2019 yılında makalelerimi akademik dergilere göndermedim. Makalelerimi sadece anayasa.gen.tr veya idare.gen.tr’de yayınladım. Bundan sonra da akademik dergilere makale göndermeyeceğim. Bu tavrım, Türkiye’de akademik dergi yayıncılığına karşı bir protesto ve bir meydan okumadır. Türkiye’de akademik dergiler üzerinde hakimiyet kuranlara şunu göstermek istiyorum: Devir değişti. Artık bir yazarı, onun makalelerini dergilerinizde yayınlamayarak susturamazsınız.
* * *Bu kitapta yer alan 30 küsur makale, zaten 2019 yılında, internet ortamında yayınlandı ve her biri aslında okunacağı kadar okundu. Ancak buna rağmen bu makalelerin sadece internet ortamında kalmasına gönlüm elvermedi. Kalıcı olmaları ve derli toplu bir arada bulunmaları bakımından makalelerimin bir kitapta toplanmasında yarar gördüm. Böylece bu kitap ortaya çıktı.
* * *Bu kitaptaki makalelerin neredeyse hepsi bela çekmeye aday makaleler. Makalelerden bazıları doğrudan doğruya ülkedeki siyasî iktidarın şiddetli bir eleştirisi niteliğinde. Bazılarında ise isim vererek bazı kişi ve kurumlar eleştiriliyor. Türkiye’de genel eleştiri yapma geleneği az ya da çok varsa da, isim belirterek eleştiri yapma geleneği yoktur. Türkiye’de sanki sistemi uzaydan gelenler kurdu ve onlar işletiyor gibi isim belirtmeden genel olarak sistem eleştirilir. Eleştirilmesi gereken kişilerin isimleri gizlenir. İsim verdiğinizde şimşekleri üzerinize çekersiniz. Türkiye’de isim vererek eleştiri yapmak, ateşle oynamak kadar tehlikelidir.
Aslında bu makaleleri yazmaya hiç mi hiç ihtiyacım yok. Meslek olarak bunlara ihtiyacım yok; zaten emekliyim. Yazar olarak da bunlara ihtiyacım yok; zaten yayınlanmış pek çok kitabım ve makalem var. Kişisel olarak bu makalelerin bana sağlayacağı bir yarar yok.
Diğer yandan belirtmek isterim ki, esasen, hiç de siyasete ilgi duyan biri değilim. 2011 yılına kadar, bazı seçimlerde sandığa gidip oy dahi kullanmadım. Siyasî konularda yazmamayı prensip edinmiş biriydim. Şimdi siyasî iktidarı en çok eleştiren hukukçulardan biri hâline geldim. Sanıyorum bunun sebebi sadece bende değil; Türkiye’de hâkim olan ve 2010’dan beri yönünü şaşıran siyasî iktidarın kendisinde de aranmalıdır.
Yine Türkiye’de hukukçular arasında en katı pozitivistlerden biri olduğum malum. Bu kitapta topladığım bazı makalelerimin pozitivist teoriyle çeliştiğini iddia edenler oldu. Gerçi ben öyle düşünmüyorum, ama yine de bu makalelerimin öğretisel tutarlılığım için riskli yazılar olduğu söylenebilir. Diğer bir ifadeyle bu makaleler, sadece hukukî güvenliğim açısından değil, aynı zamanda doktrinal bütünlüğüm açısından da mayın tarlasında yazılmış makaleler.
Neden bu riskli yazıları yazdım? Beni bu makaleleri yazmaya iten şey ne?
Bu sorulara verebilecek bir cevabım yok. Neden yazdığımı bilmiyorum.
Bu makaleleri önceden plânlayarak, isteyerek yazmadım. İçimden gelen ses, “yaz” dediği için yazdım. Belki yazmasam, belki sussam, benim açımdan daha iyi olurdu. Ama susamadım. “Neden yazdın” sorusuna verebileceğim nihaî cevap “susamadığım için yazdım” cevabımdan ibarettir. Bunlar susamamanın yazılarıdır. K.G.
Elinizde tuttuğunuz bu kitapta benim 2019 yılında internet ortamında yayınladığım 30 küsur makalemi bulacaksınız. Bu makalelerin yazılış süreci ve bunları bu kitapta toplamamın sebebi konusunda bazı bilgiler vermek isterim.
22 Ağustos 2019 tarihinde www.anayasa.gen.tr’de yayınladığım “Akademik Dergi Yayıncılığı Üzerine Gözlemler ve Eleştiriler” başlıklı makalemde sebeplerini (1) açıkladığım gibi, 2019 yılında makalelerimi akademik dergilere göndermedim ve bundan sonra da Türkiye’de akademik dergilere makale göndermeyeceğim (2).
Benim bu tavrım, Türkiye’de akademik dergi yayıncılığına karşı bir protesto ve bir meydan okumadır. Türkiye’de akademik dergiler üzerinde hakimiyet kuranlara şunu göstermek istiyorum: Devir değişti. Artık bir yazarı, onun makalelerini dergilerinizde yayınlamayarak susturamazsınız.
Hatta onlara şunu söylemek istiyorum: Benim makalelerim sizin dergilerinizdeki makalelerden çok daha fazla okunuyor (3). Benim makalelerim sizin büyük imkanlarla çıkardığınız, arkanıza devletin kurumlarını alarak yayınladığınız dergilerden çok daha fazla ses getiriyor.
Bundan sonra akademik dergiler için makale yazmasam da, hâliyle makale yazmaya, gücüm yettikçe devam edeceğim ve yazdığım makaleleri anayasa.gen.tr veya idare.gen.tr sitelerimde yayınlayacağım.
Bu kitaptaki makaleleri, zaten 2019 yılında, anayasa.gen.tr veya idare.gen.tr sitelerinde açık erişim olarak yayınladım ve bu makalelerin her biri aslında okunacağı kadar okundu. Ancak buna rağmen bu makalelerin kağıt üzerinde de yayınlanmasında şu üç nedenden dolayı yarar olduğunu düşünüyorum: 1. Makalelerin kağıt üzerinde yayınlanmasında kalıcılık bakımından hâliyle yarar vardır. Belki bir gün anayasa.gen.tr ve idare.gen.tr siteleri kapanır ve makalelerim ulaşılamaz olur. 2. Keza bu 30 küsur makalenin derli toplu bir arada bulunmasında da erişilirlik bakımından yarar var. 3. Nihayet, ben dahil eski kuşak akademisyenlerin, bir makaleyi kağıt üzerinde görme, makaleye elle dokunma alışkanlığı vardır. Belki de gerçek sebep şudur: Dijital ortamda yayınladığım makalelerimi kağıt üzerinde de görmek istedim. İşte bu düşüncelerle, 2019 yılında anayasa.gen.tr ve idare.gen.tr sitelerinde yayınladığım makaleleri bir kitapta toplamaya karar verdim. Bu şekilde elinizde tuttuğunuz bu kitap ortaya çıktı.
Anayasa.gen.tr’de veya idare.gen.tr’de 1 Ocak 2019 ile 31 Ocak 2019 tarihleri arasında 35 makale yayınlamışım. Bunların dördünü (4) daha önce 2019 yılının Nisan ayında yayınladığım Fıkıh-Hukuk İlişkisi Üzerine (Bursa, Ekin, 2019, 152 s.) isimli kitabımda kağıt üzerinde yayınlamıştım. Dolayısıyla bunları bu kitaba almadım. Ancak bunlara bu kitapta (s.19-22) birer sayfa ayırarak bunların başlıklarını ve içindekiler kısımları ve keza bunların bibliyografik künyelerini ve ücretsiz olarak okunabilecekleri internet adreslerini verdim. Arzu edenler bu makaleleri adı geçen kitaptan ve ilgili sayfalarda belirtilen internet kaynaklarından okuyabilirler.
Elinizde tuttuğunuz bu kitaba 2019 yılında değil, 2018 yılının Aralık ayında yayınlanmış şu iki makaleyi de aldım:
Zira bu iki makale de esasen 2019 yılında yazdığım makalelerin ruhunu ve genel havasını taşımaktadırlar ve aslında 2019 yılında yazdığım makale serisinin başlangıç makaleleridir. Bir bütünlük olması açısından bu iki makaleyi de bu kitaba aldım. Kitaba, 2019 yılının bitmesinden 9 gün sonra, yani 9 Ocak 2020 tarihinde, www.anayasa.gen.tr’de yayınladığım “Devlet Personel Başkanlığı Web Sitesi Neden Hâlâ Yayında?” başlıklı makaleyi de aldım. Çünkü bu makale, bu kitabın 37’nci makalesi olan “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin Uygulamadaki Değeri: Bir Buçuk Yıllık Bir Bilanço” başlıklı makalenin devamıdır ve onun ayrılmaz bir parçasıdır. Böylece ortaya 38 makale çıktı (Yukarıda açıkladığım gibi daha önce bir kitapta toplandıkları için 3, 4, 5 ve 6’ncı makaleleri tam metin olarak bu kitaba almadım; bu kitapta bunları sadece başlık ve içindekiler olarak verdim).
Kitabın sonuna ayrıca 2013 ve 2014 yılında yazılmış şu üç makaleyi de ekledim:
Son iki makale tam metin olarak kağıt üzerinde yayınlanmamıştı. Onlar da kaybolmasın istedim. Birinci makale (“Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kamil Dilek’e Açık Mektup”) ise, Güncel Hukuk (Ağustos 2013, Cilt 8, Sayı 116, s.61-63) dergisinde yayınlanmıştı. Ama benim için taşıdığı önem nedeniyle, bu kısa yazıyı, ekleriyle birlikte, bu kitabın sonunda yayınlamayı uygun gördüm.
Kitapta makaleleri, anayasa.gen.tr ve idare.gen.tr’deki yayınlanış tarihleri itibarıyla sıraladım. Zira bu makaleler, yayınlandıkları dönem itibarıyla, kendilerine has anlamları ve değerleri olan makalelerdir. Zaten makalelerin bir kısmı da belli bir tarihte, belli bir olay üzerine yazılmışlardır. Birbirinin devamı niteliğinde olan birkaç makalede kronolojik sıralamadan ayrıldım; bunları arka arkaya verdim. Konu olarak benzer veya birbirinin devamı niteliğinde olan bası makaleler belki birleştirilebilirdi. Ancak bunu yapmadım. Çünkü bu makalelerden her biri ayrı bir mücadelenin ürünü.
Ayrıca belirtmek isterim ki, makaleleri, anayasa.gen.tr ve idare.gen.tr’deki hâlleriyle bu kitaba aldım. Makalelerde, bir iki yazım hatasına müdahale dışında, herhangi bir değişiklik, geliştirme ve güncelleştirme yapmadım. Makalelerin sonunda anayasa.gen.tr veya idare.gen.tr’deki yayın tarihlerini belirttim. Her makale o tarihteki durumu gösterir.
Kitapta esas itibarıyla 1 Ocak 2019 ile 31 Aralık 2019 tarihleri arasında yayınladığım makaleler bulunmaktadır. Bu nedenle kitaba önce “Makalelerim 2019” ismini verdim. Ancak bu çok etkileyici bir isimlendirme olmadı. Bu nedenle kitaba etkileyici ve akılda kalıcı bir üst başlık koymakta yarar olduğunu düşündüm. Örneğin 17 Nisan 2017 referandumu öncesinde Anayasa değişikliğine karşı yazdığım makaleleri topladığım kitaba “Elveda Anayasa” üst başlığını koymuştum ve bu kitap bu başlıkla akıllarda yer etti.
Ancak 2019 yılında yazdığım makaleleri topladığım kitaba böyle akılda kalıcı bir üst başlık bulmakta zorlandım. Neticede bu kitaba üst başlık olarak “Türkiye Nereye Gidiyor?” başlığını seçtim. Zira makalelerden bazıları “Hukuk Nereye Gidiyor?”, “Demokrasi Nereye Gidiyor?”, “İlahiyat Nereye Gidiyor” gibi başlıklar taşıyor. Vakıa, bu kitapta toplanan makalelerin neredeyse hepsi, Türkiye’nin yanlış yolda ilerlediği gözlemleyen ve bunu eleştiren makaleler. Diğer yandan kitabın içeriğini yansıtan “Akademi ve Hukuk Üzerine Gözlemler ve Eleştiriler” şeklinde tasvirî bir alt başlık da eklemeyi uygun gördüm. Zira, makalelerin eleştirdiği konular, esas itibarıyla Türkiye’de hukukun ve akademinin durumuna ilişkin. Neticede biraz uzun da olsa şöyle bir başlık ortaya çıktı: “Türkiye Nereye Gidiyor? Akademi ve Hukuk Üzerine Gözlemler ve Eleştiriler (Makalelerim 2019)”.
Bu makaleleri önceden plânlayarak yazmadım. Hatta bu makaleleri yazmayı da pek istemedim. Bu makaleler, bana kendilerini yazdırdılar. Birçoğunu, belli bir olay veya belli bir konu hakkında susmamak, bir iki satır, bir iki paragraflık bir açıklama yapmak, tepkimi dile getirmek için yazmaya başladım. Ortaya on, yirmi ve bazen otuz sayfa uzunluğunda makaleler çıktı.
Bazen de bir makale, diğer bir makaleyi doğurdu. O makaleyi yazdıktan sonra, o konuyla ilgili başka sorunları gördüm; aklıma başka fikirler takıldı. O konuda yazmak ihtiyacını hissettim. Aşağıda makaleleri okurken göreceğiniz gibi bazı makaleler birbirinin devamı niteliğinde olan makalelerdir.
* * *Güzel bir makale, nasıl bir çırpıda okunan makaleyse, aynı şekilde, güzel bir makale bir çırpıda yazılan makaledir. İyi bir makale bir oturuşta yazılır ve bir oturuşta okunur. Keza ince eleyip sık dokumadan, yazarın ağzından ilk çıktığı gibi kaleme alınan makale, en etkileyici olan makaledir.
Yazarlar bazen çok zaman ayırarak, uğraşa uğraşa, bazen de bir çırpıda yazarlar. Ben bu makalelerde oldukça şanslıydım. Makalelerin neredeyse hepsini çok hızlı bir şekilde, adeta koşa koşa yazdım. Makalelerin çoğunluğunun yazmasını tek bir günde bitirdim. Hatta sabah başlayıp öğlene kadar bitirdiğim makaleler oldu. Hâliyle, “İlâhiyat Nereye Gidiyor?”, “Akademinin Değersizleşmesi Üzerine” gibi istatistiksel verilerle desteklenen makalelerde, söz konusu istatistiklere ulaşmak, bunları derlemek, yorumlamak, bunlar arasında karşılaştırma yapmak ve bu istatistiklerdeki verileri anlamlı bir bütün içinde sunmak için ayrıca uğraştım ve bu iş benim çok zamanımı aldı. “'Hukuk' Kelimesi Kaç Yaşında?”, “'İslâm Hukuku' Terimi Kaç Yaşında?” gibi literatürün yoğun olarak kullanıldığı makalelerin yazımı da ayrı bir araştırma gerektirdiğinden çok zamanımı aldılar. Çok zamanımı olan bu makalelerin dahi ana metinlerini bir oturuşta yazdığımı, en azından kurgularını bir çırpıda oluşturduğumu söyleyebilirim.
* * *Ancak bir çırpıda yazdığım bu makaleleri budamak için çok uğraştım. Bu kitapta yer alan bütün makaleler, çok yoğun bir otosansürden geçmiştir. Bir günde yazdığım makaleyi sansürlemek için iki üç gün uğraştım. Sert ifadeleri yumuşattım. Başıma iş açacak, gözlemlerimi, görüşlerimi ve iddialarımı değiştirdim veya tümden çıkarttım.
Bu kitapta bulunan makaleler, özellikle ilk hâlleri itibarıyla, sadece bilgi ve akılla değil, aynı zamanda duyguyla yazılmış makalelerdir. Her bir makalede, önce içimden gelen ses ne diyorsa onu yazdım. Ama daha sonra yazdıklarımı otosansürden geçirdim. Bu otosansürün sonucunda makalelerimin üslûbundan, akıcılığından, etkileyiciliğinden çok şey kaybettiğinden eminin; ancak argümantasyon gücünden bir şey kaybetmediğini umarım.
Neden otosansüre gittim? Vakıa, bu makaleler, zor zamanların makaleleri. Vakıa bu ülkede, bir korku atmosferi hüküm sürüyor ve gün geçtikçe de yoğunlaşıyor. Bu ülkede yaşayan biri olarak ben de bu atmosferden muaf değilim (5).
Bu makalelerde incelenen konular, araziye gizlenmiş mayınlar gibi tehlikeli konulardır. Bu makalelere son hâllerini verirken ve yayınlarken bir mayın tarlasında ilerliyormuş gibi dikkatli ve tedbirli davrandım.
Bu kitaptaki makalelerin neredeyse hepsi bela çekmeye aday makaleler. Makalelerden bazıları doğrudan doğruya ülkedeki siyasî iktidarın şiddetli bir eleştirisi niteliğinde. Bazılarında ise isim vererek bazı kişi ve kurumlar eleştiriliyor. Türkiye’de genel eleştiri yapma geleneği az ya da çok varsa da, isim belirterek eleştiri yapma geleneği yoktur. Türkiye’de sanki sistemi uzaydan gelenler kurdu ve onlar işletiyor gibi isim belirtmeden genel olarak sistem eleştirilir. Eleştirilmesi gereken kişilerin isimleri gizlenir. İsim verdiğinizde şimşekleri üzerinize çekersiniz. Türkiye’de isim vererek eleştiri yapmak, ateşle oynamak kadar tehlikelidir.
Aslında bu makaleleri yazmaya hiç mi hiç ihtiyacım yok. Meslek olarak bunlara ihtiyacım yok; zaten emekliyim. Yazar olarak da bunlara ihtiyacım yok; zaten yayınlanmış pek çok kitabım ve makalem var. Kişisel olarak bu makalelerin bana sağlayacağı bir yarar yok.
Diğer yandan belirtmek isterim ki, esasen, hiç de siyasete ilgi duyan biri değilim. 2011 yılına kadar, bazı seçimlerde sandığa gidip oy dahi kullanmadım. Siyasî konularda yazmamayı prensip edinmiş biriydim. Şimdi siyasî iktidarı en çok eleştiren hukukçulardan biri hâline geldim. Sanıyorum bunun sebebi sadece bende değil; Türkiye’de hâkim olan ve 2010’dan beri yönünü şaşıran siyasî iktidarın kendisinde de aranmalıdır.
Yine Türkiye’de hukukçular arasında en katı pozitivistlerden biri olduğum malum. Bu kitapta topladığım bazı makalelerimin pozitivist teoriyle çeliştiğini iddia edenler oldu. Gerçi ben öyle düşünmüyorum, ama yine de bu makalelerimin öğretisel tutarlılığım için riskli yazılar olduğu söylenebilir. Diğer bir ifadeyle bu makaleler, sadece hukukî güvenliğim açısından değil, aynı zamanda doktrinal bütünlüğüm açısından da mayın tarlasında yazılmış makaleler.
Neden bu riskli yazıları yazdım? Beni bu makaleleri yazmaya iten şey ne?
Bu sorulara verebilecek bir cevabım yok. Neden yazdığımı bilmiyorum.
Bu makaleleri önceden planlayarak, isteyerek yazmadım. İçimden gelen ses, “yaz” dediği için yazdım. Belki yazmasam, belki sussam, benim açımdan daha iyi olurdu. Ama susamadım. “Neden yazdın” sorusuna verebileceğim nihaî cevap “susamadığım için yazdım” cevabımdan ibarettir. Bunlar susamamanın yazılarıdır.
Gündüz susmayı başardıysam, gece başaramadım. İçimden gelen ses hep “yaz” dedi. Adeta yazdıklarımı rüyamda gördüm. Sabah uyandığımda makalede yazacağım bütün fikirler sırasıyla aklımdaydı; bütün cümleler dudaklarımın ucundaydı; ben de klavyenin başına geçip bunları yazıya aktardım.
Makalelerim bir etki yarattı mı? Hâliyle bir makalenin doğurduğu etkiyi ölçmek çok zor. Keza bu soruyu makalenin yazarına sormak da çok anlamlı değil. Bununla birlikte makalelerimin, okuyucu kitlesinde belli bir ilgiyle karşılandığını söyleyebilirim. Malum Türk toplumu, seyretmeyi ve dinlemeyi sevdiği oranda okumayı seven bir toplum değil. Türkiye’de 20-30 sayfalık bir makaleyi okuma sabrını gösterecek okuyucu sayısı çok fazla değildir.
Makalelerin doğurduğu etkiyi ölçmek zor olsa da makalelerin artık kaç kişi tarafından okunduğunu bilmek mümkün. Google Analytics (https://analytics. google.com/analytics/web/...) aracılığıyla hangi makalemin kaç kişi tarafından okunduğu (daha doğrusu makalenin bulunduğu web sayfasının görüntülenme sayısı) bilgisine ulaşmam mümkün oluyor. 5 Aralık 2018 ile 10 Şubat 2020 tarihleri arasında en çok okunan dört makalemin okunma sayıları şöyledir:
Muhtemelen makalelerimin etkisi üzerinde içinde bulunduğumuz korku atmosferinin de bir katkısı oldu. Bu atmosfer yüzünden Türkiye’de benim yazdığım konularda pek bir makale yazılmıyor veya yazılamıyor. Dolayısıyla herkesin sustuğu yerde sözün değeri artıyor.
Makalelerimde oldukça tartışmalı konularda ileri sürdüğüm görüşler var. Makalelerimde pek çok kişi ve kurumu isim vererek eleştirdim. Bu makalelere karşı sert tepkiler gelmesi, makalelerime karşı pek çok cevap veya eleştiri makaleleri yazılması beklenirdi.
Makalelerimin sadece dördüne karşı cevap, eleştiri veya inceleme yazısı yazıldı. Diğerlerine karşı ise bir tepki gelmedi. Önce tepki gelen makaleleri görelim:
Benim makalelerime önem verip, bunlara cevap veren veya benim başlattığım tartışmayı devam ettiren yazarlara teşekkür ederim.
* * *Makalelerimle ilgili olarak sosyal medyada yapılan bazı paylaşımları ve bana gönderilen bazı e-postaları bir yana bırakırsak, yukarıda saydığım dört makalem dışında, geri kalan makalelerime, en azından benim görebildiğim kadarıyla, verilen bir cevap olmadı. Oysa bu makalelerin pek çoğunda isim vererek kişi ve kurumlara çeşitli eleştiriler yönelttim; bu kişi ve kurumlar hakkında somut örnekler vererek çeşitli iddialarda bulundum. İsmi geçen kişi ve kurumların kendileri hakkında ileri sürdüğüm iddialara cevap vermelerini, iddialarda belirttiğim hususların doğru olmadığını söylemelerini beklerdim. Cevap vermemeyi, susmayı tercih ettiler. Örnekler:
Niçin adı geçen kişi ve kurumlar cevap vermiyor?
Benim yazılarımdan haberleri mi yok? Yazılarımı önemsemiyorlar mı? Yoksa verecek cevapları mı yok?
Geçmişte benzer durumda kendileriyle ilgili yazı yazdığım kişiler benim hakkımda cumhuriyet savcılıklarına şikayette bulunup, dava açtırıyorlar veya en azından sulh ceza hakimliklerine başvurarak ilgili yazımın yayınladığı internet sayfalarının erişimine engelleme getirtiyorlardı.
Yazılarımın muhatapları artık yazılarıma karşı susma yolunu seçtiler. Ne var ki susmaları, gerçekte yazılarıma karşı tepki duymadıkları anlamına gelmiyor. Bu ülkede tepki, samimî ve kamuya açık bir şekilde değil, sinsice gösterilir (38).
Oysa eleştiriye eleştiriyle cevap vermek gerekir. Ben düşüncelerimi samimî ve açık bir şekilde dile getirdim; makalelerimi kendi imzamla kendi sitemde yayınladım. Aynı şekilde, beni eleştirenler de, kendi isimlerini saklamadan ortaya çıkıp eleştirilerini kamuya açık bir şekilde dile getirmelidirler.
Eleştirilere zamanında açık bir şekilde tepki verilmemesi, tepki vermeyenlerin içinde öfke ve kin birikmesine yol açıyor (39). Türkiye’de adeta bir kin biriktirme kültürü var. Bu kültür ülkenin entelektüel hayatını zehirliyor. Eleştiriden korkmamak lazım. Eleştiri haksız ise, eleştirinin muhatabı ortaya çıkıp, eleştiren kişiye açıkça, “hayır yanılıyorsunuz, bu doğru değil, doğrusu şu” demeli. Eleştiriye verilen cevap tatmin edici değil ise, ilk eleştirin sahibi de cevabın neden tatmin edici olmadığını açıklamalıdır. Hakikate ancak böyle, yani, eleştiri-karşı eleştiri yoluyla ulaşılır. Pek çok yazımda zikrettiğim özdeyişi bir kez daha zikredeyim: “Barika-ı hakikat, müsademe-i efkardan çıkar (gerçeğin ışığı, düşüncelerin çarpışmasından doğar)”.
Önsözün sonuna geldim. Bu makalelerin yazılması ve yayınlanması sürecinde bana yardımcı olan arkadaşlarım oldu.
Her zaman olduğu gibi Sibel Yılmaz, Salih Taşdöğen ve Yahya Berkol Gülgeç, makalelerimin düzeltmelerini fedakarca yaptılar. Üstelik çoğunlukla bu düzeltmeleri, çok acil olarak çok kısa bir sürede yaptılar. Onlara birkaç makalenin düzeltilmesinde Emrah Şimşir de katıldı. Düzeltme yapan arkadaşlarımın yaptıkları katkı, basit düzeltmelerden ibaret kalmadı; içerikte tutarsız olarak gördükleri yerleri de bana bildirdiler; bazen de konuyla ilgili bazı görüş, öneri ve eleştirilerini benimle paylaştılar. Yahya’ya, Salih’e, Sibel’e ve Emrah’a çok teşekkür ediyorum.
Değerli meslektaşım Veysel Dinler, “İlâhiyat Nereye Gidiyor? (2) İlâhiyatta Yüksek Lisans ve Doktora Sayıları Hakkında Gözlemler” ve “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin Uygulamadaki Değeri” başlıklı makalelerimi okudu. Bu iki makaleyi hem düzeltti, hem de içeriğe ilişkin bazı gözlem ve eleştirilirini dile getirdi. Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Teşekkür borcu olduğum kişiler arasında değerli dostum avukat Metin Kayaçağlayan önemli bir yer tutuyor. Makalelerimin tamamını veya benim istediğim kısımlarını, büyük bir özveriyle okudu ve uygulamada çalışan deneyimli bir hukukçu gözüyle inceledi. Yazdıklarımın bir davaya konu olup olamayacağını veya davaya konu olursa bunları nasıl savunabileceğimizi değerlendirdi. Çoğunlukla sayın Kayaçağlayan’ın önerilerine uydum; makalelerin bazı yerlerini çıkardım; bazı yerlerini yeniden kaleme aldım. Değerli dostum Kayaçağlayan’ın yaptığı değerlendirmeler bana güven verdi; onun incelemesinden geçen makalelerimi gönül rahatlığıyla yayınladım. Bu arada özellikle belirtmek isterim ki, Metin Kayaçağlayan, makalelerimin sadece hukukî risk analizini yapmakla yetinmedi, aynı zamanda makalelerimin genel uygunluğunu denetledi; makalelerimdeki zayıf, tutarsız veya aşırı yanları bana gösterdi. Değerli dostum Metin Kayaçağlayan’a yaptığı bütün katkılar için çok teşekkür ediyorum.
Hâliyle makalelerimdeki hataların ve kusurların sorumluluğu, yukarıda isimlerini zikrettiğim arkadaşlarıma değil, bana aittir. 15 Şubat 2020. K.G.