Bu kitapta bir ceza davası dosyasında bulunan belgeler yayınlanmaktadır. Burada ceza davası dosyasındaki belgelerin (iddianamenin, ara kararların ve gerekçeli kararların, duruşma tutanaklarının, tanık ifadelerinin vb.lerinin) yayınlanıp yayınlanamayacağı hususunu bir “ön sorun” olarak tartışmakta yarar vardır.
Aslında ben bu ön sorunu, iki ay önce yayınladığım Gözler v. Çağlayan Davası (Bursa, Eylül 2020) isimli kitabımın 13 ilâ 33’üncü sayfalarında ayrıntılarıyla tartışmıştım. Bu konuda adı geçen kitaba bakılabilir [2].
Ancak burada bazı hususlara, tekrar pahasına da olsa, ayrıca değinmekte yarar vardır.
Birinci ön sorunla başlayalım.
Hiç şüphesiz ki, mahkeme kararları yayınlanabilir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesine göre “kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma serbesttir”. “Kazaî kararlar”, yani “yargı kararları” kapsamına sadece gerekçeli kararların değil, ara kararlar ve keza ara kararların içinde yer aldığı duruşma tutanaklarının da girdiği aşikârdır. Dolayısıyla gerek davanın tarafları, gerekse üçüncü kişiler, bir dava dosyasında yer alan, duruşma tutanaklarını, ara kararları ve nihaî kararları yayınlayabilir.
Ben de bu kitapta Özgüldür v. Gözler davasındaki duruşma tutanaklarını, ara kararları ve nihaî kararları yayınlıyorum.
Mahkeme kararlarının yayınlanması konusu esasen tartışmalı bir konu değil. Tartışmalı olan hususların çoğu kanundan değil, uygulamadan kaynaklanıyor. Uygulamada çoğunlukla, kanunen gerekmemesine rağmen, kararda geçen kişi isimleri makaslandıktan veya baş harfleriyle kısaltıldıktan sonra kararlar yayınlanıyor.
5846 sayılı Kanunun öngördüğü mahkeme kararlarının yayınlaması kuralı istisnası olmayan genel bir kuraldır. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesinde “kazaî kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma serbesttir” denmektedir. Kanunda “kazaî kararlar”, yani “yargı kararları” ibaresi bir “genel ibare (generalia verba, âmm lafız)” olarak kullanılmıştır. Hukukun genel teorisinde “genel ibareler, genel anlamda yorumlanır “(generale dictum generaliter est interpretandum)”; “kanunun ayrım yapmadığı yerde ayrım yapılmaz (lege non distinguente non nobis est distinguere) [3]. Kanun herkese mahkeme kararlarını yayınlama hakkını vermiştir, bu hakkı verirken yayınlanacak şeyi “kazaî kararlar” şeklinde bir genel ibare ile belirtmiştir. Bu ibarenin içine her çeşit yargı kararı gireceği gibi yargı kararının her kısmı ve her cümlesi girer.
Bilindiği gibi hukukumuzda yargılamanın alenîliği prensibi geçerlidir. Anayasamızın 141’inci maddesine göre “mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde karar verilebilir. Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler konulur”. Dolayısıyla Anayasa, m.141’e dayanarak duruşması açık yapılan bir davada verilen kararda isimlerin makaslanmasının zorunlu olmadığı söylenebilir.
Benim bu kitapta yayınladığım mahkeme kararları ve duruşma tutanakları, Özgüldür v. Gözler davasından alınmıştır. Bu dava “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebepleriyle ilgili bir dava değildir. Bu davanın hiçbir aşamasında gizlilik veya kapalılık kararı alınmamıştır. Bu dava baştan sona alenî olarak görülmüş bir davadır. Bütün duruşmalar açık yapılmıştır. Dolayısıyla bu davadaki bütün ara kararlarda ve nihaî kararlarda geçen isimler yayınlanabilir.
Bu konuda benim görüşüm bundan ibarettir. Ancak ülkemizde bu konuda gerçekten ağır sorunlar vardır. Bu nedenle yayınlanan kararlarda isim geçmesi konusunda ismi geçen kişileri gruplara ayırarak ayrıca tartışmakta yarar vardır.
Hâkim isimleri yayınlanabilir mi? Tabiî ki yayınlanabilir. Bu soru aslında hukuk literatürünün taş devrinde kalması gereken ilkel bir sorudur.
Hâkimler egemen adına karar verirler. Nasıl gizli egemen olmaz ise gizli hâkim de olmaz. Nasıl hükümdarın adı gizlenemez ise hâkimin adı da gizlenemez.
Gizli hâkim olmaz. Hâkimi ismen belli olmayan bir makama mahkeme denemez. Nasıl gizli hâkim olmaz ise, hâkimin ismi gizlenmiş mahkeme kararı da olmaz. Nasıl hâkiminin ismi gizlenmiş bir makama mahkeme denemez ise, kararı veren hâkimin isminin gizlendiği bir karara da mahkeme kararı denemez.
Karar, uyuşmazlık konusunda hâkimin yaptığı bir irade açıklamasıdır. Ortada bir irade açıklaması var ise bunun bir sahibi de vardır.
Hâkimin ismi mahkeme kararının ayrılmaz bir parçasıdır. Hâkimin isminin olmadığı bir karar, bir mahkeme kararı değildir. Hâkimin ismi mahkeme kararının bir parçası ise, mahkeme kararını yayınlama hakkı, hâkimin ismini yayınlama hakkını da içerir.
Hâkim ismi o kadar önemlidir ki, ABD gibi bazı ülkelerde mahkemeler, hâkiminin ismiyle anılır: “Hoffman Mahkemesi (Hoffman Court)” gibi. Heyet hâlinde mahkemelerde de mahkeme başkanın ismiyle zikredilir: “Warren Mahkemesi (Warren Court)” gibi.
Pek çok ülkede hâkimin ismi mahkemenin kapısında veya duruşma salonunda kürsüde yazılıdır. Bazı ülkelerde hâkim duruşma salonuna girerken, mübaşir veya bir görevli, hâkimin adını yüksek sesle anons eder. Yine bazı ülkelerde hâkim kendisini taraflara tanıtarak duruşmaya başlar.
Medenî dünyada mahkeme kararları, kararı veren hâkimin ismiyle birlikte yayınlanır ve bu karardan hâkimin ismi anılarak alıntı yapılır. Kararı veren hâkimin ismini zikretmeden hâkimin kararından alıntı yapmak bir usûlsüz alıntı teşkil eder. Zira hâkimlerin yazdıkları kararlar da birer fikrî eserdir. Bu kararlar bir makine tarafından yazılmaz. Bir insan tarafından yazılır. Mahkeme kararları, onları veren hâkimlerin emeğinin ve zihninin ürünüdürler. Onların hususiyetini taşırlar. Her hâkimin, bir eser sahibi olarak, eserinden yararlanılırken isminin zikredilmesini istemeye hakkı vardır. Hâkimler, eserleri olan kararları üzerinde malî haklara sahip değildir; ama şüphesiz ki kararları üzerinde eser sahipliğinden kaynaklanan manevî haklara sahiptirler. Bu hakların başında da eser sahibi olarak kendi isminin belirtilmesini isteme hakkı gelir.
Maalesef Türkiye’de hâkimlerin çoğunluğu verdikleri kararlar yayınlanırken, isimlerinin belirtilmesini bizzat kendileri istemiyor; sanıyorum, büyük bir kısmı bundan rahatsızlık duyuyor. Özellikle yüksek mahkemelerin kararlar dergilerinde yayınlanan kararlardan hâkim isimleri makaslanıyor. Kararlar kararı veren hâkimlerin adı çıkartıldıktan sonra yayınlanıyor. Aynı şey bütün içtihat veri bankalarında da yapılıyor.
Bu bizzat hâkimlere hâkimlerin kendisi tarafından yapılmış bir kötülüktür. Hâkimler isimlerini gizleyerek kendilerini sıradan bir devlet memuru haline getiriyorlar.
Hâkim isimlerinin gizlenmesi nedeniyle Türkiye’de her hâkim, görevde iken “hâkim”dir; görevden ayrılınca ismi unutulur gider. Avrupa’da, ABD’de, Güney Amerika, Hindistan’da ve hatta geçmişte eski İngiliz sömürgesi olan Afrika ülkelerinde hâkimler, verdikleri kararlarla ölümsüzleşir. Medenî dünyada öldükten yüz yıl sonra da isimleri anılan pek çok hâkim vardır. Türkiye’de ismi ölümsüzleşmiş, Refik Gür’den başka, kaç hâkim var?
Hâkimler hakkında yukarıda söylenenler, savcılar için de geçerlidir. Onların da isimleri yayınlanabilir.
Bu kitapta yayınladığım mahkeme kararlarından, duruşma tutanaklarından hâkim ve savcı isimlerini çıkarmadım.
Bu kitapta yayınladığım mahkeme kararlarından ve duruşma tutanaklarından kâtip isimlerini de çıkarmadım. Mahkeme kâtibi, sıradan bir kamu görevlisi değildir. Katibin tuttuğu tutanağın, sahteliği ispatlanmadıkça, içeriğinin doğru olduğu kabul edilir. İsmi ve imzası duruşma tutanağının ve kararın mevsukiyetinin delili olan bir görevlinin isminin gizli tutulmasını istemeye hakkı olamaz.
Taraf isimleri, yani hukuk davalarında davacı ve davalı isimleri, keza ceza davalarında sanık ve katılan isimleri yayınlanabilir mi?
Anayasa, m.141 uyarınca, mahkeme, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak duruşmanın kapalı yapılmış olmasına karar vermiş ise, söz konusu sebebin meşru gösterdiği kişinin adı gizlenmelidir. Yani bu tür davada verilmiş bir mahkeme kararı var ise, bu karar, söz konusu sebeplerin gerektirdiği isimler çıkarıldıktan sonra yayınlanmalıdır.
Bunun dışında taraf isimlerinin çıkarılmasını gerektiren bir sebep yoktur. Belirtelim ki, yargılamanın alenî olması kural, gizli yapılması istisnadır. Yorum yoluyla istisna üretilemez. Keza olan istisnalar dar yorumlanır; yorum yoluyla istisnanın kapsamı genişletilemez.
Bütün davalar şu ya da bu şekilde tarafların maddî ve manevî varlığıyla ilgilidir. Bir davanın kişinin manevî varlığı üzerinde etkide bulunacak olması, söz konusu durum Anayasa, m.141’de belirtilen “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerine girmiyorsa, o davanın gizli görülmesine ve keza tarafların isimlerinin çıkarılmasına sebep olamaz.
Örneğin intihal iddiasına maruz kalan bir kişinin açtığı tazminat davasında veya bu kişinin şikâyeti sonucu açılan bir ceza davasında, hâliyle söz konusu intihal iddiasının doğru olup olmadığı araştırılacaktır. Bu durum, davacıyı veya şikâyetçiyi üzebilir. Ama bu durum, davanın gizli görülmesine sebep oluşturmaz. Çünkü böyle bir durumda yargılamanın alenîliği prensibi çok daha önemli bir prensiptir. Bu nedenle böyle bir hukuk davasında davacı, keza böyle bir ceza davasında katılan isminin gizli tutulmasını isteme hakkına sahip değildir. İsminin alenî bir duruşmada geçmesini istemeyen kişinin dava açmaması, şikâyette bulunmaması gerekir. Bir kişi kendi isteğiyle dava açmış ise, şikâyette bulunmuş ise, davaya katılma talebinde bulunmuş ise, yargılamanın aleniliği prensibinin sonuçlarına katlanmalıdır. Bu nedenle böyle bir davada verilmiş bir mahkeme kararı, davacının veya katılanın ismi çıkarılmadan yayınlanabilir.
Hâliyle adres bilgisi, TC kimlik numarası, nüfus kaydı gibi tarafların kişisel veri niteliğinde bilgileri kararda veya duruşma tutanağında geçiyorsa, bunları yayınlanan karardan ve duruşma tutanağından çıkarmak gerekir.
Ben yayınladığım karar ve duruşma tutanaklarında varsa, kişisel veri niteliğindeki bilgileri makasladım. Burada altını çizerek belirtmek isterim ki, kişi isimleri hâliyle tek başına bir kişisel veri değildir.
Tarafların İsimlerinin Çıkarılmamasını İsteme Hakları.- Taraf isimlerine ilişkin şu hususu da belirtmek isterim ki, hukuk davalarında davacı ve davalının, ceza davalarında da katılan ve sanığın kendi isminin kararda geçmesini isteme hakkı vardır. Davasını kazanan davacı için ismi geçen mahkeme kararının yayınlanması ve keza bu kararın kendi adıyla isimlendirilmesi bizatihi bir manevî tatmin aracıdır [5].
Batıda hukuk profesörlerinin isimlerinden daha meşhur davacı isimleri vardır. Bir dava açarak ismini ölümsüzleştiren insanlar vardır. Fransa’da küçük bir kız çocuğu olan Agnès Blanco’nun ismi bütün idare hukuku profesörlerinin isminden daha meşhurdur. Fransa’da idare hukuku dersi almış herkes bu ismi bilir. Bunun sebebi bu kız çocuğunun babasının açtığı bir davadır. Yine yılan avcısı Bay Terrier’nin ismi, samanları hastaneden kaçan bir akıl hastası tarafından yakılan Bay Feutry’nin ismi, başıboş köpekleri yakalayan Bay Thérond’un ismi, Fransa’da, yüz küsur yıldır, bütün hukukçular tarafından ezbere biliniyor [6]. Muhtemelen Fransa’da bu isimler daha yüzlerce yıl boyunca anılmaya devam edilecektir. Bu meşhur kişilerin yaptıkları şey, haklı oldukları bir konuda bir dava açmaktan ibarettir.
Kendisine karşı haksız yere açılmış bir hukuk davasını kazanan davalının veya bir ceza davasında haksız yere yargılanan ve beraat eden sanığın da isminin geçtiği mahkeme kararının, isminin çıkarılmadan yayınlanmasını istemeye hakkı vardır. İsminin geçtiği bu kararın yayınlanması haklı çıkan davalıya veya beraat eden sanığın uğradığı zararı azaltır.
Ayrıca şunu da belirtmek isterim: Kararların yayınlanması mahkemeler üzerinde kamuoyu denetimi yapılmasına imkân sağlar. Davacı veya davalının, katılan veya sanığın isminin yayınlanan kararda geçmesi, adı geçen kişilerin hak arama ve adil yargılanma hakkının bir parçasıdır. Yayınlanan kararda isim geçmedikçe, kararın yayınlanmasının hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı bakımından sağladığı bir fayda olmaz. Kararlar zevk için yayınlanmıyor. Bu kararları kamuoyu bilsin, tartışsın diye yayınlanıyor. Yayınlanan kararda ismi geçmedikçe, bu kararın yayınlanmasının davanın taraflarına sağlayacağı bir yarar yoktur.
Hukuk davasında tarafların vekillerinin ve ceza davalarında müdafiin ve katılan vekilinin isimlerinin gizli tutulmasını gerektiren bir sebep yoktur. Anayasa, m.141 uyarınca, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak duruşmaların kapalı yapılmış olması durumunda dahi taraf vekillerinin ve avukatların isimleri yayınlanabilir. Çünkü bu sebepler haliyle avukatlar için değil, avukatın temsil ettiği kişi için geçerlidir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 58’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıklanan durum hariç olmak üzere, tanık isimleri yayınlanabilir. Anayasa, m.141 uyarınca, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak mahkemenin duruşmaların kapalı yapılmış olması durumunda da, maksadın haklı göstereceği durumlarda tanığın isminin gizli kalması gerekebilir. Hâliyle bu sonuncu durum genel bir sonuç değildir. Her somut olayda somut sebep bakımından tanığın isminin gizli kalmasına gerek olup olmadığı ayrıca değerlendirilmelidir.
* * *Mahkeme kararlarından isim çıkartılması meselesi hukuk literatürünün en ilkel, en elementer meselelerinden biridir. Herhalde medenî dünyada Türkiye dışında bu meselenin tartışıldığı bir ülke yoktur. Medenî dünyada, genel ahlâkın ve küçüklerin korunması gibi bazı istisnaî durumlar dışında mahkeme kararlarından taraf isimleri çıkartılmaz. Dahası mahkeme kararları da doğrudan doğruya davacı ve davalının isimleriyle zikredilir. Marbury v. Madison gibi. Taraf ismi karardan çıkarılacaksa, bu çıkarmayı doğrudan doğruya mahkemenin kendisi yapar. Bu durumda da davacı veya davalı yerine “X” gibi bir işaret koyar. Türkiye’de de bu durumu 1990’lardan beri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları nedeniyle ve 2012’den beri de Türk Anayasa Mahkemesinin verdiği bireysel başvuru kararları nedeniyle biliyoruz. Anayasa Mahkemesinin verdiği bireysel başvuru kararlarında başvuranın adı zikrediliyor diye Türkiye batmadı. Mahkeme kararlarında isim geçmesinde korkulacak bir yan yoktur.
Türk Ceza Kanununun 185’inci maddesi, hazırlık soruşturmasının gizliliğini belirli şekilde ihlâl eden kişinin cezalandırılmasını öngörmektedir. Haliyle bu yasak, iddianamenin düzenlenmesiyle sona erer. İddianame düzenlendikten sonra hazırlık soruşturması belgeleri yayınlanabilir. Zaten bu belgeler kamu davasının açılmasıyla dava dosyasının bir parçası hâline gelir.
Özgüldür v. Gözler dosyasında idarî soruşturmalara ilişkin bazı belgeler bulunmaktadır. Serdar Özgüldür’ün doktora tezine ilişkin olarak İstanbul Üniversitesi Etik Kurulunun bir kararı Mahkemeye 20 Ocak 2015 tarihli beyan dilekçemizin ekinde ve Serdar Özgüldür’ün doktora diplomasına ilişkin İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulunun bir kararı da 11 Mart 2015 tarihli temyiz başvurusuna cevap dilekçemizin ekinde sunulmuştur.
Bu iki belgeyi, dava dosyasında bulunmalarına rağmen bu kitapta yayınlamıyorum.
Bununla birlikte bu belgelerin bu kitapta yayınlanabilir nitelikte olduğunu düşünüyorum. Şu beş sebepten dolayı: (1) İÜ Etik Kurulu kararı, alenî bir dava dosyasında bulunmaktadır. (2) İÜ Etik Kurul kararı, 22 Ocak 2015 tarihli alenî duruşmada tarafımızca delil olarak ileri sürülmüştür. Duruşmada söylenilen şey, dışarıda da tekrarlanabilir. (3) İÜ Etik Kurulu kararı Mahkemenin 22 Ocak 2016 tarih ve E.2014/384, K.2015/30 sayılı beraat kararının gerekçesinde hükmün dayanakları arasında sayılmıştır. (4) İÜ Etik Kurulu kararı, dava konusu olayla ilgisiz değildir, tersine bu Karar, doğrudan doğruya dava konusu fiilin değerlendirilmesinde delil fonksiyonuna sahip bir karardır. (5) Nihayet, davada sunulmuş olmalarından bağımsız olarak şu da söylenebilir ki, bir yüksek hâkimin yaptığı doktora tezinde intihal bulunup bulunmadığı konusunda doktora yaptığı Üniversitenin Etik Kurulunun verdiği kararın ve keza doktora diplomasını veren kurum olan Sosyal Bilimler Enstitüsünün diplomanın iptal edilip edilmediği hakkında verdiği kararın kamuoyu tarafından bilinmesinde kamu yararı vardır.
Hâliyle taraflardan birinin davayla uzaktan yakından ilgisiz birtakım belgeleri dosyaya sunması ve daha sonra bunları, alenî bir dava dosyasında bulunuyor diye yayınlamaya kalkması durumunda başka sonuca ulaşmak gerekir. Çünkü bu durumda delil sunma hakkının kötüye kullanılması durumu vardır. Burada mühim olan husus, tarafın sunduğu belgelerin dava konusuyla makul bir ilgi içinde olmasıdır. Kanımızca bunun için tarafın sunduğu belgenin delil olarak hükme esas alınmış olması şart değildir. Zira neyin delil olacağına mahkeme karar verecektir. Sunulan belgenin prima facie dava ile ilgisiz olduğu anlaşılmıyor ise, sunulan belgenin davayla makul bir ilgi içinde olduğu sonucuna varılmalıdır.
Özellikle de bizim davamızda olduğu gibi, sunulan belge, Mahkeme tarafından hükme esas alınmış ise, bu belge aynen mahkeme kararı gibi, yayınlanabilir bir belgedir.
Anayasamızın 141’inci maddesine göre, genel ahlâk ve küçüklerin korunması istisnaları dışında, “mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır”. Dolayısıyla ideali, kişisel veri niteliğinde bilgilerin duruşmada telaffuz edilmemesidir. Zira duruşmada telaffuz edilen her bir bilgi, bu bilgi, kişisel veri teşkil etse veya bu bilgi idarî soruşturmaya ilişkin bir bilgi olsa bile, duruşmada bulunan herkes tarafından duyulup öğrenilebilir. Öğrenen kişiler bunları başkalarına söyleyebilir. Keza duruşmayı izleyen bir gazeteci tarafından bunlar haber olarak yayınlanabilir.
Bu nitelikteki bir bilginin duruşmada söylenmesiyle, duruşmada açıklanan bu bilginin daha sonra bir kitapta yayınlanması arasında prensip olarak bir fark yoktur. Belki duruşmanın izleyicisinin olmadığı veya çok az sayıda kişi tarafından izlendiği, kitabın ise çok kişi tarafından okunacağı söylenebilir. Ancak bu niceliksel bir farktır. Belki bunun tersi bile olabilir. Duruşma pekâlâ çok kişi tarafından izlenebilir. Duruşmada söylenenler haber olarak gazetelerde yayınlanabilir. Nurullah Kunter’in belirttiği gibi, “açıklık isteyenin görmesi ve duyması kadar, gördüklerini, duyduklarını başkalarına yayabilmesini de gerektirir. Açık duruşmada olan bitenin neşri, bu itibarla serbest olmalıdır. Nitekim Anayasa, ‘basın hürdür’ derken (Any. 28) bunu ifade etmiştir” [7].
Burada şu hususu da belirtmek isterim: Mahkeme kararlarının ve dava dosyasındaki evrakın yayınlanması konusu tartışılırken, meseleye sadece Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu veya sadece Hukuk Muhakemeleri Kanunu veya sadece Ceza Muhakemesi Kanunu veya sadece Türk Borçlar Kanunu veya sadece Türk Medenî Kanunu veya sadece Türk Ceza Kanunu veya sadece Kişisel Verilerin Korunması Kanunu açısından bakmamak gerekir.
Dava dosyasında belli bir belgenin yayınlanması söz konusu olduğunda, çoğunlukla yukarıda sayılan kanun hükümleri arasında çatışma çıkar. Daha da önemlisi, böyle bir durumda söz konusu Kanunların hükümleri ile Anayasamızın 141’inci maddesinde öngörülen yargılamanın alenîliği ilkesi, Anayasamızın 36’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve hak arama hürriyeti, Anayasamızın 26’ncı maddesinde güvence altına alınan ifade hürriyeti, 27’nci maddesinde korunan bilim hürriyeti arasında çatışma ortaya çıkar.
Hiç şüphesiz ki, Anayasamızın 26’ncı maddesinde öngörülen düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, mahkeme kararları hakkındaki düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini de içerir. Hiç şüphesiz ki, Anayasamızın 27’nci maddesinde öngörülen bilim hürriyeti, mahkeme kararlarını inceleme ve hâliyle öncelikle de bunları yayınlama hürriyetini de içerir. Bu nedenle, bu konuları tartışırken tek bir kanun hükmünden hareket ederek sonuca ulaşmak çoğunlukla yanlış olacaktır.
Nihaî tahlilde, kamunun mahkeme kararları ve bu kararların dayanakları konusunda bilgi edinme hakkı vardır. Böyle bir hak olmaksızın, kamunun yargı üzerinde denetim yapması mümkün olmaz. Yargı kararlarının kamuoyu önünde tartışılması demokrasinin bir gereğidir.
Bu kitapta dava dosyasında bulunan Cumhuriyet Savcılığının işlemlerini, mahkeme duruşma tutanaklarını ve mahkeme kararlarını yayınladım. Tanık çağrı kâğıdı, talimat mahkemelerinin asıl mahkemeye gönderdikleri talimat iade üst yazısı gibi tamamıyla usûlî ve şeklî nitelikteki bazı işlemleri yer kaplamaması için yayınlamadım. Benim tarafından sunulan savunma dilekçelerini ve keza vekilim tarafından sunulan savunma ve beyan dilekçelerini yayınladım. Karşı tarafın sunduğu dilekçeleri ise yayınlamadım. Hâliyle arzu ediyorsa karşı taraf bunları yayınlayabilir ve böylece dava dosyası daha dengeli ve tam bir şekilde kamuoyunun bilgisine sunulmuş olur.
Özetle kitabımda savcılığın ve mahkemenin işlemleri ve benim ve müdafim tarafından sunulmuş dilekçeler yayınlanmaktadır.
Yayınladığım belgelerin asılları A4 kâğıdı boyutundadır. Bunları kitap boyutuna (16,5 cm x 23,5 cm) dönüştürdüm. Sayfa düzenleri de hâliyle değişti. Belgelerde gördüğüm yazım yanlışlarını düzeltmeye çalıştım. Belki belgelerdeki yazım yanlışlarını olduğu gibi bırakmam daha doğru olabilirdi. Ancak bu yanlışlar, metnin okunmasını güçleştiren, okuyucunun dikkatini dağıtan yanlışlardı. Bunların düzeltilmesinin doğru olacağını düşündüm. Bunun dışında bu kitapta yayınlanan belgeler ile dava dosyasında bulunan belgelerin asılları arasında bir fark yoktur.
Yukarıda belirttiğim gibi, kitabımda savcılığın ve mahkemenin işlemleri ile benim ve müdafim tarafından sunulmuş dilekçeler yayınlanmaktadır. Bunun tek istisnası kitabın 89’uncu sayfasında “19” nolu belge olarak yayınlanan tanık Haşim Kılıç’ın Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesine sunduğu 27 Kasım 2014 tarihli ve “Bursa 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2014/384 Esas sayılı dosyasından gönderilen talimat üzerine beyanımın sunulmasıdır” konulu dilekçesidir.
Öncelikle belirteyim ki bu belge, bir “taraf dilekçesi” değil, “tanık dilekçesi”dir. 2014/384 esas sayılı dosyada Haşim Kılıç’ın sıfatı “katılan” değil, “tanık”tır. Bu dilekçeyi yayınladım; çünkü bu dilekçenin yayınlanmasında şu üç sebepten dolayı kamu yararı olduğunu düşündüm:
1. Söz konusu dilekçede, bir Türk vatandaşı sıfatıyla usûlüne uygun bir biçimde tanık olarak mahkemeye çağrılan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, mahkemeye tanık olarak gelmeyeceğini mahkemeye şu cümlelerle bildirmiştir:
“Suçun konusu yayımlanmış olan kitapta somutlanmış olduğuna göre, ayrıca tanık deliline dayanmanın bir gereği olmadığı gibi, her iki dosyadaki suç konusu yayın aynı doğrultuda olduğundan ve davalar birbirini doğrudan ilgilendirdiğinden Anayasa 38. maddesi ve CMK 48. maddeleri gereğince tanık olarak dinlenmeme ilişkin talep yerinde değildir” (Haşim Kılıç’ın 27 Kasım 2014 Tarihli Dilekçesi, Sayfa 2, infra, s.90).
Görüldüğü gibi tanık, “tanık olarak dinlenmeme ilişkin talep yerinde değildir” diyerek mahkemeye ifade vermeye gelmemiştir. Bu cümlede iki yanlış vardır. Bir kere Mahkeme, Haşim Kılıç’tan tanık olarak gelmesini “talep” etmemiş, Haşim Kılıç’ın tanık olarak dinlenilmesine “karar” vermiştir. İkinci olarak, hâliyle, tanıkların mahkemelerin kararlarının hukuka uygunluğunu denetlemek gibi bir yetkisi yoktur. Hangi tanık, mahkemeye “benim tanık olarak dinlenmemi talep etmeniz yerinde değildir” deyip tanık olarak ifade vermeyi reddedebilir? Böyle bir şey olabilir mi?
2. Bu ceza davası, takibi şikayete bağlı bir suç nedeniyle açılmış, Serdar Özgüldür’ün katılan, benim de sanık olduğum bir davadır. Bu davada Anayasa Mahkemesi bir kurum olarak katılan değildir; zaten böyle bir şey mümkün de değildir. Haşim Kılıç bu davada, Ömer Anayurt’un Serdar Özgüldür’e karşı açtığı intihal davasından hangi koşullar altında feragat ettiği hususunun aydınlatılması amacıyla “tanık” olarak ifadeye çağrılmıştır. Tanık Haşim Kılıç’ın bu davada bir Türk vatandaşı olmak dışında bir sıfatı yoktur. Buna rağmen Haşim Kılıç, bu dilekçesini Anayasa Mahkemesi antetli devletin resmî kâğıdına yazmış ve altını “Anayasa Mahkemesi Başkanı” sıfatıyla imzalayıp mahkemeye sunmuştur. Bu dilekçenin sonunda Haşim Kılıç imzasının ve adının altında “tanık” değil, “Anayasa Mahkemesi Başkanı” yazmaktadır. Devletin resmî bir kâğıdı üzerine yazılan ve Haşim Kılıç’ın “tanık” sıfatıyla değil, “Anayasa Mahkemesi Başkanı” sıfatıyla imzaladığın bu dilekçeyi benim yayınlamaya, Türk milletinin de bunu görmeye hâliyle hakkı vardır.
3. Nihayet belirtelim ki, bir asliye ceza mahkemesine, ülkenin en yüksek mahkemesinin başkanının, bu mahkemenin antetini taşıyan resmî bir kağıt üzerine yazılmış ve bu mahkemenin başkanı sıfatıyla imzalanmış böyle bir yazının gönderilmesi, asliye ceza mahkemesi üzerinde baskı kurmaya yönelik bir teşebbüs olarak yorumlanmaya elverişlidir.