3 Aralık 2022 Cumartesi günü “Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi Güçlendirilmiş Parlâmenter Sistem mi, Yoksa Yarı-Başkanlık Sistemi mi Getiriyor?” başlıklı kısa bir makale yayınladım [1]. 5 Aralık 2022 günü de “Anayasa Değişikliği Önerisi Neden Tek Adam Rejimini Engelleyemez?” başlıklı ikinci bir makale [2] yayınlayarak bu önerinin neden tek adam rejimine son veremeyeceğini açıklamaya çalıştım. Yine 5 Aralık tarihli makalemde bu Anayasa Değişikliği Önerisine karşı daha iki eleştiri makalesi yazacağımı söylemiştim. Yazmayı düşündüğüm bu makalede Anayasa Değişikliği Önerisini biçim ve içerik açısından elimden geldiği ölçüde inceleyecektim.
Yani bu makalede işim 2 Aralık ve 5 Aralık tarihli makalelerime göre daha zor, daha teknikti.
Neyse ki 6 Aralık 2022 tarihinde değerli meslektaşım Tolga Şirin, T24’te “Altılı Masa Anayasa Değişikliği Taslağına Eleştiriler” başlıklı bir makale [3] yayınladı. Yine 7 Aralık 2022 tarihinde Tolga Şirin “Altılı Masa'ya Sorular ve Kemal Gözler’in Yazısı Üzerine Düşünceler” başlıklı ikinci bir makale daha yayınladı [4].
Tolga Şirin’in makalelerini görmekten ve okumaktan dolayı çok sevindim. Çünkü Tolga Şirin’nin bu iki makalesi benim işimi oldukça kolaylaştırdı; benim iş yükümü azalttı. Zira Anayasa Değişikliği Önerisine yöneltmeyi planladığım bazı eleştirileri Tolga Şirin, söz konusu makalesinde zaten dile getirmiş durumda.
Burada öncelikle değerli meslektaşım Tolga Şirin’in T24’te yayınladığı bu iki makalesinin okunmasını hararetle tavsiye ederim.
İşimi kolaylaştıran diğer bir makale daha var: Değerli meslektaşım Murat Sevinç de 30 Kasım 2022 tarihinde Diken’de “Tek Sesten, Meşverete: Altılı Masa’nın Anayasa Önerisi” başlıklı bir makale yayınladı [5]. Bu makale, Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisini ilk inceleyen ve değerlendiren makale olması bakımından ayrı bir değere sahip. Bu makaleyi de buradan okuyuculara hararetle tavsiye ediyorum.
Artık kendi eleştirilerime başlayayım.
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi kitapçığında [6] söz konusu metnin kimin veya kimlerin tarafından hazırlandığına ilişkin bir bilgi yoktur.
Hâliyle bu metni biri veya birileri kaleme almıştır. Bu metni kim veya kimler kaleme almış ise onların adlarını bilmeye hakkımız hâliyle vardır.
Keza Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisine yöneltilen eleştirilere cevap verme ödevi de öncelikle bu kişi veya kişilere düşer.
Tolga Şirin, çok haklı olarak, “2017 yılında getirilen anayasa değişikliğinin kapalı kapılar ardında hazırlanmış olması” gibi Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinin de kapalı kapılar ardında hazırlandığını gözlemliyor [7] ve bu durumun “Kemal Kılıçdaroğlu'nun, tüm zorluklara rağmen Türkiye'de çalışmaya devam eden bilim insanlarını göz ardı edip AK Parti sonrası sürecin inşası için yurt dışından akademisyenleri getireceği açıklaması ile koşut” olduğunu vurguluyor [8].
Anayasa Değişikliği Önerisi hazırlamak fevkalâde önemli bir iştir. Bu işi, hâliyle doğrudan doğruya politikacılar yapamaz. Politikacıların bu işi güvendikleri bir anayasa hukuku profesörüne emanet etmeleri gerekir. Onlar adına taslak, bu profesör tarafından hazırlanmalıdır. Bu taslak da daha sonra bu profesörün adıyla yayınlanmalı ve onun adıyla anılmalıdır. Medenî dünyada usûl budur. Geçmiş yıllarda Türkiye’de de usûl buydu.
Örneğin 1961 Anayasası için iki tane “Ön Tasarı” hazırlanmıştır. İlk tasarı, Sıddık Sami Onar başkanlığında İstanbul Üniversitesi mensubu öğretim üyelerinden oluşan bir komisyon, ikinci tasarı ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bunlardan birincisi “İstanbul Tasarısı”, ikincisi ise “Ankara Tasarısı” olarak anılır.
1982 Anayasası ise Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında, içlerinde Prof. Dr. Feyyaz Gölcüklü ve Prof. Dr. Turgut Tan gibi seçkin hukukçulardan oluşan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.
1982 Anayasası döneminde daha sonraki yıllarda, çoğu yasalaşamamış olan pek çok anayasa değişikliği önerisi taslağı da hazırlanmıştır. Bunları hazırlayan komisyonların başkan ve üyelerinin isimleri hep bellidir. Hepsi de ülkenin önde gelen anayasa hukuku profesörleridir. Mesela 2007 yılında AKP, Prof. Dr. Ergun Özbudun’a bir anayasa taslağı hazırlama işini verdi. Profesör Özbudun yanına Prof. Dr. Zühtü Arslan, Prof. Dr. Yavuz Atar, Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, Prof. Dr. Levent Köker ve Prof. Dr. Serap Yazıcı’yı alarak bir anayasa taslağı hazırladı. Şu an anayasa taslağı kitapçığını bulamadım. Ama taslak kitapçığının iç kapağında veya sunuş yazısından sonra bir yerde hazırlayanların adının yazdığını hatırlıyorum. Bu tasarının kamuoyunda da “Özbudun Anayasa Taslağı” olarak anıldığını hepimiz biliyoruz. İzlenmesi gereken usûl yine budur.
16 Nisan 2017 referandumu ile kabul edilen ve Türkiye’de “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” denen içinde bulunduğumuz sistemi getiren Anayasa Değişikliğini ise kimin hazırladığı belli değildir. Bu konuyu zamanında gözlemlemiş ve eleştirmiştim [9].
Maalesef 2017’de AKP’nin uyguladığı bu yöntemin aynısını bugün Altılı Masa uyguluyor. 2 Aralık 2022 tarihinde yayınlanan ilk makalemde Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinin yöntem olarak AKP’nin 2017 Anayasa Değişikliği Teklifine çok benzediğini yazmıştım. Bugün ilave edeyim: Hazırlık yöntemi olarak da bu iki değişiklik önerisi birbirine çok benzemektedir.
İsmi bilinmeyen kişiler tarafından, kapalı kapılar ardında, iyi bir anayasa değişikliği önerisi taslağının hazırlanma ihtimali yoktur.
Başarılı bir anayasa değişikliği teklifi taslağı için, bu işin bir anayasa hukuku profesörüne emanet edilmesi gerekir (Hâliyle bu profesör, ihtiyaç duyarsa kendi seçeceği arkadaşlarından yardım alabilir). Taslak bu profesör tarafından hazırlanmalı ve onun ismiyle yayınlanmalıdır. Hâliyle daha sonra taslak kesinleştirilmeden önce eleştiri ve görüş için ülkedeki diğer anayasa hukukçularına gönderilmelidir.
Altılı Masa “Anayasa Değişikliği Önerisi”ne biçim bakımından pek çok eleştiri yöneltilebilir:
1. Metin, “Anayasa Değişikliği Önerisi” başlığını taşıyor. “Öneri” başlığı yanlış. Çünkü, “öneri”, yani “teklif” için söz konusu metnin, TBMM’ye en az 200 milletvekilinin imzasıyla sunulması gerekir. Ortada “öneri” veya “teklif” değil, sadece bir “taslak” vardır.
2. Altılı Masanın “Anayasa Değişikliği Önerisi” taslağı da format olarak Türk kanun yazma usûl ve tekniğini uygun değildir. Yeni bir anayasa yapılmadığına, sadece değişiklik önerildiğine göre, önerilen maddeler, “müstakil madde” formatında yazılamaz. Yürürlükte olan bir Anayasada değişiklik yaptığına göre taslak, “çerçeve taslak” ve maddeler de “çerçeve maddeler” formatında kaleme alınmalıydı. Mevcut hâliyle söz konusu metne, bir “Öneri (Teklif)” denemeyeceği gibi, Türk kanun yapma tekniği bakımından bir “Taslak” da denemez. Bu metnin bir Anayasa değişikliği taslağı hâline getirilmesi için üzerinde ayrıca çalışılması ve maddelerin formatının değiştirilmesi gerekmektedir.
3. Altılı Masanın “Anayasa Değişikliği Önerisi” taslağında maddelerin içinde fıkralar, Türk fıkra stilinde kaleme alınmamıştır. Yani fıkraların ilk satırları soldan sağa doğru satır başı boşluğu bırakılmadan yazılmıştır. Allah aşkına bu nasıl bir fıkra formu? Burası Amerika mı? Amerika’da bile bu durumda paragraflar arasında bir boşluk bırakılır. Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi”ni hazırlayanlar ise fıkralar arasında bir satır boşluk da bırakmamışlardır. Neticede madde metinlerinde fıkralar nerede başlıyor, nerede bitiyor belli değil. Pek çok maddede fıkraları saymak ve numaralandırmak mümkün değil. Bir örnek vereyim [10]:
Yukarıdaki örneğe bakınız. Bu madde kaç fıkradan oluşuyor? Sayabiliyor musunuz? Fıkralar nerede başlıyor ve nerede bitiyor?
4. Altılı Masanın “Anayasa Değişikliği Önerisi” taslağında “Öneri” sütununda gösterilen maddelerin pek çok fıkrası gerçekte herhangi bir değişikliğe uğramamıştır. “Anayasa Değişikliği Önerisi”nde bu fıkralar da sanki Altılı Masanın önerdiği yeni metnin bir parçası olarak verilmiştir. Bu fıkralar ile değişiklik yapılan veya eklenen fıkralar arasında bir fark yoktur.
Dahası bu fıkralar hazırlanırken, kes-kopyala-yapıştır yöntemi kullanıldığı için, fıkrayı geçmişte değiştiren veya fıkrayı ekleyen kanunun tarih ve sayı bilgisi de asıl yürürlükteki metinde veya 2014-2018 arasında yürürlükte olan metinde olduğu hâliyle parantez içinde verilmektedir. Örnek olarak Anayasa Değişikliği Önerisinin 155’inci maddesinden bir kesiti aşağıya koyuyorum [11]:
Bu örnekte ikinci fıkranın başında parantez içindeki “(Değişik ikinci fıkra: 13/8/1999-4446/3 md.)” şeklindeki ibareye bir anlam vermek mümkün değil. Bu fıkra 2017 Anayasa değişikliğiyle tekrar değiştirilmiştir. Hâliyle Altılı Masa şimdi bu fıkranın 2017’den önceki hâlini tekrar yürürlüğe koymak istiyorsa, bunu tekrar kaleme alıp koyabilirdi. Yürürlüğe koyacağı fıkranın başına bu fıkrayı kabul eden 1999’daki Anayasa Değişikliği Kanunun tarih ve sayı bilgisin vermesine gerek yoktu; bunu bugün vermesi teknik olarak da mümkün değildir; çünkü bu maddenin 13.8.1999 tarih ve 4446 sayılı kanunla kabul edilen şekli bugün yürürlükte değildir. Bu durumda bu fıkra, 1982’de doğmuş, 1999 değişikliğe uğramış, 2017’de öldürülmüş, 2023’te de tekrar dirilmiş bir fıkra mı olacak?
Bir örnek daha: Altılı Masa, Anayasanın 74’üncü maddesinin dördüncü fıkrasını değiştirilerek aşağıdaki şekilde tekrar kaleme almıştır:
Yani ortada yeni bir fıkra vardır. Oysa görüldüğü gibi fıkranın başında fıkranın mevcut hâlinde olduğu gibi “(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/8 md.)” ibaresi bulunmaktadır. Anayasa Değişikliğini hazırlayanların değişiklik yaptıkları fıkranın başına bu ibareyi koymalarının sebebi anlaşılamamaktadır.
Keza bazı maddelerde de maddenin değişik hâlini geçmişte kabul eden Anayasa Değişikliği Kanunun tarih ve sayı bilgisi verilmektedir. Örnek olarak yedi paragraf yukarıdaki görselde “Madde 13 – (Değişik: 3/10/2001-4709/2 md.)” ibaresine bakınız. Madem bu maddenin bütününü, başlığı dâhil, yeniden kaleme almış gibi vermişsiniz, parantez içindeki bu ibareye neden yer veriyorsunuz? Ben bunun sebebini anlamış değilim.
Bu biçimsel tuhaflıklar karşısında ben şimdi bilgisizlik ve amatörlükten bahsedersem acaba çok mu “keskin” konuşmuş olacağım?
Burada belirtelim ki, Altılı Masanın “Anayasa Değişikliği Önerisi”nden gerçekte değişikliğe uğramamış, Anayasanın yürürlükteki şeklinde veya 2014-2018 yıllara arasındaki şeklinden alınmış fıkraların çıkarılması gerekir. Eğer bu fıkralar çıkarılırsa, geriye nispeten kısa bir metin kalıyor.
Keşke, Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisini kaleme alanlar, yaptıkları değişiklikleri, yani ekledikleri cümleleri veya değiştirerek tekrar kaleme aldıkları cümleleri farklı bir renkle göstermiş olsaydılar.
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi, biçim olarak dahi problemlidir. Taslağın biçim olarak dahi az emekle ve amatörce hazırlandığı söylenebilir.
Şimdi Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinin içeriğine ilişkin bazı gözlemlerimi vereceğim.
Tabiî öncelikle hatırlatayım ki, söz konusu Anayasa Değişikliğinin içeriğine yöneltilebilecek en büyük eleştiri, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngörmesi, yani yarı-başkanlık sistemini benimsemesidir. Bu konuyu daha 2 Aralık 2022 tarihli makalemizde ve 5 Aralık 2022 tarihli makalemizde incelediğimiz için bu konuya burada tekrar girmiyoruz.
Ama öncelikle belirteyim ki, burada inceleyeceğim hususlar, örnek kabilinden seçilmiş hususlardır. Yoksa burada Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisini sistematik bir şekilde inceleyecek değilim. Zira böyle bir inceleme için başlı başına bir kitap yazmak gerekir. Nitekim 2001 yılında TBMM'de kurulan “Partilerarası Uzlaşma Komisyonu” isimli bir Komisyonun hazırladığı 38 maddelik bir “Anayasa Değişikliği Teklifi”ni inceleyen ve eleştiren Anayasa Değişikliği Gerekli mi? 1982 Anayasası İçin Bir Savunma başlıklı 120 sayfalık bir kitap yayınlamıştım [12].
İçeriği ilişkin örnek mahiyetinde eleştirilerimi şu başlıklar altında sıralayabilirim:
Geçmişteki anayasa değişikliklerinde olduğu gibi, bu Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi taslağında da pek çok önemsiz ve yer yer abesle iştigal mahiyetinde öneriler var.
Bu konuda Murat Sevinç şöyle yazıyor:
“Önerdiği değişikliklerin bir kısmı, ‘hayati’ konular olmadığı, ‘sade suya tirit’ nitelikleri nedeniyle önerilebilmiş belli ki ve bazı maddelerde güncel tartışmaların-gelişmelerin etkisinde kalınmış. Örneğin, milletvekili seçilme yeterliliğine ilişkin maddede (76), ‘çocukların cinsel istismarı’ gibi bir suçtan hüküm giyenlerin milletvekili seçilemeyeceği belirtilmiş. Güzel, kim buna itiraz eder, iyi hoş da, bugüne dek çocuk istismarcılığından hüküm giymiş biri vekil olmak istedi mi? Ya da, bir gün istese onu aday gösterecek bir parti var mı?” [13].
Anayasanın “Temel Haklar ve Ödevler” kısmında madde başlıklarında geçen “ödev” kelimesinin “hürriyet” kelimesiyle değiştirilmesi de buna örnek olarak verilebilir. Bu hususa ilişkin şunu da belirtelim ki, Tolga Şirin, madde başlıklarındaki “Ödev” kelimesinin çıkarılmasının isabetini de haklı olarak sorgulamaktadır [14]. Diğer yandan Anayasa Değişikliği Önerisinde, 49’uncu maddenin başlığında ödev kelimesi “hürriyet” kelimesiyle değiştirilmiş, ama madde metninde yer alan “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir” şeklindeki hükme dokunulmamıştır. Kanımızca maddenin başlığıyla içeriği arasında uyumsuzluk vardır ki, bizatihi bu örnek dahi, Anayasa metninde “ödev” kelimesine ihtiyaç olduğunu ve “ödev” kelimesinin düzara “hürriyet” kelimesiyle değiştirilemeyeceğini gösterir.
Anayasa Değişikliği Önerisinde bazı maddelerde eklenen yeni fıkralar ile korunan eski fıkralar arasında uyum yok. Bazen de eklenen yeni fıkra gereksiz tekrara yol açıyor. Eski kavram çıkarılmadan aynı fonksiyonu ifa etmek üzere yeni bir kavramın eklendiği maddeler var. Aynı anda olmamak şartıyla hâliyle bu kavramlardan birisine veya diğerine yer verilebilir. Ama her ikisine aynı anda yer vermenin bir anlamı ve gereği yoktur. Keza maddelerde bazı tuhaf cümleler var. Normatif nitelikte olup olmadığından tereddüt edilecek cümleler var. Ders kitaplarında rastlanacak ifadeleri Anayasa Değişikliği Önerisine koymuşlar. Bu sorunları aşağıda iki madde örneği üzerinde göstermeye çalışacağım. Örnek olarak da Anayasa Değişikliği Önerisinin ikinci ve üçüncü sıradaki maddelerini alacağım.
a) Madde 12 Ne Getiriyor?
Önce Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi taslağındaki 12’nci maddenin metnini aşağıya olduğu gibi kopyalayalım:
İnsan onuru, temel hak ve hürriyetlerin niteliği ve bütünlüğü
Madde 12 – İnsan onuru dokunulmazdır ve anayasal düzenin temelidir. Devlet, insan onuruna saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür.
Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Temel hak ve hürriyetler bir bütündür, birbirini tamamlar ve yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar.
Devlet, temel hak ve hürriyetlerden herkesin etkili biçimde yararlanmasını sağlayacak her türlü düzenlemeyi yapmak, tedbiri almak ve ihlalini önlemekle yükümlüdür [15].
Önerilen 12’nci maddenin ikinci fıkrası Anayasamızın 12’nci maddesinin yürürlükteki şeklinin ilk fıkrası hükmüdür. Bu hüküm, Türk anayasalarında rastladığımız geleneksel ifadedir.
12’nci maddenin birinci fıkrasındaki “insan onuru” ifadesinin ise 1949 Alman Anayasasından esinlenmiş bir ifade olduğu tahmin edilebilir.
Bu ifade çok beğeniliyorsa, bizim geleneksel ifademiz atılabilir ve bu ifade alınabilirdi. Bizim geleneksel ifademiz atılmadan bu ifadenin alınması maddeyi kavramlar bakımından redundant hâle getirmiş.
Diğer yandan 12’nci maddenin üçüncü fıkrası da eleştirilebilecek niteliktedir: Fıkrada “Temel hak ve hürriyetler bir bütündür, birbirini tamamlar ve yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar” deniyor.
Bu cümlenin birinci yarısı ile ikinci yarısı arasında bir anlam ilişkisi yok. “Temel hak ve hürriyetler bir bütün olması, birbirini tamamlaması” ile temel hak ve hürriyetlerin “yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlaması” arasında bir sebep sonuç ilişkisi yok. Aynı cümlede birbiriyle alakasız iki fikre niye yer verilmiş? Dahası, temel hak ve hürriyetlerin “yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlaması” ne demektir? “Yasama, yürütme ve yargı organlarını” “bağlayan” şey, temel hak ve hürriyetler değil, normlardır. Zaten norm olarak Anayasanın bağlayıcılığı Anayasanın 11’inci maddesinde hükme bağlanmıştır.
Yine doktrinin ürettiği bir kavram olan “temel hak ve hürriyetlerin bütünlüğü” ilkesinin bir pozitif metinde öngörülmesinin sağlayacağı ne yarar olacaktır?
Maddenin dördüncü fıkrası da eleştiriye açıktır. Zaten Anayasanın 5’inci maddesinde aynı maksada matuf bir şekilde “Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” denilmektedir.
b) Madde 13 Ne Getiriyor?
Önce önerilen madde metnini olduğu gibi verelim:
II. Temel hak ve hürriyetlerin üstünlüğü
Madde 13 – (Değişik: 3/10/2001-4709/2 md.)
Hürriyet esas, sınırlama istisnadır. Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır.
Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz [16].
Bu maddede düzenlenen şey, hiç şüphesiz ki, Anayasanın mevcut hâlindeki başlıkta ifade edildiği gibi, “temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”dır. Anayasa Değişikliği Önerisi “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlığını “Temel Hak ve Hürriyetler Üstünlüğü” başlığıyla değiştirmiştir. Bu tamamıyla isabetsiz bir başlıktır. Maddenin içinde temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması düzenlenirken neden başlığında “Temel Hak ve Hürriyetler Üstünlüğü” ibaresi kullanılmıştır? Bizatihi “Temel hak ve hürriyetlerin üstünlüğü” kavramın hukuk uygulaması bakımından ne anlamı vardır? Temel hak ve hürriyetler, “ne”den üstündür? Bu “üstünlük”ten kaynaklanan hüküm ve sonuçlar nelerdir?
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinin 13’üncü maddesinin ilk fıkrasında, şimdiye kadar Anayasamızda olmayan şu iki cümle ekleniyor:
“Hürriyet esas, sınırlama istisnadır. Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır” [17].
Bu iki cümleye şu eleştiriler yöneltilebilir: Bu iki cümle, yorum teorisinde kullanılan bir ilkeyi ifade etmektedir. Bu ilkenin uygulanabilmesi için bu ilkenin pozitif hukuk tarafından ilân edilmesine ihtiyacı yoktur. Böyle bir ilkenin anayasada yazmasının yararı da olmaz; malumu ilân etmek dışında bir zararı da olmaz. Bu ilkenin bulunacağı yer ders kitaplarıdır.
Bu arada belirtelim ki, Altılı Masa Anayasa Değişikliği Önerisinde bu iki cümle bana sanki fazla öne çıkarılıyor gibi geliyor. Bu iki cümle sanki reklam görevi görüyor.
Burada altını çizerek belirtmek isterim ki, vitrine çıkarılan bu iki cümleyi Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi”ni hazırlayan kişiler yazmış veya bulmuş değildir. Bu iki cümle, kelimesi kelimesine, noktası virgülüne 2013 yılında TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonunun kaleme aldığı metinde vardır. “Taslak Metin”de uzlaşılan 59 maddeden biri olan “Temel hak ve hürriyetlerin (özgürlüklerin) sınırlanması” başlıklı 41’inci maddenin ilk fıkrası aynen şöyledir:
“Hürriyet esas, sınırlama istisnadır. Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır” [18].
Görüldüğü gibi Altılı Masanın “Anayasa Değişikliği Önerisi”ndeki bu şaşalı iki cümle, kaynağı belirtilmeden, 2013 TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonunun çalışmasından alıntılanmıştır.
Anayasa Değişikliği Önerisinin 123’üncü maddesinin son fıkrasında “Kamu tüzelkişiliği, kanunla kurulur” deniyor. Bu yanlış bir fıkra. Çünkü Türk hukukunda kanunla veya kanun hükmünde kararnameyle veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle değil, idarî işlemle kurulmuş yüzlerce ve hatta binlerce kamu tüzel kişisi var. Öyle olması da normal. Türkiye’de 18 binden fazla köy var. Her köy, kamu tüzel kişiliğine sahiptir. 18 bin köyün kurulması ve kaldırılması için kanun çıkarılması hâliyle mümkün değil. Köylerin kurulması ve kaldırılması, olması gerektiği gibi İçişleri Bakanlığı kararıyla olur. Bu nedenle Anayasamızın 123’üncü maddesinin bu hükmü, 1982 Anayasasının ilk şeklinde olduğu gibi “kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” şeklinde kaleme alınması gerekirdi.
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinde getirilen önemli yeniliklerden biri de olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi kurumunun kaldırılmasıdır. Şüphesiz 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra çıkarılan olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri hükûmet tarafından kötüye kullanıldı [19]. Ancak, olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi gerekli bir kurumdur. Her devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de krizlerle karşılaşabilir ve bu krizlerle baş edebilmek için olağanüstü tedbirlere çok hızlı bir şekilde ihtiyaç duyabilir. Bunun yolu olağanüstü hâl kanun hükmünde kararname çıkarmaktan geçer. Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinde olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin kaldırılması, tam anlamıyla bir “pireye kızıp yorgan yakmaya” benziyor. Evet doğrudur, Türkiye’de hükûmet, olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerini Anayasanın öngördüğü amaçlar dışında kullandı. Evet doğrudur; Anayasada olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin yargı denetimi dışında bırakılması bu ülkede zararlı sonuçlara yol açtı. Yapılması gereken şey, bir yandan hükûmetin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerini kötüye kullanamayacağı bir sistem tasarlamak, diğer yandan da bu kanun hükmünde kararnameleri Anayasa Mahkemesinin denetimine tâbi kılmaktı.
Bu arada belirtelim ki, Anayasa Değişikliği Önerisinde olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri kaldırılmasına rağmen Anayasamızın 15’inci maddesi muhafaza edilmektedir. Dolayısıyla 15’inci madde yürürlükte kalacaktır. Ancak olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi olmayacağına göre 15’inci maddenin uygulanma ihtimali kalmayacaktır. Çünkü bu madde “temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir” demektedir; ama olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameler kaldırıldığına göre, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin alınabilmesi için kanun çıkarmak gerekecektir. Olağanüstü hâllerde kanun çıkarma imkânı olmayabilir.
Anayasa Mahkemesinin keza Hâkimler Kurulunun üyelerinin kimin tarafından seçileceği sorunu fevkalâde önemli bir sorundur. Anayasamız, Anayasa Mahkemesine ve HSK’ya üye seçme yetkisini çeşitli makamlar arasında paylaştırmışsa da mevcut sistemde Cumhurbaşkanı lehine bir dengesizlik vardır. Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinde Cumhurbaşkanı lehine olan bu dengesizlik kaldırılmakta ve onun yerine TBMM lehine bir dengesizlik yaratılmaktadır. (Ayrıntılar için Anayasa Değişikliği Önerisinin 146 ve 159’uncu maddelerine bakınız).
Anayasa Mahkemesine ve HSK’ya üye seçme yetkisinin bir ölçüde Cumhurbaşkanının elinden alınıp, TBMM’ye verilmesinin bu Mahkeme ve Kurula bağımsızlık sağlayacağını söylemek çok zordur. TBMM en az Cumhurbaşkanı kadar siyasî bir makamdır ve hâliyle siyasî saiklerle hareket eder. Mevcut sistemde son dört yıldır yaşadığımız tecrübe de bize, TBMM tarafından Anayasa Mahkemesine ve HSK’ya seçilen üyelerin, aynen Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyeler gibi bağımsızlık ve tarafsızlıkları bakımından tartışmalı isimler olduğunu göstermiştir. Örnek olarak 2021 yılında İrfan Fidan’ın Anayasa Mahkemesine Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesiyle, 2022 yılında Muhterem İnce’nin TBMM tarafından Anayasa Mahkemesine seçilmesi arasındaki benzerliğe bakılabilir. Muhterem İnce olayı İrfan Fidan olayının bir tekrarıdır (İrfan Fidan olayı konusunda benim “Elveda Anayasa Mahkemesi: İrfan Fidan Olayı” başlıklı makaleme bakılabilir [20].
Bu olay bize Cumhurbaşkanı yerine TBMM’ye güvenmenin bir yarar sağlamayacağının güzel bir delilidir.
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinde 22 üyeli ve dört daireli bir Anayasa Mahkemesi öngörülüyor. Bu gidişle Türkiye’de Anayasa Mahkemesi Yargıtay veya Danıştay benzeri bir yüksek mahkemeye dönüşecek.
Böyle bir Anayasa Mahkemesi, anayasa yargısının mahiyetiyle bağdaşmaz. Madde gerekçesinde “ağır iş yükü”nden bahsedilmesinin bu açıdan bir anlamı yoktur. Anayasa Mahkemesinin temel görevi, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini yapmaktır. Anayasa Mahkemesinin bu temel görevi açısından Anayasa Mahkemesinin hâli hazırda önemli bir iş yükü bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin iş yükünü yaratan görevi, bireysel başvuruları karara bağlamak görevidir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru iş yükünü azaltmak için üye sayısının artırılması ve daire sayısının ikiden dörde çıkarılması, bu soruna çözüm de olmaz. Türkiye’de hâkimler Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarındaki içtihatları izlemedikçe, siz isterseniz daire sayısını dörde değil, on dörde çıkarın, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru iş yükü sorununu çözemezsiniz.
Bu açıdan şunu da belirtmek isterim ki, Anayasa Mahkemesinin daire sayısının artırılması, Anayasa Mahkemesini, “Anayasa Mahkemesi” olmaktan çıkarır, onu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzeri bir “insan hakları mahkemesi” haline getirir. Bireysel başvuru yolunun önemini inkar ediyor değilim. Ancak Anayasa Mahkemesinin norm denetimi görevi bireysel başvuruları karar bağlamak görevinden çok daha önemli bir görevdir. Anayasa Mahkemesinin temel görevi de zaten budur.
Anayasamızın 148’inci maddesine göre
“herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir”.
Anayasanın bu ifadesi doktrinde bireysel başvuru hakkını konu bakımından sınırlandırdığı gerekçesiyle eleştirilmiştir. 148’inci maddenin bu ifadesi, Anayasamızda tanınmış, ama Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde tanınmamış bir hak ve hürriyet için bireysel başvuru yapılamayacağı şeklinde yorumlanmaya müsaittir. Oysa böyle bir sınırlandırıcı şartın konulmasına haliyle gerek yoktur. Normal olarak Anayasamızda tanınan bütün hak ve hürriyetler için bireysel başvuru yoluna gidilebilmesi gerekir.
Muhtemelen bu amaçla Anayasamızın 148’inci maddesindeki bu sınırlandırıcı ifade yerine Anayasa Değişikliği Önerisinde şu ifade konulmuştur:
“Herkes, Anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde düzenlenen haklar ve özgürlüklerden herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir”.
Değişen bir şey var mı? Dikkat edileceği üzere fıkrada “Anayasada veya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde…” değil, “Anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde…” denmektedir. Görüldüğü gibi önermede “ve” (Λ) bağlacı kullanılmaktadır. Dolayısıyla bireysel başvuru için söz konusu hakkın hem Anayasada, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından tanınmış bir hak olması gerekmektedir. Ortada tartışmalı bir husus vardı; değiştirilen şekliyle de yine tartışmalı bir durum olacaktır.
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinde getirilen diğer önemli bir yenilik de Yüksek Seçim Kurulunun yüksek mahkemeler kısmında düzenlenmiş olmasıdır (m.156).
Türkiye’de Yüksek Seçim Kurulu, türü kendine özgü bir organdır. Eleştirilecek çok şeyi vardır. Çift şapkalı bir organdır. Seçimleri hem yönetir, hem de seçim uyuşmazlıklarını karara bağlar. Yani hem bir idare organı, hem de bir yargı organıdır [21]. Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisine göre de Yüksek Seçim Kurulu hâlâ aynı zamanda bir idare organıdır. Seçimleri yönetme görevi YSK’ya verilmektedir. Bu görevi itibarıyla idare organı olan bir organın yüksek mahkemeler arasında düzenlenmesi kanımca isabetli değildir.
Anayasa Değişikliği Önerisinin 148’inci maddesinin 10’uncu fıkrasında tarihimizde olmayan yeni bir hüküm getiriliyor:
“[Anayasa Mahkemesi] Yasama, yürütme, yargı organları arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarına ilişkin başvuruları karara bağlar”.
Bu şekilde bazı ülkelerde görülen “organ uyuşmazlığı davası” denen türde yeni bir dava türü mü getiriliyor?
Ben Türkiye’de böyle bir şeye ihtiyaç olduğu sanmıyorum. Çünkü bir kere Türkiye’de yasama ve yürütme arasında konu itibarıyla bir yetki ve görev dağılımı yoktur. Türkiye’de yasama organı, kanun çıkararak, istediği her zaman yürütmenin görev alanına el atabilir ve bunu yapması Anayasaya da aykırı olmaz. Zaten Türkiye’de “kanun alanı”, “yürütme alanı” diye bir ayrım da yoktur. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti bir federal devlet de değildir. Böyle bir başvurunun ne işe yarayacağını ben anlayamıyorum.
Benim anlayamamamın sebebi belki benim bir bilgisizliğimdir. Ama yine de ortada bir teknik sorun var. Zira gözümden kaçan bir şey yoksa, Anayasa Mahkemesinin “yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını karara bağlamak” görev ve yetkisinin nasıl kullanılacağı Anayasa Değişikliği Önerisinde düzenlenmemiştir.
Anayasa Mahkemesi bu görev ve yetkisini, “iptal davası” yoluyla kullanamaz. Anayasa Mahkemesi bu görev ve yetkisini “itiraz yolu” ile de kullanamaz. Keza bu başvuruyu kim yapacaktır? Örneğin yürütme organında Cumhurbaşkanından muhtarlara kadar yüzlerce makam ve merci vardır. Bunların hangisi yetki ve görev uyuşmazlığı başvurusu yapmaya yetkilidir? Keza ve asıl önemlisi, başvurunun “sonucu” ne olacaktır? Başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi ne karar verecektir? “İptal kararı” mı? İptal kararı verecekse, bunun zaten mevcut olan “iptal davası”ndan farkı ne olacaktır? Eğer Anayasa Mahkemesine böyle bir yeni görev ve yetki veriyorsanız, bu yeni görev ve yetkinin kullanılacağı yeni bir “dava türü” de ihdas etmeniz gerekir.
Muhtemelen bu eleştiriye cevap olarak, bu hususların daha sonra Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Kanunuyla düzenlenebileceği söylenecektir. Şüphesiz Anayasanın Anayasa Mahkemesine verdiği bir yetkinin ayrıntıları kanunla düzenlenebilir. Ama yetkinin aslı (örneğin başvuru yetkisine sahip makamlar, başvurunun konusu, denetimin sonucu, karar türü) bizzat Anayasayla düzenlenmelidir.
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinin 74’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında “Kamu Denetçiliği Kurumu, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka ve hakkaniyete uygunluğunu re’sen veya şikâyet üzerine inceler ve denetler” denmektedir. Böyle bir denetleme yetkisi, “hiyerarşi yetkisi”nin bir parçasıdır. Böyle bir denetimin “kamu denetçiliği”, yani ombudsmanlıkla bir ilgisi yoktur.
Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisinin 108’inci maddesinde Devlet Denetleme Kuruluna, “tüm kamu kurum ve kuruluşlarında... her türlü inceleme, araştırma ve denetleme” yetkisi verilmektedir. Cumhurbaşkanına bağlı böyle bir denetleme yetkisine sahip bir Kurul, parlâmenter hükûmet sistemiyle bağdaşmaz. Anayasa Değişikliği Önerisinde bir yandan Cumhurbaşkanın yetkilerinin “sembolik” olduğunun iddia edilmesi, diğer yandan da idarenin üzerinde denetleme yetkisine sahip ve Cumhurbaşkanına bağlı ve Cumhurbaşkanının emriyle çalışan bir Devlet Denetleme Kurulu kurulması özellikle bir çelişkidir.
* * *Tekrar hatırlatalım ki, yukarıda 11 başlık altında yöneltilen eleştiriler, bu Anayasa Değişikliği Önerisine yöneltilebilecek eleştirilere sadece birer örnektir. Bu Önerideki bütün problemler bunlardan ibaret değildir.
Bu makaleyi bitirirken, Anayasa Değişikliği Önerisiyle ilgili, ama onun getirdiği hükümlerin biraz dışına çıkıp bazı genel gözlemlerde bulunmak istiyorum. Tehlikeli sulara girdiğimin farkındayım. Ama bunları da söylemek gerekli.
Türk aydınlarının önemli bir kısmı, Altılı Masaya karşı çok hoşgörülü. Adeta Altılı Masaya “torpil” geçiyorlar. Altılı Masaya yöneltilecek her eleştirinin Altılı Masaya zarar, AKP’ye ise yarar sağlayacağından korkuyorlar.
Altılı Masa Anayasa Değişikliği Önerisi, 28 Kasım 2022 tarihinde açıklandı. Üzerinden 10 gün geçti. Yanlış görmediysek, bu öneriyi tartışan sadece üç kişi (ben, Murat Sevinç ve Tolga Şirin) çıktı (Hâliyle bizim görmediğimiz yazılar da olabilir). Bu Anayasa Değişikliği Önerisi, Altılı Masa tarafından değil de AKP tarafından sunulsaydı, geçtiğimiz 10 gün boyunca Türkiye eleştiriden yıkılırdı.
Türk aydınlarının önemli bir kısmı Anayasa Değişikliği Önerisi konusunda çifte standart içinde.
Türk aydınlarının önemli bir kısmı, Altılı Masaya yöneltilen eleştirileri de görmezden geliyor.
Oysa eleştiri olmadan kimse, Altılı Masa bile, yolunu bulamaz. Eleştiri bizi yanlış içine düşmekten korur.
Okuyucularıma şunu söylemek isterim: Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi yanlışlarla doludur. Öneri yeterince emek verilmeden, amatörce ve özensizce hazırlanmış bir metin görünümündedir. Altılı Masanın Anayasa Değişikliği Önerisi yapmak gibi önemli bir işin altından başarıyla kalkamadığı ortadadır.
Altılı Masanın yanlışlarını görmezden gelmenin bir anlamı yok. Altılı Masaya bol keseden bir anlayış ve hoşgörü göstermenin bir gereği yok.
Thomas Hobbes’un “kum üzerine ev inşası” metaforuna geri dönelim. Kum üzerine ev inşa etmek yanlıştır. Kum üzerine kurulan bir ev, er ya da geç çöker. Doğrusu evin en baştan sağlam zemine yapılmasıdır.
* * *AKP’nin beş yıl önce çok kötü bir Anayasa değişikliği yapmış olması, Altılı Masanın, olur da iktidara gelirse, gelecekte yapacağı Anayasa değişikliğinin iyi bir Anayasa değişikliği olacağını garanti etmez. Pekâlâ Altılı Masa, AKP’den daha da kötü bir Anayasa değişikliği yapabilir. Tekrar kötü bir Anayasa değişikliği kazasına uğramaktan bizi kurtarabilecek tek şey, önerilen her değişikliği şüpheci bir akılla incelemek ve yanlış gördüğümüz her şeyi kıyasıya eleştirmektir.
* * *Yanlış yanlıştır; doğru da doğrudur. Yanlışın yanlış olduğunu, doğrunun doğru olduğunu söylemekten çekinmemek gerekir.