Öncelikle belirtmek isterim ki, bana e-posta gönderenlerin hemen hemen hepsi benim kitap veya makalelerimi okuyan, benim görüşlerime değer veren kişiler. Bu kadar çok e-posta almam esas itibarıyla bana onur veren bir şey. Benim görüşlerime değer veren, bana ilgi gösteren okuyucularıma teşekkür ediyorum.
Ancak aldığım e-posta sayısı çok arttı. Eskiden elimden geldiği ölçüde gelen e-postalara cevap yazmaya çalışıyordum. Artık her e-postaya cevap yazamıyorum. Dahası e-postalar, benim çalışma hızımı yavaşlatıyor ve dikkatimi dağıtıyorlar; beni verimsizleştiriyor.
Bu nedenle aşağıdaki açıklamaları yapma ihtiyacını hissettim. Lütfen bana e-posta göndermeden önce aşağıdaki açıklamaları okuyunuz ve çok da gerekli değil ise bana e-posta göndermeyiniz.
Okuduğunuz kitap ve makalelerimde bir hata görüyorsanız, bunları bana yazmakta tereddüt etmeyiniz. Gördüğünüz hata, ister imlâya, ister içeriğe ilişkin olsun bunları lütfen bana bildiriniz. Kitap ve makalelerimde gerek imlâya, gerekse içeriğe ilişkin pek çok hata olabiliyor. Bunları bana bildirenlere müteşekkirim.
Kitap ve makalelerimde sadece hataları düzeltmek amacıyla değil, bunlarda savunduğum görüşleri eleştirmek amacıyla bana yazabilirsiniz. Kitap ve makalelerim hakkında görüş ve eleştirileri öğrenmekten mutluluk duyarım.
Pek çok kitabımın girişinde belirtildiği gibi, benim kitaplarımın korsan baskılarının satıldığını görenlerden, bunları satanları bana bildirmelerini rica ediyorum. Keza benim kitaplarımın korsan dijital kopyalarının satıldığı, dağıtıldığı, indirildiği, paylaşladığı internet sitelerini, WhatsApp gruplarını vb.lerini bana bildirirseniz sevinirim. Yine maalesef bazı kötü niyetli yazarlar, benim kitaplarımdan usûlsüz alıntılar yapmış olabiliyor. Okuduğunuz kitaplarda benim kitaplarımdan yapılmış kaynaksız alıntılara rastlarsanız, lütfen bunları bana bildiriniz.
Kitap ve makalelerimde, kitap ve makalenin başlığıyla doğrudan doğruya ilgili olduğu hâlde incelenmemiş konular olabilir. Bu gibi eksik kalmış, gözden kaçmış konular varsa bunları da bana bildirebilirsiniz. Şüphesiz her konuyu incelemek ve her konuda bir şey yazmam mümkün değil. Böyle bir amacım da yok. Ancak kitap veya makalenin başlığına nazaran gerekli görülen, ama incelenmeden kalan konuları bilmek isterim. Bununla birlikte kitap ve makalelerimde zaten incelediğim veya tartıştığım konularda, “bu konuda ne düşünüyorsunuz” diye bana e-posta göndermemenizi rica ediyorum. Benim şu ya da bu kitabımı okuduğunu söyleyip, söz konusu kitapta açıkça cevabı verilmiş konularda soru soran pek çok e-posta alıyorum. Bu tür e-postalara artık cevap yazmayacağım.
Güncel hukukî veya siyasî konularda “siz ne düşünüyorsunuz” diye bana e-posta göndermeyiniz. Ben fetva makamı değilim. Keza “hocam şu konuda da yazınızı bekliyoruz” diyen e-postalar da yollamayınız. Ben sipariş üzerine yazı yazan birisi değilim. Güncel konuların çoğu sabun köpüğü gibidir. Kalıcı olacağını inanmadığım bir konuda yazı yazmam. Önemine inandığım güncel konularda ise, benim yazımın bir katkıda bulunacağıma inanıyorsam, zaten elimden geldiği ölçüde yazıyorum. Bunun için okuyucudan talep gelmesine gerek yok. Bununla birlikte bazı konularda, ne kadar önemli olurlarsa olsun, yazmak içimden gelmiyor.
Beni konferans, sempozyum, vb. bilimsel etkinliklere davet eden pek çok e-posta alıyorum. Hâliyle bu tür bilimsel etkinliklere davet edilmekten dolayı onur duyuyorum. Ancak yıllardır (bir sempozyum hariç), konferans, sempozyum, vb. etkinliklere kesinlikle katılmıyorum. Bu benim için bir prensip sorunu. Dolayısıyla beni bu tür faaliyetlere davet etmek için bana e-posta göndermemenizi rica ediyorum.
Aynı şey öğrenci toplulukları tarafından düzenlenen toplantı davetleri için de geçerlidir. Öğrencilerin bana ilgi göstermesinden, beni dinlemek istemelerinden fevkâlâde mutluyum. Ancak bu tür toplantılara da katılmıyorum. Bu benim için bir prensip sorunu. Davet nereden gelirse gelsin bu daveti kabul etmiyorum. Emekli olduğum kendi Fakültemin öğrencilerinden gelen davetleri dahi reddediyorum. Emekli olmamdan bu yana dört yıldır Fakülteme adımımı atmadım. Bana bu konuda boşu boşuna e-posta atmayınız.
Pandemi çıktıktan beri de çevrimiçi söyleşilere davet edilir oldum. Neredeyse her hafta ve hatta bazen her gün bir öğrenci topluluğundan, bir gruptan zoom söyleşisi yapma, webinar vb. etkinliğine katılma talebi geliyor. Bunların hepsini reddediyorum. Şimdiye kadar katıldığım tek bir söyleşi olmadı; bundan sonra da olacağını sanmam. Bana bu konuda e-posta atmamanızı rica ediyorum.
Ben radyo ve televizyonlara çıkmıyor, beyanat vermiyorum; gazetelerde, haber sitelerinde ve benzerlerinde yazı yazmıyorum. Bu benim için bir prensip sorunu. Bunun bir istisnası yok. Bu nedenle beni boşu boşuna radyo ve televizyonlara davet etmeyiniz; gazetelere beyanat veya mülakat vermeye çağırmayınız. Keza gazeteler için yazı yazmamı da istemeyiniz. (Geçmişte benim anayasa.gen.tr’de yayınladığım bazı makaleler, benim iznim olmadan bazı gazetelerde ve haber sitelerinde yayınlandı. Bunlar benim bilgimin dışındaydı). Benim yazdığım makale ve kitaplardan kaynağını göstermek şartıyla gazetelerin makul miktarda alıntı yapmasına ise diyecek bir şeyim yok. Zaten bunun için izin almalarına da gerek yoktur. Bana bu konularda lütfen e-posta atmayınız; telefon numaramı bir şekilde temin edip, bana telefonla ulaşmaya çalışmayınız.
Kişilerden, kurum ve kuruluşlardan, onların avukatlarından veya hukuk müşavirlerinden mütâlaa talebi içeren e-postalar alıyorum. Ben mütâlaa vermiyorum. Bu benim için bir prensip sorunu. Bunun bir istisnası yok. Bir bilim adamının ücret karşılığında somut bir hukukî uyuşmazlıkta “bilimsel görüşü”nü sunmasını etik bulmuyorum. Somut bir hukukî uyuşmazlıkta bir bilim adamının ücret karşılığında hazırladığı bir görüşün bir işe yarayacağını da sanmam. Lütfen bana “şöyle bir davamız var, bize mütâlaa verir misiniz” diye e-posta atmayınız. Ben bazı davalarla ilgili olarak önemli gördüğüm için kimse benden talep etmeden, kendi inisiyatifimle yazmış olabiliyorum. Keza somut hukukî uyuşmazlıkların yaşandığı bazı konuları (örneğin korona tedbirlerinin hukuka uygunluğu, idarî para cezaları, istifa yasağı, vs.) genel olarak incelemiş olabiliyorum. Bu gibi konularda benim makalemi veya kitabımın ilgili sayfalarını, kaynağını göstererek doktrinden bir görüş olarak mahkemeye sunabilirsiniz. Bunun için benim iznimi almaya ihtiyacınız haliyle yoktur.
Bir derginin bir yazardan makale talep etmesi o yazar için onur kaynağıdır. Yazarlar genç iken makaleleri dergilerde yayınlansın diye dergilerin peşinden koşarlar. Bazı yaşlı yazarlar için de bunun tersi olur. Dergiler, makalesini yayınlamak için yaşlı bir yazarın peşinden koşar. Benden makale talep eden dergiler oluyor. Ben 2019 yılında dergilere makale göndermeme kararı aldım. Bunun sebeplerini “Akademik Dergi Yayıncılığı Üzerine Gözlemler ve Eleştiriler” başlıklı makalemde açıkladım. Bu nedenle artık makalelerimi dergilere göndermiyorum; kendi sitelerim olan anayasa.gen.tr veya idare.gen.tr’de internet ortamında yayınlıyorum. Yıl sonunda da makaleleri kâğıt olarak bir kitapta topluyorum. Dolayısıyla dergi editörlerinden benden makale istemek için bana e-posta göndermemelerini rica ediyorum.
Aynı şey armağanlara katkı talepleri için de geçerli. Geçmişte öğrencisi veya asistanı olduğum birkaç kıymetli hocam için çıkarılmış armağana seve seve katkıda bulundum. Bundan da onur duyuyorum. Artık hocalarımın neredeyse hepsi emekli oldu; önemli bir kısmı ise zaten ebediyete intikal ettiler. Kaldıysa öğrencisi olmakla gurur duyduğum bir iki hocam, onlar için de armağan çıkarılırsa o armağanlara katkıda bulunurum. Ama Türkiye’de tam anlamıyla bir “armağan komedisi” var. Bunu yukarıda belirttiğim makalede şiddetle eleştirdim. Bu komedinin içinde yer alacak değilim. Hayatımda görmediğim, tanımadığım hocalar için çıkarılacak armağanlara katkıda bulunmak için lütfen bana e-posta göndermeyiniz.
Akademik dergilerin kendilerine gönderilen makaleler için bir akademisyeni hâkem olarak seçmeleri, o akademisyen için bir onurdur; ona verilen değeri gösterir. Ancak ben yıllardır, hakemlik taleplerini kabul etmiyorum. Bu benim için bir prensip sorunu. Hakemli dergilere ve hakemlik görevine ilişkin düşüncelerimi “Akademik Dergi Yayıncılığı Üzerine Gözlemler ve Eleştiriler” başlıklı makalemde açıkladım. Arzu edenler sebepleri konusunda buraya bakabilirler. Geçmişte, ciddi olarak gördüğüm akademik dergilerden gelen hakemlik taleplerini istisnaen kabul ettiğim oldu. Artık ayrım yapmadan bütün hakemlik taleplerini reddediyorum. Bu nedenle boşu boşuna bana hakemlik görevine ilişkin e-posta göndermeyiniz.
Yukarıdaki aynı sebeplerden dolayı dergilerin yayın kurulu, danışma kurulu üyeliklerini kabul etmiyorum. Bu nedenle boşu boşuna bu konuda e-posta göndermeyiniz.
Kağıt kitap olarak yayınlanacak derleme eserler için istenilen telif izinleri dışında, makalelerimin veya kitaplarımın bir kısmının başka internet sitelerinde veya platformlarında yayınlanması konusunda benden izin istenilmemesini rica ediyorum. Makalelerime ve bazı kitaplarıma açık erişim anayasa.gen.tr veya idare.gen.tr üzerinden mümkündür. Başka sitelerde veya platformlarında kitap veya makalelerimin yayınlanmasına iznim yoktur. Hâliyle daha önce yayınlanmış bir makalemin o konuyla ilgili çıkarılacak bir derleme ve kolektif eserde yer alması beni mutlu eder. Tabii ki bu konuda benden izin istenmesi için e-posta gönderilebilir. Bu durumda bana gönderilecek e-postada derleme eserin editörünün veya editörlerinin kimler olduğu, kitabın hangi yayınevinden çıkacağı ve derleme eserde başka hangi yazarların makalelerinin bulunacağı konularında bilgi verilmesini rica ederim.
Bazen de kitap ve makalelerimden yararlanmak, kitaplarımdan alıntı yapmak, kitaplarımı kaynak göstermek için izin isteyen e-postalar alıyorum. Bunların öğrencilerden veya acemi yazarlardan geldiğini sanıyorum. “Hocam sizin şu kitabınızdan veya makalenizden yararlanarak şöyle bir ödev hazırladım; izniniz var mı” gibi e-postalar alıyorum. Alıntı yapmak için izin almaya gerek yoktur. Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 35’inci maddesinde öngörülen şartlara uygun olmak kaydıyla, benim kitap veya makalelerimden, benden izin almaksızın alıntı yapabilirsiniz. Bunun için bana e-posta göndermenize gerek yoktur. Hâliyle yapacağınız şeyin “alıntı” olması yani birkaç cümleden ibaret olması, alıntının belli olacak şekilde yapılması ve alıntının kaynağının açıkça gösterilmesi gerekir. Hâliyle her cümlenin kaynağını gösterseniz bile, sadece bir veya iki yazardan alıntı yaparak bir ödev hazırlayamazsınız.
Bazen öğretim elemanı meslektaşlarımdan kitaplarımın elektronik versiyonunu (PDF veya Word belgesi hâlini) isteyenler oluyor. Özellikle kitaplarımı ders kitabı olarak kullanan ve slayt vb. ders malzemesi hazırlayan öğretim elemanı meslektaşlarım buna ihtiyaç duyuyorlar. Bunun meşru bir ihtiyaç olduğunu kabul ediyorum. Ancak kitaplarımın elektronik versiyonunu paylaşmam mümkün değil. Bu benim yayıncım ile yaptığım sözleşmeye de aykırı olur. Pandemi çıktıktan ve uzaktan eğitim başladıktan sonra da başka amaçlarla bu tür taleplerle karşılaşır oldum. Haliyle bu tür taleplere olumlu cevap vermem mümkün değil. Bütün kitaplarıma kâğıt kitap olarak ulaşmak mümkün. Kitaplarımın veya kitap kısımlarının ders malzemesi niteliğinde fotokopi yoluyla çoğaltılmasına veya PDF hallerinin dersin web sayfasında veya kütüphane veri tabanında paylaşılmasına rızam yoktur.
Aldığım e-postaların önemli bir kısmı tez hazırlayan yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden geliyor. Bunların bir kısmı tez konusu seçmek için benden yardım istiyorlar. “Şu konu, tez konusu olur mu” diye soranlar var. Keza doğrudan doğruya “hocam bana bir tez konusu önerir misiniz” diyenler de var. Tez konusu seçimi fevkâlâde önemli bir iştir. Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden bana tez konusu sormamalarını rica ediyorum. Ben sizi tanımıyorum. Sizi tanımadan sizin için nasıl tez konusu önerebilirim? Tez konusu seçmenin kendisi akademik değeri olan bir faaliyettir. Bu işi yüksek lisans veya doktora öğrencisi olarak sizin kendinizin yapması gerekir. Tereddüt ettiğiniz bir husus var ise, bunu bana değil, danışmanınıza sorunuz.
Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden aldığım e-postalardan önemli bir kısmı bilimsel yazma ve atıf kurallarına ilişkin. Öğrenciler, iyi niyet ve dürüstlükle, “şu alıntıyı nasıl yapabilir ve kaynağını nasıl gösterebilirim” diye soruyorlar. Keza somut bir örnek üzerinde “şu alıntım, şu atfım usûlüne uygun mudur” diye soranlar var. Alıntı ve atıf usûlleri konusunda bir metni denetlemek kolay bir iş değildir. Keza bu denetim, alıntı yapılan kaynağın orijinaline sahip olmayı ve keza o konudaki literatüre hâkim olmayı da gerektirir. Bu nedenle bana alıntı ve atıf usûlleriyle ilgili soru sormayınız. Bu soruları sormanız gereken kişi danışmanınızdır. [İzleyen üç cümle 2024 yılında ilave edilmiştir]. 2023 yılı itibarıyla Alıntı ve Atıf Usûlleri (Bursa, Ekin, 2023, 1664 s.) ve Alıntı ve Atıf Usûllerine Giriş (Bursa, Ekin, 2023, 562 s.) başlıklı iki ayrı kitap ve keza bunların özeti olan TÜHAS: Türk Hukuk Atıf Sistemi (Bursa, Ekin, 2024, 360 s.) isimli bir kılavuz yayınladım. Bu sonuncu kılavuza ücretsiz olarak www.tuhas.com.tr'den ulaşılabilmektedir. Artık alıntı ve atıf usulleri konusunda bana sormak istediğiniz soruların cevaplarını bu kaynaklara bakarak bulabilirsiniz. Bu kaynaklarda cevabı olmayan bir sorunla karşılaşmışsanız, işte o zaman bana bu konuda e-posta gönderebilirsiniz.
Daha ileri gidip, yazdığı yüksek lisans veya doktora tezini tamamen veya kısmen bana gönderip okumamı isteyenler var. İşin ilginç yanı bu taleplerin neredeyse hemen hemen hepsi kendilerini hiç tanımadığım kişilerden geliyor. Buna hayret ediyorum. Şüphesiz bir hoca ile belli bir hukukunuz var ise, örneğin birlikte çalışmışlığınız var ise, o hocaya tezinizle ilgili soru sormanız doğal karşılanabilir veya aranızdaki hukukun derecesine göre hocadan tezinizin bir kısmını okumasını istemeniz de makul görülebilir. Ama kendisini tanımadığınız bir hocaya tezinizi gönderip, “hocam tezimi okur musunuz demek” büyük bir cüret örneğidir. Lütfen bana bu tarz e-postalar göndermeyiniz. Bir yüksek lisans veya doktora tezini okuyup değerlendirmek fevkâlâde zor bir iştir. Bunun için çok zaman ayırmak gerekir. Keza bir yüksek lisans ve doktora tezi, bir ders kitabı okur gibi okunmaz; tezin atıfta bulunduğu kaynaklarla karşılaştırma yapılarak okunur ve keza bu iş için tezin incelediği konudaki literatüre de hâkim olmak gerekir. Bir hoca bu şartlar olmadan bir tezi okursa, tez sahibi öğrenci kötü niyetliyse, öğrenci tarafından mükemmel bir şekilde kandırılabilir. Türkiye’de bunun yığınla acı örneği vardır. Bir tezi ilk okuması gereken kişi, tez danışmanlarıdır. Tez danışmanınızın yapması gereken işi bana yaptırmaya hakkınız yoktur. Tezinizi bana değil, tez danışmanınıza okutturunuz.
Bana yazdığı kitap veya makaleleri, yayınlanmada önce “hocam ekteki kitabımı veya makalemi okuyabilir misiniz; kitap veya makalem yayınlanmaya değer midir” diyerek gönderenler var. Bir üst paragrafta açıkladığım aynı sebeplerle, bir kitap veya makaleyi okumak, değerlendirmek ve yayınlanabilir nitelikte olup olmadığına karar vermek kolay bir iş değildir. Böyle bir talep ancak, aralarında belli bir hukukun bulunduğu kişiler arasında yapılabilir.
Yayınlanmış makale veya kitaplarınızı hâliyle bana gönderebilirsiniz. Ben de yeni kitaplarım çıktıkça yıllardır belli sayıda nüshayı, hocalarıma ve meslektaşlarıma göndermeye çalışıyorum. Keza yeni makalelerim çıktıkça makalelerimin linklerini, e-posta yoluyla meslektaşlarımla paylaşıyorum. Her yazar kitabının veya makalesinin diğer yazarlar tarafından okunmasını ister. Eserlerinin başkaları üzerindeki yansısını görmek ister. Bir yazarın kitabına veya makalesine diğer yazarlar tarafından atıf yapılması o yazar için onurdur. Hele kitabı hakkında diğer yazarların inceleme veya eleştiri yazısı yazmaları o yazar için bir gurur kaynağıdır. Ayrıca bir yazarın diğer bir yazara kitabını göndermesi, ona değer verdiğini de gösterir. Bana kitap gönderilmesi beni mutlu eder; bundan onur duyarım. Bana kitap gönderenlere de göndereceklere de teşekkür ederim.
Ancak bana gönderdiğiniz makale veya kitabı okuyup size geri dönmemi lütfen beklemeyiniz. Açıkça ve dürüstçe şunu söylemek isterim: Yıllar geçtikçe okuma hızım düşüyor ve keza okuyacak kitap sayısı artıyor. Bana gönderilen her makaleyi ve kitabı okumamın imkan ve ihtimali yok. Samimî olarak söyleyeyim ki bana gönderilen kitap ve makalelerin pek azına bakma imkânım oluyor. Bunu bilerek bana kitap veya makale gönderiniz. Lütfen bana kitap gönderdikten sonra da “kitabımı veya makalemi okudunuz mu, görüş ve eleştirilerinizi nelerdir” mealinde e-postalar göndermeyiniz. Bu durumumun ideal olmadığını biliyorum. Ama içinde bulunduğum durum bu. Bunu dürüstçe size bildirmek isterim.
Akademi dünyasında insanların birbirinden yardım istemesi tamamıyla doğaldır. İçinden çıkamadığınız bir konuda arkadaşınızın fikrine ihtiyaç duyabilirsiniz. Belli konuda yazdığınız yazıyı yayınlamadan önce arkadaşınıza okutup fikrini öğrenmeye ihtiyaç duyabilirsiniz. Bilmediğiniz bir dilden bir alıntı karşınıza çıktığında söz konusu cümleyi veya paragrafı o dili bilen arkadaşınıza gönderip çevirmesini isteyebilirsiniz. Arayıp bulamadığınız nadir bir kaynağın temini konusunda da yardım isteyebilirsiniz. Akademik dünyada daha pek çok konuda yardım istenebilir. Ancak yardım isteyeceğiniz kişi ile sizin aranızda bir “hukuk”un olması gerekir. Bu “hukuk” çok çeşitli şekillerde oluşmuş olabilir. Yardım istediğiniz kişi de geçmişte sizden yardım istemiş ise hâliyle siz de ondan yardım isteyebilirsiniz. Veya yardım isteyeceğiniz kişi ile birlikte çalışmışlığınız var ise ondan yardım isteyebilirsiniz. Örneğin geçmişte asistanlığını yaptığınız bir hocadan yardım istemekte tereddüt etmeyiniz. Keza aynı kurumda çalışan meslektaşların da birbirinden yardım istemesi tamamıyla normaldir. Ancak hiç tanımadığınız bir kişiden yardım istemeyiniz.
Benim aldığım yardım taleplerinin ezici çoğunluğu, aramızda bir hukukun olmadığı, kendilerini hiçbir şekilde tanımadığım kişilerden geliyor. Bu yardım talepleri içerik olarak çok çeşitli:
a) Şimdiye kadar “şu konuda çalışıyorum, kaynak bulamıyorum, bana kaynak söyler misiniz” diyen pek çok e-posta aldım. Kaynak bulmak bilimsel çalışmanın ayrılmaz bir parçasıdır. O konuda siz çalışacaksanız, kaynağınızı da siz bulacaksınız.
b) Bazen de benim bir kitabımın ilgili bölümlerini veya sayfalarını talep edenler oluyor. “Hocam şu konuda çalışıyorum, bu konu sizin şu kitabınızda işlenmiş, ama kitabı bulamıyorum, kitabın şu bölümünü bana gönderebilir misiniz” gibi pek çok e-posta aldım. Oysa kitap pek çok üniversite kütüphanesinde var. Lütfen bana bu tür e-postalar göndermeyiniz.
c) Bazen benim kitabımı değil, benden başka yazarların kitaplarından sayfa isteyenler de oluyor. “Hocam falanca kitabınızın falanca sayfasında filan yazarın kitabına atıf var. Ben bu kitabı bulamıyorum. İlgili sayfaları bana göndermeniz mümkün olursa sevinirim” şeklinde e-postalar alıyorum. Oysa çoğunlukla söz konusu kitap kütüphanelerde bulunan bir kitap. Kitap bulma bilimsel araştırmanın bir parçasıdır. Bu işi konuyu kim yazıyorsa o yapmalıdır. Lütfen bana bu tür e-postalar atmayınız. (Geçmişte sadece bir iki defa çok eski tarihli bir iki Fransızca kaynağa ilişkin bu tür taleplere olumlu cevap verdim).
d) “Şu konuda çalışıyorum; ama plânı bir türlü oturtamadım. Bana bir plân önerir misiniz” tarzında e-postalar alıyorum. Haliyle çalıştığınız konuda plân yapmak sizin işiniz.
e) “Şu konuyu inceliyorum; ama üstesinden gelemiyorum; bana bir yol gösterir misiniz” diyen e-postalar alıyorum. Ben size nasıl olacak da yol gösterebileceğim?
f) “Şu konuyu inceliyorum; şu hususta şöyle düşündüm, sizce doğru mu, siz ne düşünüyorsunuz” diyen e-postalar alıyorum. Bu tür soruları sadece aranızda belli bir hukukun olduğu hocalara sorunuz.
Aldığım e-postaların şüphesiz en büyük kısmı, lisans öğrencilerinden gelen yardım taleplerine ilişkindir. Bu yardım talepleri çok çeşitlidir. Bunlara ilişkin açıklamalarımı gruplara ayırarak yapacağım.
a) Lisans öğrencilerinden hazırladıkları ödevle ilgili kaynak talep eden pek çok e-posta alıyorum. Bunların bir kısmında “şu konuda ödev hazırlıyorum, kaynak lütfen” gibi hadsiz ifadeler var. Bazı lisans öğrencilerinin cüretine hayret ediyorum.
b) Bazen de lisans öğrencileri, “hocamız bize şöyle bir soru sordu, bunun cevabı ne” diye e-postalar atıyorlar. Belki inanmayacaksınız ama, geçmişte, “yarın sınava gireceğiz, hocamız şu soruyu soracakmış, bu soruya cevap yazar mısınız” diyen pek çok e-posta aldım.
c) Bazen de öğrenciler, hocalarına karşı kendilerini savunmak için benden yardım istiyorlar. “Hocamızın sınavda sorduğu şu soruya şöyle bir cevap verdim; hocamız bu cevabı doğru kabul etmedi, kendi cevabının doğru olduğunu iddia ediyor” gibi e-postalar alıyorum. Ben sizin hocanızın üstünde bir hoca değilim. Ben akademik istinaf veya temyiz mercii hiç değilim. Her hoca aynı hiyerarşide bulunur ve kendi dersinde her hoca kraldır. Kendi hocanızın cevabını doğru bulmuyorsanız, kendi hocanızla tartışınız.
d) Bazı iyi niyetli, içten ve hevesli lisans öğrencilerinden gelen safiyane sorular da oluyor. Bu tür sorulara örnekler: “İyi bir hukukçu olmak istiyorum, hangi kitapları okumam lazım?” “Bana bir okuma listesi gönderebilir misiniz?” “Ben sizin gibi bir hukukçu olmak istiyorum. Kendimi nasıl yetiştireyim?” Pek çok lisans öğrencisi iyi hukukçu olmanın sihirli bir formülü olduğuna inanıyor. Bunlardan bir kısmının da benim bu “formülü keşfettiğimi” sanıyorlar. Vakıa böyle bir formül yok. Benim bu konuda bir tavsiyem olamaz. Herkesin kendine özgü bir yolu var. Benim yolum kimseye ışık tutamaz. Zaten bu yol belli yer ve zaman koşullarında kendiliğinden oluşmuş ve içi de düşüp kalkmaktan ibaret bir yoldur; tavsiye edilecek bir yanı da yoktur.
e) Lisans öğrencilerinden gelen bir soru da hangi yabancı dili öğreneyim sorusudur. Bu sorulara standart bir cevap veriyorum: İngilizce. Çoğunlukla bu cevabıma şaşırıyorlar. Zira bu soruyu soranlar, benim birinci yabancı dilimin Fransızca olmasından yola çıkarak, bu soruya Fransızca cevabını vereceğimi sanıyorlar. Fransızcanın bugün bir uluslararası geçerliliği yok. Fransızca öğrenmeye kalkarak zaman harcamayın. Benim yaptığım şey örnek alınacak bir şey değil. Zaten ben de Fransızcayı seçmedim: Ben ortaokula bir köy ortaokulunda başladım ve bu ortaokulda yabancı dil olarak sadece Fransızca vardı!
Yüksek lisans, doktora öğrencilerinden ve araştırma görevlilerinden yabancı dil ile ilgili aldığım bir soru da şudur: “Fransızca öğreneyim mi?” Cevabım standart: “İdare hukuku hocası olmayı düşünmüyorsanız, Fransızca öğrenerek zaman kaybetmeyiniz; ama idare hukukçusu olacaksanız, muhakkak Fransızca öğreniniz”.
f) Lisans öğrencilerinden sıkça gelen bir soru da şu: “Yüksek lisans için yurtdışına gideceğim. Hangi ülkeye gideyim?” El Cevap: “ABD, o olmazsa İngiltere”. Genellikle soruyu soranlar, bu cevabıma da şaşırıyorlar. Benim Fransa’da doktora yaptığıma bakarak Fransa diyeceğimi sanıyorlar. Fransa’daki üniversite eğitimi kalitesi ABD ile karşılaştırılamayacak kadar düşüktür. Türkiye’de yüksek öğretime ilişkin olan kalite sorunlarının önemli bir kısmı şu ya da bu şekilde Fransa’da da vardır. Kara Avrupası üniversiteleri, çok genel olarak ve kabaca, bizim 1970’lerdeki Ankara Üniversitesi veya İstanbul Üniversitesi kalitesindedir. (Bu arada 1970’lerdeki Ankara ve İstanbul Üniversitelerinin kalitesinin şimdiki Türk üniversitelerinin kalitesinden katbekat yüksek olduğunu düşünüyorum).
g) Lisans öğrencilerinden sıkça gelen bir soru da şudur: Bu yıl mezun oluyorum, ne yapayım? Yüksek lisans mı yapayım? Hâkimlik sınavlarına mı başvurayım? Araştırma görevlisi sınavlarına mı gireyim? (“Avukat mı olayım” sorusunu sormuyorlar; herhalde o çantada keklik olarak görülüyor). Bu sorulara ben ne cevap verebilirim?
h) Lisans öğrencilerinden değil, ama lisans öğrencisi adaylarından gelen sorular da oluyor. Genellikle üniversite tercih döneminde pek çok lise öğrencisinden hukuk fakültesi tercihi konusunda e-posta alıyorum. Sordukları iki temel soru oluyor: Devlet hukuk fakültesi mi, vakıf hukuk fakültesi mi tercih edeyim? Devlet üniversitesi hukuk fakültesi seçeceksem, hangisini tavsiye edersiniz? Vakıf üniversitesi hukuk fakültesi seçeceksem, hangisini seçmeliyim? Bu sorulara genellikle cevap vermiyorum. Bu sorulara cevap vermek sorumluluk gerektirir. Bu sorulara verilecek cevaplar “iki kere iki dört eder” misali cevaplar değildir; bu sorulara verilebilecek cevaplar fevkâlâde zor ve tartışmaya açıktır. Bu sorulara kim nasıl cevap verebilir? Bu konuda soru soranlara da bu konularda kimsenin görüşüne itibar etmemelerini tavsiye ederim.
Aldığım e-postaların önemli bir kısmı çeşitli kişilerden gelen hukukî yardım taleplerine ilişkin. Neredeyse her gün bir vatandaşımızdan uğradığı haksızlıktan yakınan bir e-posta alıyorum. Disiplin cezası alan bir öğrenci bana e-posta atıyor. Açtığı davayı kaybeden vatandaş bana e-postayla mahkeme kararlarını gönderip, ne yapması gerektiği konusunda akıl istiyor. Üstelik bunların bir kısmının anayasa veya idare hukukuyla bir ilgisi yok. Ceza davaları veya hukuk davalarıyla ilgili e-postalar da alıyorum. Lütfen bana hukukî uyuşmazlıklarınızla ilgili e-posta göndermeyiniz. Bir kere ben bir teorisyenim. Uygulamayı çok da bilen birisi değilim. Avukat değilim. Hayatımda avukatlık yapmadım. Kaldı ki, somut hukukî uyuşmazlıklar konusunda uzaktan bilgi verilmesi mümkün değil. Bu iş bir doktorun e-posta yoluyla hasta muayene etmesine ve reçete yazmasına benzer. Bu yanlış bir şey. Bana bu tür sorular soran kişilere “bu soruları bir avukata sorunuz” diye cevap yazıyorum. O zaman da bana “bir avukat tavsiye eder misiniz” diye yazıyorlar. Hâliyle buna da cevap vermiyorum. Lütfen, özellikle rica ediyorum, bana somut hukukî uyuşmazlıklarınız hakkında soru sormayınız ve keza benden avukat tavsiye etmemi de istemeyiniz.
Aldığım e-maillerden bazıları da benimle görüşmek isteyen kişilerden geliyor. Ben prensip olarak kimseyle görüşmeyen, kendi köşesinde kalıp çalışan birisiyim. Benden randevu talep etmek amacıyla bana lütfen e-posta göndermeyiniz. Aynı şekilde benimle zoom üzerinden veya başka benzeri yollarla görüşme yapmayı da lütfen talep etmeyiniz.
Nihayet aldığım e-postaların bir kısmında okuyucularım kitaplarını bana imzalatmak istiyorlar. Ben romancı değilim. Özel bir sebep olmaksızın okuyuculara kitap imzalamak fikri hiçbir zaman aklıma yatmadı. Hâliyle kendi meslektaşlarıma, arkadaşlarıma gönderdiğim kitapları imkân buldukça imzalıyorum. Üniversitedeyken kendi öğrencilerime de kitap imzalamayı reddettim. İstisnaen sınavlarda birinci olan öğrencileri ödüllendirmek amacıyla hediye ettiğim kitapları “başarılarının devamı dileğiyle” notunu düşerek imzaladım. Çünkü bu durumda imza için özel bir sebep vardı. Lütfen bana kitap imzalatma amacıyla e-posta göndermeyeniz.
En kızdığım e-postalardan birisi referans mektubu talepleridir. Hâliyle bir hocanın yakından tanıdığı, başarısından emin olduğu bir öğrencisi veya asistanı için referans mektubu yazması normaldir. Ben de geçmişte yakından tanıdığım bir iki öğrencim için ve keza benimle birlikte çalışmış araştırma görevlisi meslektaşlarım için referans mektubu yazdım. Ancak tanımadığım öğrencilerden de referans mektubu talepleriyle karşı karşıya kaldım ve dört yıldır emekli olmama rağmen hâlâ bu taleplerle karşı karşıya kalıyorum. Nasıl olacak da bundan 10 yıl önce 200 kişilik sınıfta ders verdiğim bir öğrenciyi bugün hatırlayacağım ve onun başarısından ve karakterinden emin olup onun hakkında tavsiye mektubu yazacağım? Belki inanmayacaksınız ama benden referans mektubu isteyen öğrencilerden bir kısmı hiçbir şekilde benim öğrencim olmamış başka üniversitelerde okumuş öğrenciler. Birisine “ne alaka” diye sordum; bana “şansımı bir deneyeyim dedim” diye cevap yazdı. Lütfen benden de, sizi tanımayan hocalardan da referans mektubu istemeyiniz. Yaptığınız şey doğru değil.
Son olarak şu hususu da belirtmek isterim: Gelen e-postalardan bazıları isimsiz veya takma isimli. İsmini gizleyen, ismini verme cesaretini gösteremeyen birinin, soru sormaya da, cevap almaya da hakkı yoktur. Haliyle e-posta hesabının kendisi takma isimlerden veya rakamlardan veya anlamsız harflerden oluşabilir. Ama bana gönderilen mesajdan e-postanın sahibinin kendisinin gerçek ismi anlaşılmaladır. İsimsiz veya takma isimli e-postalara cevap vermeyeceğim.
Bitirirken tekrar edeyim. Benim yazdıklarıma ilişkin görüş ve eleştirilerinizi her zaman bana yazabilirsiniz. Benim yazılarımda gördüğünüz hata ve eksiklikleri bana her zaman bildirebilirsiniz. Ama diğer konularda bana e-posta göndermeyi düşünüyorsanız, yukarıdaki açıklamaları dikkatlice okuyunuz ve çok gerekli değilse lütfen bana e-posta göndermeyiniz.
K.G., 28 Aralık 2020