“Hukuk” kavramı, çok genel olarak, insan davranışlarını düzenleyen ve devlet tarafından müeyyidelendirilen bağlayıcı kurallar bütünü olarak tanımlanır. Bu makalede “hukuk” bir kavram olarak değil, bir kelime olarak ele alınacaktır.
Türkiye’de hukuka saygıda problem varsa da, hukuk kelimesinin saygınlığında bir problem yoktur. Hukukçular, “hukukçu” olmakla övünürler. Türkiye’de yıllardır anne-babalar çocuklarını, sosyal bilimler eğitimi alacaklarsa, hukuk fakültelerine göndermek istiyorlar. Hukuk fakültelerinin giriş puanları, sosyal bilimler alanındaki fakülteler arasında her zaman en yüksek oluyor. “Hukuk” kelimesinin toplum içinde büyük bir itibara sahip olduğundan şüphe yok. Türkiye’de bugün “hukuk” kelimesini duymamış bir kişi herhalde yoktur.
Peki ama Türkiye’de böylesine itibarlı ve böylesine meşhur olan “hukuk” kelimesi kaç yaşında?
“Herhalde en azından bin yaşındadır” diyorsunuzdur.
Hayır bilemediniz. “Hukuk” kelimesi sadece 170 yaşında!
Hemen belirtelim: “Hukuk” kelimesi öz Türkçe değil. Keza öz Türkçede “hukuk” kelimesinin karşılığı olan bir kelime de yok. “Hukuk” kelimesinin öz Türkçe karşılığı olan “tüze” kelimesi Cumhuriyet döneminde öz Türkçeciler tarafından uydurulmuştur. Bu kelimenin tarihsel bir temeli yoktur.
Türkçede şu an kullandığımız “hukuk (حقوق)” kelimesi esasen Arapça “hak (حق)” kelimesinin çoğuludur ve “haklar” anlamına gelmektedir (1).
Örneğin 1924 Anayasamızın 68 ilâ 88’inci maddeleri arasında bulunan Beşinci Faslının başlığı “Türklerin Hukuk-u Ammesi”, yani “Türklerin Kamu Hakları”dır. “Hukuk-u beşer”, “insan hakları” demektir. Hak kelimesinin çoğulu anlamında “hukuk” kelimesi eski zamanlardan beri Türkçede kullanılmaktadır.
Nişanyan Sözlüğüne göre “hak” kelimesinin çoğulu anlamında “hukuk” kelimesinin Türkçede en eski kullanımı 1451 tarihli Ferec Ba'd eş-Şidde’de tespit edilmiştir (2).
Türkçede “hak” kelimesinin çoğulu anlamında “hukuk” kelimesi 1451’den beri vardır; ama bu anlamda “hukuk” kelimesi ile günümüzde kullandığımız “hukuk” kelimesi aynı anlama gelmemektedir. Günümüzde “hukuk” kelimesini “bağlayıcı kurallar bütünü” anlamında, yani İngilizce “law”, Fransızca “droit” anlamında kullanıyoruz. Örneğin “hukuk fakültesi” dediğimizde, hakların değil, hukuk biliminin öğretildiği yer anlaşılıyor. “Medenî hukuk” dediğimizde, medenî haklar değil, insanların doğumunu, kişiliğini, ehliyetlerini, evlenmesini, eşi ve çocuklarıyla ilişkilerini, eşya sahibi olmasını ve öldükten sonra malvarlığının mirasçılara geçişini düzenleyen kuralların bütünü anlaşılıyor.
Bugün kullandığımız anlamda, yani bağlayıcı kurallar bütünü anlamında “hukuk” kelimesi Türkçede yenidir. Hukuk kelimesi Türkiye’de 1850’lere kadar bilinmeyen, kullanılmayan bir kelimeydi.
Arapçada “külliyetü'l-hukuk (hukuk fakültesi)” örneğinde olduğu gibi, “hukuk (حقوق)” kelimesinin “bağlayıcı kurallar bütünü”, yani İngilizce “law”, Fransızca “droit” kelimeleri anlamında kullanımı varsa da, “hukuk” kelimesinin bu anlamda kullanılması bizdeki kadar yaygın değildir.
Arapçada “hukuk” kelimesinin yerine çoğunlukla “kanun” veya “teşri” kelimeleri kullanılır. “Nizamü't-teşri (hukuk sistemi)”, “tarihu't-teşri (hukuk tarihi)”, “tedâbirü'l-kanuniyye (hukukî tedbirler)”, “esbâbü'l-kanuniyye (hukukî sebepler)”, “fikrü'l-kanunî (hukuk fikriyatı)” gibi (3).
Hans Wehr’in A Dictionary of Modern Written Arabic isimli sözlüğünde bağımsız bir “hukuk (حقوق)” maddesi yoktur. Bu kelime, “hak (حق)” maddesinin altında verilir ve sadece “hak (حق)” kelimesinin çoğulu olduğu belirtilir (4). Cambridge English-Arabic Dictionary’de “law” kelimesi Arapça karşılığı olarak “ قانون (kanun)” veya “القانون (el-kanun)” kelimeleriyle verilmektedir (5).
“Hukuk” kelimesinin “hak” kelimesinin çoğulu olarak değil, “bağlayıcı kurallar bütünü” anlamında kullanılması muhtemelen Araplara bizden geçmiştir. Dolayısıyla Arapçada bağlayıcı kuralları bütünü anlamında “hukuk” kelimesinin kullanımı bizden de yeni olmalıdır. Bu hususun hâliyle konunun uzmanları tarafından araştırılması gerekir.
Türkçede 1847’den önce “şeriat”, “fıkıh”, “kanun”, “ferman”, “örf”, “emir”, “buyruk” ve benzeri kelimeler vardı; ancak bugünkü anlamda, yani bağlayıcı kurallar bütünü anlamında “hukuk” kelimesi yoktu.
a) Örneğin Thomas-Xavier Bianchi’nin 1831 yılında Paris’te yayınlanan Vocabulaire français-turc isimli sözlüğünde “droit” kelimesinin karşılığı olarak “hukuk” değil, “insaf”, “adalet”, “hak”, “ilm-i fıkıh” terimleri verilmiştir (6). Kitabın kapağı ve “droit” maddesinin görüntüsü aşağıya konulmuştur:
b) Jean Daniel Kieffer ve Thomas-Xavier Bianchi tarafından Paris’te 1835 yılında yayınlanan Türk ve Fransa Lisanlarının Lûgatı: Dictionnaire turc-français isimli sözlükte “حقوق (houqouq)” maddesinin karşılığında “droit” kelimesi değil, “droits (haklar)” kelimesi verilmiş ve “pluriel de حق haqq” (hakkın çoğulu) açıklaması yapılmıştır (7). Kitabın kapağı ve “houqouq” maddesinin görüntüsü aşağıya konulmuştur:
1830’larda Türkçede “droit” karşılığı hukuk kelimesi kullanılıyor olsaydı, bu kullanımın Bianchi’nin Vocabulaire français-turc ve keza Kieffer ve Bianchi’nin Dictionnaire turc-français isimli sözlüklerinde tespit edilmiş olması gerekirdi.
Hukuk kelimesinin yeniliğiyle ilgili olarak belirtelim ki, modern anlamıyla, yani bağlayıcı kurallar bütünü anlamıyla “hukuk” kelimesi genel Türkçe sözlüklere çok geç tarihlerde (1940’larda) girdiği not edilmektedir. Sevan Nişanyan, “hukuk” kelimesinin “1945 öncesi tüm sözlüklerde sadece hak sözcüğünün çoğulu olarak gösteril(diğini)” not etmektedir (8). Yine Nişanyan’ın bildirdiğine göre “hukuk” kelimesi bugünkü anlamıyla ilk defa TDK, Türkçe Sözlük’ün 1945 yılında yapılan ilk baskısına girebilmiş ve bu baskıda “hukuk” kelimesi “1. Kanun ve adetlerin bütünü. 2. Kanunlar bilimi” olarak tanımlanmıştır (9).
Bununla birlikte not edelim ki, Nişanyan’ın gözlemi ihtiyatla karşalanmalıdır. Aşağıda açıklanacağı gibi, Şemseddin Sami’nin 1901 yılında İstanbul’da basılmış olan Kamus-ı Türkî’sinde bugünkü anlamıyla “hukuk (حقوق)” kelimesi bulunmaktadır.
“Hukuk” kelimesinin “hak” kelimesinin çoğulu olarak değil, bağlayıcı kuralların bütünü anlamında, yani Fransızca “droit” anlamında, önce “hukuk-u milel (milletler hukuku)” ve “hukuk-u düvel (devletler hukuku)” tamlamaları şeklinde ortaya çıktığı anlaşılıyor. Her iki tamlamada da “hukuk” kelimesi, hak kelimesinin çoğulu değil, belirli bir alandaki kuralların bütünü anlamında kullanılmıştır.
Cemil Bilsel, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuasında 1940 yılında yayınladığı “Devletler Hukuku mu, Devletler Arası Hak mı?” başlıklı değerli makalesinde, “hukuk-u milel” teriminin ilk defa Napolyon’un Mısır’ı istilâsı üzerine 1798’de Fransa’ya verilen “ilân-ı harb beyannamesi”nde kullanıldığını yazmaktadır. Bu beyannamede “Fransa’nın bu hususa müdahalesi hukuk-u milele mugayir bir keyfiyet olduğu” belirtilmektedir (11).
Yine Cemil Bilsel’in tespitine göre “hukuk-u düvel” terimi, ilk defa, Navarin hadisesi dolayısıyla Avusturya Elçiliğine verilen 1827 tarihli “takrir”de kullanılmıştır (12).
Harp ilanı beyannamesi veya bir elçiliğe verilen takrir gibi resmî belgeleri bir yana bırakalım ve şu soruyu soralım: Bir hukuk kitabında, “hukuk” kelimesi ilk defa ne zaman kullanılmıştır?
a) Ottokar von Schlechta-Wssehrd’ın Kitab-ı Hukuk-u Milel’i (1847).- Cemil Bilsel’in yukarıda zikrettiğimiz makalesinden öğrendiğimize göre “hukuk” kelimesi, bir kitapta ilk defa 1847 yılında kullanılmıştır. Bu kelimeyi ilk defa kullanan kişi de Avusturya’nın İstanbul Sefaretinde baş tercüman olarak görev yapmış, kitabında adı eski harflerle “اوطوقار اشلختا (İşlehta Otokar)” şeklinde yazılan Baron Ottokar von Schlechta-Wssehrd’tır.
Baron Ottokar von Schlechta-Wssehrd’ın Viyana’da 1847 yılında Türkçe olarak bastırdığı Kitab-ı Hukuk-u Milel (كتاب حقوق ملل) isimli eserinde (13) “hukuk (حقوق)” kelimesi, hak kelimesinin çoğulu olarak değil, bugünkü anlamda, yani Fransızca “droit” kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır (14). Kitab-ı Hukuk-u Milel’in Avusturya Millî Kütüphanesinde bulunan nüshasından taranmış dijital kopyasına Google Books’tan ulaşılabilmektedir. Kitabın iç kapağı ve künye bilgisini gösteren son sayfası aşağıya konulmuştur:
Baron Ottokar von Schlechta-Wssehrd’ın bu kitabı, daha sonra İstanbul’da Rumî 1295 (Miladî 1879/1880) yılında “Hukuk-u Milel (حقوق ملل)” başlığı altında tekrar basıldı (15). İkinci baskının tam metnine online olarak ABD Kongre Kütüphanesinden (www.loc.gov) ulaşılabilmektedir. İkinci baskının iç kapağının görüntüsü ve yazı çevrimi aşağıya konulmuştur:
b) Vattel’in Kitabının Türkçe Tercümesi: Hukuk-ı Milel (Yazma 1839 [?], Basma 1862-1865).- Cemil Bilsel, yukarı zikrettiğimiz makalesinde, “Koca Hüsrev Paşanın Vatel’den tercüme ettirdiği kitaba Hukuku nas ismi verilmiştir” diye yazar (16). Ancak daha başka bir bilgi vermez. Koca Hüsrev Paşanın ölüm tarihi 1855’tir. Dolayısıyla Vattel’in tercümesi 1855’ten önce yapılmış olmalıdır. Mustafa Serdar Palabıyık, “The Emergence of the Idea of ‘International Law’ in the Ottoman Empire before the Treaty of Paris (1856)” başlıklı makalesinde bu çevirinin başlığını “Hukuk-u Milel”, tarihini de 1255 [1839] olarak vermektedir (17). Anlaşıldığı kadarıyla Koca Hüsrev Paşanın yaptırdığı Vattel’den çeviri bir el yazmasıdır ve basılmadan kalmıştır (18). Daha sonra, Arzu Meral’in “A Survey of Translation Activity in the Ottoman Empire” başlıklı makalesinden öğrendiğimize göre, Vattel’in kitabının Türkçe tercümesi Hukûk-ı Milel başlığı altında Tasvîr-i Efkâr gazetesinde 4 Safer 1279-17 Muharrem 1282 (1 Ağustos 1862-12 Haziran 1865) tarihleri arasındaki seri hâlinde yayınlanmıştır (19). Vattel’in kitabının Türkçe tercümesinde de “hukuk” kelimesi, “hak” kelimesinin çoğulu anlamında değil, modern anlamıyla, yani bağlayıcı kurallar bütünü anlamında kullanılmıştır.
c) Ottokar von Schlechta-Wssehrd’ın Manuel terminologique français-ottoman (1870).- Baron Ottokar von Schlechta-Wssehrd’ın 1870’te Viyana’da basılan “Manuel terminologique français-ottoman (Mecmua-i Istılahat-ı Resmîye)” isimli eserinde (20) pek çok yerde modern anlamda “hukuk” kelimesi kullanılmıştır. Örneğin “question de droit” terimi “hukuk meselesi”, “en droit” terimi “hukukça” şeklinde Türkçeye çevrilmiştir (21). Kitabın kapağı ve “hukuk” maddesinden bir görüntü aşağıya konulmuştur. Kitabın tam metnine online olarak Google Books’tan ulaşılabilmektedir.
Burada belirtelim ki Ali Adem Yörük’ün “İlk Hukuk Lügatlerimiz (1870-1928)” başlıklı makalesinde (22), 1887’den itibaren basılmış çeşitli hukuk lügatleri hakkında çok değerli bilgiler vardır. Sayın Yörük’ün tanıttığı sözlüklerden biri olan Nazaret Hilmi’nin lstılahat-ı Adliye: Termes Judiciaires (Dersaadet, Karabet ve Kasbar Matbaası, l304/1887, 333 s.) isimli sözlüğünü burada özellikle zikretmek gerekir. Biz bu sözlüğe ulaşamadığımız için bunda hukuk kelimesinin kullanılmasına örnek veremedik. Ancak bu sözlükte pek muhtemelen hukuk kelimesi sadece Arapça “hak” kelimesinin çoğulu olarak değil, modern anlamda, yani bağlayıcı kurallar bütünü anlamında kullanıldığını tahmin ediyoruz.
d) Kani Paşazade Rifat’ın Hukuk-u Umumiye Çevirisi (1868, 1873).- Kani Paşazade Rifat, Paul Pradier-Fodérë’nin Principes généraux de droit isimli eserini Hukuk-u Umumiye başlığıyla Türkçeye çevirmiştir (23). Bu kitabın birinci cildi önce 1868 yılında Paris’te, daha sonra da birinci ve ikinci cildiyle birlikte 1873 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu kitabın Türkçe çevirisinde “hukuk” kelimesi bugünkü anlamıyla kullanılmıştır. Ali Adem Yörük, bu kitabın, Türkçedeki ilk modern hukuk kitaplarından biri olduğunu yazmaktadır (24).
e) Ali Suavi’nin “Duruva: İlm-i Usûlü’l-Hukûk” Başlıklı Makalesi (1871).- Paris'te çıkan Ulûm Gazetesi’nin 1287 [1871] tarihli 18'inci sayısında yayınlanan “Duruva: İlm-i Usûlü’l-Hukûk” başlıklı makalesinde Türkçe “hukuk” kelimesi Fransızca “droit” kelimesi anlamında, yani modern anlamda kullanılmıştır (25). Gazetenin başlığı, makalenin başlığı ve makalenin ilk paragrafı aşağıya konulmuştur:
İlginçtir ki, söz konusu makalede “hukuk” kelimesinin Fransızca karşılığı olan “droit” kelimesi telaffuzu esas alınarak Türkçe olarak “duruva (دروا)” şeklinde yazılmıştır. 1800'lerin ikinci yarısında Fransızca “droit” kelimesi için “hukuk” şeklinde Türkçe karşılık geliştirilemeseydi, muhtemelen Fransızca “droit” kelimesi Türkçeye “duruva” şeklinde girebilecekti. Bugün “hukuk” yerine “duruva” diyor olabilirdik (26).
f) Mekteb-i Hukuk (1874) (27).- Bugünkü anlamda “hukuk” kelimesi, resmî bir kurumu ifade etmek için ilk defa, 1874 yılında Darülfünûn-u Sultanî bünyesinde kurulan Mekteb-i Hukuk-u Sultanî’nin (28) isminde kullanıldı. 1880’de Sultanahmet’te Adliye Nezaretinin bahçesinde yeni bir Mekteb-i Hukuk açılmıştır (29). Bunun üzerine Mekteb-i Hukuk-u Sultanî, bu yeni Mekteb-i Hukuk’a “zamm u ilave” edilmiştir (30).
Keza Mekteb-i Hukuk-u Sultanî’de ve Mekteb-i Hukuk’ta isminde modern anlamda “hukuk” kelimesinin geçtiği pek çok ders vardı (31). Mekteb-i Hukuk-u Sultanî’de “hukuk-u umûmiyyeye mukaddime”, “Roma hukuku”, “hukuk-u ticaret”, “hukuk-u bahriyye”, “hukuk-u umûmiyye-i haricî ve dahilî” gibi dersler okutuluyordu (32). Mekteb-i Hukuk’ta ise “medhal-i ilm-i hukuk”, “hukuk-u tabi‘iyye”, “hikmet-i hukuk”, “hukuk-u düvel”, “hukuk-u siyasiyye-i Osmaniyye-i dahiliyye yani hukuk-u esasiyye ve hukuk-u idare-i mülkiyye” gibi dersler vardı (33). Bu derslerin isimlerinde ve hâliyle içeriklerinde de hukuk kelimesi modern anlamıyla kullanılmaktadır.
g) 1880’den İtibaren Çeşitli Ders Kitapları.- 1880’lerden itibaren Mekteb-i Hukuk veya Mekteb-i Mülkiyede okutulan, isminde “hukuk” kelimesinin geçtiği pek çok ders vardır. Keza bu dersler için çeşitli ders kitapları yazılmıştır ve bu kitapların başlıklarında “hukuk” kelimesi geçmektedir. Örnek olarak Münif Paşa’nın 1881’de basılan Medhal-i İlmi Hukuk (34), Hasan Fehmi Paşa’nın 1884’te basılan Telhis-i Hukuk-u Düvel (35), İbrahim Hakkı Paşa’nın 1892’de basılan Hukuk-u İdare (36), Babanzade İsmail Hakkı’nın 1909’da basılan Hukuk-u Esasiye (37) isimli kitapları sayılabilir.
h) Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkîsi (1901).- Osmanlı’nın son döneminde en bilinen sözlüklerinden biri olan Şemseddin Sami’nin 1901 yılında İstanbul’da basılmış olan Kamus-ı Türkî’sinde bugünkü anlamıyla “hukuk (حقوق)” kelimesi geçmektedir. Şemseddin Sami, “hak” kelimesinin cem'ini, yani “hukuk” kelimesini, “herkesin hakkından ve alacağından ve adaletten bahseden ilim, şeriat, fıkıh, kanun” olarak tanımlamakta ve bu kelimenin kullanımına “ilm-i hukuk”, “Mekteb-i Hukuk” örneklerini vermektedir (38). Maddenin ilgili kısmının görüntüsü aşağıdadır:
ı) Mevzuatta “Hukuk” Kelimesi.- 1800’lerin sonlarından itibaren “hukuk” kelimesi, “hak” kelimesinin çoğulu değil, bağlayıcı kurallar sistemi anlamında, mevzuatta, yani çeşitli kanun, kararname ve nizamnamelerde de kullanılmaya başlandı. Örneğin 1917 tarihli “Hukuk-u Aile Kararnamesi”nin (39) adında geçen “hukuk” kelimesi, “haklar” anlamında değil, bugünkü kullandığımız anlamda kullanılmıştır. “Hukuk-u aile”, “aile hukuku” demektir.
* * *Görüldüğü gibi bugünkü anlamıyla, yani “bağlayıcı kurallar bütünü” anlamında, diğer bir ifadeyle Fransızca “droit”, İngilizce “law” anlamında “hukuk” kelimesinin ortaya çıkışı yenidir. İlk defa 1847 yılında Viyana’da basılmış ve bir Avusturyalı (Ottokar von Schlechta-Wssehrd) tarafından Türkçe olarak yazılmış bir kitapta (Kitab-ı Hukuk-u Milel) kullanılmıştır. Bugünkü anlamıyla “hukuk” kelimesinin Osmanlı İmparatorluğunda 1870’lerden itibaren kullanımı yaygınlaşmıştır. Okul isminde, ders isimlerinde ve ders kitabı isimlerinde ve nihayet 1900’lerin başından itibaren mevzuatta da kullanılmaya başlanmıştır.
Yani “hukuk” kelimesinin bugünkü anlamda ortaya çıkması ve kullanılması yenidir ve 170 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Bu kısa geçmişine rağmen, hukuk kelimesi, Türkiye’de çok hızlı ve güçlü bir şekilde benimsenmiş ve yaygınlaşmıştır.
Türkiye’de bağlayıcı kurallar bütünü anlamında “hukuk” kelimesinin 1850’lerde ortaya çıkması, daha doğrusu eski bir kelime olan “hukuk” kelimesinin yeni anlamda kullanılması bir rastlantı değildir. Bu yıllarda Türkler, Avrupa hukuku ve fikirleriyle karşılaşmış ve kendi hukuk sistemlerini sorgulamaya ve iyileştirmeye çalışmıştır. “Hukuk” kelimesi, durup dururken değil, böyle bir süreçte ortaya çıkmıştır.
Hukuk kelimesi öyle bir başarı elde etmiştir ki, bin küsur yıllık geçmişe sahip “fıkıh” kelimesini silip süpürmüştür. Bugün Türkiye’de fıkıh yerine bir itiraz ve sorgulamaya muhatap olmaksızın “İslâm hukuku” tabiri kullanılmaktadır (40). Keza bugün ilâhiyat fakültelerinde fıkıh anabilim dallarının ezici çoğunluğu “İslâm hukuku anabilim dalı” ismini taşıyor (41). Yine Türkiye’de fıkıhçıların neredeyse tamamına yakını kendileri için “fıkıhçı” değil, “İslâm hukukçusu” sıfatını kullanmaktadırlar. Yine Türkiye’de bugün yayınlanan fıkıh kitaplarının ezici çoğunluğu “fıkıh” değil, “İslâm hukuku” başlığını taşıyor.
Oysa “İslâm hukuku” terimi tarihte görülmemiş bir terimdir. Bu terim 1900’lerin başlarında Türkiye’de icat edilmiş bir terimdir. Bu terim Fransızların 1800’lerin ortalarından itibaren kullandıkları “droit musulman” teriminin karşılığı olarak Türkiye’de 1900’lerin başlarından itibaren kullanılmıştır.
Bu konuya bir kaç gün sonra anayasa.gen.tr’de yayınlamayı plânladığım “‘İslâm Hukuku’ Terimi Kaç Yaşında? ‘Fıkıh’ Terimi Yerine Ne Zamandan Beri ‘İslâm Hukuku’ Terimi Kullanılıyor?” başlıklı makalemde değineceğim.
* * *Bugün Türkiye’de modern hukukçular olarak bizler, ilk defa Baron Ottokar von Schlechta-Wssehrd’ın 1847’de Viyana’da kullandığı “hukuk” kelimesini kullanıyoruz.
Bugün Türkiye’de fıkıhçıların neredeyse tamamı, bin yıllık fıkıh terimini terk edip Türkiye’de ilk defa 1900’larin başlarında kullanılmış olan “İslâm hukuku” terimini kendi disiplinleri için kullanıyorlar.
Hukuk fakülteleri hâlâ Türkiye’de sosyal bilimler alanında en çok tercih edilen fakültelerdir. Hâlâ “hukukçu” sıfatı toplumda bir saygı uyandırmakta; anneler ve babaların çocuklarının “hukukçu” olmasını istemektedirler. Bunlar sevindiricidir.
Türkiye’de artık hukukun köksüzlüğü unutulmuştur. Ne var ki bu köksüzlük bizi unutmamaktadır.
1870’lerden bu yana on binlerce ve belki yüz binlerce genç hukuk okudu ve okumaya devam ediyor. 1870’lerden bu yana binlerce hukuk kitabı yazıldı ve yazılmaya da devam ediliyor. Herhalde Türkiye’de “hukuk” kelimesini duymamış tek bir kişi yoktur. Ne var ki, bu yaygınlığına rağmen, Türkçede içinde “hukuk” kelimesinin geçtiği tek bir bir atasözü yok. Bu da normaldir. Zira 170 yıllık bir terim için bir atasözü üretilmiş olsaydı bu şaşırtıcı olurdu.
“Şeriatın kestiği parmak acımaz” örneğinde olduğu gibi şeriata, “ferman padişahın dağlar bizimdir” örneğinde olduğu gibi fermana, “emir demiri keser” örneğinde olduğu gibi emre, “kadı ekmeğini karınca bile yemez” örneğinde olduğu gibi kadıya ilişkin atasözleri olsa da, Türk halk kültüründe, içinde, bağlayıcı kurallar bütünü anlamında “hukuk” kelimesinin geçtiği tek bir atasözü veya deyim yoktur (42). En azından ben Ömer Asım Aksoy’un Atasözleri ve Deyimler Sözlüğünde (43) ve TDK Atasözleri ve Deyimler Sözlüğünde (44) içinde bağlıyıcı kurallar bütünü anlamında “hukuk” kelimesinin geçtiği bir atasözü veya bir deyim bulamadım. Benim gözümden kaçmış böyle bir atasözü veya deyim varsa, bana bunu bildireceklere şükran borcum büyük olacaktır.
Kelimelerin etimolojisi ile bu kelimelerin ifade ettikleri kavram, kurum veya olguların kaderleri arasında bir ilişki olduğu iddiası bilimsel olarak ispatlanabilecek bir iddia değildir. Ne var ki, belirli bir toplumda belirli bir kavram, kurum veya olgunun varlığı ve mahiyetini anlayabilmek için söz konusu kavram, kurum ve olguyu ifade eden kelimenin bulunup bulunmadığına, bulunuyorsa ne zamandan beri bulunduğuna ve bu kelimenin köküne, bu kelimenin nasıl ortaya çıktığına, yani tek kelimeyle etimolojisine bakmakta yarar olabilir.
Neticede bir dilde belirli bir nesneye veya olguya isim verilmiş olması için öncelikle o dilin konuşulduğu yerde o nesnenin veya olgunun bulunması gerekir. “Tsunami”nin görülmediği bir ülkenin dilinde bu olayı ifade eden bir kelimenin olmaması normaldir. Keza Afrika’da çölde yaşayan bir topluluğun dilinde “kar” kelimesinin bulunmaması, buna karşılık kutuplarda yaşayan bir topluluğun dilinde karın on çeşidi için on ayrı kelimenin olması normaldir.
Türkçede de başka dillerde olmayan kelimelerin olması ve başka dillerde olan bazı kelimelerin bulunmaması normaldir; ama bunun kendisine göre belirli bir anlamı vardır.
“Öz Türkçe” ile “Türkçe”.- Burada “öz Türkçe” ile “Türkçe” arasındaki farka da değinmek gerekir. “Öz Türkçe” başka dillerden alınmamış, sadece Türkçe kelimelerden oluşur. Cumhuriyet döneminde uydurulmuş öz Türkçe kelimeler bir yana bırakılırsa, öz Türkçe kelimelerin yüzlerce yıllık geçmişleri vardır. Pek çok öz Türkçe kelime bin yıldan daha eski bir geçmişe sahiptir; pek çoğu Türklerin Orta Asya’da yaşadıkları döneme gider. Bir kavram, kurum ve olgu için kullanılan öz Türkçe bir kelimenin olması, o kavram, kurum veya olgunun Türklerde yüzlerce yıllık ve belki bin yıllık bir geçmişinin olduğunu gösterir.
“Türkçe” ise kökeni ne olursa olsun, bugün konuştuğumuz bütün kelimelerden oluşmuş dildir. Bunun içine Arapça, Farsça, Rumca, İtalyanca, Fransızca ve diğer dillerden alınmış ve bazen aynen, bazen telaffuz değişikliğine uğratılarak kullanılan bütün kelimler de girer. Bir yabancı kelimenin belirli bir tarihte Türkçeye girip benimsenmesi, o kelimeyle ifade edilen kavram, kurum veya olguyla Türklerin o tarihte tanıştığını gösterir. O kelime hangi tarihte Türkçede kullanılmaya başlanmış ise, o kelimenin işaret ettiği nesne, kurum, kavram veya olgunun o tarihte Türkler tarafından öğrenilmeye ve benimsenmeye başlanmış olduğu söylenebilir. Örneğin “anonim [şirket]” kelimesinin Türkçeye 1860’ta girdiği anlaşılmaktadır (45). Bu Türkiye’nin 1860’ta “anonim şirket” kavramıyla ile tanıştığının bir göstergesidir.
Keza bazen mevcut bir kelime, zamanla ortaya çıkan yeni bir kavramı ifade etmek için anlamı değiştirilerek kullanılır. Bunun en güzel örneği “hukuk” kelimesidir. Yüzlerce yıldır mevcut olan ve “haklar” anlamına gelen “hukuk” kelimesi, Osmanlıların Batı hukukuyla tanışmasından sonra “bağlayıcı kurallar bütünü” anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Bazen de karşılaşılan yeni nesne, kavram, kurum veya olgu için yeni bir kelime uydurulur veya üretilir. Örneğin Türkiye’de 1870’lerde “constitution” kelimesiyle karşılaşılınca bunun için “kanun-u esasî” veya “teşkilât-ı esasîye kanunu” terimleri, Cumhuriyet döneminde de “anayasa” terimi uydurulmuştur.
Öz Türkçede olan veya olmayan kelimelere bakarak bazı spekülatif gözlemlerde bulunabilir ve sorular sarabiliriz. Mesela öz Türkçede “kayırmacılık” kelimesi olmasına rağmen, “liyakat” veya “merit” kelimesinin karşılığı olan bir kelime neden yoktur?
Öz Türkçede askerliğe ilişkin onlarca ve belki yüzlerce kelime var iken, adliyeye ilişkin kaç kelime var? Mesela öz Türkçede “adalet” kelimesi var mı? Takım, bölük, tümen, ordu gibi askerî birlikler için öz Türkçe kelimeler mevcut iken neden “mahkeme” kelimesinin öz Türkçesi yok? Er, onbaşı, çavuş, yüzbaşı, binbaşı gibi pek çok askerî rütbe ve unvanın öz Türkçesi var iken neden hâkim, avukat, vekil veya müdafi kelimelerinin öz Türkçesi yok? (Gerçi Türkçede “yargıç”, “savunman” gibi kelimeler vardır; ama bunlar tarihsel temelden yoksun kelimelerdir). “Öz Türkçede neden hâkim kelimesi yok” sorusunu sorunca aklıma hep vakti zamanında bir hocamızın söylediği “hakim ithal etmeliyiz” ve diğer bir hocamızın söylediği “Türklerden iyi asker olur; ama hâkim olmaz” sözleri geliyor.
* * *Örnekler.- Geçmişte iki makalemde kelimelerin etimolojisi ile bu kelimelerle ifade edilen kurumların kaderleri arasındaki ilişkiyi sorgulamıştım.
“Devlet” Kelimesi Üzerine.- 2017 yılının Mart ayında belirli bir toplumda “devlet” kurumunu ifade etmek için kullanılan kelimenin etimolojisi ile bu toplumda görülen devlet olgusunun mahiyeti arasında bir ilişki olabileceği düşündüm ve bu düşünceden hareketle “‘Devlet’ Kelimesi Üzerine Bir Deneme” başlıklı bir makale yayınladım (46). Bu kısa makalede önce “devlet (ﺩﻭﻠﻪ)” kelimesi ile bu kelimenin bazı Batı dillerindeki karşılığı olan “state” ve benzeri kelimeler arasında bir karşılaştırma yapmış, devlet kelimesinin tedavülü ifade eden “d د”, “vو”, “l ل” asli harflerinden geldiğini, buna karşılık “state” kelimesinin ise sabitliği ifade eden “st” kökünden türediğini gözlemlemiştik. Daha sonra iki kelime arasındaki etimolojik farktan yola çıkarak “devlet” kelimesinin kullanıldığı Türk ve Arap toplumlarında devletin elden ele geçen bir top misali tedavül ettiğini, “state” ve benzeri kelimelerin kullanıldığı Batı toplumlarında ise devlette bir istikrar ve sabitliğin olduğunu gözlemledim ve bundan yola çıkarak Türkiye’de devlet olgusu üzerine bazı spekülatif yorumlar yaptım. Bu yorumlar konusunda bu makaleme bakılabilir (47).
“Dırjava (Държава)” ve “Gosudarstvo (Госуда́рство)” Kelimeleri Üzerine.- Bu makaleden iki hafta sonra yayınladığım ikinci bir makalede de bazı Slav dillerinde “devlet” kurumunu ifade etmek için kullanılan “dırjava (Държава)” ve “gosudarstvo (Госуда́рство)” kelimeleri hakkında bazı gözlemlerde bulundum (48). Güney Slavları tarafından kullanılan “държава (dırjava)” kelimesinin “tutmak”, “elde etmek”, “sahip olmak” anlamlarına gelen “държа (dırja)” fiilinden geldiğini; Rusçada “devlet” anlamında kullanılan “госуда́рство (gosudarstvo)” kelimesinin ise ilk anlamıyla “ağalık”, “beylik” demek olduğunu gözledim ve bu milletlerde “devlet” anlayışının hukuk devleti anlayışına elverişli olmadığı, bu milletlerde “devlet”in hükümdarın veya yeni zamanlarda devlet başkanının malı olarak görüldüğü yorumunda bulundum.
Her gün Türkiye’de hukukun bağlayıcılık düzeyinin zayıflığından yakınıyoruz. Özellikle yöneticilerin kendilerini hukuk kurallarıyla bağlı hissetmemeleri olgusunu gözlemliyoruz. Hukukçu olarak bunun sebeplerini sorguluyoruz. Ancak bunun sebeplerini hukuk içinde kalarak bulamıyoruz. Türkiye’de yöneticilerin hukukla bağlı olmamaları olgusunu normatif bakış açısıyla açıklayamıyoruz.
Son yıllarda bu soruları soran ve bunlara hukukun içinde kalarak cevap bulamayan bir hukukçu olarak, bu sorulara başka açılardan cevaplar aranması gerektiğini düşünmeye başladım. Hâliyle hukuk olgusuna “başka açılar”dan da bakılması gerektiğini söylemem, somut bir hukukî sorunun çözümünde saf hukukî yaklaşımdan uzaklaşılması gerektiğini söylemem anlamına gelmiyor. Keza hukuk olgusuna başka açılardan bakarak yapılan gözlemlerin veya ulaşılan sonuçların doğru olduklarını da iddia edecek değilim. Bunlar hâliyle tartışmaya açıktır. Bu makalede sorduğum soruların bir kısmı spekülatif sorulardır ve tartışmaya açıktır. Ancak Türkiye’de hukuk olgusunun özünü anlamak için bu tür sorulara ihtiyaç olduğu kanısındayım.
Yukarıda belirttiğim gibi, Türkiye’de hukukun yöneticiler üzerinde bağlayıcı olmadığını gözlemleyip bundan yakınıyoruz. Belki de asıl sorun, Türkiye’de hukukun bağlayıcılığındaki zayıflık sorunu değil, düpedüz “hukuk” kavramının varlığındaki zayıflıktır. Nitekim bu makalede açıklandığı gibi, Türkiye’de bu kavramın kendisiyle ifade edildiği “hukuk” kelimesi oldukça genç, şunun şurasında 170 yaşında bir kelimedir. Kelimenin yeniliği, kavramın yeniliğini gösterir. Türkiye Batılı anlamda “hukuk” kavramıyla 170 yıl kadar önce karşılaşmıştır. Türkçede içinde “hukuk” kelimesinin geçtiği bir atasözünün veya deyimin olmaması olgusunun düşündürttüğü gibi, Türkiye’de henüz “hukuk” kavramı tam olarak sindirilmemiş olabilir.
Bununla birlikte umutsuzluğa kapılmamak gerekir. 170 yıllık bir zaman dilimi, bir millet hayatında uzun bir zaman değildir; ama yeni bir başlangıç için yeterli bir zamandır. Bulunduğu bölgede Batılı hukuk kavramıyla ilk karşılaşan ve bu yeni kavramı anlayıp buna bir kelime üreten (daha doğrusu mevcut “hukuk” kelimesini yeni bir anlamda kullanan) ilk millet Türkler olmuştur. Yine Türkler kendilerine yabancı olan Batı hukukunu benimsemiş, mevcut hukuk sistemlerine göre daha ileri bir hukuk sistemi kurmaya çalışmışlardır. Bu açıdan komşuları Araplardan, Farslardan ve bazı bakımlardan da Ruslardan çok daha ileridirler.
Önce kelimeler, sonra bu kelimelerle ifade edilen kavramlar yerleşir. Türkiye’de bugün hukuk kelimesi, mükemmel bir şekilde yerleşmiştir. Hukuk kavramı da elbet bir gün yerleşecektir. Ancak bu yerleşme hiçbir zaman kendiliğinden olmuyor; hukuku her gün, kesintisiz olarak, başta yöneticiler olmak üzere, onu ihlâl eden herkese karşı yılmadan savunmak gerekiyor. Hukuk böyle yerleşecek!
1 Ağustos 2019