyle teamül kuralları geçerliliğini teamül yoluyla yaratılmış bir anayasadan alırlar. Keza, yazılı ve katı bir anayasaya sahip olmayan, teamülî anayasaya sahip olan bir sistemde de teamül kuralıyla hukuk normu konulabileceği konusundaki yetkilendirmenin bizzat teamül yoluyla yaratılmış bir yazısız anayasa kuralından kaynaklandığı düşünülebilir[55].
Bu açıklamalardan sonra, Türk anayasa hukukunda teamül olup olamayacağı sorununa ilişkin görüşümüzü açıklayalım. Türkiye yazılı ve katı bir anayasa sistemine sahiptir. Anayasadaki bir hükmün değiştirilebilmesi için Anayasanın 175’inci maddesindeki usûle uygun olarak anayasa değişikliği kanunu çıkarılması gerekir. Bu usule uyulmadıkça anayasanın bir hükmünün, ne teamül yoluyla, ne başka bir yolla değiştirilmesi mümkündür.
O halde Türk hukuk düzeninde anayasal değerde teamül olamaz. Peki kanun veya meclis içtüzüğü değerinde teamül olabilir mi? Kanun veya meclis içtüzüğü değerinde teamül olabilmesi için Türk Anayasasının açıkça teamülü, “hukuk yaratıcı bir olay” olarak kabul etmesi gerekir. Türk Anayasasında böyle bir hüküm yoktur. O halde, Türk hukuk düzeninde teamül, kanun veya meclis içtüzüğü değerinde de hukukun bağımsız bir kaynağı değildir. (s.43)
Peki ama Türk hukuk düzeninde teamül hiçbir şekilde hukukun kaynağı değil midir? Bu soruya olumsuz yanıt ermek gerekir. Zira, Türk Medenî Kanununun 1’inci maddesine göre, “hakkında kanunî bir hüküm bulunmayan meselede hakim örf ve âdete göre... hükmeder”. Bu hüküm, Türk medenî hukuku alanında örf ve adet, yani teamül kurallarının hukukun kaynağı olduğu anlamına gelir. Keza Türk Ticaret Kanunun 1’inci maddesi de “hakkında ticarî bir hüküm bulunmayan işlerde mahkeme ticarî örf ve adete... göre karar verir” hükmü ile örf ve adet, yani teamül hukukuna gönderme yapmaktadır. Buna göre Türk hukuk düzeninde medenî hukuk ve ticaret hukuku alanlarında örf ve adet, yani teamül kuralları hukukun kaynağıdırlar. Bu alanlarda, teamül hukukî geçerliliğe sahiptir. Bu alandaki teamüller geçerliliklerini kanundan almaktadırlar. Ancak bu alanlarda dahi teamül, kanuna aykırı olamaz. Teamül ancak, kanunda hüküm yoksa uygulanabilir. Yani Türk hukuk düzeninde, kanunun gönderme yapması şartıyla, praeter legem teamül, yani kanunu tamamlayıcı teamül var olabilir. Contra legem teamül, yani kanuna karşı teamül, Türk hukuk düzeninde bir hukukî geçerliliğe sahip olamaz.
Türk hukuk düzeninde, bir kanun bir teamüle gönderme yapmıyorsa, bu teamül hiçbir zaman hukukî geçerliliğe sahip olamaz; yani kanun teamüle gönderme yapmıyorsa teamül hukukun kaynağı olamaz. Örneğin, Türk Ceza Kanunu, teamülî hukuka gönderme yapmaz. O nedenle, teamül Türk ceza hukukun kaynağı değildir. Teamül yoluyla suç ve ceza yaratılamaz.
Aynı şey Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü için de geçerlidir. İçtüzükte hukukun kaynağı olarak teamüle bir gönderme yoktur. O nedenle, Meclis İçtüzüğünün düzenlediği konularda, hukuken geçerli, yani bağlayıcı, uyulması zorunlu bir teamülün varlığından söz edilemez.
Sonuç olarak Türk hukuk düzeninde hiçbir şekilde, anayasa hukuku alanında teamül olamaz. Türk hukuk düzeninde teamül, ancak kanunların kendisine açıkça gönderme yaptığı durumlarda hukuken geçerlidir. Bu durumda ise teamül, normlar hiyerarşisinde kanun düzeyinde değil, kanun altı bir düzeyde yer alır ve kanunun açık hükümlerini hiçbir şekilde değiştiremez.
***
Hukukçuların her zaman kendi kişisel arzularını hukuk kuralı olarak takdim etmek gibi bir zaafları vardır. Oysa hukuk kurallarının koyucusu, hukukçular değil, yetkili siyasal organlardır. Anayasa kuralı koymaya aslî kurucu iktidar, anayasa kurallarını değiştirmeye tali kurucu iktidar (TBMM'nin 2/3'ü veya 3/5'i + referandum, AY, m.175), kanun koymaya (AY, m.87, 88) ve Meclis İçtüzüğünü (AY, m.95) değiştirmeye TBMM'nin salt çoğunluğu yetkilidir (AY, m.96). Tarihte her zaman, bu çoğunluğu sağlayamayan siyasal eğilimlere mensup angaje hukukçuların kendi kişisel görüşlerini hukuk kuralıymış gibi kabul ettirtmek için, “anayasa üstü prensipler”, “anayasa içi hiyerarşi”, “hukukun genel ilkeleri”, “anayasanın ruhu” gibi sihirli kavram ve ilkelere başvurdukları görülmüştür. Görünen odur ki, ülkemizde bu sihirli kavram ve ilkeler arasına artık “teamül” de katılmıştır. Bu kavram ve ilkeler, seçimlerden yenik çıkan ideolojiye mensup hukukçuların, seçimlerden galip çıkan ve meşru olarak hukuk kuralı koyma yetkisine sahip olan siyasal çoğunluğu etkisiz kılmak için kullandıkları araçlardır. Türk anayasa hukuku alanında teamülün varlığının ve geçerliliğinin kabul edilmesi, millî iradeyi felce uğratmanın mükemmel bir yolu olacaktır.
Yazılı hukuk sistemine sahip, Türkiye gibi bir demokratik hukuk devletinde yapılması gereken şey, yazılı hukuk kurallarının geçerliği konusunda, teamül gibi bir takım kavramlar kullanarak belirsizlik yaratmak, hukuk güvenliğini sarsmak değil; isteniyorsa, o yazılı hukuk kuralını öngörülen usûle uyarak, önce değiştirmek, sonra da uygulamaktır. Ancak bu her şeyden önce, bir istenç, bir irade sorunudur. Bir demokrasi de ise, bu istenci, bu iradeyi açıklamaya tek yetkili organ, egemenliğin sahibi olan millet ve onun temsilcisi olan parlâmentodur.
10 Mayıs 1999
(s.44)
ARAL (Vecdi), Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, İkinci Baskı, 1975.
ARDANT (Philippe), Institutions politiques et droit constitutionnel, Paris, L.G.D.J., Altıncı Baskı, 1994.
ATAAY (Aytekin), Medeni Hukukun Genel Teorisi, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1971.
ATAR (Yavuz) et al., Hukuk Bilimine Giriş, Konya, Mimoza, 1997.
BARTHÉLEMY (Joseph) ve DUEZ (Paul), Traité de droit constitutionnel, Paris, Dalloz, 1933 (Réimpression : Economica, 1985).
BEKAERT (Hermann), Introduction à l’étude du droit, Bruxelles, Etablissements Emile Bruylant, 1963.
BİLGE (Necip), Hukuk Başlangıcı, Ankara, Turhan Kitabevi, 1983.
CADOUX (Charles), Droit constitutionnel et institutions politiques (Cilt I : Théorie générale des institutions politiques), Paris, Cujas, Üçüncü Baskı, 1988.
CARRÉ DE MALBERG (Raymond), Contribution à la théorie générale de l'Etat, Paris, Sirey, 1922 (réimpression par CNRS, 1962), Cilt II.
CHANTEBOUT (Bernard), Droit constitutionnel et science politique, Paris, Armand Colin, Onbirinci Baskı, 1994.
CHAVALLLİER (Jacques), “La coutume et le droit constitutionnel français”, Revue du droit public, Cilt 86, 1970, s.1375-1416;
DEVELLİOĞLU (Ferit), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara, Aydın Kitabevi, 1984.
DOMİNİQUE (Turpin), Droit constitutionnel, Paris, P.U.F., İkinci Baskı, 1994.
DUGUİT (Léon), Traité de droit constitutionnel, Paris, Ancienne librairie fontemoing, Üçüncü Baskı, 1927, Cilt I.
DU PASQUİER (Claude), Introduction à la théorie générale et à la philosophie du droit, Neuchatel, Delauchaux 6 Niestlé S.A., Üçüncü Baskı, 1948.
EDİS (Seyfullah), Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, Ankara, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1983.
GİCQUEL (Jean), Droit constitutionnel et institutions politiques, Paris, Montchrestien, Onikinci Baskı, 1993.
GÖĞER (Erdoğan), Hukuk Başlangıcı Dersleri, Ankara, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, Dördüncü Baskı, 1976.
GÖZLER (Kemal), Hukukun Genel Teorisine Giriş, Ankara, US-A Yayıncılık, 1998.
GÖZLER (Kemal), Hukuka Giriş, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 1998.
GÖZÜBÜYÜK (A.Şeref), Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, Ankara, Turhan Kitabevi, Gözden Geçirilmiş Onuncu Baskı, 1996.
GRİDEL (Jean Pierre), Notions fondamentales de droit et droit français, Paris, Dalloz, 1992.
GÜRİZ (Adnan), Hukuk Başlangıcı, Ankara, Siyasal Kitabevi, Altıncı Bası, 1997.
IŞIKTAÇ (Yasemin), Örf ve Adet Hukuku, İstanbul, Alkım, 1997.
Kelsen (Hans), General Theory of Law and State, Translated by par Anders Wedberg, Cambridge, Massachusetts, Harvard University Press, 1946.
KELSEN (Hans), Théorie générale des normes, (Traduit de l’Allemand par Olivier Beaud et Fabrice Malkani), Paris, Presses universitaires de France, 1996.
Kelsen (Hans), Théorie pure du droit, Traduction française de la 2e édition de la “Reine Rechtslehre” par Charles Eisenmann, Paris, Dalloz, 1962.
LAFERRİÈRE (Julien), “La coutume constitutionnelle: son role et sa valeur en France”, Revue du droit public, 1944, s.23-42.
LAFERRİÈRE (Julien), Manuel de droit constitutionnel, Paris, Editions Domat Montchrestien, İkinci Baskı, 1947.
LEVY (D.), “De l’idée de coutume constitutionnelle à l’esquisse d’une théorie des sources de droit constitutionnel et leur sanction”, Recueil d’etudes en hommage à Ch. Eisenmann, Paris, 1975, s.81-96.
MAESTRE (J. Cl.), “A propos des coutumes et des pratiques constitutionnelles”, Revue du droit public, 1973, s.1275-1290.
PACTET (Pierre), Institutions politiques - Droit constitutionnel, Paris, Masson, Onüçüncü Baskı, 1994.
PRÉLOT (Marcel) ve BOULUİS (Jean), Institutions politiques et droit constitutionnel, Paris, Dalloz, 11e édition, 1990.
RİALS (Stéphane), “Réflexions sur la notion de coutume constitutionnelle”, La Revue administrative, juillet 1979, s.265-273.
TEKİNAY (Selahattin Sulhi), Medeni Hukukun Genel Esasları ve Gerçek Kişiler Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1992.
TROPER (Michel), “Nécessité fait loi: Réflexions sur la coutume constitutionnelle”, in Mélanges Robert-Edouard Charlier, Paris, Editions de l’Université et de l’Enseignement moderne, 1981, s.309-323.
UMAR (Bilge), Hukuk Başlangıcı, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1997.
VEDEL (Georges), Droit constitutionnel, Paris, Sirey, 1949.
* Yard.Doç.Dr., Uludağ Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi Bölümü (Görükle-Bursa) (Eleştirileriniz için: gozler@uludag.edu.tr).
[1]. 1982 Anayasasının geçici 6’ncı maddesi, yeni İçtüzük yapılıncaya kadar 1961 Anayasası döneminde kabul edilen 5 Mart 1973 tarih ve 584 sayılı Millet Meclisi İçtüzüğünün 1982 Anayasasına aykırı olmayan hükümleri uygulanacağını öngörmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16 Mayıs 1996 tarih ve 424 sayılı Kararıyla, 5 Mart 1973 tarihli İçtüzüğün içinde geçen bazı kelimeler değiştirilmiş ve bu İçtüzüğe bazı ilaveler yapılmıştır. Bu değişik şekliyle İçtüzük, “Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü” başlığı altında 24 Mayıs 1996 tarih ve 22645 sayılı Resmî Gazetede yayınlanarak 1 Haziran 1996 günü yürürlüğe girmiştir. Kıyafet konusun düzenleyen 56’ncı madde, 5 Mart 1973 tarihli metin içinde yer alan ve 1996’da değiştirilmemiş olan bir maddedir.
[2]. Jean-Pierre Gridel, Notions fondamentales de droit et droit français, Paris, Dalloz, 1992, s.228; Claude Du Pasquier, Introduction à la théorie générale et à la philosophie du droit, Neuchatel, Delauchaux 6 Niestlé S.A., Üçüncü Baskı, 1948, s.50; Hermann Bekaert, Introduction à l’étude du droit, Bruxelles, Etablissements Emile Bruylant, 1963, s.276; Yasemin Işıktaç, Örf ve Adet Hukuku, İstanbul, Alkım, 1997, s.54-56; Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, Ankara, Turhan Kitabevi, 1983, s.41; Seyfullah Edis, Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, Ankara, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1983, s.91; Erdoğan Göğer, Hukuk Başlangıcı Dersleri, Ankara, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, Dördüncü Bası, 1976, s.117; Adnan Güriz, Hukuk Başlangıcı, Ankara, Siyasal Kitabevi, Altıncı Bası, 1997, s.11; Vecdi Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi yayınları, İkinci Baskı, 1975, s.102; A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, Ankara, Turhan Kitabevi, Gözden Geçirilmiş Onuncu Baskı, 1996, s.51; Bilge Umar, Hukuk Başlangıcı, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1997, s73; Aytekin Ataay, Medeni Hukukun Genel Teorisi, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1971, s.98; Selahattin Sulhi Tekinay, Medeni Hukukun Genel Esasları ve Gerçek Kişiler Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1992, s.66; Kemal Gözler, Hukuka Giriş, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 1998, s.176.
[3]. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Medeni Hukuk I, Umumi Esaslar, 1959, s.104’ten alıntılayan Bilge, op. cit., s.42.
[4]. “Muttarid”, “ıttıradlı” demektir. “Ittırad” ise “muntazam tarzda cereyan etme” demektir (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara, Aydın Kitabevi, 1984, s.830, 476).
[5]. Yavuz Atar et al., Hukuk Bilimine Giriş, Konya, Mimoza, 1997, s.44.
[6]. Gridel, op. cit., s.228; Du Pasquier, op. cit., s.50; Bilge, op. cit., s.42; Edis, op. cit., s.93; Göğer, op. cit., s.118; Güriz, op. cit., s.11; Aral, op. cit., s.103; Gözübüyük, op. cit., s.51; Umar, op. cit., s.74; Ataay, op. cit., s.98; Tekinay, op. cit., s.67; Işıktaç, op. cit., s.56-57; Gözler, Hukuka Giriş, op. cit., s.177.
[7]. “Galip”, “galebe eden, galebe çalan, üstün gelen, yenen” demektir (Devellioğlu, op. cit., s.329).
[8]. Bilge, op. cit., s.43.
[9]. Bilge, op. cit., s.42; Göğer, op. cit., s.117; Gözübüyük, op. cit., s.51; Ataay, op. cit., s.99; Tekinay, op. cit., s.67; Gözler, Hukuka Giriş, op. cit., s.177.
[10]. Stéphane Rials, “Réflexions sur la notion de coutume constitutionnelle: à propos du dixième anniversaire du référendum de 1969”, La Revue administrative, juillet 1979, s.265.
[11]. Ibid.
[12]. Marcel Prélot ve Jean Bouluis, Institutions politiques et droit constitutionnel, Paris, Dalloz, 11e édition, 1990, s.211.
[13]. Prélot ve Bouluis, op. cit., s.211; Bernard Chantebout, Droit constitutionnel et science politique, Paris, Armand Colin, Onbirinci Baskı, 1994, s.28; Rials, op. cit., s.266
[14]. Rials, op. cit., s.266.
[15]. Ibid., s.165, 266.
[16]. Ibid., s.265.
[17]. Chantebout, op. cit., s.28.
[18]. Jacques Chavalllier, “La coutume et le droit constitutionnel français”, Revue du droit public, Cilt 86, 1970, s.1375-1416; Stéphane Rials, “Réflexions sur la notion de coutume constitutionnelle”, La Revue administrative, juillet 1979, s.265-273; Julien Laferrière, “La coutume constitutionnelle: son role et sa valeur en France”, Revue du droit public, 1944, s.23-42; Michel Troper, “Nécessité fait loi: Réflexions sur la coutume constitutionnelle”, in Mélanges Robert-Edouard Charlier, Paris, Editions de l’Université et de l’Enseignement moderne, 1981, s.309-323; J. Cl. Maestre, “A propos des coutumes et des pratiques constitutionnelles”, Revue du droit public, 1973, s.1275-1290; D. Levy, “De l’idée de coutume constitutionnelle à l’esquisse d’une théorie des sources de droit constitutionnel et leur sanction”, Recueil d’etudes en hommage à Ch. Eisenmann, Paris, 1975, s.81-96.
[19]. Rials, op. cit., s.266; Chantebout, op. cit., s.29; Charles Cadoux, Droit constitutionnel et institutions politiques (Cilt I: Théorie générale des institutions politiques), Paris, Cujas, Üçüncü Baskı, 1988, s.133; Dominique Turpin, Droit constitutionnel, Paris, P.U.F., İkinci Baskı, 1994, s.76; Jean Gicquel, Droit constitutionnel et institutions politiques, Paris, Montchrestien, Onikinci Baskı, 1993, s.191; Philippe Ardant, Institutions politiques et droit constitutionnel, Paris, L.G.D.J., Altıncı Baskı, 1994, s.67.
[20]. Praeter constitutionem, secundum constitutionem ve contra constitutionem teamüller dendiği de olur.
[21]. Rials, “Réflexions sur la notion de coutume constitutionnelle”, op. cit., s.266; Ardant, op. cit., s.67; Gicquel, op. cit., s.191; Cadoux, op. cit., s.133; Chantebout, op. cit., s.29.
[22]. Ardant, op. cit., s.68; Gicquel, op. cit., s.191.
[23]. Gicquel, op. cit., s.191.
[24]. Ibid.
[25]. Örneğin Gicquel, op. cit., s.191; Cadoux, op. cit., s.133; Pierre Pactet, Institutions politiques - Droit constitutionnel, Paris, Masson, Onüçüncü Baskı, 1994, s.70; Joseph Barthélemy ve Paul Duez, Traité de droit constitutionnel, Paris, Dalloz, 1933, (Réimpression : Economica, 1985), s.185; Chantebout, op. cit., s.29.
[26]. Chantebout, op. cit., s.29; Rials, op. cit., s.266; Ardant, op. cit., s.67; Gicquel, op. cit., s.191; Cadoux, op. cit., s.133;
[27]. Gicquel, op. cit., s.191.
[28]. Örneğin Gicquel, op. cit., s.191; Cadoux, op. cit., s.133; Pactet, op. cit., s.70; Barthélemy ve Duez,op. cit., s.185; Chantebout, op. cit., s.29.
[29]. Chantebout, op. cit., s.29; Rials, op. cit., s.266; Ardant, op. cit., s.67; Gicquel, op. cit., s.191; Cadoux, op. cit., s.133.
[30]. Gicquel, op. cit., s.205.
[31]. Léon Duguit, Traité de droit constitutionnel, Paris, Ancienne librairie fontemoing, Üçüncü Baskı, 1927, Cilt I, s.65-183.
[32]. Jacques Chavalllier, “La coutume et le droit constitutionnel français”, Revue du droit public, Cilt 86, 1970, s.1387.
[33]. Ibid.
[34]. René Capitant, “Conférence du stage des avocats au Conseil d’Etat”, Gaz. Pal., 20-21.2. 1930; René Capitant, “Le droit constitutionnel non écrit”, Recueil d’études en l’honneur de F. Gény, Cilt III, s.155’ten nakledenler, Chevallier, op. cit., s.1387-1388 ve Rials, op. cit., s.268.
[35]. Raymond Carré de Malberg, Contribution à la théorie générale de l'Etat, Paris, Sirey, 1922 (réimpression par CNRS, 1962), Cilt II, s.582.
[36]. Julien Laferrière, “La coutume constitutionnelle: son role et sa valeur en France”, Revue du droit public, 1944, s.23.
[37]. Julien Laferrière, Manuel de droit constitutionnel, Paris, Editions Domat Montchrestien, İkinci Baskı, 1947, s.346-355.
[38]. Laferrière, Manuel de droit constitutionnel, op. cit., 1949, s.349.
[39]. Ibid.
[40]. Ibid.
[41]. Georges Vedel, Droit constitutionnel, Paris, Sirey, 1949, s.121. Belirtelim ki, Georges vedel’in bu konudaki görüşü 1968’de evrim geçirmiştir: Georges Vedel, “Le droit, le fait et la coutume”, Le Monde, 27 Temmuz 1968; Georges Vedel, “Le droit par coutume”, 22-23 Aralık 1968.
[42]. Bu konuda bkz. Kemal Gözler, Hukukun Genel Teorisine Giriş, Ankara, US-A Yayıncılık, 1998, s.122-132.
[43]. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.313.
[44]. Ibid., s.261.
[45]. Ibid., s.256.
[46]. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.13.
[47]. Ibid., s.303.
[48]. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.73; Kelsen, General Theory of Law and State, op. cit., s.126.
[49]. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.13.
[50]. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.300-301; Kelsen, General Theory of Law and State, op. cit., s.126.
[51]. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.305.
[52]. Ibid.
[53]. Yani temel normun, teamülü hukuk yaratıcı bir olay olarak kabul ettiği varsayımına başvurmak gerekir (Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.305).
[54]. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.301.
[55]. Ibid., s.305.
Bu makalenin aslı "Türkiye Günlüğü"yayınlanmıştır.
Copyright
c) Kemal Gözler. 1999. Bu sayfaya izin almadan link verilebilir. Ancak, bu web sayfası, önceden izin almaksızın ne suretle olursa olsun, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, tekrar yayınlanamaz, dağıtılamaz, başka internet sitelerine metin olarak konulamaz. İzin için yazara başvurunuz. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 3.3.2004 tarih ve 5101sayılı kanunla değişik 71 ve 72’nci maddeleri, bir kitabı herhangi bir yöntemle (fotokopi dahil) çoğaltanları, dağıtanları, satanları, elinde bulunduranları, paraya çevrilmeksizin, 2 (iki) yıldan 4 (dört) yıla kadar hapis cezası veya 50.000 liradan 150.000 liraya kadar ağır para cezasıyla veya zararın ağırlığı dikkate alınırık bunların her ikisiyle birden cezalandırmaktadır.
Alıntılar (İktibas) Konusunda Açıklamalar
Bu makaleden yapılacak alıntılarda (iktibaslarda) 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 35’inci maddesinde öngörülen şu şartlara uyulmalıdır: (1) İktibas, bir eserin “bazı cümle ve fıkralarının” bir başka esere alınmasıyla sınırlı olmalıdır (m.35/1). (2) İktibas, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderecatını aydınlatmak maksadıyla yapılmalıdır (m.35/3). (3) İktibas, belli olacak şekilde yapılmalıdır (m.35/5) [Bilimsel yazma kurallarına göre, aynen iktibasların tırnak içinde verilmesi ve iktibasın üç satırdan uzun olması durumunda iktibas edilen satırların girintili paragraf olarak dizilmesi gerekmektedir]. (4) İktibas ister aynen, ister mealen olsun, eserin ve eser sahibinin adı belirtilerek iktibasın kaynağı gösterilmelidir (m.35/5). (5) İktibas edilen kısmın alındığı yer belirtilmelidir (m.35/5).
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 21.2.2001 tarih ve 4630 sayılı kanunla değişik 71’inci maddesinin 4’üncü fıkrası, 35’inci maddeye aykırı olarak “kaynak göstermeyen veya yanlış yahut kifayetsiz veya aldatıcı kaynak” göstererek iktibas yapan kişileri, 4 (dört) yıldan 6 (altı) yıla kadar hapis ve 50.000 liradan 150.000 liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırmaktadır.
Ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 18 Şubat 1981 tarih ve E.1980/1, K.1981/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre kararına göre, “iktibas hususunda kullanılan eser sahibinin ve eserinin adı belirtilse bile eser sahibi, haksız rekabet hükümlerine dayanarak Borçlar Kanununun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi halinde manevi tazminat isteyebilir”.
Yukarıdaki şartlara uygun olarak alıntı yapılırken bu makaleye şu şekilde atıf yapılması önerilir:
Kemal Gözler, “Türk Anayasa Hukukunda Teamül Olabilir mi?”, Türkiye Günlüğü, Sayı 56, Yaz 1999, s.36-44. (www.anayasa.gen.tr/teamul.htm; erişim tarihi).
Bu Sayfa: www.anayasa.gen.tr/teamül.htm
İlk Konuluş: uludag.edu.tr altında: 1999
anayasa.gen.tr altında: 20 Mayıs 2004
Son Değişiklik: 28.12.2009
Editör: Kemal Gözler
Ana Sayfa: www.anayasa.gen.tr