“Dava belgeleri” terimiyle, başta iddianameler, taraf dilekçeleri, bilirkişi raporları olmak üzere dava dosyasında bulunan her çeşit belgeyi kastediyorum. Hâliyle duruşma tutanakları ve mahkeme kararları da birer dava belgesidir; hem de evleviyetle.
Dava belgeleri yayınlanabilir mi?
Bu soruyu dava belgelerinin bir kısmı olan duruşma tutanakları ve mahkeme kararları için dün yayınladığım “Mahkeme Kararlarının Yayınlanması Sorunu” başlıklı makalemde incelemiştim [1]. Şimdi aynı sorunu, duruşma tutanakları ve mahkeme kararları dışında kalan dava belgeleri için inceleyeceğim [2].
Öncelikle neden böyle bir ayrım yaptığımı, neden iki ayrı makaleyle konuyu incelediğimi açıklayayım. Duruşma tutanaklarının ve mahkeme kararlarının yayınlanması sorunu gerçekte çok da tartışma gerektirmeyen basit bir sorundur. Önceki makalemde de yazdığım gibi bu sorunun basit ve kolay bir cevabı vardır: Evet, duruşma tutanakları ve mahkeme kararları yayınlanabilir.
Ancak duruşma tutanakları ve mahkeme kararları dışında kalan dava belgelerinin yayınlanıp yayınlanamayacağı sorunu, yukarıdaki sorun gibi basit bir sorun değildir; bu sorunun ayrıca tartışılması gerekmektedir. Zira bu soruna cevap verirken, çoğunlukla birbiriyle çatışan pek çok değişkeni dikkate almak gerekmektedir.
* * *Önce makalenin plânını vereyim:
Bu soruları tek tek tartışmaya geçmeden önce genel olarak bir hususu belirtmek isterim.
Bir Gözlem.- Dün yayınladığım “Mahkeme Kararlarının Yayınlanması Sorunu” başlıklı makalemde ayrıntılarıyla açıkladığım gibi, “duruşma tutanakları ve mahkeme kararları yayınlanabilir mi” sorusuna verilen cevap, duruşmaların kapalı yapılmasına karar verilmiş olup olmamasına göre değişir. Kapalılık kararı verilmiş ise duruşma tutanağı yayınlanamaz. Keza böyle bir duruşmada sunulmuş, okunmuş, tartışılmış bir bilirkişi raporu da yayınlanamaz. Keza aynı duruşmada sunulmuş, okunmuş, tartışılmış bir taraf beyanı da yayınlanamaz. Aynı şey, Ceza Muhakemesi Kanununun 187’nci maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülmüş olan açık duruşmaların içeriğinin kısmen veya tamamen yayınlanmasının mahkeme tarafından yasaklanması durumu için de geçerlidir. Bu durumda yasaklama kararının ilgilendirdiği ve gerektirdiği miktarda bilirkişi raporları ve taraf dilekçeleri ve sair belgeler yayınlanamaz. Bu konuda tartışmalar için dünkü makalemde duruşma tutanakları ve mahkeme kararlarının yayınlanmasına ilişkin yapılan açıklamalara bakılabilir; bu açıklamalar kıyasen bilirkişi raporları ve taraf dilekçelerine de uygulanabilir.
Dolayısıyla benim burada bilirkişi raporları, taraf dilekçeleri ve diğer belgelerin yayınlanması konusunda yaptığım açıklamalar, prensip olarak, duruşmaları açık yapılmış veya içeriğin yayınlanmasının yasaklanması kararı alınmamış davalar için geçerlidir.
Duruşmaları açık yapılmış ve keza duruşmanın içeriğinin yayınlanması yasaklanmamış bir davada sunulan bilirkişi raporları prensip olarak yayınlanabilir niteliktedir. Zira bilirkişi raporları da yargılamanın alenîliği prensibinin cari olduğu bir sistemde dosyaya sunulmuşlardır ve bunlar delil değerinde olabilirler ve hükme esas alınabilirler.
Bununla birlikte bilirkişi raporlarının yayınlanması konusunu, bu yayının kimin tarafından yapılacağı açısından ikiye ayırıp incelemek gerekir. Çünkü bilirkişi raporlarının sahipleri tarafından yayınlanması ile başkaları tarafından yayınlanması arasında fikir ve sanat eserleri hukuku bakımından fark vardır.
Davada verilmiş bir kapalılık kararı veya içeriğin yayınlanmasının yasaklanması kararı yoksa, bilirkişi raporları sahipleri tarafından yayınlanabilir. Burada tartışılması gereken bir sorun yoktur.
Keza bilirkişi raporları sahipleri tarafından yayınlanırken bilirkişi raporundan, raporunun sunulduğu davanın dosya numarası, mahkeme ve hâkim ismi ve keza taraf bilgilerinin çıkarılmasına gerek yoktur. Hâliyle bilirkişinin kendisi, arzu ederse bu bilgileri çıkarabilir.
Bilirkişi raporlarının yayınlanması konusunda asıl sorun, bu raporların başkaları tarafından yayınlanmasındadır.
Hâliyle davanın tarafları, davada sunulmuş olan bilirkişi raporlarını yayınlamaya ihtiyaç duyabilirler. Özellikle hükme esas alınmış bir bilirkişi raporunun gerçeğe aykırı olduğunu düşünen taraf, bilirkişi raporunu kamuoyunun bilgisine sunmak ister. Bu isteği meşru bir istektir. Gerçekten de bilirkişi raporları hükme esas alınabilir ve hükmün yayınlanması ve eleştirilmesi konusunda da davanın taraflarının ve herkesin hakkı vardır. Kamuoyu denetimi de böyle gerçekleşir.
Ancak bilirkişi raporunun sahibinin rızası dışında yayınlanması, raporun sahibi olan bilirkişinin fikrî haklarını ihlâl edebilir. O nedenle, bilirkişi raporlarının başkaları tarafından yayınlanıp yayınlanamayacağı konusunda, öncelikle bir “ön sorun” olarak bilirkişi raporlarının bir “fikrî eser” olup olmadığı sorununu açığa kavuşturmak gerekir. Çünkü bilirkişi raporlarının birer “fikrî eser” oldukları kabul edilirse, bunları yayınlama hakkı, prensip olarak, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca eser sahibi sıfatıyla bunları yazan bilirkişilere ait olur.
Ön Sorun: Bilirkişi Raporları Birer “Fikrî Eser” midir?- 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda “eser”, “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır (m.1/B-1-a). Bu tanıma göre fikrî eser olmanın iki temel şartı vardır: “Sahibinin hususiyetini taşıma” ve “FSEK, m.1/B’de sayılan eser kategorilerinden birine girme”.
a) Sahibinin Hususiyetini Taşıma.- Bilirkişi raporları prensip olarak sahibinin hususiyetini taşırlar. Esasen her fikrî çalışma, bir makine tarafından yapılmadığına göre, kaçınılmaz olarak sahibinin özelliğini yansıtır; çünkü sahibinin zihninin ürünüdür. Aynı konuda olsa ve aynı sonuca ulaşsa bile, rakamlarla veya işaretlerle değil, cümlelerle kaleme alınan her bilirkişi raporu, metin olarak kaçınılmaz olarak birbirinden az ya da çok farklıdır. Belki istisnaen bazı fennî ve teknik konulardaki hazırlanmış sadece bir formun veya şablonun doldurulmasından veya laboratuar tahlil sonucundan ibaret bilirkişi raporlarının sahibinin hususiyetini taşımadığı ve dolayısıyla bunların fikrî eser olmadıkları söylenebilir.
b) FSEK, m.1/B’de Sayılan Eser Kategorilerinden Birine Girme.- Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, m.1/B-1-a’da, eseri, “ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır. Buradaki saymanın numerus clausus sayma olduğu kabul edilir [3]. Bilirkişi raporlarının “musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri” ve keza “edebiyat eserleri” kategorisine girmeyeceği açıktır. Bilirkişi raporlarının “ilim eserleri” kategorisine gireceği söylenebilir. Görebildiğim kadarıyla fikir ve sanat eserleri hukukunda eser kategorileri ve özellikle de “ilim eserleri” kategorisi oldukça geniş bir şekilde yorumlanmaktadır.
Bilirkişi raporlarının birer “fikrî eser” oldukları kabul edildikten sonra, bilirkişi raporlarının başkaları tarafından yayınlanıp yayınlanamayacağı sorusunu tekrar sorayım: Birer “fikrî eser” olan bilirkişi raporları başkaları tarafından yayınlanabilir mi? Bu konuda iki değişik görüş ileri sürülebilir:
Bilirkişi raporları birer “fikrî eser” olduklarına göre bunları yayınlama hakkı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca eser sahipleri olan bilirkişilere aittir. Dolayısıyla bilirkişi raporları, eser sahipleri dışındaki kişiler tarafından yayınlanamazlar. Fikir ve sanat eserleri hukuku bakımından ulaşılması gereken sonuç budur.
Bilirkişi raporları, birer “fikrî eser” olarak kabul edilseler bile, bunlar üzerinde sahiplerine mutlak bir hak tanınamayacağı ileri sürülebilir. Bu görüşe göre, bilirkişi raporları, eleştiri maksadının haklı göstereceği nispette ve malî çıkar elde etme maksadı dışında sahiplerinin izni olmaksızın yayınlanabilir. Bu görüş lehine şu argümanlar ileri sürülebilir:
a) Bilirkişi raporları, eser sahibinin sübjektif evreninde kendi inisiyatifiyle yarattığı eserler değildir. Zira, bilirkişi raporları, hâkim tarafından yapılan görevlendirme sonucunda yazılırlar. Bilirkişiler, raporu kendilerine verilen bir kamu görevi dahilinde hazırlarlar. Bilirkişilerin bilirkişi raporu üzerindeki haklarının kapsamı değerlendirilirken bu husus dikkate alınmalıdır.
b) HMK, m.270’te sayılan ve mahkeme tarafından bilirkişi olarak görevlendirilen kişiler için bilirkişilik zorunludur. Bilirkişiler ancak hâkimler hakkındaki yasaklılık sebeplerinden dolayı görevden alınma talebinde bulunabilir (HMK, m.272/2). Keza hâkimi ret sebepleri var ise bilirkişi kendisini reddedebilir (HMK, m.272/3). Bunun dışında bilirkişi, raporunu yazmak zorundadır. Normal koşullarda “fikrî eser” sahibinin serbest iradesiyle üretilirken, bilirkişi raporu, mecburiyet ortamında üretilir. Bu husus da bilirkişi raporunun, normal bir fikrî esere pek benzemediğini gösterir.
c) Diğer yandan bilirkişi raporları “sipariş edilmiş eserler”e benzerler. Bilirkişi raporları, hâkimin görevlendirmesiyle, hâkimin belirlediği ücret karşılığında hazırlanır.
d) Bilirkişi ücretinin hukukî niteliği de bilirkişilere eser sahibi olarak mutlak bir hak tanınamayacağı görüşünü destekler niteliktedir. Bilindiği gibi bilirkişi ücretini, davanın tarafları veya devlet öder. Bilirkişi ücreti, bir “telif ücreti” değil; “yargılama gideri” niteliğinde bir ücrettir. Bilirkişi raporu bir “fikrî eser” olsaydı, onun karşılığında ödenen ücretin hukukî niteliğinin “telif ücreti” olması gerekirdi.
e) Bilirkişi raporunun sadece bilirkişinin emeğiyle hazırlandığı da söylenemez. (aa) Bilirkişi raporunda inceleme konusu ve incelenen konunun sınırları bilirkişi tarafından değil, hâkim tarafından belirlenir. (bb) Bilirkişi raporu, hâkimin bilirkişiye sorduğu sorulara cevaben hazırlanır [4]. (cc) Bilirkişi raporu, tarafların iddia ve savunmaları değerlendirilerek hazırlanır. Dolayısıyla bilirkişi raporunun kapsamı ve kaynağı, bilirkişinin fikrî mahsûlü değildir; bu unsurlar ona hâkim ve taraflarca sağlanır.
f) Bilirkişi raporu, bilirkişinin yarattığı veya keşfettiği orijinal bir malzeme üzerine kurulu değildir. Bilirkişi raporu, dava dosyasında bulunan malzeme üzerine inşa edilir. Bilirkişi raporunda davacı ve davalının sunduğu deliller, davacı ve davalıların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar tartışılır.
g) Bilindiği gibi, Hukuk Muhakemeleri Kanununda bilirkişilere ilişkin pek çok husus, hâkimlere ilişkin hükümlere atıfla düzenlenmiştir. Örneğin Hukuk Muhakemeleri Kanunu, m.272/1’de, “hâkimler hakkındaki yasaklılık ve ret sebepleriyle ilgili kurallar, bilirkişiler bakımından da uygulanır” denmektedir. Nasıl hâkimlerin yazdıkları kararlar üzerinde eser sahipliğinden kaynaklanan münhasır bir hakları yok ise, bilirkişilerin de yazdıkları bilirkişi raporu üzerinde münhasır bir hakları yoktur.
h) Dün yayınladığım “Mahkeme Kararlarının Yayınlanması Sorunu” başlıklı makalemde gösterdiğim gibi, hâkim kararları da birer “fikrî eser”dir. Ancak onların fikrî eser olarak kabul edilmeleri, hâkimlere kararlarının yayınlanması konusunda bir hak bahşetmemektedir. Aynı şekilde bilirkişi raporunun bir “fikrî eser” olarak kabul edilmesi, bilirkişilere eserleri üzerinde mutlak bir hak bahşetmez. Nasıl FSEK, m.31 uyarınca, hâkimlerin kararları, onlardan izin almaksızın yayınlanabilirse, hâkimin hükmünün dayanağı olan bilirkişi raporunun da, bilirkişinin izni olmadan yayınlanabileceği iddia edilebilir. Tabiî her iki durumda da, eser sahiplerinin eserleri yayınlanırken isimlerinin belirtilmesini isteme konusunda manevî hakları vardır. Yani mahkeme kararı yayınlanırken kararı veren hâkimin adı, bilirkişi raporu yayınlanırken bilirkişi raporunu yazan bilirkişinin adı, eser sahibi olarak zikredilmelidir.
i) Mahkeme kararlarının yayınlanmasında nasıl kamu yararı var ise, aynı kamu yararı bilirkişi raporlarının yayınlanmasında da vardır. Zira bilirkişi raporları mahkeme kararlarının dayanağı olabilmektedir. Nasıl mahkeme kararlarını yayınlamaya ve eleştirmeye hakkımız var ise, bu kararların dayanağı olan bilirkişi raporlarını da yayınlamaya ve eleştirmeye hakkımız vardır. Zaten pek çok durumda bilirkişi raporu yayınlanmaz ise, bilirkişi raporunda yapılan değerlendirme ve ulaşılan sonuçlar bilinmez ise, bu rapor üzerine kurulu olan mahkeme kararının değerlendirilmesi ve eleştirilmesi de mümkün olmaz. Bilirkişi raporu üzerine dayalı bir mahkeme kararının neden hatalı olduğunu göstermek için, öncelikle bilirkişi raporunun neden hatalı olduğunu göstermek gerekir. Dolayısıyla mahkeme kararlarını yayınlama ve eleştirme hakkı, bilirkişi raporlarını yayınlama ve eleştirme hakkını da içerir. Aksi takdirde, mahkeme kararının eleştirilmesinin bir anlamı kalmaz. Bilirkişi raporundaki hata ortaya çıkarılmadan, mahkeme kararının hatalı olduğu ispatlanamaz. (Bilirkişi raporu hükme esas alınmamış olsa bile aynı şeyler söylenebilir. Çünkü hüküm, bir muhakeme, yani bir süreç sonucunda verilmiştir. Bu süreçte yer alan her unsur, sürecin sonucuna katkıda bulunmuştur).
j) Nihayet belirteyim ki, kamunun bilgi edinme hakkı gibi pek çok hak da bilirkişi raporlarının kamu tarafından bilinmesini gerektirir.
k) Şüphesiz, bilirkişi raporları, başkaları tarafından, gelir elde etme amacıyla yayınlanamaz. Bilirkişi raporu, ancak bu raporun doğrudan doğruya eleştirilmesi veya bu raporun içinde yer aldığı davanın bir bütün olarak incelenmesi amacıyla yayınlanabilir. Keza bir dava dosyası bir bütün olarak yayınlanıyorsa, dosya içeriğinde bulunan bilirkişi raporu da yayınlanabilir. Bunun dışındaki amaçlarla, özellikle gelir elde etme amacıyla başkaları tarafından yayınlanamaz. Bilirkişi, eser sahibi olarak, raporu üzerinde münhasır bir hakka sahip olmasa da, bu raporun yayınlanması malî bir yarar sağlıyorsa, bu malî yarar, hâliyle raporun sahibi olan bilirkişiye ait olmalıdır. Hâkimin kararı ile bilirkişinin raporu arasında yayınlanmaları bakımından fark bundan ibarettir.
l) Bilirkişi raporlarının bilirkişilerin izni dışında yayınlanmasının bilirkişilere vereceği bir zarar yoktur. Her bilirkişi zaten, alenî bir dava dosyasına bilirkişi raporu sunduğunun bilincindedir ve bunu görevlendirme üzerine ve ücret karşılığında yapmaktadır. Bilirkişi, raporunu hazırlarken ve sunarken raporunun sadece hâkim ve davanın taraflarınca değil, başka kişiler tarafından okunabileceğini bilir ve öngörür.
* * *Sonuç olarak, yukarıdaki argümanlara dayanarak, bilirkişi raporlarının başkaları tarafından şu şartlar dahilinde yayınlanabileceğini düşünüyorum:
1. Yayın malî yarar elde etme amacının dışında yapılmalıdır. Bilirkişi raporunun yayınlanmasının sağlayacağı bir malî yarar var ise bu yarar münhasıran eser sahibi olarak raporun sahibi olan bilirkişiye ait olmalıdır.
2. Bilirkişi raporu, meşru bir amaçla yayınlanmalıdır. Bu meşru amaç, doğrudan doğruya bilirkişi raporunun veya bu rapora dayanan mahkeme kararının eleştirilmesi amacı olabilir. Keza bir davanın bütününü inceleyen bir eserde bilirkişi raporuna da yer verilmesi ihtiyacı meşru bir ihtiyaçtır. Bir davanın bütün belgelerinin yayınladığı bir kitapta bilirkişi raporu da yayınlanabilmelidir.
3. Bilirkişi raporu miktar olarak amacın haklı kıldığı nispette yayınlanabilir. Amaç bilirkişi raporunun bütününün yayınlanmasını gerektiriyorsa, bilirkişi raporunun bütünü yayınlanabilir. Ama amaç, bilirkişi raporunun sadece bir kısmının yayınlamasıyla gerçekleşiyorsa, bilirkişi raporunun sadece o kısmının yayınlanması gerekir.
4. Bilirkişi raporu tamamen veya kısmen yayınlanmamış olsa bile, bilirkişi raporundan, aynen veya mealen her zaman alıntı yapılabilir. Alıntının miktarı, amacın meşru gösterdiği miktarı aşmamalıdır. Hâliyle alıntı yapılırken kaynak gösterilmelidir. Yani raporu yazan bilirkişinin adı, bilirkişi raporunun tarihi ve sunulduğu dosyanın esas numarası ve hatta alıntının yapıldığı sayfa numarası belirtilmelidir.
Bilirkişi raporunun yayınlanmasındaki amacın meşruluğu değerlendirilirken yayının kimin tarafından yapıldığı hususu da önemli bir faktördür. Bilirkişi raporuna dayanan bir mahkeme kararıyla davayı kaybeden tarafın bilirkişi raporunu yayınlaması durumunda bu yayının meşru bir amaçla yapıldığına karine vardır. Buna karşılık davayla ilgisi olmayan üçüncü kişilerin belirli bir konuda sunulan çeşitli bilirkişi raporlarını toplayarak bir kitap yayınlaması veya bu raporlardan uzun alıntılar yaparak bir makale yayınlaması durumunda, yayının meşru bir amaçla değil, malî yarar elde etme amacıyla yapıldığı söylenebilir.
Ben Gözler v. Çağlayan Davası başlıklı kitabımda bilirkişi raporlarından alıntılar yaptım [5]. Ancak bu raporları tam metin olarak yayınlamadım. Esasen, adı geçen davayı, söz konusu bilirkişi raporlarına dayanarak verilen bir gerekçeli kararla kaybetmiş bir davacı olarak, bu raporları eleştiri amacıyla kısmen veya tamamen yayınlayabileceğimi düşünüyordum. Ancak risk almaktan çekindim; bunu yapsam bana karşı dava açılabilirdi. Maalesef ülkemizde hukukî güvenlik ve hukukî öngörülebilirlilik seviyesi fevkalade düşük. Böyle bir ortamda dava riskini göze almak pek akıllıca bir iş değildir.
Haksız Kullanım.- Burada bilirkişi raporlarının başkaları tarafından yayınlanması sorunu tartışılmaktadır. Bilirkişi raporlarının haksız kullanımı sorunu apayrı bir sorundur. Her bilirkişi raporu emek verilip bilirkişinin kendisi tarafından hazırlanmalıdır. Bir bilirkişinin benzer konuda daha önce başka bir bilirkişi tarafından hazırlanmış raporu kopyalaması, onun üzerinden rapor hazırlaması, bilirkişi raporunun hukuka aykırı bir kullanımıdır; bunu yapanın hukukî sorumluluğu doğar.
Malum gerek adlî yargıda (hukuk veya ceza davalarında), gerekse idarî yargıda, taraflar mahkemeye pek çok dilekçe sunarlar. Bunlar çok değişik isimler alırlar: Şikayet dilekçesi, savunma dilekçesi, dava dilekçesi, cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi, ikinci cevap dilekçesi, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi, tanık sunma dilekçesi, beyan dilekçesi, istinaf dilekçesi, temyiz dilekçesi vs.
Bu dilekçeler yayınlanabilir mi?
Duruşmaları açık yapılmış ve keza duruşmanın içeriğinin yayınlanması yasaklanmamış bir davada sunulan taraf dilekçeleri prensip olarak yayınlanabilir niteliktedirler. Zira taraf dilekçeleri, yargılamanın alenîliği prensibinin cari olduğu bir sistemde dosyaya sunulmuşlardır ve bunlar da dava belgeleri arasında yer alırlar.
Bununla birlikte bilirkişi raporlarında olduğu gibi, taraf dilekçelerinin yayınlanması konusunu da, bu yayının kimin tarafından yapılacağı açısından ikiye ayırıp incelemek gerekir. Çünkü taraf dilekçelerinin sahipleri tarafından yayınlanması ile başkaları tarafından yayınlanması arasında fark vardır.
Taraf dilekçeleri hiç şüphesiz ki sahipleri tarafından yayınlanabilir. Burada tartışılması gereken bir sorun yoktur.
Keza taraf dilekçeleri sahipleri tarafından yayınlanırken bilirkişi raporunun ilişkin olduğu davada verilmiş bir kapalılık kararı veya içeriğin yayınlanmasının yasaklanması kararı yoksa, dava dosya numarası, mahkeme ve hâkim ismi ve keza taraf bilgilerinin çıkarılmasına gerek yoktur. Hâliyle tarafın kendisi arzu ederse bu bilgileri çıkarabilir.
Taraf dilekçelerinin yayınlanması konusunda asıl sorun, bu dilekçelerin başkaları tarafından yayınlanmasındadır.
Hâliyle bir davada davanın bir tarafı, diğer tarafın sunduğu dilekçeyi yayınlamaya ihtiyaç duyabilir. Bir hukuk davasını anlamak ve eleştirmek için öncelikle bu davanın açıldığı dava dilekçesini bilmek gerekir. Davayı haksız yere kaybettiğini düşünen davalının dava dilekçesini yayınlamak istemesi anlaşılabilir bir istektir. Aynı şekilde davasını haksız yere kaybettiğini düşünen davacının davalının cevap dilekçesini yayınlamaya ihtiyaç duyabilir.
Keza bir ceza davasında verilen hükmü eleştirmek için öncelikle bu davaya vücut veren şikayet dilekçesini görmek gerekir.
Dava dilekçeleri, cevap dilekçeleri, şikayet dilekçeleri, savunma dilekçeleri bilinmeden, bir davayı hakkıyla tartışmak ve eleştirmek mümkün değildir. Dolayısıyla dava üzerindeki kamuoyu denetimi için sadece gerekçeli kararların değil, şikayet dilekçelerinin, dava dilekçelerinin ve cevap dilekçelerinin de yayınlanmasında yarar vardır.
Ancak taraf dilekçeleri sahibinin rızası dışında yayınlanması, dilekçelerin sahiplerinin fikrî haklarını ihlâl edebilir. O nedenle, yukarıda bilirkişi raporlarına ilişkin olarak yaptığım gibi, taraf dilekçelerinin başkaları tarafından yayınlanıp yayınlanamayacağı konusunda, öncelikle bir “ön sorun” olarak taraf dilekçelerinin birer “fikrî eser” olup olmadığı sorununu açığa kavuşturmak gerekir. Çünkü taraf dilekçelerinin birer “fikrî eser” oldukları kabul edilirse, bunları yayınlama hakkı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca eser sahibi sıfatıyla bunları yazan bilirkişilere ait olur.
Ön Sorun: Taraf Dilekçeleri Birer “Fikrî Eser” midir?- 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda, yukarıda da açıklandığı gibi, “eser” kavramı, “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır (m.1/B-1-a). Bu tanıma göre fikrî eser olmanın iki temel şartının olduğunu söylenebilir: (1) Sahibinin hususiyetini taşıma, (2) FSEK, m.1/B’de sayılan eser kategorilerinden birine girme.
Taraf dilekçelerinin bu iki şartı taşıdığını ve bunların birer fikrî eser olduklarını söyleyebiliriz. Bu konuda ayrıca bir açıklama yapmaya gerek görmüyoruz. Biraz yukarıda (s.??) bilirkişi raporları ilişkin yapılan açıklamalar taraf dilekçeleri için de geçerlidir.
Taraf dilekçelerinin birer “fikrî eser” oldukları kabul edildikten sonra, bu dilekçelerin başkaları tarafından yayınlanıp yayınlanamayacağı sorusunu tekrar soralım. Birer “fikrî eser” olan taraf dilekçeleri başkaları tarafından yayınlanabilir mi? Bu konuda iki değişik görüş ileri sürülebilir:
Taraf dilekçeleri birer “fikrî eser” olduklarına göre bunları yayınlama hakkı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca eser sahipleri olan taraflara ve taraf vekillerine aittir. Dolayısıyla taraf dilekçeleri, eser sahipleri dışındaki kişiler tarafından yayınlanamazlar. Fikir ve sanat eserleri hukuku bakımından ulaşılması gereken sonuç budur. Hâliyle taraf dilekçesi kimin tarafından kaleme alınmış ise, dilekçenin eser sahibi odur. Taraf vekili tarafından kaleme alınmış dilekçenin eser sahibi taraf değil, tarafın vekili olan avukattır.
Yukarıda bilirkişi raporlarına ilişkin yapılan açıklamaların benzerleri taraf dilekçeleri için de yapılabilir. Taraf dilekçeleri, birer “fikrî eser” olarak kabul edilseler bile, bunlar üzerinde sahiplerine mutlak bir hak tanınamayacağı ileri sürülebilir. Bu görüşe göre, taraf dilekçeleri, eleştiri maksadının haklı göstereceği nispette ve malî çıkar elde etme maksadı dışında sahiplerinin izni olmaksızın yayınlanabilir. Bu görüş lehine şu argümanlar ileri sürülebilir:
Mahkeme kararlarının yayınlanmasında nasıl kamu yararı var ise, aynı kamu yararı taraf dilekçelerinin yayınlanmasında da vardır. Zira mahkeme kararı, esasen taraf dilekçelerinde yapılan taleplere mahkemenin verdiği bir cevaptır. Pek çok durumda taraf dilekçesini anlamadan mahkeme kararını anlamak mümkün olmaz. Mahkeme kararını eleştirme hakkı taraf dilekçelerini bilme hakkını da içerir. Tarafın talebini bilmeden, mahkemenin o talep hakkında verdiği kararın doğru olup olmadığı nasıl anlaşılabilir?
Davayı kaybeden gerek davacının, gerekse davalının karşı tarafın dilekçelerinin kamuoyu tarafından bilinmesini istemeye hakkı vardır. Aynı şekilde bir sanığın hakkında verilen bir şikayet dilekçesinin kamuoyu tarafından bilinmesini istemesi de tamamıyla meşru bir istektir.
Diğer yandan şunu da belirtmek gerekir ki, taraflara sadece kendi dilekçelerini yayınlama hakkı tanınırsa ortaya bir dengesizlik de çıkar. Dava çelişme ilkesi üzerine yürür. Sadece bir tarafın sunduğu dilekçeler yayınlanmış ise, kamuoyu davanın hakkıyla değerlendirilmesini yapamaz. İdeali dosyanın bütünüyle yayınlanmasıdır. Hâliyle bir taraf sadece kendi sunduğu dilekçeleri yayınlamış ise, diğer taraf da kendi sunduğu dilekçeleri yayınlayabilir.
Ben Gözler v. Çağlayan Davası ve Özgüldür v. Gözler Davası isimli kitaplarımda sadece kendi sunduğum dilekçeleri ve keza vekilim ve müdafiim tarafından sunulan dilekçeleri yayınladım. Karşı tarafın sunduğu dilekçelerden ise sadece gerektiği ölçüde alıntılar yaptım. Aslında bu dilekçelerin tam metin olarak yayınlanabileceğine inanmama rağmen, yayınlamayı riskli bulduğum için söz konusu kitaplarımda bu dilekçeleri yayınlamadım. Hâliyle her iki davada karşı taraf, arzu ederlerse, kendi dilekçelerini yayınlayabilirler.
Şüphesiz, bilirkişi raporlarında olduğu gibi, taraf dilekçeleri de başkaları tarafından, gelir elde etmek maksadıyla yayınlanamaz. Taraf veya taraf vekili, eser sahibi olarak, dilekçesinin üzerinde münhasır bir hakka sahip olmasa da, bu dilekçesi malî bir yarar sağlıyorsa, bu malî yarar, hâliyle dilekçenin sahibi olan tarafa veya taraf vekiline ait olmalıdır.
Malum bazı ceza davalarında yapılan savunmalar tarihe geçmiştir. Böylesine önemli savunmaların yayınladığı kitapların ticarî bir başarı elde etmesi muhtemeldir. Bu tür davalarda yapılan savunmaları yayınlama hakkı, başkalarına değil, münhasıran savunmayı yazan kişiye, yani eser sahibine ait olmalıdır.
* * *Yayınlanmaları bakımından bilirkişi raporlarına nazaran taraf dilekçeleri üzerinde eser sahiplerinin daha fazla bir korumayı hak ettiğini düşünüyorum. Çünkü bunlar, mahkemenin görevlendirilmesiyle ücret karşılığında hazırlanmış belgeler değildir. Bilirkişi raporlarının başkaları tarafından yayınlanmasını meşru gösteren sebeplerin çoğu taraf dilekçeleri için geçerli değildir. Örneğin bilirkişi raporları, hâkimin görevlendirmesi sonucu ücret karşılığında hazırlanırken, taraf dilekçesi tarafın kendi inisiyatifiyle hazırlanır. Bilirkişi raporları, hâkimin sorduğu sorulara cevap olarak hazırlanırken, taraf dilekçeleri için böyle bir şey söz konunu değildir. Bilirkişi raporları tarafların sunduğu veya mahkeme tarafından toplanan belgeler üzerine kurulu iken bu husus, taraf dilekçeleri için ancak kısmen geçerlidir (Dava dilekçesi veya şikayet dilekçesi için bu husus hâliyle geçerli değildir). Taraf dilekçeleri bilirkişi raporlarına göre daha özgündürler. Hüküm bilirkişi raporu üzerine kurulu olabilir; bu durumda hükmün eleştirilmesi hakkı bilirkişi raporunun eleştirilmesi hakkını da içerir. Ancak aynı şey taraf dilekçeleri için söylenemez. Hüküm taraf dilekçesi üzerine kurulmaz. Hükmü eleştirme hakkının taraf dilekçesini de eleştirme hakkını vereceği iddiası, hükmü eleştirme hakkının bilirkişi raporunu eleştirme hakkını da içerdiği iddiasına göre daha düşük oranda doğru bir iddiadır.
* * *Taraf dilekçelerinin kısmen veya tamamen başkaları tarafından yayınlanamayacağı durumlarda dahi, gerek karşı tarafın, gerekse üçüncü kişilerin, amacın haklı gösterdiği nispette taraf dilekçelerinden alıntı aynen veya mealen yapma hakkı her zaman vardır. (Hâliyle alıntı yapılırken eser sahibinin adı, alıntının kaynağı gösterilmelidir). Zira pek çok durumda davanın seyrini açıklamak, keza mahkeme kararını anlamak ve eleştirmek için iddiayı ve savunmayı bilmek ve bunun için de taraf dilekçelerinden alıntı yapmak gerekmektedir.
Nihayet belirteyim ki, taraf dilekçelerinin kısmen veya tamamen başkaları tarafından yayınlanamayacağı durumlarda da, taraf dilekçesinde bulunan bir taraf beyanı, duruşma tutanağına veya gerekçeli karara yansımış ise, bu beyan duruşma tutanağından veya gerekçeli olduğu gibi alınıp yayınlanabilir.
Haksız Kullanım.- Burada taraf dilekçelerinin başkaları tarafından yayınlanması sorunu tartışılmaktadır. Taraf dilekçelerinin haksız kullanımı sorunu apayrı bir sorundur. Her taraf dilekçesi emek verilip tarafın veya taraf vekilinin kendisi tarafından hazırlanmalıdır. Bir tarafın veya taraf vekilinin benzer konuda daha önce başka bir tarafça veya taraf vekilince hazırlanmış dilekçeyi kopyalaması, onun üzerinden dilekçe hazırlaması, taraf dilekçesinin hukuka aykırı bir kullanımıdır; bunu yapanın hukukî sorumluluğu doğar. Bu makalede tartışılan sorun bir avukatın diğer avukatın dilekçesinden kopya çekmesi sorunu değildir.
Evet, yayınlanabilir. Bu konuda tartışılacak çok bir şey yoktur. Hukukumuzda iddianamelerin yayınlanmasını yasaklayan bir hüküm yoktur. Dolayısıyla bunların yayınlanması serbesttir. Hâliyle iddianameler de birer fikrî eserdir; dolayısıyla bunlar yayınlanırken bunları düzenleyen savcının adı eser sahibi olarak zikredilmelidir. Aynen hâkimler gibi, savcıların da eserleri olan iddianameler üzerinde, malî hakları olmasa da, isminin eser sahibi olarak belirtilmesini isteme hakları vardır. Aynı şey savcıların sundukları mütalaalar ve temyiz dilekçesi gibi diğer belgeler için de geçerlidir.
Türk Ceza Kanununun 285’inci maddesi, hazırlık soruşturmasının gizliliğini belirli şekilde ihlâl eden kişinin cezalandırılmasını öngörmektedir. Dolayısıyla hazırlık soruşturması devam ederken, TCK, m.285’te tarif edilen şekillerdeki bir fiille hazırlık soruşturması belgelerinin yayınlanması yasaktır. Haliyle bu yasak, iddianamenin kabul edilmesiyle sona erer. İddianamenin kabul edilmesiyle birlikte hazırlık soruşturması belgeleri yayınlanabilir. Zaten bu belgeler kamu davasının açılmasıyla dava dosyasının bir parçası hâline gelir.
Bu arada belirtmek isterim ki, Türk Ceza Kanununun 285’inci maddesinde söz konusu suçun farklı şekilleri tanımlanmıştır. Bunlardan birisi adı geçen maddenin birinci fıkrasının a bendinde öngörülmüş olan şekildir. Bu bent, “soruşturma evresinde yapılan işlemin içeriğinin açıklanması suretiyle, suçlu sayılmama karinesinden yararlanma hakkının… ihlal edilmesi”ni suç hâline getirmektedir.
TCK, m.285/1-a’da öngörülmüş olan bu suç, soruşturulan kişi değil, ancak başkaları tarafından işlenebilen bir suçtur. Bu suçun faili, mahiyeti gereği soruşturulan kişinin kendisi olamaz. Soruşturulan kişi, maddenin diğer fıkra ve bentlerini ihlâl etmeksizin, kendisi hakkında savcılığın bir soruşturma açtığını, kendisinin şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldığını açıklayabilir ve keza savcılıkta veya karakolda düzenlenmiş ifade alma tutanağını yayınlayabilir. Masumluk karinesine saygı yükümlülüğü, kişinin kendisinin değil, başkalarının bu karineden yararlanmasıyla ilgilidir. Herkes masumluk karinesinden yararlanma hakkından kendisi için vazgeçebilir. Bazı durumlarda soruşturulan kişinin, masumluk karinesinden yararlanma hakkını bir yana itip, soruşturmanın kamuoyu tarafından bilinmesini istemeye hakkı vardır. Kişinin isteğine göre alenîlik ilkesine masumluk ilkesi karşısında üstünlük tanınabilir. Alenîlik, kişilere, sadece dava safhasında değil, hazırlık soruşturması safhasında dahi güvence sağlayan bir ilkedir. Soruşturulan kişinin bu güvenceden yararlanmak istemesi kadar normal bir şey yoktur. TCK, m.285’in soruşturulan kişi için getirdiği mutlak bir yasak yoktur.
Gerek idarî yargıda, gerekse adlî yargıda bazı davalarda idarî soruşturmalara ilişkin bazı belgeler bulunabilir. Bu belgeler çeşitli şekillerde dosyaya girmektedir. Bu belgeler taraflardan birisi tarafından iddiasını ispatlamak için mahkemeye sunulmuş olabilir. Bazı durumlarda mahkeme re'sen bu belgeleri toplamış olabilir.
Dosyada bulunan idarî soruşturma belge ve bilgileri yayınlanabilir mi?
Öncelikle belirteyim ki, hukukumuzda sıkça “idarî soruşturmaların gizliliği” diye bir prensipten bahsedilir. Ne var ki Türk Ceza Kanununun 258’inci maddesi dışında, bu prensibin, kapsamı, muhatabı ve yaptırımı belli değildir.
İdarenin kendi iç işleyişinde idarî belgelerin gizliliğiyle ilgili koyduğu kurallar, hâliyle üçüncü kişileri değil, sadece idarenin kendi görevlilerini bağlar. Suç teşkil etmedikçe, bir belgenin sırf idarî belge olması onun yayınlanamayacağı anlamına gelmez. Suç teşkil etmedikçe, üçüncü kişiler, bir idarî belgeyi yayınlayabilirler. TCK, m.258, üçüncü kişilere değil, münhasıran kamu görevlilerine hitap eden bir yasak getirmektedir.
Türk Ceza Kanununun 258’inci maddesinde öngörülen “göreve ilişkin sırrın açıklanması” suçu ve Türk Ceza Kanununun Dördüncü Kısmının “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlıklı Yedinci Bölümünde çeşitli maddelerde (m.327-339) öngörülen suçlar dışında, bu sorunu tartışırken meseleye yargılamanın alenîliği prensibi ve kamunun bilgi edinme hakkı açısından bakmakta yarar vardır.
1. Açık bir duruşmada okunmuş bir idarî soruşturmaya ilişkin belgenin prensip olarak yayınlanabilir bir belge olması gerekir. Keza bu idarî belge mahkemenin gerekçeli kararına dayanak teşkil etmiş ise veya en azından gerekçeli kararda zikrediliyorsa, bu belge, aynen mahkeme kararı gibi bilinebilir ve yayınlanabilir bir belge olmalıdır. Aksi takdirde gerekçeli kararı incelemek ve eleştirmek mümkün olmaz. Bu konuda “Mahkeme Kararları Yayınlanabilir mi?” başlıklı makaleme bakılabilir.
2. Kamu görevlilerinin görevlerine hakkıyla gelip gelmedikleri ve keza görevlerini hakkıyla yerine getirip getirmedikleri konusundaki bilgilerin açıklanmasında kamu yararı vardır. Dolayısıyla bir kamu görevlisi hakkında açılan bir idarî soruşturmadaki belgeler hakkında prensip olarak kamunun bilgi edinme hakkı bulunur. Örneğin bir profesör hakkında etik ihlâl iddiasıyla bir disiplin soruşturması açılmış ise bu soruşturma sonucunda verilen idarî karar niye gizli kalsın? Bir Anayasa Mahkemesi üyesinin doktora diploması, bu diplomayı veren üniversite tarafından intihal sebebi ile iptal edilmiş ise bu iptal kararı niye gizli kalsın? Bunların bilinmesinde şüphesiz ki kamu yararı vardır.
Sonuç olarak alenî duruşmada zikredilmiş veya gerekçeli kararda geçen bütün idarî kararların ve idarî soruşturma belgelerinin davanın incelenmesi ve gerekçeli kararın açıklanması ve eleştirilmesi maksadının haklı göstereceği nispette açıklanabileceğini ve yayınlanabileceğini düşünüyorum.
Hâliyle taraflardan birinin davayla uzaktan yakından ilgisiz birtakım belgeleri dosyaya sunması ve daha sonra bunları, alenî bir dava dosyasında bulunuyor diye yayınlamaya kalkması durumunda, yukarıda ulaşılan sonuçlardan farklı sonuçlara ulaşmak gerekir. Çünkü bu durumda iddia ve savunma hakkının ve daha somut bir şekilde söylersek delil sunma hakkının kötüye kullanılması durumu vardır. Burada belge sunan tarafın iyi niyetini belirlemede mühim olan husus, tarafın sunduğu belgelerin dava konusu ile “makul bir ilgi” içinde olmasıdır. Kanımca “makul ilgi”nin varlığı için tarafın sunduğu belgenin delil olarak hükme esas alınmış olması şart değildir. Zira neyin delil olacağına mahkeme karar verecektir. Ancak davayla doğrudan ilgisi olmayan belgelerin sırf dosyada bulunuyor diye yayınlanabileceği iddia edilemez. Zira taraflar, kötü niyetle dava ile ilgisi olmayan bir belgeyi, sırf belge alenileşsin diye, dosyaya sunabilir. Bu hakkın kötüye kullanımıdır. Hukuk hakkın kötüye kullanılmasını himaye etmez.
Tekrar hatırlatalım ki, sunulan belge, Mahkeme tarafından hükme esas alınmış ise, bu belge aynen mahkeme kararı gibi, yayınlanabilir bir belgedir.
Bu koruyu ben “Mahkeme Kararları Yayınlanması Sorunu” isimli makalemin “Kişisel Veriler Yayınlanabilir mi” başlığı altında inceledim [7]. Bu konuda oraya bakılmalıdır.
Burada şu hususu da belirtmek isterim: Mahkeme kararlarının, bilirkişi raporlarının, taraf dilekçelerinin, dava dosyasında bulunan kişisel verilerin veya idarî kararların yayınlanması veya bunlardan alıntı yapılması konusu tartışılırken, meseleye sadece Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa göre eser sahibinin hakları açısından veya sadece Hukuk Muhakemeleri Kanununun hükümleri açısından veya sadece Ceza Muhakemesi Kanunu açısından veya sadece Türk Borçlar Kanununun haksız fiil hükümleri açısından veya Türk Medenî Kanununun kişiliğin korunması hakkındaki hükümleri açısından veya sadece Türk Ceza Kanununun hükümleri açısından veya sadece Kişisel Verilerin Korunması Kanunu açısından bakmamak gerekir.
Dava dosyasında belli bir belgenin yayınlanması söz konusu olduğunda, yukarıda sayılan kanun hükümleri ile Anayasamızın 141’inci maddesinde öngörülen yargılamanın alenîliği ilkesi, Anayasamızın 36’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve hak arama hürriyeti, Anayasamızın 26’ncı maddesinde güvence altına alınan ifade hürriyeti ve 27’nci maddesinde korunan bilim hürriyeti arasında çatışma ortaya çıkar.
Hiç şüphesiz ki, Anayasamızın 26’ncı maddesinde öngörülen düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, mahkeme kararları hakkındaki düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini de içerir. Hiç şüphesiz ki, Anayasamızın 27’nci maddesinde öngörülen bilim hürriyeti, mahkeme kararlarını inceleme hürriyetini de içerir. Aynı şey mahkeme kararlarına dayanak oluşturan bilirkişi raporları için de söylenebilir. Bilirkişi raporu tam metin olarak veya kısmen bilinmeden nasıl tartışılabilecektir? Bilirkişi raporu tartışılmadan onun üzerine kurulu olan mahkeme kararı nasıl eleştirilebilecektir? Bu nedenle, bu konuları tartışırken tek bir kanun hükmünden hareket ederek sonuca ulaşmak çoğunlukla yanlış olacaktır.
Nihaî tahlilde, kamunun mahkeme kararları ve bu kararların dayanakları konusunda bilgi edinme hakkı vardır. Böyle bir hak olmaksızın, kamunun yargı üzerinde denetimi olmaz. Yargı kararlarının kamuoyu önünde tartışılması demokrasinin bir gereğidir.
K.G., 26 Kasım 2020