Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi hakkında 3 Aralık 2022 günü “Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi Güçlendirilmiş Parlâmenter Sistem mi, Yoksa Yarı-Başkanlık Sistemi mi Getiriyor?” başlıklı bir makale, 5 Aralık 2022 günü de “Anayasa Değişikliği Önerisi Neden Tek Adam Rejimini Engelleyemez?” başlıklı ikinci bir makale yayınladım.
Bugün Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi hakkında eleştirilerime üçüncü bir makaleyle devam ediyorum.
Bu makalede Türkiye için neden başkanlık sisteminin veya yarı-başkanlık sisteminin zararlı olduğunu, Türkiye için neden parlâmenter hükûmet sisteminin şart olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Biz hukukçular, anayasa hükümlerinin de diğer hukuk normları gibi birer “norm” olduğunu ve bu normların muhataplarını, yani anayasal organları bağladığını sanırız.
Keşke bağlasalar.
Eğer anayasa normları muhataplarını bağlıyor olsaydı, ülkemizde bir demokrasi sorunu, bir hukuk devleti sorunu, bir temel hak ve hürriyetlere saygı sorunu olmazdı.
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi de anayasa normlarının, bağlayıcı normlar olduğu varsayımı üzerine kurulu. Öneride tek adam rejiminin önüne geçebilmek için Cumhurbaşkanını sınırlandıran hükümler getirilmeye çalışılıyor.
Oysa Türkiye’de sorunun kaynağı hiçbir zaman Anayasada Cumhurbaşkanını sınırlandıran normların bulunmaması olmamıştır. Türkiye’de 2014-2018 döneminde Anayasada Cumhurbaşkanını sınırlandıran pek çok norm vardı; günümüzde dahi Anayasamızda Cumhurbaşkanını sınırlandıran normlar vardır. Sorun Cumhurbaşkanını sınırlandıran normların yokluğundan değil, Cumhurbaşkanının bu normlarla kendini bağlı hissetmemesi ve Cumhurbaşkanının bu normlara uymaması durumunda, diğer anayasal organların ona karşı bir şey yapamıyor olmalarından kaynaklanmaktadır.
Bu sorunu çözmek için sorunun kaynağına inmek gerekir. Sorunun kaynağında Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi olgusu yatmaktadır. Bu olguya son vermeden Cumhurbaşkanını sınırlandıran normların sayısını artırılmasının sorunun çözümüne yapacağı bir katkı yoktur.
Halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanının önüne konulan kağıttan bariyerlerle sınırlandırılabileceği inancı, ülkemizin siyasal ve sosyal gerçekleriyle tezat hâlinde bulunan “naif” bir inançtır.
Anayasayı sadece bir “norm” olarak düşünmemek gerekir. Anayasayı bir “sistem”, bir “mekanizma” olarak düşünmek ve anayasayı bir “makine” gibi tasarlamak gerekmektedir. Anayasa makinesini o şekilde dizayn etmek gerekir ki, bu makinenin bütün parçaları, birbiriyle uyumlu çalışsın; parçalardan biri diğerine muhtaç olsun ve biri diğerini ortadan kaldıramasın ve birbirlerini kontrol etsin.
Anayasada devletin temel organlarını öyle bir sistem içinde düzenlemek gerekir ki, bu organlardan biri veya diğeri, kendi görevinin sınırları dışına çıkamasın. Buna yeltendiğinde anayasa makinesinin diğer parçaları buna izin vermesin. Her bir parça diğer parçanın göstereceği tepkiden çekinsin. Bir makinenin çarkları nasıl birbirine muhtaç ise, anayasa makinesinin parçaları da birbirine muhtaç olsun.
Uzun lafın kısası anayasanın, devletin temel organlarını, isteseler de, dışına çıkamayacakları bir sınırın içine hapsetmesi gerekir. Bu sınır, normlardan kaynaklanan bir sınır değil, anayasal organların karşılıklı bir şekilde düzenleniş ve örgütleniş biçiminden kaynaklanmalıdır.
Bu açıdan Türk anayasal sistemine bakıldığında halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanının, anayasal sistemin dengesini ve uyumunu bozduğunu gözlemlemek gerekir. Zira halk tarafından seçilmesi, Cumhurbaşkanına, diğer anayasal organların gücüyle karşılaştırılamayacak derecede büyük bir güç ve prestij veriyor.
Bu gözlem ve yargımız, sadece yürürlükteki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi için değil, 2014-2018 yılları arasındaki yarı-başkanlık hükûmet sistemi için de geçerlidir.
Bu gözlem ve yargımız, sadece şimdiki Cumhurbaşkanı için değil, onun yerine seçilecek yeni Cumhurbaşkanları için de geçerlidir.
Türkiye’de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, Cumhurbaşkanını anayasal sistemde bütün aktörlerden çok üstün bir konuma getirmektedir. Böyle bir Cumhurbaşkanının bulunduğu bir anayasal sistemde kuvvetler ayrılığının olması, frenler ve dengeler sisteminin işlemesi mümkün olmamaktadır.
Türkiye’de Cumhurbaşkanını halka seçtirtmek, anayasal sistemin hassas dengelerinin tepe taklak olmasına yol açmaktadır.
Bu nedenle, Türkiye’de anayasal demokrasinin yerleşmesi, hukuk devletinin işlemesi, temel hak ve hürriyetlere saygı gösterilmesi için, ön koşul olarak, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmemesi gerekmektedir.
Yani Türkiye’de Cumhurbaşkanı, halk tarafından değil, eskiden olduğu gibi TBMM tarafından seçilmelidir. Dolayısıyla Türkiye için ideal hükûmet sistemi saf parlâmenter hükûmet sistemidir.
Bu nedenle, Türkiye’de hükûmet sistemi konusunda bir değişiklik yapılacaksa, benimsenmesi gereken hükûmet sistemi, “parlâmenter hükûmet sistemi”dir.
Burada parlâmenter hükûmet sisteminin nasıl tanımlandığını da söyleyelim. Zira, yarı-başkanlık sistemi tartışmasında olduğu gibi, yarın öbür gün birileri çıkar, parlâmenter hükûmet sisteminin öyle değil, böyle tanımlandığını, bu sistemin de kendi içinde pek çok türü olduğunu vs. söyleyip işi içinden çıkılmaz hâle getirmeye teşebbüs edebilirler:
Parlâmenter sistemde, ikili (düalist) yapıda bir yürütme organı vardır. Yani bir yanda Bakanlar Kurulu ve Başbakan, diğer yanda Cumhurbaşkanı bulunur. Bakanlar Kurulu ve Başbakan, parlâmento içinden çıkar ve ona karşı sorumludur. Cumhurbaşkanı da parlâmento tarafından seçilir, ama ona karşı sorumlu değildir.
Parlâmenter hükûmet sistemi, Türk demokrasisi için olmazsa olmaz şarttır.
K.G., 7 Aralık 2022, Saat 15:00