TÜRK ANAYASA HUKUKU SİTESİ
( www.anayasa.gen.tr )
Kemal Gözler, "TUS Örneği Tüm Alanlara Yaygınlaştırılmalı", Cumhuriyet – Bilim Teknik, 10 Eylül 1988, s. 1-2
TUS Örneği Tüm Alanlara Yaygınlaştırılmalı
Sosyal bilimler alanında da asistanlık ve master sınavlarının TUS (Tıp Uzmanlık Sınavı) örnek alınarak merkezi sistemle test usulü yapılmasına ilişkin bir öneri.
Ar. Gör. Kemal Gözler
A.Ü. Hukuk Fakültesi
Aylardan beri tıpta uzmanlık sınavı (TUS) tartışmaları sürüp gidiyor. Tartışmalar, esas itibarıyla, tıpta uzmanlık için merkezi sistemli bir test sınavının yapılıp yapılmaması üzerinde toplanıyor. Bence, TUS’un yapılmasını zorunlu kılan nedenler sosyal bilimler alanında da mevcuttur. Oysa, görebildiğim kadarıyla, TUS’un diğer alanlarda da örnek olmasına ilişkin bir tartışma yapılmamıştır. Bu yazı, işte bu eksikliği, bir ölçüde de olsa gidermeyi ve bu konuda bir tartışma başlatmayı amaçlamaktadır.
Burada, önce, TUS’un yapılmasını zorunlu kılan nedenlerin sosyal bilimler alanında da mevcut olduğunu göstermek amacıyla, asistanlık sınavlarında görülen olumsuzluklara değinilecektir. Daha sonra da bu olumsuzlukların giderilmesini sağlamak üzere merkezi sistemle yapılacak bir test sınavı için TUS’un bir model oluşturup oluşturamayacağı tartışılacaktır.
I. Asistanlık Sınavları
1. Olması gereken: Geleceğin bilim adamları olan asistanların seçiminde tek kriter kişisel yetenekleri ve bunun göstergesi olan sınavda gösterdikleri başarı olmalıdır. Bilim, hoca ile asistan arasında bir tabiiyet ilişkisini, bir paternalist ilişkiyi değil; her iki tarafın da etkin olduğu bir ilişkiyi gerektirir.
2. Mevcut sistem: Asistanlık sınavlarından önce, gazetelere ilan verilir. Her öğrencinin duyması ve sınava katılması sağlanır. Ancak bu, çoğunlukla, bir danışıklı dövüştür. Sınavı kazanacaklar önceden bellidir.
Akrabalık, dostluk, hemşerilik, vb. kriterlere göre seçilen asistan da hocasının gölgesinin dışına çıkamamaktadır. Geleceğin bilim adamı işte böyle yetişmektedir. Özgür düşünceyi ve bağımsızlığı gerektiren bilimin böyle “bilim adamları” ile bağdaşmadığı açıktır[1].
3. Çözüm: Asistan seçiminde, öyle bir sınav sistemi bulunmalıdır ki, akrabalık, dostluk, hemşerilik, vb. unsurlarının hiçbiri rol olmasın. Sınav tam anlamıyla “objektif” olsun. Objektiflik, en kısa tanımıyla, “obje”ye göre değerlendirmek demektir. Obje ise, sınav kağıdıdır; sınavda verilen cevaplardır. Bunların dışında hiçbir şey değerlendirmeyi etkilememelidir. Objektiflik, her çeşit sınavda önemli olmakla beraber, özellikle “yarışma” sınavlarında hayati bir önem taşır.
Sözlü sınav, klasik yazılı sınav ve test sınavlarının, objektiflik bakımından bir karşılaştırmasını yaparsak şunları görürüz:
a) Sözlü sınavların, üstelik gizli sözlü sınavların objektiflikle bağdaşmadığı ortadadır. Bu sınavlarda belirleyici olan sınavı yapanların öznel yargılarıdır. Kaldı ki sözlü sınavların öz bakımından yargısal denetimi de mümkün değildir. Özetle, sözlü sınavlar, kayırmacılığa en elverişli olan sınavlardır.
b) Objektiflik bakımından yazılı sınavlar, sözlü sınavlardan üstündür. Artık öğrenciye göre değil; kağıttaki cevaplara göre değerlendirme yapılacaktır. Ancak, kağıttaki cevaba da 0 ila belli bir puan (örneğin 20) arasında herhangi bir puan takdir edilebilir. Bu takdir işleminde sübjektif unsurların rol oynaması muhtemeldir Bu nedenle adaylarda sınavı “kazanan” değil; “kazandırılan” bir kişi oldukları düşüncesi uyanır. Kaldı ki, yazılı sınavlar, soru adedinin sınırlı olması bakımından kapsayıcı değildir: Adayın tüm bilgisi iki soru ile ölçülemez.
c) Test sınavı, bir kere, istenilen konunun tümüne kapsatılabilir. Soru adedi sınırlı değildir. Bu bakımdan klasik yazılı sınavdan üstündür. İkinci olarak, objektiflik açısından ise, test en mükemmel sınavdır: Cevaplar bellidir ve doğru şıkkı işaretleyen herkes aynı puanı alır. Hiçbir öznel yargıya yer bırakmaz[2].
II. Merkezi Sistemle Test Usulü Sınav
1. Merkezi sistemli bir test sınavının yapılmasını gerektirecek ölçüde bir iş yükü var mı? Asistanlık kadrolarının çok sınırlı olduğu; her yıl fakültelere ancak birkaç asistan alındığı; birkaç kişi için de merkezi sistemle bir test sınavının yapılmasına gerek olmadığı; zira, bu sınavların ileri bir teknoloji gerektirdiği ve hayli masraflı olduğu ileri sürülebilir.
Ancak, bu görüş doğru değildir: Bir kere, bir sınavda iş yükü, sınavı kazanacakların sayısına göre değil; sınava başvuranların sayısına göre belirlenir. Örneğin, bir sınavı birkaç kişi kazanacak olsa da birkaç yüz kişi başvurmuşsa iş yükü vardır. Kaldı ki asistanlık kadrolarının sınırlı olduğu yolundaki gerekçe, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra haklılığını yitirmiştir. Zira, söz konusu kanununu döneminde öğretim üyesi açığı çığ gibi büyümüş, üniversiteler bu açığı “araştırma görevlisi” almak yoluyla kapatmaya çalışmışlardır. Yeni kurulan, hemen hemen hiç öğretim üyesi bulunmayan taşra üniversiteleri için bu husus tartışmasız doğrudur. Ancak eski ve köklü üniversitelerimiz de bu durumdadır. Zira bu üniversitelerimizde sıkıyönetim ve YÖK uygulamaları nedeniyle öğretim üyesi kaybına uğramışlardır.
Ayrıca, 2547 sayılı yasa, yeni bir sınav düzeni yaratmış, öğretim üyelerinin sınav yükünü dayanılmaz derecede ağırlaştırmıştır. Neticede üniversiteler, gerek öğretim üyesi açığını kapatmak, gerek sınav yükünün altından kalkabilmek amacıyla “araştırma görevlisi” alma yoluna gitmişlerdir. Örneğin en köklü üniversitelerimizden bir olan Ankara Üniversitesi, son üç yılda düzenlediği araştırma görevliliği sınavlarında tam 988 adet araştırma görevlisi aramıştır[3]. Özetle, bütün üniversitelerimiz araştırma görevlisi ihtiyacı içindedir. Bu sayı gerek fen bilimlerinde gerek sosyal bilimlerde yüzlerle ifade edilmektedir.
2. Keza, merkezi sistemle test sınavı, sadece asistanlık sınavları için değil; master ve doktora sınavları için de yapılabilir. Zira, her yıl çeşitli bölümlerde açılan master ve doktora programlarına da yüzlerce öğrenci alınmaktadır. Üniversitelerimizin mezun sayısındaki artış, öğrencilerin uzmanlaşmak istemeleri sonucunu doğurmuş ve bu durum da söz konusu sınavlara başvuru sayısını artırmıştır. Sözlü sınavlarla, klasik yazılı sınavlarla bu kalabalık başvurunun altından sağlıklı bir şekilde kalkılması güçleşmiştir.
3. Asistanlık ve master sınavları merkezi sistemle ayrı ayrı yapılabileceği gibi, birleştirilerek de yapılabilir. Böylece para ve emek tasarrufu sağlanmış olur. Birleşik sınavı kazananların arasında birinci olanlar, aynı zamanda asistan olurlar. Veya adaylar aynı sınavda asistanlığa ve mastera ilişkin olmak üzere iki ayrı tercihte bulunabilirler.
4. Bir örnek: Toplam 6 hukuk fakültemizin (bunlara ilaveten 2 tanesi de kurulmak üzere) her yıl verdiği binlerce hukuk mezunu, piyasanın hukukçuya doymuş olması nedeniyle uzmanlaşmak isteyecekler ve ÖSYM’ce düzenlenen “Hukukta Uzmanlık Sınavlar” (HUS)’na katılacaklardır. Tercih listelerine çeşitli hukuk fakültelerinin lisans programlarını kodlayacaklardır (tıpkı ÖSYS gibi). Ve sınav sonucunda kazananlar, kazandıkları hukuk fakültelerinin yüksek lisans programlarına yerleştirileceklerdir.
Tabii, aynı şekilde “Hukukta Asistanlık Sınavları” (HAS) de düzenlenebilir. Ve keza, bunlar aynı sınavda birleştirilebilirler. Bu takdirde, adaylar asistanlık ve master olmak üzere iki ayrı listede tercihlerini yapabilirler.
5. Lisansüstü sınavlarının merkezi sistemle test usulü yapılmasının yadırganacak bir yanı yoktur. Zira aynı yükseköğretim sisteminin lisans düzeyine öğrenci alınması, merkezi sistemle test usulü (ÖSYS) ile olmaktadır. Lisansüstü düzeyinde de merkezi sistemle test usulü ile öğrenci kabul edilmesi, lisans düzeyinde ÖSYS ile öğrenci kabul eden mantığın bir uzantısıdır. Bugün ÖSYS’ye kimse sınav eşitliği açısından karşı çıkamamaktadır. Zira, ÖSYS olmasaydı, üniversiteleri, bugünkü kazanan öğrencilerin değil; fakültelerdeki hocaların yedi sülale akrabalarının çocuklarının kazanacağı kolaylıkla söylenebilir.
6. Merkezi sistemle yapılan test sınavının yukarıda açıklanan faydaları yanında üniversiteler arasında karşılaştırma yapma olanağını vermesi bakımından da çeşitli faydaları vardır: Bir kere, üniversiteler arasında yarışma ortamı yaratacağından eğitim kalitesinin yükselmesine sebep olur. İkinci olarak, taşra üniversitelerinde yapılan eğitimin kalitesini ortaya koyar[4]. Üçüncü olarak, öğretim üyelerinin part-time, full-time olmalarının eğitim kalitesini etkileyip etkilemediğini ortaya çıkarır[5]. Ve nihayet, diğer bir yararı da taşra üniversitelerinde bulunan başarılı öğrencilerin büyük şehir üniversitelerine geçişine imkan verir.
III. Teşkil Etmesi Açısından TUS Hakkında Yapılan Tartışmalar
1. TUS’a sınav adaleti bakımından öğrenciler tarafından tam bir destek verilmektedir. TUS’ta başarısız olan İstanbul tıp fakültelerinden olan öğrenciler dahi TUS’u adil bulmaktadırlar. Örneğin, Hanzade Akdeniz (İstanbul) şöyle demektedir: “Her şeye rağmen merkezi sınav sisteminden memnunum. Adaylar arasında eşitliğin sağlanması yönünden uygun bir sistem”[6].
2. Geçen merkezi sınav birincisi olan doktorun, daha önce üç dört kez sınava girdiği, ancak sınav jürileri tarafından başarısız bulunduğu gerçeği[7], TUS’tan önce sınav adaletinin bulunmadığının bir göstergesidir.
3. TUS, “asistan seçme özgürlüğünü kısıtladığı, istenmeyen kişilerin mülakat yoluyla elenmesini”[8] ve “ustanın çırağı seçmek yetkisini”[9] ortadan kaldırdığı için eleştirilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, kamu görevlilerinin seçilmesinde liyakat esası geçerlidir. “Asistan seçme özgürlüğü” diye bir özgürlük olamaz. Bu olsa olsa, “torpil yapma özgürlüğü” nün kibarcasıdır.
4. Diğer yandan TUS, hocaları hiç tanımadıkları, hiçbir zaman anlaşamayacakları kişilerle çalışmak zorunda bırakması açısından da eleştirilmiştir. Bence bu, olumsuz değil; tam tersine olumlu bir şeydir. Bu, yukarıda olumsuzluğu açıklanan hoca ile asistan arasındaki tabiiyet ilişkisinin kırılmasına yol açacaktır.
[1] Bu konuda bkz. Zeki ÖZCAN, “Sınıf Üniversitesinden Halk Üniversitesine”, Forum, 1968, XX, Sayı 338, s.17-18; Rona SEROZAN, “Üniversite, Politika, Özerklik”, Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, 1971, Sayı 5, s.75-83; Hüseyin BATUHAN, “Üniversitelerimizin Akademik İç Yüzü”, Yeni Dergi, 1969, Sayı 59; Server TANİLLİ, Uygarlık Tarihi, Say Kitap Pazarlama, İstanbul, 1981, s.380.
[2] Zeki HAFIZOĞULLARI, “Hukuk Öğretiminde Test Mümkün Müdür?”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 39, Sayı 1-4, 1982-1987, s.20-23.
[3] 1 Kasım 1985, 25 Temmuz 1986, 24 Ekim 1987 ve 4 Nisan 1988 tarihli Resmi Gazeteler.
[4] Örneğin TUS’ta beklenilenin aksine birçok taşra tıpfakültesi başarılı olurken, İstanbul Tıp Fakültesi 8’inci, Ege Tıp Fakültesi 12’nci, İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 17’nci olmuştur (Cumhuriyet Bilim Teknik, 7.5.1988). Tahir HATİBOĞLU ise, Dicle Üniversitesi örneğinden yola çıkarak, diğer fakülteler için de benzer sınav yapılsa, bu üniversitenin başarısız sonuç elde edeceğini ileri sürmektedir (Cumhuriyet, 4 Temmuz 1988).
[5] Örneğin, TUS’ta İstanbul fakültelerinin başarısız olmasının nedeni olarak, bu fakültelerdeki öğretim üyelerinin çoğunun part-time olduğu, çalışmalarının ağırlığını,öğretimden çok özel muayenehanelerine verdikleri ileri sürülmüştür. Aksi görüş için bkz. Hasan YAZICI, “İhtisas Sınavı Yetersizdir”, Cumhuriyet Bilim Teknik, 14 Mayıs 1988.
[6] Cumhuriyet Bilim Teknik, 14 Mayıs 1988.
[7] Gencay ŞAHLAN, “Hangi Tıp Fakültesi Daha Başarılı?”, Cumhuriyet Bilim Teknik, 7 Mayıs 1988.
[8] Aktaran Gencay Şaylan, agy.
[9] ?????
Copyright
(c) Kemal Gözler. 2001-2004.
Alıntılar (İktibas) Konusunda Açıklamalar
Bu çalışmadan yapılacak alıntılarda (iktibaslarda) 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 35’inci maddesinde öngörülen şu şartlara uyulmalıdır: (1) İktibas, bir eserin “bazı cümle ve fıkralarının” bir başka esere alınmasıyla sınırlı olmalıdır (m.35/1). (2) İktibas, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderecatını aydınlatmak maksadıyla yapılmalıdır (m.35/3). (3) İktibas, belli olacak şekilde yapılmalıdır (m.35/5) [Bilimsel yazma kurallarına göre, aynen iktibasların tırnak içinde verilmesi ve iktibasın üç satırdan uzun olması durumunda iktibas edilen satırların girintili paragraf olarak dizilmesi gerekmektedir]. (4) İktibas ister aynen, ister mealen olsun, eserin ve eser sahibinin adı belirtilerek iktibasın kaynağı gösterilmelidir (m.35/5). (5) İktibas edilen kısmın alındığı yer belirtilmelidir (m.35/5).
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 21.2.2001 tarih ve 4630 sayılı kanunla değişik 71’inci maddesinin 4’üncü fıkrası, 35’inci maddeye aykırı olarak “kaynak göstermeyen veya yanlış yahut kifayetsiz veya aldatıcı kaynak” göstererek iktibas yapan kişileri, 4 (dört) yıldan 6 (altı) yıla kadar hapis ve 50 (elli) milyar liradan 150 (yüzelli) milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırmaktadır.
Ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 18 Şubat 1981 tarih ve E.1980/1, K.1981/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre kararına göre, “iktibas hususunda kullanılan eser sahibinin ve eserinin adı belirtilse bile eser sahibi, haksız rekabet hükümlerine dayanarak Borçlar Kanununun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi halinde manevi tazminat isteyebilir”.
Yukarıdaki şartlara uygun olarak alıntı yapılırken bu çalışmaya şu şekilde atıf yapılması önerilir:
Kemal Gözler, "TUS Örneği Tüm Alanlara Yaygınlaştırılmalı", Cumhuriyet – Bilim Teknik, 10 Eylül 1988, s. 1-2 (www.anayasa.gen.tr/tus.htm, Konuluş Tarihi: 4 Aralık 2005).
Editör: Kemal Gözler
E.mail: kgozler[at]hotmail.com
Ana sayfa: www.anayasa.gen.tr
Bu sayfa: www.anayasa.gen.tr/tus.htm
Konuluş Tarihi : 4 Aralık 2005