Bu kitabın 23 ve 24’üncü baskılarında, Cumhurbaşkanının cezaî sorumluluğuna ilişkin 21 Ocak 2017 tarih ve 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunuyla getirilen yeni sistemin, Cumhurbaşkanının hem göreviyle ilgili suçlarını, hem de kişisel suçlarını kapsadığı görüşünü savunmuştum.
Gerçekten de Anayasamızın 105’inci maddesinin yeni şeklinin ilk fıkrasında isnat edilen suçun niteliğine ilişkin bir ayrım yapılmaksızın “Cumhurbaşkanı hakkında, bir suç işlediği iddiasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilir” denmektedir.
Ubi lex non distinguit, nec nos distinguere debemus (kanunun ayrım yapmadığı yerde bizim de ayrım yapmamamız gerekir). Dolayısıyla yeni sistemde Cumhurbaşkanının cezaî sorumluluğunun göreviyle ilgili suçlar ile kişisel suçları arasında ayrım yapılmadan düzenlendiği söylenebilir.
Zaten 105’inci maddenin yeni şeklinin gerekçesinde de bu husus açıkça belirtilmişti. Bu nedenle bu kitabın 23 ve 24’üncü baskılarında Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı da yargılanabilmesi için TBMM’nin üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alınması gerektiği ve Cumhurbaşkanının Yüce Divanda yargılanması gerektiğini yazmıştım.
Ancak Dr. Taylan Barın’dan aldığım 4 Ocak 2020 tarihli bir e-posta sayesinde durumu değerlendirirken Anayasamızın 148’inci maddesinin altıncı fıkrası hükmünü gözden kaçırdığımı fark ettim [1]. Bu fıkradan yola çıkarak aksi bir sonuca ulaşılabilir. Zira Anayasamızın 148’inci maddesinin altıncı fıkrasında “Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, … görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar” denmektedir.
Bu hükümde 21 Ocak 2017 tarih ve 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunuyla yapılmış bir değişiklik yoktur. Kişisel suçlarından dolayı Cumhurbaşkanı TBMM tarafından Anayasa, m.105/1 uyarınca Yüce Divana sevk edilse bile Anayasa Mahkemesi, m.148/6’ya uyarınca görevsizlik kararı vermek zorundadır. 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanununu yapanların Cumhurbaşkanın kişisel suçları için de Yüce Divanda yargılanmasını istediklerinden şüphe yoktur; ancak bunun için Anayasa, m.148/6’da değişiklik yapmaları gerekirdi ki, anlaşıldığı kadarıyla, bunu yapmayı unutmuşlardır.
Sonuç olarak Anayasa, m.105/1 ile m.148/6 arasında çatışma olduğunu söyleyebiliriz.
Bu çatışma nasıl çözümlenir?
a) Bu çatışma, “lex superior derogat legi inferiori (üst kanun alt kanunu ilga eder)” prensibi uyarınca çözümlenemez. Çünkü bu maddeler arasında hiyerarşi yoktur; her iki madde (m.105/1 ve m.148/6) de aynı Anayasanın maddeleridir. O hâlde çatışmayı lex posterior ve lex specialis prensiplerine göre çözmeye çalışmak gerekir.
b) Bu çatışmayı çözmek için “lex posterior derogat legi priori (sonraki kanun önceki kanunu ilga eder)” prensibi esas alınırsa, m.105/1’in dediğine itibar etmek gerekir; çünkü m.105/1 “sonraki kanun”, m.148/6 ise “önceki kanun” niteliğindedir. Malum, m.105/1'in yürürlük tarihi 2018; m.148/6 ise 1982'dir.
c) Buna karşılık bu çatışmayı çözmek için “lex specialis derogat legi generali (özel kanun genel kanunları ilga eder)” prensibi esas alınırsa, m.148/6’nın dediğine itibar etmek gerekir. Çünkü m.148/6, m.105/1 karşısında “özel hüküm” niteliğindedir. Zira m.105/1’de “görev suçları-kişisel suçlar” ayrımı yapılmaksızın “bir suç”tan bahsedilirken m.148/6’da ayrım yapılmakta, Cumhurbaşkanının sadece “göreviyle ilgili suçları” için düzenleme yapılmaktadır. Yani m.148/6’in kapsamı, m.105/1’e göre daha dardır; m.148/6, m.105/1 karşısında özel hükümdür. Dolayısıyla m.148/6 “önceki tarihli özel kanun”, m.105/1 ise “sonraki tarihli genel kanun”dur.
Çatışmayı hangi prensibe göre, “lex posterior (sonraki kanun)” prensibine göre mi, yoksa “lex specialis (özel kanun)” prensibine göre mi çözmemiz gerekir?
Hukukun genel teorisinde sonraki tarihli genel kanun ile önceki tarihli özel kanun arasında çatışma olduğunda, bu çatışmanın önceki tarihli de olsa, özel kanun lehine çözümlenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Yani hukukun genel teorisinde önceki tarihli özel kanunun, sonraki tarihli genel kanun ile yürürlükten kaldırılamayacağı kabul edilir. Bu husus, “generalis clausula non porrigitur ad ea quae antea specialiter sunt comprehensa (genel hüküm, önceki özel hükümle düzenlenen şeyleri sona erdirmez)” özdeyişiyle ifade edilir (Bu konuda bkz. Kemal Gözler, Hukuka Giriş, Bursa, Ekin, 16. Baskı, 2019, s.397-398).
Bu sonuncu prensibe göre ise, Anayasa, m.105/1 ile m.148/6 arasındaki çatışmayı m.148/6 lehine çözmek gerekir. Çünkü m.148/6, yukarıda açıklandığı gibi, önceki tarihli de olsa özel hüküm niteliğindedir.
Sonuç olarak, bu prensipten hareket ederek, Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı Yüce Divanda yargılanamayacağını, bu tür suçlarından dolayı, 2017’den önce olduğu gibi, genel usûllere göre, genel mahkemelerde yargılanması gerektiği söylenebilir.
Biz de kitabımızın 23 ve 24'üncü baskılarında da Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı meclis soruşturması ve Yüce Divanda yargılanması usûlünü şiddetle eleştirmiş ve şu soruyu sormuştuk: “Cumhurbaşkanının kişisel suçları için neden 600 üyeli TBMM ve 15 üyeli özel bir mahkeme olan Yüce Divan meşgul edilmektedir? Bunda nasıl bir kamu yararı vardır?” (Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin, 24. Baskı, 2019, s.340). Şüphesiz ki, 1924 Anayasasında (m.41) olduğu gibi ve keza 1982 Anayasasının 106’ncı maddesinin 10’uncu fıkrasında Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanlara tanındığı gibi, Cumhurbaşkanına kişisel suçlarından dolayı yasama dokunulmazlığı benzeri bir dokunulmazlık tanınabilirdi.