Aslında ben geçen Eylül ayında yayınladığım Gözler v. Çağlayan Davası başlıklı kitabımda [1] ve geçen hafta yayınladığım Özgüldür v. Gözler Davası başlıklı kitabımda [2] mahkeme kararlarının yayınlanması sorununu inceledim. Buna rağmen, aynı konuda bu makaleyi de yazmaya şu iki nedenle karar verdim:
Bir kere, adı geçen kitaplarda mahkeme kararlarının yayınlanması sorunu, bütün yönleriyle değil, söz konusu kitapların asıl konusunun gerektirdiği ölçüde, yani bir “ön sorun” olarak incelenmiştir. Bu sorunu, söz konusu kitapların konusundan bağımsız olarak, genel bir sorun olarak, daha sistematik ve daha ayrıntılı bir şekilde incelemekte yarar vardır.
İkinci olarak söz konusu kitaplarda bu soruna ayırdığım sayfalar, bu konuda çalışacak olan araştırmacıların gözünden kaçabilir. Bu konunun ayrı bir makale olarak yayınlanmasında bilinebilirlik ve erişebilirlik açısından da yarar vardır.
* * *Sorunu adım adım, şu soruları sorarak inceleyeceğim:
- Mahkeme Kararları Yayınlanabilir mi?
- Hâkim İsimleri Yayınlanabilir mi?
- Savcı İsimleri Yayınlanabilir mi?
- Kâtip İsimleri Yayınlanabilir mi?
- Bilirkişi İsimleri Yayınlanabilir mi?
- Taraf İsimleri Yayınlanabilir mi?
- Taraf Vekillerinin İsimleri Yayınlanabilir mi?
- Tanık İsimleri Yayınlanabilir mi?
- Üçüncü Kişilerin İsimleri Yayınlanabilir mi?
- Kişisel Veriler Yayınlanabilir mi?
Bu sorulara ilaveten, yeri gelmişken bir soru daha soracağım:
- Mahkeme Kararları Nasıl Zikredilmelidir?
İlk soruyla konuyu incelemeye başlayayım:
Evet. Hiç şüphesiz ki, mahkeme kararları yayınlanabilir.
Zira 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun (FSEK) 31’inci maddesine göre “resmen yayımlanan veya ilan olunan kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yönetmelik, tebliğ, genelge ve kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma serbesttir” [3].
Burada yayın serbestisinin konusu “kazaî kararlar”, yani “yargı kararları”dır. Bu serbestiden yararlanacak olan kararın “yargı kararı” olması lazımdır.
“Yargı Kararı” Nedir?- Bir kararın “yargı kararı” olarak nitelendirilebilmesi için şu iki şartı yerine getirmesi gerekir:
1. Karar, bir yargı organından çıkmış olmalıdır. Yargı organının tanımı ve kriterleri konusunda Türk Anayasa Hukuku isimli kitabımıza bakılabilir [4].
2. Yargı organından çıkan karar, bu organın yargılama fonksiyonu kapsamında verdiği bir karar olmalıdır. Çünkü yargı organından çıkan her karar, bir “yargı kararı” değildir. Malum yargı organlarının idarî kararları da vardır. Yargı organının idarî kararları ile yargısal kararları arasında nasıl ayrım yapıldığı ve keza yargılama fonksiyonunun nasıl tanımlandığı konusunda İdare Hukuku isimli kitabıma bakılabilir [5]. Sadece şunu belirteyim ki, yargı organlarının uyuşmazlık çözme faaliyeti dışında kalan, örneğin kendi iç yapısına ve çalışma düzenine ilişkin işlem ve kararları, yargısal nitelikte değil, idarî niteliktedir [6]. Bu nitelikteki kararlar yargı organlarından çıksa bile, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesinde tanınan serbesti kapsamına girmezler. Bununla, bu kararların yayınlanamayacağını değil, ama bu yayınlanmanın 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesinin sağladığı korumadan yararlanamayacağını söylüyorum. Yargı organının idarî kararlarının yayınlanması sorunu ayrıca incelenmesi gereken bir sorundur.
Yukarıdaki İki Şartı Yerine Getiren Her Türlü Karar, FSEK, m.31 Kapsamındadır.- Yukarıdaki iki şartı yerine getiren her kararın yayınlanması serbesttir. Bu kararın hangi tür yargı koluna ait mahkemeden çıktığı önemli değildir. Adlî yargı organlarının kararları da, idarî yargı organının kararları da Anayasa Mahkemesi kararları da yayınlanabilir.
Keza belirli bir yargı kolu birden fazla dereceden oluşuyor ise, bu yargı kolunun sadece üst derece mahkemesinin değil ilk derece ve ara derece mahkemelerinin kararları da yayınlanabilir. Yani sadece temyiz mahkemesinin kararlarını değil, istinaf ve bidayet mahkemelerinin kararlarını da yayınlamak serbesttir.
Yine belirteyim ki, yukarıdaki şartları taşımak kaydıyla yayınlanacak yargı kararının türünün ve niteliğinin bir önemi yoktur. Nihaî kararlar yayınlanabileceği gibi ara kararlar da yayınlanabilir. Keza tutuklama kararı, tedbir kararları, yürütmeyi durdurma kararları da yayınlanabilir. Keza çeşitli kanunların mahkemelere verdiği yargısal görevler kapsamındaki kararlar da yayınlanabilir. Örneğin sulh ceza hâkimlerinin 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun uyarınca verdiği erişimin engellenmesi kararları da birer yargı kararıdır ve dolayısıyla bunlar da yayınlanabilir.
FSEK, m.31’in Niteliği.- Burada 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesindeki hükmün hukukî niteliğini de açıklığa kavuşturmak gerekir. Liberal bir hukuk siteminde bir serbesti kanundan kaynaklanmaz. “Hürriyet karinesi (praesumptio libertatis)” [7] uyarınca, ayrıca yasaklanmadıkça her insan fiili, bu arada mahkeme kararlarının yayınlanması fiili de serbesttir. Serbest olan bir şeyin serbest olduğunun ayrıca kanunla belirtilmesine gerek yoktur. Zaten kanunla yasaklanmamış her insan fiili serbesttir.
Liberal bir hukuk sisteminde kanun ancak kendi koyduğu bir yasağa istisna getirirken bir fiilin serbest olduğunu belirtmeye ihtiyaç duyar. Dolayısıyla Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesindeki serbestlik hükmü, olsa olsa, aynı Kanun tarafından konulan bir yasağa istisna getiren bir hüküm olabilir. FSEK, m.31’in yaptığı şey de budur. Gerçekten de FSEK, diğer hükümleriyle (m.14, 18, 22, 23) fikrî eserleri yayınlama hakkını eser sahiplerine vermiştir; eser sahibi olmayan kişilerin eser sahibinin izni olmadan onun eserini yayınlamalarını yasaklamış ve bunu hukukî ve cezaî müeyyidelere bağlamıştır (m.66-71). İşte FSEK, m.31, diğer maddeleri (m.14, 18, 22, 23, 66-71) ile öngördüğü bu yasağa istisna getirmektedir. Yoksa hürriyet karinesini tersine çevirmemektedir.
* * *Burada de lege ferenda şunu da söylemek isterim: Mahkeme kararlarının yayınlanması konusu, FSEK, m.31’den öte, ayrı bir kanunla veya usûl kanunlarında (HMK, CMK, İYUK) ayrı maddelerle düzenlenmelidir. FSEK, m.31’de bu konu, hâliyle fikir ve sanat eserleri hukuku açısından düzenlemiştir. Benim görebildiğim kadarıyla bu konuda, ülkemizde anayasal veya yasal bir düzenleme yoktur. Bu konu yönetmelikle düzenlenemez. Zira mahkeme kararlarını yayınlama hakkı, Anayasa, m.26, 27 ve 28’de güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerin koruması altında bulunur. Bu hak ve hürriyetler ise, Anayasa, m.13 uyarınca, ancak Anayasanın ilgili maddesinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve sadece kanunla sınırlanabilir.
Burada şu hususu not etmek isterim: Mahkeme kararlarının yayınlanması hakkı, bizde 1876 Anayasasının 82’nci maddesinde açıkça tanınmış bir haktı. Bu maddede “mahkemelerde her nevi muhakeme alenen cereyan eder ve ilâmatın neşrine mezuniyet vardır” denmekteydi. Yani bu makalede tartıştığımız hak, bu ülkede bundan tam 144 yıl önce tanınmıştı, hem de en yüksek seviyeden.
Mahkeme kararlarının yayınlanması konusu esasen tartışmalı bir konu değildir. Tartışmalı olan hususların çoğu kanundan değil, uygulamadan kaynaklanıyor. Uygulamada çoğunlukla, kanunen gerekmemesine rağmen, kararda geçen isimler makaslandıktan veya baş harflerle kısaltıldıktan sonra kararlar yayınlanıyor.
Yayınlanacak mahkeme kararlarından isimleri çıkarmak gerekir mi?
Bu soruya “hayır, prensip olarak çıkarmak gerekmez” cevabını vermek gerekir. Şu iki sebepten dolayı:
“Yayınlanacak mahkeme kararlarından isimleri çıkarmak gerekir mi” sorusuna cevap vermek için öncelikle 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesinin sözüne bakmak gerekir. Madde 31’de getirilen serbestinin konusu nedir? Bu serbesti yayınlanacak kararın her şeyini ve her kısmını kapsamakta mıdır?
5846 sayılı Kanunun 31’inci maddesinde öngörülen serbestinin konusu, “kazaî kararlar” ibaresi kullanılarak belirlenmiştir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesinde “kazaî kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma serbesttir” denmektedir. Bu maddede “kazaî kararlar”, yani “yargı kararları” ibaresi bir “genel ibare (generalia verba, âmm lafız)” olarak kullanılmıştır. Hukukun genel teorisinde, genel ibarelerin yorumlanması konusunda, “genel ibareler, genel anlamda yorumlanır “(generale dictum generaliter est interpretandum)”; “kanunun ayrım yapmadığı yerde ayrım yapılmaz (lege non distinguente non nobis est distinguere)” ilkeleri geçerlidir [8]. Kanun herkese mahkeme kararlarını yayınlama hakkını vermiştir, bu hakkı verirken yayınlanacak şeyi “kazaî kararlar” şeklinde bir genel ibare ile belirlemiş; kazaî kararlar arasında ve kazaî kararların kendi içinde herhangi bir ayrım yapmamıştır. Dolayısıyla FSEK, m.31’deki “kazaî kararlar” ibaresinin içine her çeşit yargı kararı gireceği gibi yargı kararının her kısmı ve her cümlesi girer.
Nitekim 2797 sayılı Yargıtay Kanunu (m.49/1), “gönderilen kararların özetleriyle birlikte aynen yayımlanması zorunludur” diyerek, Yayın İşleri Müdürlüğüne kararı aynen yayınlama, yani isim çıkarmadan yayınlama görevi vermektedir.
Hukukumuzda isteyen herkes istediği mahkeme kararını, makaslamadan bir bütün olarak, aynen yayınlama hakkına sahiptir. Kararı yayınlayacak kişinin karardan kişi isimlerini çıkarmak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Böyle bir yükümlülük, Anayasamızın 26’ncı maddesinde güvence altına alınan düşünceyi yayma hürriyeti ve 27’nci maddede güvence altına alınan bilim hürriyeti gibi hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelir ki, Anayasamızın 13’üncü maddesi uyarınca bu temel hak ve hürriyetler “ancak kanunla” sınırlanabilir.
Bildiğim kadarıyla, yayınlanan kararlardan hâkim isimlerinin, taraf isimlerinin, bilirkişi isimlerinin çıkarılmasını öngören bir kanun hükmü yoktur.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda (m.14/2), 2797 sayılı Yargıtay Kanununda (m.49/1, 50/2-b, m.58) Yargıtay kararlarının yayınlanması zorunluluğunu getiren maddeler vardır. Ancak bu maddelerde kararlardan kişi isimlerinin çıkarılmasına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.
Yayınlanacak mahkeme kararlarından isimleri çıkarmak gerekir mi sorusuna cevap verirken yargılamanın alenîliği ilkesini de dikkate almak gerekir. Bilindiği gibi hukukumuzda yargılamanın alenîliği prensibi geçerlidir. Anayasamızın 141’inci maddesine göre,
“mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde karar verilebilir. Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler konulur”.
Hukuk Muhakemeleri Kanununda (m.28) ve Ceza Muhakemesi Kanununda (m.182) da, Anayasamızın 141’inci maddesine benzer hükümler vardır.
Mahkeme kararlarının yayınlanması ve keza bu kararlardan isimlerin çıkarılması meselesi tartışılırken, duruşmaların açık yapılması ile duruşmaların kapalı yapılması arasında ayrım yapmak gerekir.
Duruşmaların açık yapılması kural, kapalı yapılması ise istisnadır. CMK, m.182’ye göre, duruşmaların kapalı yapılabilmesi için bunu “genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli” kılması ve buna “mahkemece karar” verilmesi gerekir. Kapalılık kararı verilmemiş her duruşma açık duruşmadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu, m.187/2’e göre “kapalı duruşmanın içeriği hiçbir iletişim aracıyla yayımlanamaz”. Ayrıca bu yasağın müeyyidesi Türk Ceza Kanunu, m.285/3’te öngörülmüştür.
Kapalılık kararı verilmiş ise, duruşma tutanakları yayınlanamaz; ama yine de son duruşmada okunan hüküm ve keza gerekçeli karar yayınlanabilir. Çünkü CMK, m.183/3’e göre “duruşmanın kapalı yapılması konusundaki gerekçeli karar ile hüküm açık duruşmada açıklanır”.
Duruşmaları kapalı yapılmış bir davada verilen gerekçeli karardan, yayınlanmadan önce, kapalılık kararının dayanağı olan sebeplerin gizlenmelerini meşru gösterdiği isimler çıkarılmalıdır. Doğrusu bu çıkarmayı doğrudan doğruya mahkemenin kendisinin yapmasıdır. Hâliyle bunun usûlünün ayrıca düzenlenmesi gerekir.
Duruşması kapalı yapılmış bir davada verilmiş gerekçeli karardan isimler mahkeme tarafından çıkarılmamış olsa bile, bu kararı yayınlayan kişinin bu isimleri çıkarması gerekir. Çünkü mahkemenin verdiği kapalılık kararı, sadece mahkeme ve taraflar için değil, herkes için hüküm ifade eder.
Önemle altını çizelim ki, bu durumda dahi kararda ismi geçen herkesin değil, sadece kapalılık kararının dayandığı “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” gibi sebepler açısından isminin gizlenmesi haklı görülen kişilerin isimleri çıkarılmalıdır. Bu nedenle, bir davada böyle sebepler olsa ve duruşmaların kapalı yapılmasına karar verilmiş olsa bile, bu sebeplere dayanarak hâkimlerin isimleri, savcıların isimleri, avukatların isimleri, bilirkişilerin isimleri gizlenemez. Çünkü bu sebepler, mahiyeti gereği bu kişiler için geçerli değildir. Bir küçüğün davasında küçüğün ismi açıklanmamalıdır; ama bu davaya bakan hâkimin ismi neden açıklanmasın?
Kapalılık kararı verilmemiş her duruşma açık duruşmadır. Zira duruşmaların açıklığı kural, kapalılığı istisnadır. Hukukumuzda açık duruşmada söylenenlerin yayınlanması prensip olarak serbesttir. Aşağıdaki istisna dışında bunu yasaklayan bir hüküm hukukumuzda yoktur. Ceza Muhakemesi Kanununun 183’üncü maddesi, “duruşma salonunda her türlü sesli veya görüntülü kayıt veya nakil olanağı sağlayan aletler” kullanılmasını yasaklamaktadır. Açık duruşmalara ilişkin Kanunda bunun dışında bir yasak yoktur. Açık duruşmayı izleyen bir kişi, duruşmada konuşulanları not alıp notlarını yayınlayabilir. Aynı şekilde duruşmada olanların resmini çizip bu resimleri yayınlayabilir. Vakıa Nurullah Kunter’in isabetle belirttiği gibi,
“açıklık, isteyenin görmesi ve duyması kadar, gördüklerini, duyduklarını başkalarına yayabilmesini de gerektirir. Açık duruşmada olan bitenin neşri, bu itibarla serbest olmalıdır” [9].
Duruşmanın alenîliği prensibi, duruşma tutanaklarının da alenîliğini içerir. Zira duruşma tutanağı, duruşmada olan bitenin ve söylenenlerin hâkim tarafından zapta geçirilmesidir ve bu tutanak, CMK, m.183’ün yasakladığı araçlardan biri değildir. Duruşmaları alenî yapılmış bir davada verilen gerekçeli kararlar da evleviyetle tam metin olarak yayınlanabilir. Bu kararlardan isim çıkarma zorunluluğu yoktur.
İstisna: Açık Duruşmanın İçeriğinin Yayınlanmasının Yasaklanması (CMK, m.187/3).- Ceza Muhakemesi Kanununun 187’nci maddesinin üçüncü fıkrasında açık duruşmaların içeriğinin bazı istisnaî durumlarda yayınlanmasının yasaklanmasına imkân tanınmıştır. Bu fıkraya göre,
“açık duruşmanın içeriği, millî güvenliğe veya genel ahlâka veya kişilerin saygınlık, onur ve haklarına dokunacak veya suç işlemeye kışkırtacak nitelikte ise; mahkeme, bunları önlemek amacı ile ve gerektiği ölçüde duruşmanın içeriğinin kısmen veya tamamen yayımlanmasını yasaklar ve kararını açık duruşmada açıklar”.
Dolayısıyla açık duruşmadaki duruşma içeriğinin kısmen veya tamamen yayınlanmasının mahkeme tarafından yasaklanması durumunda, duruşma tutanağı, yasaklanan miktarda yayınlanamaz. Hâliyle yayınlama yasağının olduğu böyle bir davada hüküm açık duruşmada verilir. Dolayısıyla hükmü yayınlamak prensip olarak serbesttir. Ancak böyle bir davada verilmiş hükmü, yayınlarken, yayınlama yasağının dayandığı sebebin meşru gösterdiği isimler gerekçeli karardan çıkarıldıktan sonra yayınlanmalıdır.
Yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği gibi, gerek duruşmaların kapalılığı, gerekse açık duruşmanın içeriğinin yayınlanmasının kısmen veya tamamen yasaklanması, kendiliğinden olan bir şey değildir. Her iki durumda da buna mahkemenin karar vermesi gerekir. Mahkeme kapalılığa karar vermemiş ise, dava genel ahlâkı ilgilendiriyor diye duruşma tutanaklarının yayınlanamayacağı ve keza gerekçeli karardan da kişi isimlerinin çıkarılması gerektiği iddia edilemez. Aynı şekilde mahkeme açık duruşmanın içeriğinin yayınlanmasının yasaklanmasına karar vermemiş ise, davanın “kişilerin saygınlık, onur ve haklarına dokunacak” nitelikte olduğu ve bu nedenle de duruşma tutanaklarının yayınlanmayacağı ve gerekçeli karardan isimlerin çıkarılması gerektiği iddia edilemez.
Mahkeme kapalılık kararı veya açık duruşmanın içeriğinin yayınlanmasının yasaklanmasına karar vermemiş ise, böyle bir davanın duruşma tutanakları da, ara karaları da, gerekçeli kararları da yayınlanabilir ve bunları yayınlayan kişilerin, bunlarda geçen kişi isimlerini çıkarmak gibi bir zorunlulukları yoktur.
Adil Yargılanma Hakkı.- Burada duruşmaların açıklığının çok önemli bir ilke olduğunu, bu makalede tartışılan sorulara cevap ararken bu ilkenin her zaman göz ününde bulundurulması gerektiğinin altını bir kez daha çizelim. Bu aleniyet ilkesi, adil yargılama hakkının koşuludur. Alenî olmayan bir yargılamanın adilliğinden şüphe etmek gerekir. Keza hâkimlerin, tarafların, bilirkişilerin, tanıkların isimlerinin bilinmesi adil yargılanma hakkı açısından da gereklidir. Hâkimlerin, tarafların, bilirkişilerin, tanıkların isimlerinin bilinmediği bir yerde, adil yargılanma hakkının gerçekleşip gerçekleşmediği nasıl tartışılabilir?
Bu konuda benim görüşüm, yukarıda açıkladığım görüşten ibarettir. Ancak ülkemizdeki uygulamada bu konuda gerçekten ağır ve çok yaygın sorunlar vardır. Bu nedenle yayınlanan kararlarda isim geçmesi konusunda ismi geçen kişileri gruplara ayırarak ayrıca tartışmakta yarar vardır.
Hâkim isimleri yayınlanabilir mi? Tabiî ki yayınlanabilir. Bu soru aslında hukuk literatürünün taş devrinde kalması gereken ilkel bir sorudur.
Bir kararı yayınlarken veya bu karardan alıntı yaparken hâkim ismini zikretmek, bir kitap veya bir makaleyi yayınlarken veya bu kitap veya makaleden alıntı yaparken bu kitap veya makaleyi yazan yazarın ismini zikretmek kadar normal bir şeydir. Nasıl yazar ismi, kitap ve makalenin künye bilgisinin bir parçası ise, mahkeme ve hâkim ismi de kararın künye bilgisinin bir parçasıdır.
Hâkim isimlerinin yayınlanması lehine pek çok argüman ileri sürülebilir:
Hâkimler egemen adına karar verirler. Nasıl gizli egemen olmaz ise gizli hâkim de olmaz. Nasıl hükümdarın adı gizlenemez ise hâkimin adı da gizlenemez.
Nasıl gizli hâkim olmaz ise, hâkimin ismi gizlenmiş mahkeme kararı da olmaz. Nasıl işgal eden kişinin ismi gizlenmiş bir makama mahkeme denemez ise, kararı veren hâkimin isminin gizlendiği bir karara da mahkeme kararı denemez.
Karar, uyuşmazlık konusunda hâkimin yaptığı bir irade açıklamasıdır. Ortada bir irade açıklaması var ise bunun bir sahibi de vardır.
Yargı kararı da nihayetinde bir hukukî işlemdir. Bu hukukî işlemin özünü oluşturan irade açıklaması yetkili bir kişi tarafından yapılmalıdır. Bu işlemin yetki unsuru, hâkimin ismiyle belirlenir.
Hâkimin ismi mahkeme kararının ayrılmaz bir parçasıdır. Hâkimin isminin olmadığı bir karar, bir mahkeme kararı değildir [12]. Hâkimin ismi mahkeme kararının bir parçası ise, mahkeme kararını yayınlama hakkı, hâkimin ismini yayınlama hakkını da içerir.
Hâkim ismi o kadar önemlidir ki, ABD gibi bazı ülkelerde mahkemeler, hâkiminin ismiyle anılır: “Hoffman Mahkemesi (Hoffman Court)” gibi [13]. Heyet hâlinde çalışan mahkemelerde de mahkeme, başkanın ismiyle zikredilir: “Warren Mahkemesi (Warren Court)” gibi.
Pek çok ülkede hâkimin ismi mahkemenin kapısında veya duruşma salonunda kürsüde yazar. Bazı ülkelerde hâkim duruşma salonuna girerken, mübaşir veya bir görevli, hâkimin ismini yüksek sesle anons eder. Yine bazı ülkelerde hâkim, duruşmaya, taraflara kendisini tanıtarak başlar.
Hâkimlerin yazdıkları kararlar hiç şüphesiz birer “fikrî eser”dir. Bu kararlar bir makine tarafından yazılmaz. Bir insan tarafından yazılır. Mahkeme kararları, onları veren hâkimlerin emeğinin ve zihninin ürünüdür ve onların hususiyetini taşırlar. Hâkimlerin bu kararları görevlerinin bir gereği olarak yazmaları ve keza görevleri karşılığında maaş almaları, yazdıkları kararın “fikrî eser” olma niteliği üzerinde bir etkisi yoktur.
Türkiye’de mahkeme kararlarının düşük entelektüel nitelikte olması ve çoğunlukla özgünlükten mahrum olmaları onların birer “fikrî eser” oldukları gerçeğini değiştirmez. Medenî dünyada öyle mahkeme kararları vardır ki, pek çok hukuk profesörünün yazdığı kitap ve makaleden çok daha özgündürler ve hukuk bilimine çok daha fazla katkıda bulunurlar.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesinin herkese mahkeme kararlarını serbestçe yayınlama hakkı vermesi, bu kararların fikrî eser olmadıkları anlamına gelmez. Bu madde, bu kararların birer fikrî eser olmadıklarını değil, bunları yayınlama hakkının herkese ait olduğunu söylüyor. FSEK, 31’inci maddesiyle mahkeme kararlarını yayınlama konusunda bir serbestlik getirdiğine göre, demek ki, mahkeme kararlarını bir fikrî eser olarak kabul etmektedir. Eğer 31’inci madde olmasaydı, FSEK’in genel sistemi uyarınca mahkeme kararlarını yayınlama hakkı münhasıran eser sahibi olarak kararı yazan hâkimlere ait olurdu. Yukarıda açıklandığı gibi, FSEK, m.31, fikrî eserleri yayınlama hakkını eser sahibine veren maddelerine istisna getiren bir maddedir. Getirilen bu istisna dışında, mahkeme kararları da FSEK’in diğer hükümlerine tabidir.
FSEK, m.31’in getirdiği istisna, mahkeme kararlarının “çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma”ya ilişkindir. Bunun dışında getirilen bir istisna yoktur. Dolayısıyla hâkimlerin eser sahibi oldukları mahkeme kararları üzerinde çoğaltma, yayma, işleme veya herhangi bir suretle bunlardan faydalanma konusunda hakları, yani malî hakları yoktur; ancak hâkimlerin yazdıkları kararları üzerinde eser sahipliğinden kaynaklanan manevî haklara sahiptirler. Bu hakların başında da, FSEK, m.15 uyarınca, yayınlanan kararda “eser sahibi” olarak kendi adının belirtilmesini isteme hakkı gelir.
Kararı yazan hâkimler sadece kararda adlarının yazılmasını isteme hakkına sahip değillerdir. Aynı zamanda yazdıkları kararlardan alıntı (iktibas) yapılırken eser sahibi olarak kendi adlarının belirtilmesini isteme hakkına da sahiptirler.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun alıntı şartlarını düzenleyen 35’inci maddesi, sadece akademisyenlerin yazdığı kitap ve makaleler için değil, mahkeme kararları için de geçerlidir. 35’inci maddede geçen “eser” veya “ilim eserleri” kavramı, mahkeme kararlarını da kapsayan bir kavramdır. FSEK, m.35/son’a göre “iktibasın belli olacak şekilde yapılması lazımdır. İlim eserlerinde, iktibas hususunda kullanılan eserin ve eser sahibinin adından başka bu kısmın alındığı yer belirtilir”.
Dolayısıyla mahkeme kararlarından alıntının öncelikle belli olacak şekilde yapılması, yani alıntı üç satırdan kısa ise tırnak içinde verilmesi, üç satırdan uzun ise girintili paragraf (blockquote) olarak verilmesi gerekir. Keza alıntılanan kararın künyesi (mahkeme adı, tarih ve sayısı) ve alıntının yeri (kararın yayınladığı derginin, cilt ve sayfa numarası, varsa karardaki paragraf numarası) belirtilmelidir. Nihayet en önemlisi, alıntı yapılırken, “eser sahibinin adı”, yani kararı yazan hâkimin adı belirtilmelidir.
Uzun lafın kısası, FSEK, m.35’e göre mahkeme kararlarından alıntı yapılırken, eser sahibinin adının belirtilmesi gerekir. Mahkeme kararlarında da “eser sahibi”, mahkeme binası değil, kararı yazan hâkimdir.
Belirteyim ki, mahkeme kararlarında eser sahibi kararı imzalayan her hâkim değil, kararı bizzat yazan hâkimdir. Heyet hâlindeki mahkemelerde kararı başkan yazmış ise eser sahibi başkandır. Kararı çoğunluk adına üyelerden biri kaleme almış ise eser sahibi o üyedir. Muhalefet şerhlerinin eser sahibi de muhalefet şerhini yazan üyedir.
Belirteyim ki, maalesef, Türkiye’de bazı yüksek mahkemelerde kararları gerçekte mahkeme başkanının ve üyelerinin yazmadığı, kararları fiilen tetkik hâkimi ve raportörlerin yazdığı yolunda söylentiler vardır. Eğer bu söylentiler doğruysa, bu uygulama tamamıyla yanlıştır. Bu uygulama hakkında idare hukuku ve ceza hukuku açısından daha pek çok şey söylenebilir. Ben sadece fikir ve sanat eserleri hukuku bakımından şunu söyleyeyim: Eğer bu söylentiler doğruysa, yüksek mahkeme kararlarını fiilen hangi tetkik hâkimi veya hangi raportör yazmış ise, o kararın fikir ve sanat eserleri hukuku bakımından “eser sahibi”, o tetkik hâkimi veya o raportördür.
* * *Medenî dünyada mahkeme kararları, kararı veren hâkimin ismiyle birlikte yayınlanır ve bu kararlardan hâkimin ismi zikredilerek alıntı yapılır. Heyet hâlinde çalışan mahkemelerde verilen kararlarda kararı heyet veya çoğunluk üyeleri adına kim yazmış ise karardan alıntı yapılırken onun adı zikredilir. Hâliyle kararın kendisinde de kararı yazan başkanın veya üyenin adı belirtilir. Karar, mahkemenin kararı da olsa kararı kaleme alan başkanın veya üyenin adı bu karar yayınlanırken açıkça belirtilir. Keza böyle bir karardan alıntı yapılırken kararı heyet adına yazan başkanın veya üyenin adı ayrıca zikredilir. Örneğin ABD Yüksek Mahkemesinin 1803 tarihli meşhur Marbury v. Madison kararı Mahkeme Başkanı John Marshall tarafından kaleme alınmıştır. Bu nedenle de bu karardan alıntı yapılırken “Marbury v. Madison kararında, baş yargıç John Marshall dedi ki…, belirtti ki…, hükmetti ki…, kabul etti ki…, (Chief Justice John Marshall stated that…, held that…, recognized that…, noted that…, ruled that…, concluded that…) gibi ibarelere yer verilir. Merak edenler herhangi bir Amerikan anayasa hukuku kitabını açıp, Yüksek Mahkemenin herhangi bir kararının incelendiği herhangi bir sayfaya bakabilirler.
Mahkeme kararlarında kararı veren hâkimin isminin yayınlanması ve keza bu kararlardan alıntı yapılırken, bu kararlar incelenirken ve eleştirilirken bu kararı veren hâkimin isminin zikredilmesinin sağlayacağı pek çok yarar vardır. Kararlarının kendi ismiyle zikredileceğini bilen hâkim, kararını daha büyük bir özen göstererek yazar. Mahkeme kararlarından alıntı yapılırken hâkimin isminin belirtilmesi kararların kalitesini artırır. Mahkeme kararları eleştirilirken hâkimlerin isimlerinin zikredilmesi hâkimleri daha kaliteli kararlar yazmaya zorlar. Keza kararlardan alıntı yapılırken veya kararlar eleştirilirken hâkimlerin isimlerinin zikredilmesi, görevini hakkıyla yapan, güzel kararlar yazan hâkimleri ödüllendirir; onların isimlerinin hukuk literatüründe bilinmesini sağlar. Medenî dünyada hukuk profesörlerinin yazdığı kitap ve makalelerden çok daha fazla atıf almış mahkeme kararları vardır. Medenî dünyada hukuk literatüründe hukuk profesörlerinden çok daha ünlü hâkimler vardır.
Yukarıda örnek olarak belirttiğim gibi ABD Federal Yüksek Mahkemesinin Marbury v. Madison kararından alıntı yapılırken hep bu kararı yazan hâkim John Marshall’ın adı zikredilir. Dünyada şimdiye kadar yazılmış bir anayasa hukuku kitabı veya bir anayasa hukuku makalesi Marbury v. Madison kararı kadar atıf almamıştır. Yine şimdiye kadar, hukuk literatüründe, bir hukuk profesörünün ismi, hâkim John Marshall’ın ismi kadar çok anılmamıştır. Hâkim John Marshall’ın ismini ölümsüzleştiren şey, Marbury v. Madison kararının onun kaleminden çıkmış olmasıdır.
ABD’de mahkeme kararlarının bir fikrî eser olarak oldukça kaliteli oldukları genel olarak kabul edilir (hâliyle bir kararın içerik olarak doğruluğu başka şey, kararın entelektüel kalitesi başka şeydir). ABD’de mahkeme kararlarına kararları veren hâkimlerin adını zikrederek atıf yapma geleneği olmasaydı, bu ülkede kararlar bu kadar kaliteli olabilir miydi?
Türkiye’de de mahkeme kararlarından alıntı yaparken kararları veren hâkimlerin isimlerinin zikredilmesi hâkimleri daha kaliteli karar yazmaları için motive edecektir.
Hâkimlerin Eleştirilebilmesi İçin İsimlerinin Bilinmesi Gerekir.- Hâkimler yargı yetkisini kendi adlarına değil, Türk milleti adına kullanırlar. Hâliyle Türk milletinin kendi adına kimin ne karar verdiğini bilmeye ve bu kararları eleştirmeye hakkı vardır. Allaha şükür, Türkiye’de herkes, hâkimler de dahil, mahkeme kararlarının eleştirilebilir olduğunu kabul ediyor. Ancak bunu kabul eden hâkimler, eleştiri yapılırken kendi isimlerinin belirtilmesinden rahatsızlık duyuyorlar.
İsim belirtilmeden yapılan bir eleştiri ne işe yarar? Eleştiri zevk olsun diye mi yapılmaktadır? Yargı kararları fikir jimnastiği olsun diye mi incelenmektedir? Hâkimin ismi belirtilmeden yapılan bir karar eleştirisinin kamuoyu denetimi bakımından sağlayacağı bir yarar yoktur. Zira hâkimlerin isimlerinin bilinmediği yerde kamuoyu denetimi, kamunun bilgi edinme hakkı işlemez. Bu hakların bir anlamının olabilmesi için kararı veren hâkimin isminin bilinmesi gerekir.
Yayınlanan kararda hâkimin isminin belirtilmesi, mahkeme kararını eleştirirken hâkimin isminin zikredilmesi, hâkimi hedef göstermek demek değildir. İsim zikretmeden eleştiri olmaz. Hatayı mahkeme binaları yapmaz; hâkimler yapar. İsim, eleştirinin ayrılmaz parçasıdır. “İsmimi belirtmeden kararımı eleştir” demek eleştirinin doğasıyla bağdaşmaz.
Maalesef Türkiye’de hâkimlerin çoğunluğu verdikleri kararlar yayınlanırken, isimlerinin belirtilmesini bizzat kendileri istemiyor. Galiba hâkimlerin büyük bir kısmı yayınlanan kararlarda isimlerinin geçmesinden rahatsızlık duyuyor.
Yayınlanan kararlardan hâkim isimlerinin çıkartılması, yukarıda sebeplerini açıkladığımız gibi, hâkimlerin eser sahibi olarak fikrî haklarını ihlâl eder. Bir hâkim, neden fikrî haklarından gönüllü olarak vazgeçmektedir?
Yayınlanan kararlardan hâkim isimlerinin çıkartılması bizzat hâkimlerin kendilerine kendileri tarafından yapılmış bir kötülüktür. Hâkimler isimlerini gizleyerek, eser sahibi olarak isminin belirtilmesini isteme hakkından feragat ediyorlar [14] ve neticede kendilerini sıradan bir devlet memuru hâline getiriyorlar.
Hâkim isimlerinin gizlenmesi nedeniyle Türkiye’de her hâkim, görevde iken “hâkim”dir; görevden ayrılınca ismi unutulur gider. Avrupa’da, Kuzey Amerika’da, Güney Amerika’da, Hindistan’da ve hatta geçmişte eski İngiliz sömürgesi olan Afrika ülkelerinde hâkimler, verdikleri kararlarla ölümsüzleşir. Medenî dünyada öldükten yüz yıl sonra da isimleri anılan pek çok hâkim vardır. Türkiye’de ismi ölümsüzleşmiş, Refik Gür’den başka, kaç hâkim var?
Kararlardan hâkim isimlerinin çıkartılması, karara karşı oy yazan hâkimlerin fikrî hakları açısından da büyük bir haksızlık oluşturmaktadır. Karşı oy yazısında bir hâkim, üyesi olduğu mahkeme heyetinin çoğunluğunun kararına katılmamakta ve bu kararı neden yanlış bulduğunu açıklamaktadır. Bu hâkim, hâliyle karşı oy yazısının olabildiğince çok kişi tarafından okunmasını ve keza kendi isminin de bilinmesini ister. Kararın çoğunluk kısmından hâkim isimleri makaslanınca karşı oy yazısından da hâkim ismi veya isimleri makaslanır. Güzel bir karşı oy yazan hâkimin ismi böylece bilinmez. İsmi bilinmeyecek ise, bu hâkim neden bundan sonra karşı oylarını güzel bir şekilde yazmaya çalışsın ki [15] ?
Genel olarak belirteyim ki, hâkim ismi belirtmeden yapılan her eleştiri, görevini iyi yapan her hâkime haksız yere yöneltilmiş bir eleştiri anlamına gelir. İsim vermeden bir mahkeme kararının veya bir daire kararının eleştirilmesi, mahkemenin veya dairenin görevini hakkıyla yapan diğer üyelerini de töhmet altında bırakır.
Görevini iyi yapanlar ile kötü yapanlar arasında ayrımın yapılmadığı bir yerde, görevini iyi yapanlar bir süre sonra görevini iyi yapmamaya başlarlar.
Türkiye’de uygulamada adlî ve idarî yargıda bütün mahkemelerin, gerek temyiz, gerek istinaf, gerekse bidayet mahkemelerinin kararları hâkim isimleri çıkarıldıktan sonra yayınlanıyor. Yüksek mahkemelerin kararlar dergilerinde, internet sitelerindeki karar arama sayfalarında ve keza UYAP Bilgi Bankasında (http://emsal.uyap.gov.tr/) kararlar, kararı veren hâkimlerin adı makaslandıktan sonra yayınlanıyor. Aynı şey özel içtihat veri bankalarında da yapılıyor. Keza çeşitli dergilerde yayınlanan mahkeme kararlarında da hâkim isimleri çıkarılıyor.
Benim görebildiğim kadarıyla sadece Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararları hâkim isimleri çıkarılmadan yayınlanıyor. Yıllardır Türkiye’de bu iki mahkemenin kararları hâkim isimleriyle birlikte yayınlandı diye ne gibi bir mahzur ortaya çıktı? Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi battı mı? Yoksa bu mahkemelerin hâkimleri ağır hakaretlere mi maruz kaldılar? Sadece Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararları değil, bütün mahkemelerin kararları hâkim isimleri çıkarılmadan yayınlanmalıdır.
Bir de Danıştay kararlarının yayınlanması konusunda ilginç bir uygulama var. Danıştay kararından, kararı veren kurul veya daire başkan ve üyelerinin isimleri çıkarılıyor; ama davada düşünce bildiren “tetkik hâkimi”nin ismi yayınlanıyor. Kararı veren başkan ve üyelerinin isminin belirtilmediği yerde görüş bildiren tetkik hâkiminin isminin belirtilmesi tuhaf bir çelişkidir. Soralım: Yıllardır Türkiye’de Danıştay kararlarında görüş bildiren tetkik hâkimlerinin (ve keza savcıların) isimleri yayınlanıyor, bu nedenle bu tetkik hâkimlerinin ve savcıların başına bir iş mi geldi?
Söz hâkimlerin isimlerinden açılmışken sicil numaraları için de birkaç şey söylemek isterim. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297’nci maddesine göre hükümde, sadece hâkimlerin ve zabıt katibinin isimleri değil, sicil numaraları da yer almalıdır. Ceza Muhakemesi Kanununda hâkimlerin ve katiplerin sicil numaralarının belirtilmesine ilişkin bir hüküm yoktur. Adı geçen Kanununun 232’nci maddesine göre hükme “hâkimin, Cumhuriyet savcısının ve zabıt kâtibinin” isimleri yazılmalıdır.
HMK, m.297’de getirilen mahkeme kararlarında hâkimlerin isimlerinden başka sicil numaralarının da yazılması kuralının sebebini anlamış değilim. Sicil numaralarının mahkeme kararlarında yer alması, belki hâkimin kararını denetleyen ve notlandıran üst mahkemeler/makamlar için gerekli olabilir. Keza bu numaralar, hâkimin özlük işleri hakkında karar verecek olan Hâkimler ve Savcılar Kurulu için de gerekli olabilir. Ancak mahkeme kararı, üst mahkemeler veya HSK için değil, vatandaş için yazılır. Sicil numarası adliyenin bir iç işidir. Bunu vatandaşa hitap eden mahkeme kararlarına yazmanın bir anlamı ve gereği yoktur. HMK, m.297/1-a değiştirilmelidir.
Acaba dünyanın hangi ülkesinde veya ülkelerinde hâkim isminin yerine sicil numarası yazılmaktadır? Bu konuda benim bilgim yoktur. Böyle bir şeyin olacağını da sanmam. Bilgisi olan birisi var ise, beni bu konuda aydınlatırsa sevinirim.
Kanımca gerek duruşma tutanaklarında, gerek kararlarda, gerekse bütün adlî belgelerde hâkim ve kâtiplerin sicil numaralarının değil, isimlerinin yazılması gerekir. Sicil numarası yazılmış ise ayrıca isim de yazılmalıdır.
Sicil numaralarına ilişkin eleştirilerime devam edeceğim: Ama önce şu hususu belirteyim: Gerekli veya gereksiz, dava belgelerine yazılan sicil numaraları yayınlanabilir. Bunlar kişisel veri değildir. Keza bunlar birer hizmet için idarî bilgi ise, bunları aleni dava belgelerine koyarak ifşa edenler, hâkimlerin kendileridir. Zaten Türkiye’de hâkimlerin sicil numaraları, bizzat Hâkimler ve Savcılar Kurulunun internet sitesinde yayınlanan atama kararnamelerinde bulunmaktadır [16].
Uygulamada sicil numaralarının çok daha yaygın bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Bütün kararlarda, bütün duruşma tutanaklarında ve galiba bütün adlî yazışmalarda hakimler ve savcılar, sicil numaralarını kullanıyorlar. Kendi davalarımda bazı yazışmalarda ismin yazılmadığına sadece sicil numarasının yazıldığına pek çok defa şahit oldum. Keza bazı hâkimler dilekçeyi kaleme havale ederken kendi ismini veya kendi isminin baş harflerini değil, sicil numarasını yazıp havale ediyorlar.
Yine uygulamada, ilk derece ve istinaf mahkemesi kararlarının altında hâkimlerin ve kâtibin isminin yazmadığını, sadece sicil numaralarının yazdığına şahit oluyoruz. Bu kararlardaki hâkim ve kâtibin kim olduğunu ancak kararın ilk sayfasının üst kısmında bulunan karar bilgileri kısmından öğreniyoruz. Oysa Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararlarında olduğu gibi kararın altında, metnin en sonunda da isim yazılmalıdır. Zira bir hukukî işlemin en sonuna yazılan isim, o işlemin o ismin iradesinin ürünü olduğunu gösterir. Kaldı ki genel yazışma usûllerinde de imza ve isim yazılan metnin sonunda bulunur.
* * *Türkiye’de kararlara isim ve sicil numarası yazılması sorununun, HMK, m.297’nin hükmünden çok daha öte bir anlamı olduğunu, bu sorunun psikolojik ve kültürel boyutları olduğunu düşünüyorum.
Bana öyle geliyor ki, Türkiye’deki hâkimlerin ezici çoğunluğu, kararlarında isimleri hiç yazmasa, sadece sicil numaraları yazsa, çok daha mutlu olacaklar.
İsimlerin numarayla ikame edilmesi, kişiliğin silikleşmesinin bir göstergesidir. İsim yerine numaranın kullanıldığı bir medeniyette “birey” yoktur.
Korkarım ki Türkiye içine düştüğü kişiliksizlik kültüründe ilerlemeye devam ederse, bir gün mahkeme kararlarından hâkim isimlerinin tümden çıkarıldığına şahit olabiliriz. Bunu eleştirildiğinde de “niye eleştiriyorsunuz, onlarca yıldır Türkiye’de mahkeme kararlarının sonunda zaten hâkim ismi yok, sadece sicil numaraları var, değişen bir şey yok” denecek. Yine korkarım ki, belki Türkiye’de duruşma tutanaklarında veya mahkeme kararlarında, davacı, davalı, katılan ve sanık isimleri yerine sadece bu kişilerin T.C. kimlik numaralarının yazılacağı günlere şahit olabileceğiz! Malum, demokrasilerde değil, diktatörlüklerde isimler yerine numaralar yazılır! Hoş geldin “1984”!
Hâkimler hakkında yukarıda söylenenler, savcılar için de geçerlidir. Onların da isimleri yayınlanabilir. Dava aşamasında görev almış savcıların isimlerinin yayınlanması konusunda ayrıca bir şey söylemeye gerek yoktur.
Belki hazırlık soruşturması safhasında soruşturmayı yürüten savcının adının yayınlanıp yayınlamayacağı sorununu ayrıca tartışmak gerektiği akla gelebilir. Ne var ki, hazırlık soruşturmasında savcının ismine yönelik gizlilik öngören bir hüküm kanunlarımızda yoktur. Soruşturmayı yürüten savcının isminin yayınlanmasının, Türk Ceza Kanununun “gizliliğin ihlâli” başlıklı 285’inci maddesindeki suçu oluşturmasının imkân ve ihtimali yoktur. Hazırlık soruşturmasının yürüten savcının adı, soruşturma devam ederken de, soruşturma bittikten sonra da yayınlanabilir (Haliyle TCK, m.285'te öngörülen durumlarda soruşturmanın alenileştirilmesi savcının isminden bağımısız olarak suç teşkil edebilir). Özellikle iddianame düzenlenmiş ise, iddianame savcının ismi çıkarılmadan yayınlanabilir.
Yine belirteyim ki, savcıların mahkemeye sunduğu mütalaalar, yazdıkları temyiz dilekçeleri ve keza düzenledikleri takipsizlik kararları, iddianameler, tebliğnameler ve diğer işlemleri de birer “fikrî eser”dir; bunlar yayınlanırken de eser sahibi olarak bunları yazan savcının ismi belirtilmelidir. Aynı şekilde bunlardan alıntı yapılırken de bunları yazan savcının adı eser sahibi olarak zikredilmelidir.
Hâkim isimleri için yukarıda söylenenler prensip olarak kâtip isimleri için de söylenebilir. Onların da isimleri yayınlanabilir. Duruşma tutanağı veya gerekçeli karar yayınlanırken, tutanakta ve gerekçeli kararda ismi belirtilen zabıt kâtibinin ismini çıkarmak gerekli değildir. Mahkeme kâtibi, sıradan bir kamu görevlisi değildir. Kâtibin tuttuğu tutanağın, sahteliği ispatlanmadıkça, içeriğinin doğru olduğu kabul edilir. İsmi ve imzası duruşma tutanağının ve kararın mevsukiyetinin delili olan bir görevlinin isminin gizli tutulmasını istemeye hakkı olamaz. Katibin ismi ve imzası, huzurunda yapılan beyanın delilidir. Katibin ismi belirtilmedikçe bu beyanının zapt edildiği tutanağın bir geçerliliği olamaz. Nasıl noterin düzenlediği veya onayladığı bir belgede, belgeyi düzenleyen veya onaylayan noterin (veya noterin yetki verdiği başkâtibin) adı ve imzasının bulunması geçerlilik şartıysa, aynı şekilde tutanakta kâtibin isminin ve imzasının bulunması da geçerlilik şartıdır.
Öncelikle belirteyim ki, bilirkişi isimleri keza tanık isimleri, gerek Hukuk Muhakemeleri Kanunu (m.297), gerekse Ceza Muhakemesi Kanunu (m.232) uyarınca hükümde yazılması gereken zorunlu isimlerden değildir. Hâliyle gerek bilirkişi raporu, gerekse tanık beyanı, delil olduğu için, hükümde deliller değerlendirilirken bilirkişi isimleri de tanık isimleri de belirtilir ve belirtilmelidir de. Zira bilirkişi ismini bilmeden raporunun değerini, tanığın ismi bilinmeden beyanını değerini kamu oyu değerlendiremez.
Türkiye’de maalesef bilirkişilerin önemli bir kısmı yayınlanan mahkeme kararlarında isimlerinin geçmesini istemiyorlar. Benim görebildiğim kadarıyla mahkeme kararları bilirkişi isimleri çıkarıldıktan sonra yayınlanıyor.
İlginçtir ki, Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 12 Temmuz 2017 tarih ve E. 2012/49, K.2017/292 sayılı Gözler v. Çağlayan kararında bütün bilirkişilerin isimleri, baş harfleriyle kısaltılarak gizlenmiştir [17]. Altını çizerek belirtmek isterim ki, yayınlanan kararda değil, mahkemenin verdiği gerekçeli kararın mühürlü aslında bilirkişi isimleri makaslanmıştır. Dosyaya erişimi olmayan bir kişinin bu davada görev yapan bilirkişilerin isimlerini öğrenmesi mümkün değildir. Oysa bu davada gerekçeli karar, söz konusu bilirkişi raporları üzerine kuruludur. Gerekçeli kararın temelini oluşturan bilirkişi raporunun kimin imzasını taşıdığını bilmek, kamunun hakkıdır.
Sadece yayınlanan kararlarda değil, kararın mühürlü ve imzalı aslında dahi isimlerin makaslanması, isim korkusunun en ileri hâlidir.
Bilindiği gibi Hukuk Muhakemeleri kanunumuza göre, pek çok durumda, hâkim hakkındaki hükümler, kıyasen bilirkişiye de uygulanır. Yukarıda “II. Hâkim İsimleri Yayınlanabilir mi?” başlığı altında hâkimler için söylediğim her şey kıyasen bilirkişiler için de söylenebilir. Gizli hâkim olmayacağı gibi gizli bilirkişi de olmaz. Bilirkişi raporu bir “kanaat”tir. “Kanaat” bir makineden değil, bir insandan çıkar. Dolayısıyla kanaatin sahibi olan kişinin isminin bilinmesinde yarar vardır.
Ben bilirkişi isimlerinin gizlenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Keza bilirkişi raporuna yöneltilen eleştirilerde de bilirkişilerin isimlerinin belirtilebileceği ve belirtilmesinde de yarar olduğu kanısındayım.
Taraf isimleri, yani davacı ve davalı isimleri, keza ceza davalarında sanık ve katılan isimleri yayınlanabilir mi?
Taraf isimleri mahkeme kararlarının bir parçasıdır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu, m.297-1-b’ye göre hükümde “tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri” belirtilmelidir. Aynı şekilde Ceza Muhakemesi Kanunu, m.232/1-b’ye göre hükümde, “katılanın, mağdurun, vekilinin, kanunî temsilcisinin ve müdafiin adı ve soyadı ile sanığın açık kimliği” bulunmalıdır. FSEK, m.31 mahkeme kararlarını yayınlama hakkını vermiştir. Yukarıda gördüğümüz gibi bu hakkı verirken bir sınırlamaya da tâbi tutmamıştır. FSEK, m.31’deki yayınlama hakkı, kararda geçen taraf isimlerini de yayınlama hakkını içerir.
Anayasa, m.141 uyarınca, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak mahkeme, duruşmaların kapalı yapılmış olmasına karar vermiş ise, söz konusu sebebin meşru gösterdiği durumlarda, davacı, davalı, sanık ve katılan isimleri gizlenmelidir. Yani bu tür davada verilmiş bir mahkeme kararı var ise, bu karar, söz konusu sebeplerin gerektirdiği isimler çıkarıldıktan sonra yayınlanmalıdır.
Keza yukarıda açıklandığı gibi Ceza Muhakemesi Kanunu, 187’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca açık duruşmanın içeriğinin yayınlanması mahkeme tarafından yasaklanmış ise, yasaklama kararının dayanağı olan sebebin meşru kıldığı tarafın ismi yayınlanamaz. Bu tür bir davada verilmiş gerekçeli karar, karardan söz konusu taraf ismi çıkarıldıktan sonra yayınlanmalıdır.
Bunun ve aşağıda göreceğimiz Basın Kanunu, m.21'den kaynaklanan istisnalar dışında, taraf isimlerinin çıkarılmasını gerektiren bir sebep yoktur. Yani mahkeme kapalılık kararı veya açık duruşmanın içeriğinin yayınlanmasının yasaklanmasına karar vermemiş ise ve Basın Kanunu, m.21'den kaynaklanan bir durum yoksa, böyle bir davada verilmiş kararlar, taraf isimleri çıkarılmadan yayınlanabilir.
Belirteyim ki, yargılamanın alenî olması kural, kapalı yapılması ve keza duruşmanın içeriğinin yayınlanmasının yasaklanması istisnadır. Yorum yoluyla istisna üretilemez. Keza olan istisnalar dar yorumlanır; yorum yoluyla istisnanın kapsamı genişletilemez.
Bütün davalar şu ya da bu şekilde tarafların maddî ve manevî varlığıyla ilgilidir. Bir davanın kişinin manevî varlığı üzerinde etkide bulunacak olması, söz konusu durum Anayasa, m.141’de belirtilen “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerine girmiyorsa, o davanın gizli görülmesine ve keza tarafların isimlerinin çıkarılmasına sebep olamaz.
Örneğin intihal iddiasına maruz kalan bir kişinin açtığı tazminat davasında veya bu kişinin şikâyeti sonucu açılan bir ceza davasında, hâliyle söz konusu intihal iddiasının doğru olup olmadığı araştırılacaktır. Bu durum, davacıyı veya şikâyetçiyi üzebilir. Ama bu durum, davanın gizli görülmesine sebep oluşturmaz. Çünkü böyle bir durumda yargılamanın alenîliği prensibi çok daha önemli bir prensiptir. Bu nedenle böyle bir hukuk davasında davacı, keza böyle bir ceza davasında katılan isminin gizli tutulmasını isteme hakkına sahip değildir. İsminin alenî bir duruşmada geçmesini istemeyen kişinin dava açmaması, şikâyette bulunmaması gerekir. Bir kişi kendi isteğiyle dava açmış ise, şikâyette bulunmuş ise, davaya katılma talebinde bulunmuş ise, yargılamanın alenîliği prensibinin sonuçlarına katlanmalıdır. Bu nedenle böyle bir davada verilmiş bir mahkeme kararı, davacının veya katılanın ismi çıkarılmadan yayınlanabilir.
9 Haziran 2004 tarih ve 5187 sayılı Basın Kanununun “kimliğin açıklanmaması” başlıklı 21’inci maddesinde şöyle denmektedir:
“Süreli yayınlarda;
a) 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa göre evlenmeleri yasaklanmış olan kimseler arasındaki cinsel ilişkiyle ilgili haberlerde bu kişilerin,
b) 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 414, 415, 416, 421, 423, 429, 430, 435 ve 436 ncı maddelerinde yazılı cürümlere ilişkin haberlerde mağdurların,
c) Onsekiz yaşından küçük olan suç faili veya mağdurlarının,
Kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapanlar … cezalandırılır”.
Dolayısıyla yukarıdaki hüküm kapsamındaki kişilerin, mağdurların ve faillerin isminin geçtiği iddianameler, duruşma tutanakları ve gerekçeli kararlar, bu isimler çıkarıldıktan sonra yayınlanmalıdır [19].
* * *Burada önemle belirtmek isterim ki, ben mahkeme kararlarında geçen isimlerin kararlar yayınlanmadan önce çıkarılamayacağını mutlak olarak savunan birisi değilim. Yukarıda açıklandığı gibi Anayasa, m.141’deki sebeplerin (genel ahlâk, kamu güvenliği ve küçüklerin korunması) gerektirdiği durumlarda isimler çıkarılmalıdır. Dahası şunu da ilave edeyim: Anayasa m.141’deki sayılan bu sebepler yetersizdir: Anayasa değişikliği yapılarak bunların arasına “özel hayatın gizliliği” sebebi de katılmalıdır. Yine ekleyeyim ki, mahkeme kararlarında geçen isimlerin çıkarılması zorunluluğu, yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, ancak kanunla öngörülebilir. Kanunî bir dayanağı olmadıkça, kararda geçen başta taraf isimleri olmak üzere diğer isimlerin çıkarılması gerektiği görüşü, hukuken temelsiz bir görüştür. Bu zorunluluk ancak kanunla getirilebilir. Hiçbir mahkeme bu zorunluluğu kendi kendine getiremez. Bu zorunluluk, yönetmelikle veya diğer düzenleyici işlemlerle de öngörülemez. Mahkeme kararlarını yayınlama hakkı, Anayasamızın 26, 27 ve 28’inci maddelerinin koruması altında bulunur. Bu maddeler tarafından korunan bir temel hak ve hürriyet, Anayasamızın 13’üncü maddesi uyarınca, ancak Anayasanın ilgili maddesinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve sadece kanunla sınırlanabilir
Yayınlanacak mahkeme kararlarında isimlerin çıkarılması sorununu “unutulma hakkı” [20] açısından da tartışmakta yarar vardır.
Kanımca, “unutulma hakkı” nedeniyle mahkeme kararlarından isim çıkartılması meselesi tartışılarken şu hususların dikkate alınması gerekir:
a) Öncelikle hatırlatayım ki, “unutulma hakkı” bilişim teknolojilerinin gelişimi sonucunda yeni ortaya çıkmış bir haktır. Bir gazetenin kağıt nüshasında veya bir kâğıt kitapta bir mahkeme kararının yayınlanması, kararda ismi geçen kişilerin “unutulma hakkı”nı ihlâl etmez [21]. Çünkü kağıt nüshaya yıllar geçtikten sonra ulaşılma imkanı fevkâlâde düşüktür. Ancak aynı mahkeme kararı, gazetenin online erişime açık dijital arşivinde bulunursa, yıllar geçtikten sonra dahi bu mahkeme kararına kolayca erişilmesi mümkündür. “Unutulma hakkı” ancak böyle bir durumda söz konusu olabilir.
b) İkinci olarak, mahkeme kararlarına ilişkin unutulma hakkından bahsedilebilmesi için mahkeme kararının yayınlanmasının üzerinden yılların geçmesi gerekir. Bu hak anında ortaya çıkan bir hak değil, zaman içinde ortaya çıkan bir haktır. Gerek bir gazetenin kâğıt nüshasında, gerekse internet nüshasında bir mahkeme kararının yayınlanması, üzerinden yıllar geçmedikçe, unutulma hakkının konusu olamaz. Üzerinden yıllar geçmedikten sonra, unutulma hakkına dayanılarak bir talepte bulunulamaz.
c) Üçüncü olarak, unutulma hakkı sadece sıradan vatandaşlarla ilgili bir hak olabilir. Siyasetçiler ve popüler olmuş kişiler için böyle bir hak olamaz. Zaten bu kişiler bir nevi “unutulmamak” için yola çıkmış kişilerdir. Çıktıkları yolun nimetine nail oldukları gibi külfetine de katlanmalıdırlar.
d) Nihayet kamunun bilgi edinme hakkının olduğu bir durumda unutulma hakkı söz konusu olamaz. Özellikle kamu görevlilerinin kamusal göreviyle ilgili olan hususlarda unutulma hakkı olamaz. Bir davada kamu görevlisinin adı onun onuruna zarar verme ihtimali olan bir durumda geçiyor olsa bile bu kamu görevlisi unutulma hakkından yararlanamaz. Çünkü kamuoyunun, hem söz konusu kamu görevlisinin görevine ehil olup olmadığını, hem de görevini liyakatle yapıp yapmadığını bilmeye hakkı vardır. Görevde olan kamu görevlileri için bunun istisnası olamaz. Belki istifa eden veya emekli olan kamu görevlilerinin yıllar sonra unutulma hakkından normal bir vatandaş gibi yararlanmaları gerektiği düşünülebilir. Ama onun için de üzerinden uzunca bir sürenin geçmiş olması gerekir.
Ancak yukarıdaki şartlar dahilinde, unutulma hakkı nedeniyle mahkeme kararlarından isim çıkarılması gerektiği iddia edilebilir.
Kanımca mahkeme kararlarına ilişkin olarak “unutulma hakkı” kavramı ihtiyatla kullanılması gereken bir kavramdır. Böyle tartışmalı bir kavramın bol keseden kullanılması, pek çok anayasal hâk ve ilkenin etkisiz hâle gelmesi sonucuna yol açabilir. “Unutulma hakkı” kavramı kullanılarak kamunun bilgi edinme hakkı mükemmel bir şekilde çökertilebilir.
Mahkeme kararının yayınladığı dönem itibarıyla “unutulma hakkı” kavramı kullanılarak tutarlı bir çözüme ulaşmanın imkânı yoktur. Mahkeme kararının yayınladığı dönem itibarıyla kişilerin onurunu korumak için “unutulma hakkı” kavramına başvurmamak gerekir. Yukarıda açıklandığı gibi yargılama nedeniyle kişilerin onurunu korumak üzere hukukumuzda “duruşmanın kapalılığı”, “açık duruşmanın içeriğinin yayınlanmasının yasaklanması” gibi kural ve mekanizmalar vardır (Anayasa, m.141, CMK, m.181, 187/2, 187/3, TCK, m.285/3, Basın Kanunu, m.21). Bir davada kişilerin onurunu rencide edecek bir durum var ise, bu kural ve mekanizmalara başvurulmalıdır. Duruşma açık yapıldıktan sonra ve keza açık duruşmanın içeriğinin kısmen veya tamamen yayınlanması yasağı getirilmedikten sonra, kişilerin onurunun korunması zordur. Bunun için “unutulma hakkı”na başvurulması soruna çare olmaz. Böyle bir durumda “unutulma hakkı”na başvurarak çözüm aramak, gerek anayasal sistemimizin, gerekse yargılama hukukumuzun pek çok temel ilkesiyle çelişen sonuçlara yol açabilir.
Bir Örnek: Serdar Özgüldür’ün Unutulma Hakkı Olabilir mi?- Geçen hafta yayınladığım Özgüldür v. Gözler Davası isimli kitabımda söz konusu davanın duruşma tutanaklarını ve kararlarını yayınladım [22]. Bu kitapta yayınladığım duruşma tutanaklarında ve gerekçeli kararlarda Anayasa Mahkemesi üyesi Serdar Özgüldür’ün doktora tezinin intihal ürünü olduğu iddiası geçmektedir. Bu iddianın geçtiği duruşma tutanaklarının ve gerekçeli kararların adı geçeni rahatsız edebileceği ortadadır. Ancak buna rağmen adı geçenin, unutulma hakkına dayanarak duruşma tutanaklarından ve gerekçeli karardan ve keza bunların yayınladığı kitaptan adının çıkarılmasını istemeye hakkı olamaz.
Zira Serdar Özgüldür’ün önce Askerî Yüksek İdare Mahkemesine ve sonra da Anayasa Mahkemesine üye seçilmesinde doktora diplomasına sahip olması hâliyle rol oynamıştır. Keza Serdar Özgüldür gerek Askerî Yüksek Mahkemesi üyeliği döneminde, gerekse Anayasa Mahkemesi üyeliği döneminde “doktor” unvanını kullanmıştır. Dolayısıyla kamuoyunun Serdar Özgüldür’ün bu unvanı hakkıyla elde edip etmediğini bilme konusunda zamanaşımına uğramaz bir hakkı vardır. Anayasa Mahkemesi üyeliği devam eden bir kişinin “unutulma hakkı” olamaz.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin 19 Nisan 2018 tarih ve 2014/5232 sayılı Kemal Gözler Kararında üye Muammer Topal tarafından yazılan karşı oy yazısında isabet yoktur [23]. Muammer Topal, “unutulma hakkı”nı olaya yanlış bir şekilde uygulamaktadır. Zira Muammer Topal’ın benim “Usûlsüz Alıntı Sorunu” başlıklı kitabımda Serdar Özgüldür’e ilişkin yazdıklarımın “güncelliğini koruyan bir haber” olmadığı düşüncesi doğru değildir. Anayasa Mahkemesi üyesi olan bir kişi, görevde kaldıkça, onun doktora tezinin intihal mahsulü olduğu iddiası da güncel kalmaya devam eder. Dahası böyle bir kişi, böyle önemli görevden emekli olarak ayrılsa bile, bu iddia güncelliğini yitirmez. Serdar Özgüldür’ün bir zamanlar Anayasa Mahkemesi üyesi olduğu unutulmadıkça, onun doktora tezinde intihal bulunduğu iddiası konusunda “unutulma hakkı” olamaz. Nihayette “doktor” unvanı görevle kaim bir unvan değildir; ilelebet devam eden bir unvandır. Dolayısıyla Serdar Özgüldür’ün bu unvanı hakkıyla alıp almadığı iddiası da ilelebet ileri sürülebilen bir iddiadır.
Taraf isimlerine ilişkin şu hususu da belirtmek isterim ki, hukuk davalarında davacı ve davalının, ceza davalarında da katılan ve sanığın kendi isminin kararda geçmesini isteme hakkı vardır. Davasını kazanan davacı için ismi geçen mahkeme kararının yayınlanması ve keza bu kararın kendi adıyla isimlendirilmesi bizatihi bir manevî tatmin aracıdır [24].
Batıda hukuk profesörlerinin isimlerinden daha meşhur davacı isimleri vardır. Bir dava açarak ismini ölümsüzleştiren insanlar vardır. Fransa’da küçük bir kız çocuğu olan Agnès Blanco’nun ismi bütün idare hukuku profesörlerinin isminden daha meşhurdur. Fransa’da idare hukuku dersi almış herkes bu ismi bilir. Bunun sebebi bu kız çocuğunun babasının açtığı bir davadır. Yine yılan avcısı Bay Terrier’nin ismi, samanları hastaneden kaçan bir akıl hastası tarafından yakılan Bay Feutry’nin ismi, başıboş köpekleri yakalayan Bay Thérond’un ismi, Fransa’da, yüz küsur yıldır, bütün hukukçular tarafından ezbere biliniyor [25]. Muhtemelen Fransa’da bu isimler daha yüzlerce yıl boyunca anılmaya devam edilecektir. Bu meşhur kişilerin yaptıkları şey, haklı oldukları bir konuda bir dava açmaktan ibarettir.
Fransız idare hukukunda Blanco, Terrier, Feutry, Thérond, Pelletier, Couitéas, Dame Cachet, Thépaz, Jamart, Monpeurt, Bouguen, Rosan Girard gibi davacıların adları, gelmiş geçmiş bütün idare hukukçularının adlarından daha meşhurdur. Fransa’da içtihat oluşturacak bir Conseil d'État kararının davacının ismiyle anılması o kişiyi ölümsüzleştirir. Fransa’da pek çok idare hukuku profesörü, onca kitabı yazmak yerine, kendi adlarıyla anılan bir Conseil d'État kararının olmasını arzu ederdi [26].
* * *Kendisine karşı haksız yere açılmış bir hukuk davasını kazanan davalının veya bir ceza davasında haksız yere yargılanan ve beraat eden sanığın da isminin geçtiği mahkeme kararının, isminin çıkarılmadan yayınlanmasını istemeye hakkı vardır. İsminin geçtiği bu kararın yayınlanması haklı çıkan davalıya veya beraat eden sanığın uğradığı zararı azaltır.
Ayrıca şunu da belirtmek isterim: Kararların yayınlanması mahkemeler üzerinde kamuoyu denetimi yapılmasına imkân sağlar. Davacı veya davalının, katılan veya sanığın isminin yayınlanan kararda geçmesi, adı geçen kişilerin hak arama ve adil yargılanma hakkının bir parçasıdır. Yayınlanan kararda isim geçmedikçe, kararın yayınlanmasının hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı bakımından sağladığı bir fayda olmaz. Kararlar zevk için yayınlanmıyor. Bu kararları kamuoyu bilsin, tartışsın diye yayınlanıyor. Yayınlanan kararda ismi geçmedikçe, bu kararın yayınlanmasının davanın taraflarına sağlayacağı bir yarar yoktur.
Bu makalede pek çok gereksiz soru sorulmuştur. Ancak bu soruların en gereksiz ve en saçma sapanı bu sorudur. Tabiî ki taraf vekillerinin isimleri yayınlanabilir. Neden yayınlanmasın ki? Taraf vekilleri meslekî bir sıfatla davada görev yaparlar. İsimlerinin yayınlanması nasıl olup da bunlara zarar verebilir? Tersine pek çok durumda taraf vekillerinin ve müdafiin isminin bilinmesinde kendileri açısından yarar vardır. Önemli bir davada sanığı savunan müdafi için sanığın müdafiliğini yapmış olmak bir onur kaynağıdır. Müdafiin “şu davada onu ben savundum” demeye hakkı yok mudur?
Hukuk davasında tarafların vekillerinin ve ceza davalarında müdafiin ve katılan vekilinin isimlerinin gizli tutulmasını gerektiren bir sebep yoktur.
Anayasa, m.141 uyarınca, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak duruşmaların kapalı yapılmış olması durumunda dahi taraf vekillerinin ve avukatların isimleri yayınlanabilir. Çünkü bu sebepler hâliyle avukatlar için değil, avukatın temsil ettiği kişi için geçerlidir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 58’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıklanan durum hariç olmak üzere, tanık isimleri yayınlanabilir. CMK, m.58’in uygulandığı durumda da tanığın ismi … şeklinde çıkarılmamalı, tanık için tanığa verilen rumuz veya işaret kullanılmalıdır. Anayasa, m.141 uyarınca, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak mahkemenin duruşmaların kapalı yapılmış olması durumunda da, maksadın haklı göstereceği durumlarda tanığın isminin gizli kalması gerekebilir. Hâliyle bu sonuncu durum genel bir sonuç değildir. Her somut olayda somut sebep bakımından tanığın isminin gizli kalmasına gerek olup olmadığı ayrıca değerlendirilmelidir.
Mahkeme kararları üzerinde kamuoyu denetiminin hakkıyla icra edilebilmesi için kamuoyunun kararın dayanağı olan delilleri de bilmesi gerekir. Dolayısıyla davada tanık delili var ise, bu delilin değerlendirilebilmesi için hâliyle tanığın isminin bilinmesi gerekir. Tanığın ismi tanık delilinin sıhhatinin bir parçasıdır.
Bir davada, davaya göre “üçüncü kişi” durumunda olan kişilerin isimleri de geçebilir. “Üçüncü kişiler” dava konusu olayla tamamıyla ilgisiz kişiler demek değildir. Çoğunlukla bunların da davanın konusunu oluşturan olayla bir ilgisi vardır. Davaya göre “üçüncü kişi” olmak demek, o davada ne “davacı”, ne “davalı”, ne “mağdur”, ne “katılan”, ne de “tanık” sıfatına sahip olmak demektir.
Prensip olarak, üçüncü kişilerin isminin geçtiği duruşma tutanakları ve gerekçeli kararlar da, bu kişilerin isimleri çıkarılmadan yayınlanabilir.
Üçüncü kişilerin isminin duruşmada geçmesi, bu kişilerin onuruna zarar verecek nitelikte ise, yukarıda gördüğümüz gibi, Ceza Muhakemesi Kanununun 187’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca mahkeme bu kişilerin isimlerinin yayınlanmasını yasaklamalıdır. Bu mümkündür. Fıkra duruşma içeriğinin “kısmen” yayınlanmasını da yasaklama yetkisini mahkemeye vermektedir. Duruşma nedeniyle kişilerin onurunu korumak görevi mahkemeye aittir. Mahkeme, bu görevini, özellikle üçüncü kişiler söz konusu olduğuna, mümkün olan en büyük özen ve hassasiyetle yerine getirmelidir. Mahkeme üçüncü kişilerin isminin yayınlanmasının yasaklanmasına karar vermiş ise, bizzat kendisi, gerekçeli karardan üçüncü kişilerin isimlerini çıkarmalı, onların yerine baş harfleriyle kısaltma yapmalı veya “X”, “Y” gibi işaretler koymalıdır.
Mahkemenin bunu yapmadığı durumlarda da gerekçeli kararı yayınlayacak kişinin bunu yine de yapması gerekir. Zira içeriğin kısmen yayınlanması yasağı kararı, bir mahkeme kararı olarak sadece davanın taraflarını değil, herkesi bağlar.
Anayasamızın “özel hayatın gizliliği” başlıklı 20’nci maddesinin üçüncü fıkrasında “herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir” denmektedir. Fıkrada “kişisel veri”nin tanımı yapılmamıştır. 24 Mart 2016 tarih ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının d bendinde “kişisel veri”, “kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi” olarak tanımlanmıştır. Türk Ceza Kanununun 135’inci maddesi “hukuka aykırı olarak kişisel verilerin kaydedenleri” ve 136’ncı maddesi de bu verileri “hukuka aykırı olarak yayanları” cezalandırmaktadır.
Malum Türkiye’de iddianamelerde, duruşma tutanaklarında ve keza gerekçeli kararlarda çoğunlukla tarafların ad ve soyadı bilgilerinden başka, TC kimlik numaraları, ev adresleri, telefon numaraları, doğum yerleri ve doğum tarihleri, ana baba adları, meslekleri ve bazen medenî hâlleri ve çocuk sayıları ve hatta bazen de aylık gelirleri yazıyor.
Bunun belli bir ölçüde kanunî dayanağı da var: Hukuk Muhakemeleri Kanunu, m.297/1-b’ye göre hükümde “tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri” belirtilmelidir. Aynı şekilde Ceza Muhakemesi Kanunu, m.232/1-b’ye göre hükümde, “katılanın, mağdurun, vekilinin, kanunî temsilcisinin ve müdafiin adı ve soyadı ile sanığın açık kimliği” bulunmalıdır.
Duruşma tutanaklarında ve gerekçeli kararlarda geçen bu tür bilgiler hiç tartışmasız “kişisel veri” niteliğinde bilgilerdir.
Kanımca Hukuk Muhakemeleri Kanunu, m.297/1-b ve Ceza Muhakemesi Kanunu, m.232/1-b’de Anayasamızın 20’nci maddesinin son fıkrasına aykırı yönler vardır. Anayasamızın 13’üncü maddesine göre, bir temel hak ve hürriyet kanunla sınırlanmış olsa bile, (1) Bu sınırlama “Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı” olmalıdır. (2) “Anayasanın sözüne ve ruhuna” uygun olmalıdır. (3) Bu sınırlama “demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine” uygun olmalıdır. (5) Ve nihayet ve en önemlisi bu sınırlama “ölçülülük ilkesine” uygun olmalıdır.
Bilindiği gibi ölçülülük ilkesinin elverişlilik, gereklilik ve orantılılık şeklinde üç alt ilkesi vardır. HMK, m.297/1-b’de ve CMK, m.232/1-b’de kişisel verilerin ifşa edilmesine sebep olan bu hükümler, gerçekten yargılamanın amacı için ne derece gereklidir? Örneğin tarafların TC kimlik numaraları ve adreslerinin gerekçeli kararlarda belirtilmesi yargılamanın amacı bakımından gerçekten olmazsa olmaz, zorunlu bir unsur mudur? Alenî olan kararlara bunlar yazılmasa olmaz mı?
Hâliyle soruşturma dosyasında veya dava dosyasında tarafların kimliğinin tespitine yarayan nüfus kaydı bilgileri bulunur. Hâkim duruşmada tarafların kimlik bilgilerini de teyit edebilir. Ancak bu bilgilerin kanımca duruşma tutanağına ve gerekçeli kararlara yazılmasına gerek yoktur. Tutanağa sadece “kimlik bilgileri görüldü, kontrol edildi” gibi bir ibarenin yazılması yeterlidir. Kanımca, dosyada yeterli kimlik bilgisi olması şartıyla, duruşma tutanaklarında ve kararlarda tarafların isimlerinin geçmesi yeterlidir.
* * *Maalesef Türkiye’de tarafların kişisel verilerini asıl ifşa edenler, taraflar ve taraf vekilleri değil, bizzat hâkimlerin ve savcıların kendisidir. Savcılar iddianamelerde, hâkimler duruşma tutanaklarında ve gerekçeli kararlarda kişisel verileri yazmazlarsa, taraflar, taraf vekilleri ve keza üçüncü kişiler, kişisel verileri zaten açıklayamazlar. Uygulamada, dava dosyalarıyla ilgili kişisel verilerin ifşa edilmesi olaylarının neredeyse tamamına yakını, iddianamelerin, duruşma tutanaklarının veya gerekçeli kararların yayınlanması nedeniyle yaşanıyor.
Kişisel veriler içeren iddianamenin, duruşma tutanağının ve gerekçeli kararının yayınlanması bir suç ise, bu suçu başlatan kişi, iddianamede kişisel verilere yer veren savcı ve duruşma tutanaklarında ve gerekçeli kararda kişisel verileri yazan hâkimin kendisidir. Ülkemizde pek çok durumda zaten kişisel veriler açık bir duruşmada okunarak ve zapta geçirilerek ifşa edilir. Bunu yapan da hâkimdir.
Şüphesiz hâkimler, yaptıkları işin suç olmadığını, kendilerinin Hukuk Muhakemeleri Kanunu, m.297/1-b ve Ceza Muhakemesi Kanunu, m.232/1-b hükümlerini uygulandıklarını, Türk Ceza Kanununun 135 ve 136’ncı maddelerindeki suçun oluşabilmesi için kişisel verilerin kaydedilmesinin ve yayılmasının “hukuka aykırı” şekilde yapılması gerektiğini, kendilerinin ise bu kaydı “kanuna uygun” bir şekilde yaptıklarını söyleyeceklerdir.
* * *Bu konuda uygulamada ciddi problemler vardır: Kişisel verileri bolca içeren tutanakların ve kararların örnekleri taraflara ve taraf vekillerine veriliyor ve onlar da bu duruşma tutanaklarını ve kararları, kişisel veri niteliğindeki bu bilgileri çıkarmadan, bazen bilerek, bazen de dikkatsizlik sonucu gazetelerde veya internet sitelerinde yayınlayabiliyorlar veya sosyal medyada paylaşabiliyorlar.
Bu konuda Türkiye’de 23 Eylül 2019 günü çok ilginç bir olay yaşandı. Kıvanç Tatlıtuğ’un sanık olarak yargılandığı bir davanın duruşma tutanağının ilk sayfası, Tatlıtuğ’un kişisel verileri makaslanmadan olduğu gibi, bizzat Hâkimler ve Savcılar Kurulu Başkanvekili Mehmet Yılmaz tarafından kendi Twitter hesabı üzerinden yayınlandı. Mehmet Yılmaz tweet’ini daha sonra silse de, Tatlıtuğ’un kişisel verilerini içeren duruşma tutanağının görüntüsü, Mehmet Yılmaz’ın tweet’i üzerinden, pek çok gazetede, televizyonda ve haber sitesinde paylaşıldı [27]. Kişisel verileri paylaşan kişi, Hâkimler ve Savcılar Kurulu Başkanvekili olmasaydı acaba başına neler gelecekti?
* * *Duruşma tutanakları ve mahkeme kararlarında zorunlu olmayan kişisel veriler geçmemelidir. Ekleyelim: Bu tür veriler, açık duruşmada geçse bile yayınlanmamalıdır. İddianameler, duruşma tutanakları ve gerekçeli kararlar bu tür bilgiler çıkarıldıktan sonra yayınlanmalıdır.
* * *Kişisel verilere ilişkin şunu da belirtmek gerekir ki, kişi isimleri tek başına bir kişisel veri değildir. Duruşma tutanaklarında ve gerekçeli kararlarda geçen kişi isimleri, -bu makalede yukarıda incelenen hâller dışında- her zaman yayınlanabilir. Mühim olan kişi isimlerinin yanında TC kimlik nosu, adresi, nüfus kayıt bilgilerinin yayınlanmamasıdır.
Keza kişinin kendisi tarafından daha önceden alenîleştirilmiş bilgiler de dava dosyasına sunulabilir ve bunlar da daha sonra yayınlanabilir. Örneğin kişinin kendisi, internette yayınladığı özgeçmişinde doğum yeri veya doğum tarihi bilgisini paylaşmış ise, bu bilgiler dava dosyasına sunulabilir ve yayınlanabilir. Zaten 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununun 5 ve 28’inci maddesinde “ilgili kişinin kendisi tarafından alenileştirilmiş kişisel veriler”e ilişkin özel hükümler vardır.
Yine adı geçen Kanunun 28’inci maddesinin birinci fıkrasının c bendine göre “kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini, ekonomik güvenliği, özel hayatın gizliliğini veya kişilik haklarını ihlal etmemek ya da suç teşkil etmemek kaydıyla, sanat, tarih, edebiyat veya bilimsel amaçlarla ya da ifade özgürlüğü kapsamında işlenmesi” hâllerinde söz konusu Kanunun hükümleri uygulanmaz.
* * *Anayasamız kişisel verileri “özel hayatın gizliliği” başlıklı 20’nci maddesinde düzenlemiştir. Kişisel veri adı üstünde “kişisel” nitelikte bir veridir. Kişilerin özel hayatını ilgilendirmeyen, kamusal nitelikteki bilgiler, kişisel veri olarak korunamazlar. Bu açıdan şunları ilave edebiliriz:
Kamu görevlilerinin görev yeri adresleri mahiyeti gereği “kişisel” nitelikte bir bilgi değildir. Duruşma tutanaklarında geçen kamu görevlilerinin görev yeri adresleri yayınlanabilir.
Keza hâkimlerin ve kâtiplerin sicil numaraları da kişisel veri değildir; yayınlanabilir.
Hâkim, savcı ve kâtiplerin duruşma tutanaklarına, gerekçeli kararlara ve diğer adlî belgelere attıkları imzalar yayınlanabilir. Zira bir kamu görevlisinin kamu görevi dolayısıyla attığı imza, kişisel değil, kamusal niteliktedir. Mahkeme kararı, hâkimin eşine yazdığı bir mektup değildir ki, kararın altındaki imza yayınlanamaz bir veri olsun. Duruşma tutanağının veya kararın altındaki imza o tutanağın ve kararın mevsukiyetini gösterir. Dolayısıyla duruşma tutanaklarında ve kararlardaki hâkim ve kâtiplerin imzaları yayınlanabilir. Nasıl noterin imzasını görmeden düzenlediği veya onayladığı belgenin mevsukiyeti hakkında bir şey söylenemez ise hâkimin ve kâtibin imzasını görmeden duruşma tutanağının mevsukiyeti hakkında da bir şey söylenemez.
Yine davanın gerektirdiği durumlarda gerek tarafların, gerek bilirkişilerin, gerekse tanıkların meslekleri ve eğitimlerine ilişkin bilgiler de yayınlanabilir. Örneğin davada görev yapan bilirkişinin dava konusunda uzmanlığı olmadığını göstermek için bilirkişinin mesleği ve eğitimi konusunda bilgi ve belgeler dava dosyasına sunulabilir. Daha sonra da dava dosyasında bulunan bu bilgi ve belgeler yayınlanabilir. Mesela ben Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin E.2017/1161 sayılı dosyasında görülen Kemal Gözler v. Ramazan Çağlayan davasında Fransızca metinler hakkında bilirkişi raporu düzenleyen bilirkişiler Prof. Dr. Hayri Bozgeyik ve Dr. Celal Işıklar’ın Fransızca bilmedikleri bilgisini Mahkemeye 6 Kasım 2018 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçemle sundum ve bu dilekçemi de daha sonra Gözler v. Çağlayan Davası: Gözlemler ve Eleştiriler (Bursa, 2020) isimli kitabımda yayınladım [28].
Malum Türkiye’de mahkeme kararları, mahkemenin veya dairenin adı, kararın tarihi, kararın esas sayısı, kararın karar sayısı belirtilerek zikredilir. “Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 02/03/2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararı” gibi. Bu şekilde zikredilen karar hiçbir şekilde akılda kalıcı olmamaktadır. Oysa medenî dünyada mahkeme kararları bu şekilde değil, tarafların adıyla zikredilir. Davacının adı ile davalının adı arasına Latince “karşı” anlamına gelen “versus” kelimesinin kısaltması olarak “v.” veya “vs.” harfleri konulur: Marbury v. Madison gibi.
Tarafların adıyla zikredilen karar daha kolay akılda kalır ve hukukçular tarafından öğrenciliklerinden itibaren ezberlenir. Avrupa’da ve Amerika’da hukuk öğrencileri mezun oluncaya kadar birkaç yüz kararın ismini ezberlerler. Türkiye’de hukuk fakültesi bitiren ve tek bir Yargıtay veya Danıştay kararını tarih, esas sayısı ve karar sayısı olarak doğru olarak tekrarlayabilecek bir öğrenci var mıdır?
Türkiye’de bu konuda medenî dünyadaki usûllere uyulmalıdır. Mahkeme kararları, hukuk davalarında davacının ve davalının adıyla zikredilmelidir. “Doğramacı v. Yazıcı kararı” gibi. Davacı ve davalının adı arasına “v. ” veya “vs.” kısaltması konulmalıdır. Bu kısaltma sanıldığı gibi İngilizce veya Fransızca değil, yukarıda da belirtildiği gibi Latincedir. Latince herkesin malıdır. Dolayısıyla Türkiye’de bu kısaltma kullanılabilir. Bu kısaltmanın kullanılması arzu edilmiyor ise, davacı ve davalı isimleri arasına tire işareti de konulabilir: “Doğramacı-Yazıcı kararı” gibi. Ceza davalarında da kararlar, varsa katılanın (veya şikâyetçinin) ve sanığın adıyla zikredilmelidir. “Özgüldür v. Gözler kararı” gibi. Şikâyetçi veya katılan yoksa ceza davası doğrudan doğruya sanığın adıyla zikredilmelidir. (Davacı olarak “… Başsavcılığı” veya “K.H.” yazmanın bir gereği yoktur).
İdarî yargıdaki davalarda da aynı usûller uygulanabilir. Yani karar davacının ve davalı olan kamu tüzel kişisinin adıyla zikredilebilir. “Gözler v. Kırıkkale Üniversitesi kararı” gibi. Davalı merkezî idare, yani devlet tüzel kişiliği ise kararı sadece davacının adıyla zikretmek yoluna da gidilebilir.
Durumu somut bir şekilde gözler önüne sereyim: Üç paragraf yukarıda örnek olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bir kararını yerleşik usûlde künyesini verdim. Üç paragraf yukarıya bakmadan bu kararın esas ve karar numarasını ezbere söyleyecek birisi var mı? Bu karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin benim Ramazan Çağlayan’a karşı açtığım davada verilmiş bir karardır. Üç paragraf yukarıda bu karar, esas ve karar sayısıyla değil, “Gözler v. Çağlayan kararı” olarak isimlendirilseydi, şimdi bu kararın ismini söylemek için üç paragraf yukarıya bakmak zorunda kalacak mıydınız?
Mahkeme kararlarından isim çıkartılması meselesi hukuk literatürünün en ilkel, en elementer sorunlarından biridir. Herhâlde medenî dünyada Türkiye dışında bu meselenin tartışıldığı bir ülke yoktur. Bu makalede “mahkeme kararları yayınlanabilir mi”, “hâkim isimleri yayınlanabilir mi”, “bilirkişi isimleri yayınlanabilir mi”, “taraf isimleri yayınlanabilir mi”, “taraf vekillerinin isimleri yayınlanabilir mi”, “tanık isimleri yayınlanabilir mi” gibi cevabı apaçık belli, abesle iştigal eder tarzda sorular sordum. Bu soruları herhâlde Avrupa’dan veya Amerika’dan bir hukukçuya sorsanız, buna bir anlam vermekte güçlük çeker.
Maalesef üzülerek söylemek isterim ki, Türkiye’de bugün tartıştığımız bazı sorunlar, hukuk biliminin taş devrinde kalmış olan sorunlardır.
Bu konuda medenî dünyada bilinen ve uyulan usûllere Türkiye’de de uyulmalıdır. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Yapılacak şey bundan ibarettir.
Özet olarak tekraren söylemek gerekirse, mahkeme kararlarında hâkim, savcı, avukat ve zabıt kâtibi isimleri asla çıkarılmamalıdır.
Duruşmaların kapalılığına mahkeme tarafından karar verildiği veya açık duruşmanın içeriğinin yayınlanması mahkeme tarafından yasaklandığı davalarda verilen gerekçeli kararlar, taraf isimleri, kapalılık veya yasaklama sebebinin meşru gösterdiği durumlarda çıkarıldıktan sonra yayınlanmalıdır.
Kapalılık veya yayınlama yasağı sebebi taraflardan sadece birisi için geçerliyse, karardan sadece onun ismi çıkarılmalıdır.
Küçüklerin korunması sebebi söz konusuysa, gerekçeli karardan küçüklerin ismi herhâlükârda çıkarılmalıdır.
Yukarıdaki durumlarda gerekçeli karardan isim çıkarılacaksa, doğrusu, bu çıkarma işleminin doğrudan doğruya mahkemenin kendisi tarafından yapılmasıdır. Bir davada duruşmaların kapalılığına ve açık duruşmanın içeriğinin yayınlanması yasağı getirilmiş olsa bile, bunun sebebi ilgili kişinin onurunu korumak ise, gerekçeli karardan isim çıkarma işlemi re'sen değil, ilgili tarafın istemi veya rızasıyla yapılmalıdır. Zira bir şeyin kişinin onurunu zedeleyip zedelemediği öncelikle o kişinin kendisinin bileceği bir şeydir. Haklı çıkan taraf, dava konusu olay onurunu rencide eden bir olay olsa bile, davasının bilinmesini isteyebilir. Taraflardan dava dilekçelerinde ve cevap dilekçelerinde isimlerinin zikredilmesini isteyip istemediklerini beyan etmeleri istenebilir.
Hâliyle bu makalede sorun genel olarak ve prensip düzeyinde tartışılmıştır. Mesele prensip olarak bu şekilde çözümlendikten sonra, pratikte bu prensibin nasıl uygulanacağı yargı kollarına ve dava türlerine göre ayrıca düzenlenmelidir.
Kararlarda taraf isimleri belirtildikten sonra da, yukarıda açıklandığı gibi, artık Türkiye’de mahkeme kararları, esas sayısı ve karar sayısıyla değil, bütün medenî memleketlerde olduğu gibi, taraf isimleriyle zikredilmelidir.
Uygulama konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve Türk Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarında kararların isimlendirilmesiyle ilgili izlediği usûllerden yararlanılabilir. Malum Türkiye’de 2012’den beri Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılabiliyor. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurularında başvurucunun adı kural olarak gizlenmiyor, yayınlanıyor ve dahası söz konusu karar da başvurucunun adıyla zikrediliyor. Anayasa Mahkemesinin verdiği bireysel başvuru kararlarında başvuranın adı zikrediliyor diye Türkiye batmadı. Mahkeme kararlarında isim geçmesinde korkulacak bir yan yoktur.
* * *Bu makalede mahkeme kararlarının yayınlanması sorununu inceledim. Bu sorun aslında çok basit bir sorundur. Bu konuda asıl tartışılması gereken sorun, dava dosyasında bulunan bütün belge ve bilgilerin yayınlanıp yayınlanamayacağı sorunudur. Bu sorunu önümüzdeki günlerde “Dava Belgelerinin Yayınlanması Sorunu” başlıklı ayrı bir makalede incelemeyi plânlıyorum (Söz konusu makale, 26 Kasım 2020 tarihinde yayınlanmıştır. Makaleye buradan ulaşabilirsiniz) .
K.G., 25 Kasım 2020