Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarih ve E.2021/121, K.2022/88 sayılı HAGB kararı hakkında önce 24 Eylül 2022 tarihinde kısa bir makale yayınlamıştım. Sonra 27 Eylül 2022 tarihinde Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararını hukuk normlarının geçerliliği teorisi açısından inceleyen ikinci bir makale yayınladım. Daha sonra da 29 Eylül 2022 tarihinde Anayasa Mahkemesinin aynı kararını daha sistematik ve daha ayrıntılı bir şekilde incelediğim üçüncü bir makale yayınladım. Şimdi de Anayasa Mahkemesinin bu kararından yola çıkarak Türkiye’de anayasa yargısının dönüşümü hakkında birtakım genel gözlemlerde bulanacak ve bazı eleştiriler yönelteceğim.
Anayasa yargısında norm denetimi yapılır. Kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi yapılır. Anayasa yargısının varlık sebebi budur. Avrupa tipi anayasa yargısı bunun için icat edilmiştir.
Anayasa yargısında bir normun (kanunun) diğer bir norma (anayasaya) uygunluğu araştırılır. Bu amaçla da kanun normu ile anayasa normu arasında karşılaştırma yapılır. Kanun normu anayasa normuna uygun değil ise iptal edilir.
Anayasa yargısında prensip olarak sadece iki tür karar vardır. Başvurunun reddi ve kanunun iptali. Anayasa Mahkemesi dava konusu kanunun anayasaya uygun olduğu kanısına ulaşırsa, başvurunun reddine; aykırı olduğu kanısına ulaşırsa da dava konusu kanunun iptaline karar verir. Bu ikisi dışında başka tür bir karar veremez.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı verebilmesinin sebebi şudur: Biçimsel geçerlilik anlayışına göre kanun, anayasadan doğar. Dolayısıyla kanun anayasaya uygun olmak zorundadır. Kanun ile anayasa arasında geçerlilik ilişkisi vardır. Kanun anayasaya aykırı ise, bu kanun geçersizdir. Bu geçersizliğin hüküm ve sonuç doğurması için, bu konuda Anayasadan yetki almış bir devlet organının bunu resmen tespit ve ilân etmesi gerekir. Bu organ, bu işi, “iptal kararı” denen bir kararla yapar. İşte bu organ Türkiye’de Anayasa Mahkemesidir.
Anayasa Mahkemesi ret ve iptal kararı dışında başka tür bir karar veremez. Anayasa Mahkemesi “tam yargı yetkisi”ne sahip bir mahkeme değildir. Anayasa Mahkemesi kanunların anayasaya uygunluğunu denetlerken kanun hükümleri ile Anayasa hükümlerini karşılaştırır ve bunların arasında uyumsuzluk var ise kanun hükümlerini iptal eder. Anayasa Mahkemesinin yetkisi bundan ibarettir.
Şüphesiz Anayasa Mahkemesinin bu yetkisi, başka hiçbir mahkemenin sahip olmadığı çok önemli bir yetkidir. Ama bu yetki dahi, sınırlı bir yetkidir. Anayasa Mahkemesi bu yetkisini kullanarak hukuk düzeni içinde Anayasaya aykırı olan kanun hükümlerinin ayıklanmasını sağlayabilir. Ama Anayasa Mahkemesi, bu yetkisini ne kadar yoğun ve güçlü bir şekilde kullanırsa kullansın, Anayasaya uygun bir hukuk düzeni kuramaz. Zira bir hukuk düzeni kanun çıkarılarak kurulur; kanun çıkarma yetkisi ise Anayasa Mahkemesine değil, TBMM’ye ait bir yetkidir.
Anayasa Mahkemesi TBMM’nin yaptığı bir kanunu iptal edebilir; ama TBMM’nin yapmadığı bir düzenleme hakkında yapabileceği bir şey yoktur. Zira mantık gereği Anayasa Mahkemesi olmayan bir kanun hükmü hakkında iptal kararı veremez.
Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi sınırlı yetkilere sahip bir mahkemedir.
Anayasa Mahkemesi, her derde deva olabilecek bir sihirli değnek değildir. Anayasa Mahkemesinden çok şey beklememek gerekir. Türkiye’de insan haklarını en iyi şekilde koruyacak usûl ve mekanizmaları kurma yetkisi TBMM’ye aittir. İhtiyaç duyulan usûl ve mekanizmaları TBMM kurmuyorsa, bunları Anayasa Mahkemesinin kurması veya bunların kurulması için TBMM’nin Anayasa Mahkemesi aracılığıyla zorlanması mümkün değildir. Anayasa yargısının doğası buna izin vermez.
Anayasa Mahkemesi, TBMM’yi kanun çıkarmaya zorlamak için kurulmuş bir mahkeme değildir. Anayasa Mahkemesi TBMM’nin çıkardığı kanunları denetlemek ve gerekiyorsa ve şartları varsa iptal etmek için kurulmuş bir mahkemedir.
Örneğin Anayasa Mahkemesi hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna ilişkin TBMM’nin çıkardığı kanun hükümlerini, bu hükümler önüne gelmiş ise iptal edebilir. Ama Anayasa Mahkemesi TBMM’ye hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunu “öyle düzenleme böyle düzenle” diyemez. Keza Anayasa Mahkemesi, TBMM’ye “hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları hakkında etkili bir denetim yolu öngören bir kanun çıkar” diyemez. Anayasa Mahkemesinin buna teşebbüs etmesi, yetkisini aşması, anayasa yargısının kötüye kullanılması, ifsat edilmesi anlamına gelir. Anayasa yargısının ifsat edilmesi, uzun vadede bizzat Anayasa Mahkemesinin kendi kurumsal menfaatlerine aykırıdır.
Avrupa tipi anayasa yargısı, yani kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminin doğası budur. Anayasa yargısının görevi, kanun denen normların anayasa normlarına uygunluğunu denetlemektir. Bu göreve kısaca “norm denetimi” görevi de denir. Bu görev, Anayasa Mahkemesinin temel görevidir. Bununla birlikte tarihsel süreç içinde, gerek bizde, gerekse başka ülkelerde, anayasa mahkemelerine, seçim uyuşmazlıklarını karara bağlamak, siyasî partilerin kapatılması davalarına bakmak gibi bazı ek görevler de verilmiştir. Bu ek görevlerinin arasında şüphesiz en önemlisi ve en genişi, bireysel başvuruları karara bağlama görevidir.
Anayasa Mahkemesinin bu ek görevleri alanında sahip olduğu yetkiler, “iptal” yetkisi değil, görevin gerektirdiği yetkilerdir. Anayasa Mahkemesi bu ek görevleri alanında başka türde kararlar da verebilir. Zaten bu karar türleri de anayasayla öngörülmüştür. Örneğin siyasî parti kapatma davalarında Anayasa Mahkemesi “iptal kararı” değil, “kapatma kararı” verir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruları karara bağlamak görevi kapsamında “iptal kararı” değil, “ihlâl kararı” verir. Keza Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurularda karar yetkisi oldukça geniştir. Anayasa Mahkemesi, “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere” de hükmedebilir.
Anayasa Mahkemesinin ek görevleri ne kadar çok olursa olsun, şu unutulmamalıdır ki, Anayasa Mahkemesinin temel görevi, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini yapmaktır. Anayasa Mahkemesinin diğer görevleri, ek görevlerdir. Anayasa yargısı denince prensip olarak norm denetimi anlaşılır.
Anayasa yargısının aslî görevi, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimidir. “Anayasa yargısı”na, “anayasa yargısı” ismi bu görev nedeniyle verilmiştir. Bir konuşmada veya yazıda farklı bir belirleme yapmaksızın sadece “anayasa yargısı” terimi kullanılmış ise, bundan “kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi” anlaşılır. Buna, bağlamdan idarî yargı değil, anayasa yargısının kastedildiği anlaşıldığı durumlarda, kısaca “norm denetimi” de denir. Dolayısıyla “Anayasa yargısı” ile “kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi” ve keza “norm denetimi” terimleri prensip olarak aynı anlama gelir. Zira anayasa yargısının özü, “kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi”, yani “norm denetimi”dir. Anayasa yargısının varlık sebebi budur. Anayasa yargısının aslî görevi budur. Diğer görevler, arızî niteliktedir; bunlar daha sonra ortaya çıkmış ve anayasa yargısına daha sonra eklenmiştir.
Türk Anayasa Mahkemesinin de aslî görevi, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini yapmaktır. Yani Türk Anayasa Mahkemesinin temel görevi norm denetimi görevidir. Türk Anayasa Mahkemesi bu nedenle kurulmuştur. Varlık sebebi budur.
Ne var ki Anayasa Mahkemesinin ek görevlerinden biri olan bireysel başvuruları karara bağlamak görevi, Anayasa Mahkemesinin asıl görevinin önüne geçmeye ve Anayasa Mahkemesinin asıl görevinin doğasını değiştirmeye başlamıştır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru görevini ve bu görevin niteliğini biraz daha yakından görelim.
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlamak görevi, aslî değil, arızî bir görev, sonradan ortaya çıkan, Anayasa Mahkemesinin görevlerine sonradan eklenen bir görevdir [1].
Türkiye’de bireysel başvuru usûlü bundan tam 10 yıl önce, 23 Eylül 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yani bireysel başvuru usûlü 10 yaşındadır. Oysa Türk Anayasa Mahkemesi 25 Nisan 1962 tarihinde kurulmuştur ve bugün itibarıyla tam 60 yaşındadır.
Bireysel başvuruları karara bağlamak görevi Anayasa Mahkemesine verilmiştir. Bu nedenle günümüzde “anayasa yargısı” denince, bundan Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlamak görevi de anlaşılır olmuştur. Aynı şekilde, günümüzde, “Anayasa Mahkemesi” denince bundan sadece “kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini yapan mahkeme” değil, aynı zamanda “bireysel başvuruları karara bağlayan mahkeme” de anlaşılıyor.
Belki ortaya çıkan bu izlenim, niceliksel olarak doğrudur. Anayasa Mahkemesinin son on yıldır iş yükünün çoğunluğunu, norm denetimi değil, bireysel başvuruları karara bağlamak görevi oluşturuyor. Anayasa Mahkemesi yılda ortalama 150 civarında norm denetimi kararı veriyor [2]. Oysa aynı Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruları karara bağlamak görevi kapsamında her yıl binlerce karar veriyor [3].
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlamak görevinin norm denetimi görevinin önüne geçmesi sadece başvuru sayıları bakımından doğru değil; aynı zamanda, daha önemlisi, bu kararların etkileri bakımından da doğrudur. Son yıllarda, kamuoyunda, Anayasa Mahkemesinin bazı bireysel başvuru kararları, norm denetimi kararlarından daha çok tartışılmaya başlandı. Anayasa Mahkemesinin bazı bireysel başvuru kararları, norm denetimi kararlarından daha çok ses getiriyor.
Ben burada Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlamak görevinin istatistik olarak norm denetimi görevinin önüne geçtiğini söylemekle yetinmeyeceğim; daha fazlasını söyleyeceğim.
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlamak görevi, bir ek görev, bir arızî görev olmasına rağmen, Türkiye’de, anayasa yargısının doğasını değiştirmiş, anayasa yargısını, “bireysel başvurulaştırmış”tır. Diğer bir ifadeyle Anayasa Mahkemesini bir “Anayasa Mahkemesi” olmaktan çıkarmış, bir “insan hakları mahkemesi” hâline dönüştürmüştür.
İşte bu makalenin temel tezi budur. Bu tezi açıklamaya biraz aşağıda devam edeceğim. Ama burada durup, “norm denetimi” ile “bireysel başvuru” arasında farkların neler olduğunu açıklamak istiyorum. Bunun için de önce, bir ön bilgi olarak, norm ile norm arasında ve norm ile olgu arasında ne farklar olduğunu açıklamak gerekiyor.
Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararı hakkında yayınladığım önceki makalelerimde de açıkladığım gibi norm başka olgu başkadır. Anayasa yargısının konusunu norm ile norm arasındaki ilişkiler oluşturur.
Norm ile norm arasında geçerlilik ilişkisi vardır. Geçerlilik ilişkisi normun normdan doğması olarak tanımlanır. Bir norm üst norma uygun ise geçerli, aykırı ise geçersizdir.
Geçerlilik ilişkisinin yaptırımı iptaldir. Arapça bir kelime olan iptal, “batıl hâle getirme”, yani “geçersiz hâle getirme” veya daha kestirmeden söylersek “geçersizleştirme” demektir. Bir norm üst norma aykırı ise bu husus yetkili makam tarafından resmen tespit ve ilân edilir. İşte bir normun geçersizliğinin resmen tespit ve ilân edilmesine “iptal” veya öz Türkçesiyle “geçersizleştirme” denir [4].
Üst norma aykırı olması nedeniyle geçersiz olduğu resmen tespit ve ilân edilen norm iptal edilir. İptal kararının yürürlüğe girmesiyle birlikte iptal edilen norm yürürlükten kalkar; yani hukuk düzeninin bir parçası olmaktan çıkar. Anayasa yargısında (norm denetiminde) yapılan şey de budur.
Norm başka, olgu başkadır. Norm ile olgu arasında geçiş olmadığı için, bunların arasında geçerlilik ilişkisi de olamaz. Norm olgudan, olgu normdan doğmaz. Dolayısıyla norma aykırı olduğu gerekçesiyle bir olgunun iptal edilmesi ve keza olguya aykırı olduğu için bir normun iptal edilmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Olgu ile norm arasında geçerlilik ilişkisi olmadığı için, anayasa yargısında, yani kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi yolunda olgular incelenemez [5].
Norm ile olgu arasında geçerlilik ilişkisi olmadığını söyledik. Peki norm ile olgu arasında hiç mi ilişki yoktur? Hayır. Tabiî ki norm ile olgu arasında pek çok ilişki olabilir. Örneğin olgu norma aykırı olabilir. Ancak böyle bir aykırılık ilişkisi bir geçerlilik ilişkisi demek değildir. Olgu norma aykırı ise “olgu geçersizdir” denemez. Geçerlilik veya geçersizlik kavramı, “olgu” için ilgisiz ve anlamsız bir kavramdır.
Bir olgu bir norma aykırı olabilir. Bu durum, o olgunun geçersiz olduğu anlamına gelmez; bu durum, o olgunun o normu ihlâl ettiği veya diğer bir ifadeyle çiğnediği anlamına gelir. Dolayısıyla olgu ile norm arasında ihlâl ilişkisinin olduğu söylenebilir. Ama hâliyle ihlâl ilişkisi, geçerlilik ilişkisi demek değildir. Yani bir norma aykırı olan olgunun o normu ihlâl ettiği söylenebilir; ama bu olgunun bu nedenle geçersiz olduğu söylenemez.
Yukarıda geçerlilik ilişkisinin yaptırımının “iptal” olduğunu söyledim. Peki ihlâl ilişkisinin yaptırımı nedir? İhlâl ilişkisinin tazminattan başlayıp, hapis cezasına kadar giden pek çok yaptırımı olabilir. Hâliyle bu yaptırımlar, olgunun kendisine değil, olgunun sorumlusu olan kişilere uygulanır.
Anayasa yargısında, yani kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi usûlünde geçerlilik ilişkisinin incelendiğini söyledim. Olgu ile norm arasındaki ihlâl ilişkisi ise, anayasa yargısında değil, adlî yargıda ve idarî yargıda (tam yargı davası söz konusu olduğunda) incelenir.
Bu ön açıklamalardan sonra asıl konumuza geri dönelim:
Anayasa yargısında norm denetimi yolu ile bireysel başvuru yolu arasında pek çok fark vardır. Bu yolların başlatılma usûlü bile birbirinden çok farklıdır. Norm denetimi ile bireysel başvuru arasındaki farkları baştan sona burada listeleyecek değilim. Burada metodolojik olarak önemli gördüğüm sadece iki temel farka işaret edeceğim. Bunlar incelemenin konusuna ve sonucuna ilişkin farklardır.
Önce norm denetiminin konusunu görelim.
Norm denetiminin konusu adı üstünde normdur. Bu denetim türünde, kanun denen normun Anayasa denen norma uygunluğu araştırılır. Daha somut olarak söylersek bir kanun maddesinin, bir Anayasa maddesine uygun olup olmadığı incelenir. Bu inceleme kanun maddesinin içeriği ile Anayasa maddesinin içeriğinin karşılaştırılması suretiyle yapılır. Anayasa yargısında kanun normunun anayasa normuna uygunluğu incelenebilir; çünkü kanun normu ile anayasa normu arasındaki ilişki geçerlilik ilişkisidir. Anayasa yargısı (norm denetimi) ancak geçerlilik ilişkisinin olduğu durumlarda çalışabilir. Diğer bir ifadeyle, iki şey arasında geçerlilik ilişkisi var ise, bu iki şey, anayasa yargısına konu olabilir.
Oysa, norm denetiminde, normun uygulamasından kaynaklanan sorunlar incelenemez. Çünkü norm başka, normun uygulanması başkadır. “Uygulama”, “norm” demek değil, “olgu” demektir. Olgu ile anayasa arasında geçerlilik ilişkisi yoktur. Çünkü pek çok defa tekrarladığım gibi olgu, normdan; norm olgudan doğmaz. Aralarında geçerlilik ilişkisi olmayan iki şey, anayasa yargısına konu teşkil edemez.
Bu nedenle, anayasa yargısı, mahiyeti gereği, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminden, yani norm denetiminden ibarettir.
Anladık: Anayasa yargısında, yani norm denetiminde olgular incelenemez. Peki ama bireysel başvuru yolunda da olgular incelenemez mi? Hayır. Tabiî ki bireysel başvuru yolunda olgular incelenebilir. Dahası bireysel başvurunun özünü olguların incelenmesi oluşturur. Çünkü bireysel başvurunun konusu, “temel hak ve özgürlüklerin… kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiası”dır. Kamu gücü de temel hak ve hürriyetleri, bin bir çeşit işlem ve eylemle ihlâl edebilir. Bireysel başvurunun konusu “temel hak ve özgürlüklerin kamu gücü tarafından ihlâli” olduğuna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunda olguları inceleyebilir.
Yukarıda açıklandığı gibi, norm ile olgu arasında uygunluk veya ihlâl ilişkisi olabilir. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru yolunda, bir olgunun norma uygun olup olmadığını, yani normu ihlâl edip etmediğini inceleyebilir. (Hatırlatalım ki, norm denetimi yolunda bunu yapamaz).
Özetle norm denetimi ile bireysel başvuru arasında konu unsuru bakımından önemli ve apaçık bir fark vardır: Norm denetimi yolunda sadece normlar incelenir; bireysel başvuru yolunda ise olgular da incelenir.
Önce norm denetiminin sonucunu görelim.
Anayasa Mahkemesi, norm denetimi sonucunda, denetlenen normun Anayasaya uygun olduğu kanısına ulaşırsa, başvurunun reddine; aykırı olduğu kanısına ulaşırsa kanunun iptaline karar verir. Yani norm denetiminde müeyyide, “iptal”dir.
İptal edilen kanun iptal kararının yürürlüğe girdiği tarihte kendiliğinden yürürlükten kalkar. Böylece anayasaya aykırı olan ve bu nedenle de geçersiz bulunan kanun, hukuk düzeninin bir parçası olmaktan çıkar.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru yolunda, başvurucunun hakkının kamu gücü tarafından ihlâl edildiği sonucuna ulaşırsa “ihlâl kararı”, ihlâl edilmediği kanısına ulaşırsa “hakkın ihlâl edilmediği kararı” ve pek çok durumda da “kabul edilmezlik kararı” verir.
Anayasa Mahkemesi, ihlâl kararı vermesi durumunda, ayrıca “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere” hükmeder. Anayasa Mahkemesi, bazı durumlarda, başvurucu lehine tazminata da hükmedebilir.
Bireysel başvurunun sonucu, yani müeyyidesi budur. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru yolunda, “ihlâl kararı” verir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yolunda “iptal kararı” veremez. Bu sadece Anayasa ve kanundan çıkan bir sonuç değil, bizatihi bireysel başvuru yolunun konusundan ve dahi norm ile olgu arasındaki ayrımdan kaynaklanır. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru yolunda, bir düzenleyici idarî işlemin veya bir kanunun uygulanmasının doğurduğu sonuçların Anayasa tarafından tanınan bir temel hak ve hürriyeti ihlâl edip etmediğini inceleyebilir. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru yolunda bir düzenleyici idarî işlemin ve hatta bir kanunun uygulanmasının Anayasaya aykırı olduğunu söyleyebilir ve ihlâl kararı verebilir ve hatta başvurucu lehine tazminata hükmedebilir. Ama kendisi bireysel başvuru yolunda kanunu iptal edemez. Çünkü Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yolunda, iptal kararı verme yetkisi yoktur; sadece ihlâl kararı verme yetkisi vardır.
Şimdi yukarıdaki açıklamalarımızı bir tablo üzerinde karşılaştırmalı olarak gösterelim:
Şimdi açıklamalarımıza devam edelim.
Yukarıda ulaştığımız sonuçları özetleyelim: (1) Norm denetiminde bir normun diğer bir norma uygunluğu araştırılırken, bireysel başvuruda bir olgunun bir norma uygunluğu araştırılır. (2) Norm denetiminde denetlenen normlar arasında geçerlilik ilişkisi, bireysel başvuruda ise denetlenen olgu ile norm arasında uygunluk veya ihlâl ilişkisi vardır. (3) Norm denetiminde müeyyide iptal kararı, bireysel başvuru yolunda ise ihlâl kararıdır.
Bu bilgiler ışığında şu soruları sorarak Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararını değerlendirelim:
26 Eylül 2022 ve 29 Eylül 2022 tarihli makalelerimde açıkladığım gibi, Anayasa Mahkemesi 4 Aralık 2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231’inci maddesinin 12’nci fıkrasını, etkili bir denetim yolu öngörmediği için Anayasamızın 40’ıncı maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmektedir.
Ancak kararda, “hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir” cümlesinden ibaret olan bu fıkranın neresinin, hangi kelimesinin etkili bir denetim yolu sağlamadığı hususu açıklanmamaktadır. Vakıa yedi kelimeden ibaret olan bu cümlede, Anayasamızın 40’ıncı maddesine aykırı olacak bir kelime veya ibare yoktur. Peki o zaman nasıl oluyor da Anayasa Mahkemesi bu yedi kelimelik cümleyi Anayasamızın 40’ıncı maddesine aykırı bulabiliyor?
Cevap şu: 26 Eylül 2022 ve 29 Eylül 2022 tarihli makalelerimde gösterdiğim gibi, Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararında denetlenen şey, 4 Aralık 2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231’inci maddesinin 12’nci fıkrasının kendisi değil, uygulamasıdır. Kararın gerekçesini oluşturan 30 numaralı paragrafı bir kez daha vereyim:
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı itiraz yolunun açık olduğunu düzenleyen kural; (…) etkili bir denetim yolu öngörmemektedir. Bu durum temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalelerin giderilmesinde ve kamu gücünü kullananların keyfî davranışlarının önüne geçilmesinde bireye tanınmış olan yetkili makama başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkını ihlal etmektedir. Nitekim kuralın anılan hususları karşılayacak şekilde uygulanamadığı da görülmektedir. Doğrudan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimi ile ilgili olan bu tür bir muhakemenin yokluğu etkili başvuru hakkıyla bağdaşmamaktadır” [6]..
Neyi görüyoruz? Anayasa Mahkemesi de bu yedi kelimelik cümlenin bir yerinin Anayasaya aykırı olduğunu söylemiyor; Anayasa Mahkemesi bu yedi kelimelik cümlenin kendisinin değil, uygulamasının Anayasaya aykırı olduğunu söylüyor. Bu fıkranın “uygulaması”nın ve uygulamada ortaya çıkan “durum”un Anayasa, m.40’ı (yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkını) “ihlâl” ettiğini söylüyor. İlave olarak Anayasa Mahkemesi, bu “kuralın anılan hususları karşılayacak şekilde uygulanamadığı da görülmektedir” diye ilave ediyor.
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesi “bu kural” diye bahsettiği CMK, m.231/12’nin kendisini (yani yedi kelimelik bu cümleyi) değil, onun uygulamasını, diğer bir ifadeyle uygulamada ortaya çıkan “durum”un Anayasaya aykırı olduğunu söylüyor.
Bir hükmün kendisi norm, uygulaması ise olgudur. Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararında denetlediği şey gerçekte Ceza Muhakemesi Kanununun 231’inci maddesinin 12’nci fıkrasının kendisi değil, bu fıkranın uygulamasıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi bu kararda normu değil, uygulamayı denetlemektedir. Oysa yukarıda açıklandığı gibi, Anayasa Mahkemesi norm denetimi yolunda, uygulamanın anayasaya uygunluğunu inceleyemez. Norm denetimi yolunda sadece normun anayasaya uygunluğunu inceleyebilir. Uygulamanın anayasaya uygunluğu, norm denetimi yolunda değil, bireysel başvuru yolunda incelenebilir.
Neyi görüyoruz? Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yolunda inceleyebileceği bir hususu (normun uygulamasını), norm denetimi yolunda inceliyor. Keza Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kararlarında kullanılabilecek bir gerekçeyi bu kararında kullanıyor. Oysa bu karar bir bireysel başvuru kararı değil, bir norm denetimi kararıdır.
Görünen odur ki, Anayasa Mahkemesi bu kararda bireysel başvuru ile norm denetimini tamamıyla karıştırmış durumdadır.
Yukarıda eleştirdiğimiz gerekçe (kararın 30 numaralı paragrafı), eğer bir bireysel başvuru kararında olsaydı, isabetli bir gerekçe olurdu. Hâliyle o zaman da bu karar bir “iptal kararı” değil, bireysel başvuru yolunda verilmiş bir “ihlâl kararı” olması gerekirdi.
Kararın hüküm fıkrasına, yani sonuç kısmına bakarsanız bu kararın bir norm denetimi kararı olduğunu görürsünüz; ama kararın gerekçe kısmına bakarsanız, bu kararın gerçekte bir bireysel başvuru kararı olduğunu anlarsınız.
Anayasa Mahkemesi, 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararında, bir bireysel başvuru kararında yapılabilecek akıl yürütmeleri yapmış, ama neticede ihlâl kararı vereceğine iptal kararı vermiştir. Kararın gerekçesi ile sonucu arasında çelişki vardır. Anayasa Mahkemesinin metodolojik hatası budur. Hâliyle bu hatadan çıkmanın yolu, kararın sonuç kısmında, iptal kararı vermek yerine ihlâl kararı vermek değil, kararın gerekçe kısmında, iptal kararına gerekçe teşkil edebilecek bir geçerlilik açıklaması yapmaktır.
Bazı okuyucular, benim gerekçeyi eleştirmede aşırıya kaçtığımı, gerekçeyi fazla zorladığımı düşünebilirler. Aşırıya falan kaçmıyorum; gerekçeyi de zorlamıyorum. Gerekçe apaçık bir şekilde norm denetimi kararı gerekçesi değil, bireysel başvuru kararı gerekçesi. Anayasa Mahkemesinin de zaten, pek muhtemelen bu konuda bilgisizliğinden dolayı, bunu gizlemek gibi bir kaygısı yok.
Yukarıda Anayasa Mahkemesinin kararının gerekçesini oluşturan 30 numaralı paragraftan yaptığım alıntıyı bir kez daha okuyalım: Gerekçede “durum”dan ve “uygulama”dan bahsedildiğini yukarıda söylemiştik. Gerekçede geçen bir ibareye de şimdi dikkat çekelim. Bu gerekçede,
“bu durum … bireye tanınmış olan yetkili makama başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkını ihlal etmektedir” [7]
diye bir cümle var. Bu cümlede geçen “isteme hakkını ihlal etmektedir” ibaresi, Anayasa Mahkemesinin metodolojik hatasını apaçık bir şekilde ele vermektedir. Zira “ihlâl” kavramı norm denetiminde değil, bireysel başvuru yolunda kullanılan bir kavramdır. Gerekçede geçen “falanca hakkı ihlâl etmesi” ibaresi bu gerekçenin bir norm denetimi kararı gerekçesi değil, bir bireysel başvuru kararının gerekçesi olduğunu gösterir.
Yukarıda açıklandığı gibi, norm denetiminde geçerlilik ilişkisi, bireysel başvuru yolunda ise ihlâl ilişkisi araştırılır.
İlave edelim ki, eğer bu kararda Anayasa Mahkemesi, “durumun” yani “uygulamanın”, yani olgunun Anayasamızın tanıdığı bir hakkı ihlâl ettiğini tespit ettikten sonra iptal kararı vermek yerine ihlâl kararı verseydi, öncülleriyle tutarlı davranmış olurdu. Çünkü olgu ile norm arasında ihlâl ilişkisi varsa ihlâl kararı verilir. Ama hâliyle bunun için bu sorunun Anayasa Mahkemesinin önüne bireysel başvuru yoluyla gelmiş olması gerekirdi. Oysa söz konusu karara konu teşkil eden dava, Anayasa Mahkemesinin önüne bireysel başvuru yoluyla değil, itiraz yoluyla gelmiş olan bir norm denetimi davasıdır. Bu dava bir norm denetimi davası olduğuna göre Anayasa Mahkemesi bu davada uygulamanın, yani olgunun Anayasa tarafından tanınan bir hakkı “ihlâl ettiğini” söyleyemez; burada ihlâl kavramı ilgisiz bir kavramdır. Anayasa Mahkemesinin bu ilgisiz kavrama dayanarak iptal kararı vermesi ise metodolojik bir tutarsızlık örneğidir. İhlâl durumu varsa, iptal değil, ihlâl kararı verilir. Hâliyle bunun için de ortada bir bireysel başvurunun bulunması gerekir.
* * *Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararının sadece 30 numaralı paragrafında yer alan temel gerekçeyi değil, kararın diğer paragraflarında ileri sürülen ek gerekçeleri de okuyunuz. Göreceksiniz bu gerekçeler de norm denetimi gerekçeleri değil, bireysel başvuru kararlarında kullanılan gerekçelerdir. Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararı, hüküm fıkrası dışında, gerek ratio decidendi’si, gerekse obiter dictum’u itibarıyla, aslında tam bir bireysel başvuru kararıdır.
* * *Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararı, dili itibarıyla norm denetimi kararı değil, tam bir bireysel başvuru kararıdır. Kararda normatif bir dil değil, tespit ve tasvir edici bir dil vardır. Kararın gerekçesinde “nitekim kuralın anılan hususları karşılayacak şekilde uygulanamadığı da görülmektedir” gibi normatif bir anlam içermeyen cümleler vardır. Böyle cümlelerin norm denetimi kararında yeri yoktur. Çünkü tasvirî öncüllerden normatif sonuç çıkarılamaz. Anayasa Mahkemesinin “nitekim kuralın anılan hususları karşılayacak şekilde uygulanamadığı da görülmektedir” gibi cümlelerini okudukça “eee, öyle olsa kaç yazar” diye kendi kendime fısıldıyorum ve ülkemizdeki hukukun genel teorisi bilgisinin zayıflığına hayıflanıyorum.
Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararının gerekçesi tipik bir bireysel başvuru kararının gerekçesidir.
İnanmıyorsanız, Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararının “Ç. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu” başlıklı kısmını, yani kararın gerekçesini oluşturan 15 ilâ 30’uncu paragraflarını okuyunuz ve bu paragraflarda nelere atıf yapıldığına, nelere dayanıldığına bakınız. Göreceksiniz ki, bu paragraflarda, sadece iki yerde eski tarihli norm denetimi kararlarına göndermede bulunulurken, yanlış saymadıysam, tam 18 ayrı yerde toplam 13 adet bireysel başvuru kararına göndermede bulunuluyor. Bu gerekçe dayanakları itibarıyla da bir bireysel başvuru kararı gerekçesidir.
Aslında Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararı, 5 Temmuz 2022 tarihli Atilla Yazar ve diğerleri [8] kararının bir uzantısından başka bir şey değildir. Zaten Anayasa Mahkemesi, Atilla Yazar ve diğerleri kararını 5 Temmuz 2022 tarihinde, HAGB kararını da 20 Temmuz 2022 tarihinde veriyor. Anayasa Mahkemesinin Atilla Yazar ve diğerleri kararı, 22 Eylül 2022 tarihli Resmî Gazetede, HAGB kararı da 23 Eylül 2022 tarihli Resmî Gazetede yayınlanıyor. Dahası HAGB kararında tam altı defa Atilla Yazar ve diğerleri kararına göndermede bulunuluyor.
Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararı, sadece başı ve sonu (hüküm fıkrası) itibarıyla bir norm denetimi kararıdır; geri kalan kısmı itibarıyla bu karar bir norm denetimi kararı değil, tipik bir bireysel başvuru kararıdır. Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararı, norm denetiminin ifsat edilmiş hâlidir.
Anayasa Mahkemesi, bu kararıyla, gerçekte, norm denetimi değil, bireysel başvuru incelemesi yapıyor. Anayasa Mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasıyla ilgili bireysel başvuru incelemesi yapmasına ve ihlâl kararı vermesine benim diyeceğim bir şey yoktur. Zaten Anayasa Mahkemesi bunu pek çok kararında başarıyla yaptı. Benim itirazım, Anayasa Mahkemesinin bu göreviyle yetinmemesi, norm denetimi adı altında, yine bireysel başvuru incelemesi yapmasınadır.
Şimdi, Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararını bir yana bırakalım ve bu sorun hakkında daha genel şeyler söyleyelim:
Yukarıda Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararı hakkında yaptığım gözlemler, Anayasa Mahkemesinin son yıllarda verdiği pek çok karar için az ya da çok geçerlidir. Anayasa Mahkemesinin son yıllarda verdiği pek çok norm denetimi kararının gerekçesine, bireysel başvuru kararlarının ruhu, havası ve dili hâkimdir. Anayasa Mahkemesinin son yıllarda verdiği pek çok norm denetimi kararında Anayasa Mahkemesinin verdiği bireysel başvuru kararlarına yapılan atıflar vardır.
Yukarıda açıkladığım 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararında olduğu gibi, Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kararları, adım adım bireysel başvuru kararlarının bir benzeri hâline geliyor. Bireysel başvuru kararlarının dili, bireysel başvuru kararlarındaki kullanılan argümanlar, hatta akıl yürütme kalıpları, aynen norm denetimi kararlarında da kullanılıyor. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kararlarının pek çoğu, başlıkları ve hüküm fıkraları itibarıyla norm denetimi kararı olsalar da, içerikleri itibarıyla, birer bireysel başvuru kararına dönüşmüş durumdadır.
Bu olguyu, ifade etmek için “norm denetiminin bireysel başvurulaşması” veya “anayasa yargısının bireysel başvurulaşması” kavramının kullanılmasını öneriyorum.
* * *Yukarıda açıkladığım gibi Anayasa Mahkemesinin temel görevi, norm denetimi görevidir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlamak görevi, bir ek görev, bir arızî görevdir. Buna rağmen, ülkemizde, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlamak görevi, anayasa yargısının doğasını değiştirmiş, anayasa yargısını, bireysel başvurulaştırmıştır.
* * *Aynı olgu şu şekilde de ifade edilebilir: Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlamak görevi, Anayasa Mahkemesini bir “anayasa mahkemesi” olmaktan çıkarmış, onu bir “insan hakları mahkemesi” hâline dönüştürmüştür. Hiç şüphesiz ki, Türk Anayasa Mahkemesi, bir “insan hakları mahkemesi” değildir; Anayasa Mahkemesi bunun için kurulmamıştır; insan haklarını bireysel başvuru yoluyla koruma görevi Anayasa Mahkemesinin asıl görevi değil, ona sadece on yıl önce verilen bir ek görev, bir tali görevdir.
* * *Türkiye’de bireysel başvuru usûlü, 12 Eylül 2010 tarihli halkoylamasıyla onaylanan 5982 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunuyla öngörülmüştür. Bu usûl işlemeye, tam bundan 10 yıl önce, 23 Eylül 2012 tarihinde başlamıştır.
Türkiye’de bireysel başvuru usûlü, anayasa yargısının temeli değil, ilavesidir. Ancak bu öyle bir ilavedir ki, 10 yılda, 60 yıllık anayasa yargısı sistemimizi alt üst etmiştir.
Bugün Anayasa Mahkemesinin iş yüküne ve keza kararlarının etkisine bakıldığında, asıl işinin kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi, yani “norm denetimi” olduğunun söylenmesi çok zor. Tersine günümüzde Anayasa Mahkemesinin asıl işinin norm denetimi değil, bireysel başvuruları karara bağlamak olduğunu söylemek çok büyük bir hata olmayacaktır.
Benim açımdan asıl üzücü olan şey, Anayasa Mahkemesinin iş yükünün değişmesi değildir. Benim açımdan asıl üzücü olan şey, günümüzde bireysel başvuru usûlünün norm denetimi usûlünün doğasını değiştirmiş, anayasa yargısını ifsat etmiş olmasıdır.
Anayasa Mahkemesinin son yıllarda verdiği norm denetimi kararlarını açıp bakın, bu kararların, eski norm denetimi kararlarına benzemediğini, gittikçe bireysel başvuru kararlarına benzediğini göreceksiniz. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kararlarında artık eski tarihli norm denetimi kararlarından çok bireysel başvuru kararlarına atıf yapılıyor.
Eminim buna sevinen ve “anayasa yargısının bireysel başvurulaşması”na büyük bir zevkle “hoş geldin” diyen pek çok meslektaşımız vardır. Ben bunlardan biri değilim.
Anayasa yargısının özünün norm denetimi olduğunu, bireysel başvuruları karara bağlamak görevinin Anayasa Mahkemesinin asıl görevi yanında arızî bir görevi olduğunu düşünüyorum. Maalesef bu arızî görev, asıl görevin önüne geçmiş ve dahi onun mahiyetini değiştirmiştir. Anayasa yargısı, bireysel başvuru usûlü için icat edilmiş bir usûl değildir. Anayasa yargısının varlık sebebi bireysel başvuruları karara bağlamak değildir.
Maalesef bireysel başvuru usûlü, anayasa yargısı sisteminin içine sokulmuş bir “Truva atı” görevi görüyor. Bu Truva atı sayesinde, anayasa yargısının mantığı içten içe kemiriliyor ve bireysel başvuru mantığı anayasa yargısına hâkim oluyor ve anayasa yargısını çürütüyor. Artık norm denetimi kararlarındaki dil, mantık ve argümantasyon aynen bireysel başvuru kararlarının dili, mantığı ve argümantasyonu gibidir.
Belki bazı okuyucular, “olsun ne fark eder ki” diyorlardır. Bence çok fark eder. Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararının ancak böyle bir ortamda, yani “Truva atlı” bir sistemde, içten içe çürütülmüş bir sistemde verilmesi mümkün olmuştur. Anayasa Mahkemesinin bu kararda uygulamaya bakıp birtakım tespitler yapması ve daha sonra da iptal kararı verebilmesinin altında yatan faktör, norm denetiminin bireysel başvurulaşmış olması ve artık Anayasa Mahkemesi üyelerinin birer “bireysel başvuru hâkimi”ne dönüşmüş olmasıyla açıklanabilir.
Anayasa Mahkemesinin 20 Temmuz 2022 tarihli HAGB kararını Anayasa Mahkemesi oy birliğiyle vermiştir. Tek bir hâkim çıkıp, “Allah aşkına durun yahu, bu nasıl bir karar, bu nasıl bir dil, biz burada norm denetimi yapıyoruz; bize ne uygulamadan” dememiştir. Galiba Anayasa Mahkemesi üyeleri, o kadar çok bireysel başvuruya baktılar ki, kendilerinin aslında “anayasa yargısı hâkimleri” olduklarını çoktan unuttular.
Korkarım ki, anayasa yargısının bireysel başvurulaşması süreci tamamlandığında anayasa yargısı denen bir şey kalmayacaktır.
K.G., 1 Ekim 2022, Saat 18:00