“Anayasal konulara hukukî açıdan yaklaşılabileceği gibi, tarih, siyasal bilim, siyasal felsefe açılarından da yaklaşılabilir ve yaklaşılmalıdır da. Ancak bu değişik yaklaşım biçimleri, anayasa hukuku adı altında yapılmamalıdır. Her bilim dalının kendine has bir yöntemi vardır. Bir çalışmada bu yöntemlerin bir karmasının yapılmasının bir yararı yoktur; dahası metodolojik bakımdan sakıncalıdır da. Kaldı ki, tarih, siyasal bilim ve felsefe formasyonundan mahrum olan bir hukukçunun anayasa hukukunda yöntem bağdaştırmacılığına gitmesi, onu kötü bir tarihçi, kötü bir siyasal bilimci, kötü bir felsefeci yapmaktan öteye götürmez. Anayasa hukukçularının görevi, amatör tarihçiler, ikinci sınıf siyasal bilimciler, vasat felsefeciler olmak değil, birinci sınıf hukukçular olmaktır. Bunun için de anayasa hukukçuları kendi içlerine kapanmalı, kendi uzmanlık alanlarıyla yetinmelidirler.
O halde anayasa hukuku doktrini yabancı unsurlardan arınmalıdır. Buna hukukun genel teorisinde “saflık (pureté)” denmektedir. Anayasa hukuku kendisine yabancı tüm unsurlardan kurtulmalı, “saf (pure)” olmalıdır. Anayasa hukukunun saf teorisi, anayasal konuların siyasal bilim ile, tarih ile, felsefe ile ilgisini inkâr etmez; ama kendi özünü belirsizleştiren bu metot bağdaştırmacılığına (syncrétisme) karşıdır.
Anayasa hukukunun saf teorisi, ne anayasa koyucunun amaçlarından, ne de toplumsal grupların çıkarlarından etkilenmelidir. Özetle, anayasa hukukunun saf teorisi, pozitif anayasa hukukunun yapısını tahlil etmeli; ama bu hukukun oluşumunda rol oynayan toplumsal, ekonomik ve siyasal koşulları dikkate almamalıdır”.
“Anayasa hukukçularının görevi, kurucu iktidara veya kanun koyucuya akıl vermek değil, onların koyduğu normların tasvirini yapmaktan ibarettir”.